Wednesday, April 30, 2008

Genel Başkan Baykal; “1 Mayıs’ı Huzur İçinde Kutlayalım, 1 Mayıs Kaygı, Korku, Telaş, Vehim Günü Olmasın. Bu Kaygı, Bu Korku, Bu Telaş, 12 Eylül Kavra

-“Hükümet, provokasyon olacak, size orayı yasaklıyorum dediği anda, çıkarım, orantılı, orantısız “sizinle mücadele ederim” dediği zaman çatışma ortamı, provokasyon ortamı artıyor. Türkiye’nin Otuz yıl sonra hâlâ yasak bölgeleri mi, yasak alanları mı var? O yasak alan İstanbul’da, Taksim’de değil, sizin kafanızın içinde var”
-“Başbakan, “Ayak takımı” diye suçladığı işçilere saygı göstermek ve onların istediği meydanı onlara açmak durumundadır.”

-“Tehdit ve şantaj yoluyla kimse yargıyı etkilemeye teşebbüs etmesin...”

-“Ben, bu kurultaya Genel Başkan adayı olarak çıkmış, çıkmayı denemiş olan değerli arkadaşlarımı selamlıyorum, kendilerine teşekkür ediyorum ve onların önümüzdeki dönemde de CHP’nin anlayışı çerçevesinde çalışmalarına devam etmelerini beklediğimi, onların katkılarının da CHP’de beklenmekte olduğunu ifade ediyorum”

-AKP iktidarında halkın, emeklinin, çiftçinin refahı arttı mı? Gençler iş buldu mu? Memurların yüzü güldü mü? Esnaf rahatladı mı? Hayır, hiçbirisi olmadı. Ne oldu? Türkiye’de dolar milyarderi sayısı Japonya’yı geçti”

-“Türkiye’de tarım yüzde 7 küçüldü geçen sene, borçlar arttı, dış ticaret muazzam açık verdi, 65 milyar dolara çıktı. Cari açık 2002’de 1,5 milyar dolardı, şimdi 40 milyar dolar sınırına geldi”

-“AKP İktidarının altıncı yılında artık öyle bir hâle gelindi ki, devletin yapacağı ihalelere ciddi iddia sahibi olan firmalar katılma imkânının kalmadığını görerek bu işle hiç ilgilenmeme, teklif vermeme noktasına geldiler”

-“Sabah, ATV satışı giderek dallanmış budaklanmış ve çok kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Çok gözü kara bir anlayışla tehlikeli bir sürükleniş sözkonusudur”

İletişim Koordinatörlüğü (Ankara) – Genel Başkan Deniz Baykal 32. Olağan Kurultaydan sonra katıldığı ilk grup toplantısında güncel olayları değerlendirdi ve sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında şunları söyledi;


“Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, değerli konuklar; hepinizi içten sevgilerle saygılarla selamlıyorum, tümünüze hoş geldiniz diyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi grubunun bu toplantısında yine çok önemli gelişmelerle karşı karşıyayız, bunları birlikte değerlendireceğiz. Elbette Cumhuriyet Halk Partisinin hafta sonunda tamamlanmış olan kurultayı değerlendirilmeyi gerektiren bir önem taşıyor, bunun üzerinde birlikte duracağız. Tabii önümüzde 1 Mayıs var. 1 Mayısla ilgili Türkiye büyük bir gerginlik, kaygı ve telaş içine sürüklenmiş durumdadır. Herkes, 1 Mayısın bir gerilim ve çatışma günü olmasından kaygı duyuyor, bunun önlenmesi ihtiyacını herkes dile getiriyor. Bu konuda ben de düşüncelerimi, değerlendirmelerimi ifade edeceğim.


Elbette iki hafta önce bu kürsüde dile getirdiğimiz çok önemli bir konunun gelişmesi, giderek önem taşıyan bir konu hâline dönüşmesi karşısında yine o konuya dönmemiz gerekecektir, Sabah, ATV satışı, çünkü konu artık giderek dallanmış budaklanmış ve çok kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Böyle bir hata nasıl yapılmıştır? Nasıl yapılmaktadır anlamak mümkün değil. Bu konuda iki hafta önce uyarılarımı söylemiştim, daha karar alınmadan, bu konuda adım atılmadan gerekenleri burada ifade etmiştim ama maalesef çok gözü kara bir anlayışla tehlikeli bir sürükleniş vardır. Buna yönelik düşüncelerimi, değerlendirmelerimi sizlerle paylaşacağım.


Yine aynı şekilde AKP’nin son zamanlarda yaptığı yanlışların toplum kesimleri tarafından giderek daha doğru bir biçimde anlaşılmaya başlandığına tanık oluyoruz. Toplumumuz, AKP’nin yanlışlarını daha iyi görmeye başlıyor. AKP’nin içinde kendi yanlışlarını insanlar görmeye ve dile getirmeye başlıyor. Bu süreci de değerlendirmek durumundayız. Bütün bunları bu hafta ele almaya çalışacağım.


Önce, tabii Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerini ve bu toplantıda belki buraya katılmış olan Cumhuriyet Halk Partili değerli arkadaşlarımı, son 32’nci Olağan Kurultayımızda gösterdikleri başarı ve sergiledikleri sorumlu davranış dolayısıyla kutlamak ve bana Genel Başkan seçiminde verdikleri destek ve ortaya koydukları anlayış dolayısıyla şükran duygularımı ifade etmek istiyorum. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız bu kurultay, hiç mübalağa etmeden söyleyebilirim, Cumhuriyet Halk Partisi bakımından tarihi bir kurultay olmuştur. Çok önemli bir kurultay gerçekleştirdik. Üstelik böyle bir iddia sergilemeden, böyle bir anlayış ortaya koymadan ve kamuoyunu da bir bekleyişe sürüklemeden, Türkiye’ye yönelik görevimizi yaparak, üzerimize düştüğüne inandığımız sorumlulukları yerine getirerek sükûnet içinde kurultaya gittik. Herhangi bir iç tartışma, bir iç çatışma arayışı içine hiçbir şekilde parti yönetimi olarak ben, arkadaşlarım yönelmedik, işimizi yaptık, dışa dönük görevimizi yaptık. İç tartışmaların bir tarafı hâline dönüşmemeye özen gösterdik ve kamuoyu da, Cumhuriyet Halk Partisi kurultayı ile ilgili olarak çok önemli bir olayın yaşanmayacağı, sıradan bir kurultayın toplanmakta olduğu, sönük bir kurultayın yapılacağı bekleyişi içinde konuya yaklaştı ama gerçekleşen kurultayın çok farklı bir kurultay olduğu kamuoyumuzun dikkatinden kaçmamıştır. Yani inançla, güvenle söyleyebilirim, o salonda benim bugüne kadar izlediğim en muhteşem kurultay, en muhteşem toplantı bu son kurultay olmuştur, bu toplantı olmuştur. Toplantı olağanüstü canlı, olağanüstü katılımcı bir anlayış içinde bir araya gelmiş çok büyük bir kalabalığın katkısı, ilgisi ve desteğiyle gerçekleştirilmiştir. Gerçekten muhteşem bir toplantı olmuştur. Açıldığı andan sonuçların ilan edileceği ana kadar olağanüstü yüksek ilgi hiç sarsılmadan aynen devam etmiştir. Kurultayın içinde muazzam bir topluluk bir arada olmuştur. Kurultayın dışında yine çok büyük bir topluluk bir arada kurultayı heyecanla, bütün aşamalarıyla izlemiştir. Bunu sadece kalabalık, coşkulu, beklediğimizin ötesinde büyük ilgi gören, halkın çok sahip çıktığı bir kurultay gerçekleştirdik sevinci içinde söylemiyorum, bunun bir anlamı olduğuna herkesin dikkatini çekmek için bu konuyu dile getiriyorum. Bunun bir anlamı var. Herhangi bir yapay çabayla, destekle bu toplantı bu şekle dönüşmemiştir, hiç böyle bir gayret yoktur, kendiliğinden bu ortaya çıkmıştır.


Bunun bir anlamı vardır değerli arkadaşlarım. Bunun anlamı, Cumhuriyet Halk Partisinin izlediği politikanın, dile getirdiği teşhislerin, uyardığı tehditlerin, tehlikelerin toplumumuzun giderek genişleyen kesimleri tarafından sahiplenilmekte olduğunu, Cumhuriyet Halk Partisinin söyleminin toplumda somut bir karşılık bulduğunu, halkın, milletin, sadece partililerin, particilerin değil, profesyonel örgüt mensuplarının değil, vatandaşın, halkın Cumhuriyet Halk Partisinin gayreti, çabası, heyecanı, mücadelesi konusunda bir sahiplenme içine girdiğini, bunu önemsediğini bu kurultay ortaya koymuştur.


Bunun büyük önemi olduğuna inanıyorum ve herkesin dikkatini bu noktaya çekiyorum. Türkiye gerçekten tehlikeyi görmüştür, sıkıntıyı kavramıştır ve bu tablo karşısında da Cumhuriyet Halk Partisini güven veren, umut veren, desteği hak eden bir siyasi parti olarak sahiplenmiştir. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bu kurultay gördüğü ilgi bakımından önemlidir. Hiç böyle bir bekleyiş yaratılmadı, medya böyle bir bekleyişe destek olmadı, böyle bir heyecan yoktu. Tam tersine “sönük bir kurultay olacak” diye yayınlar yapıldı. Biz bir iddia sergilemedik ama kendiliğinden büyük bir kurultay oldu. Gerçekleşmiş en muhteşem kurultay oldu. Bunun bir anlamı var, herkesin bu anlamı değerlendirmesini isterim.


Değerli arkadaşlarım, bu kurultayda Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz anlayışımızı, teşhislerimizi bir kez daha vatandaşlarımızla paylaştık ve teşhislerimizin giderek toplumda daha iyi anlaşılmaya başlandığını, giderek daha çok destek bulmaya başladığını memnuniyetle görüyorum. Temel teşhisimiz şudur: Türkiye bir yol ayırımındadır. Bu kurultayda bu anlayışı ortaya koyduk, bu anlayış etrafında bütün Cumhuriyet Halk Partisinin bütünleştiğine tanık olduk. Evet, biz Cumhuriyet Halk Partililer inanıyoruz ki, Türkiye bir yol ayırımındadır. Bu bir vehim değildir, bu bir paranoya değildir, bu bir yapay siyasi suçlama, propaganda değildir; bir realitedir, bir gerçektir. Türkiye bir yol ayırımındadır. Siyasal bakımdan bir yol ayırımındadır, ekonomik bakımdan bir yol ayırımındadır. Cumhuriyet Halk Partisinin siyasal bakımından yaptığı değerlendirmelerin kamuoyumuzda, medyamızda daha çok önemsendiğini ve altının çizildiğini görüyorum ama biz, bu kurultayda sadece siyasi kaygılarımızı, Türkiye’nin önündeki siyasi tehlikeleri, tehditleri değil, ama aynı zamanda ekonomimizin nasıl bir yol ayrımına geldiğini, o konuda nasıl yeni bir anlayışa mutlak ihtiyaç olduğunu çok net bir şekilde ifade ettik. Bunun da giderek daha iyi anlaşılacağına inanıyorum.


Uzun süreden beri biz bu kürsüde, Türkiye’deki ekonomik gidişle ilgili uyarılarımızı yapıyoruz, tehlikelere dikkati çekiyoruz, çözüm yollarını anlatmaya çalışıyoruz, ısrarla söylüyoruz ama şunu görüyorum ki, yeni yeni ekonomik sorunların da artık bir ciddi noktaya geldiğini medyamız da, halkımız da, toplumumuz da anlamaya başlamıştır, bu konudaki söylemlerimizi değerlendirmeye başlamıştır. Bugünkü basında bu doğrultuda bir değerli arkadaşımızın, Sayın Hurşit Güneş’in, Cumhuriyet Halk Partisinin ekonomik söylemine dikkati çeken değerlendirmesine teşekkür ediyorum, bir süredir bunu anlatmaya çalışıyoruz. (Alkışlar)


Bu önemli bir konudur. Bu konuda ısrarla duruyoruz, durmaya da devam edeceğiz. Bu duyguyu verdik topluma. Yol ayrımında yapılması gereken bir şeyler var. Siyasette mutlaka derhal yeni bir şeyler yapmak lazım. Ekonomi politikasında derhal yeni bir şeyler yapmak lazım, Türkiye bu noktada. Bir aciliyet duygusunu millete taşımaya çalıştık ve bunun da alınmış olduğunu memnuniyetle görüyorum.


Değerli arkadaşlarım, peki yapılacak şeyler, çözüm yok, çözüm söylemiyorsunuz, mesaj ne, çare ne? Böyle bir söylemin geliştirilmek istendiğini biliyorum. Bunların hiçbir anlamı olmadığı yine kurultaydaki değerlendirmelerimizle ortaya çıkmıştır.


Çare var, çözüm var hiç kuşku yok, çare de, çözüm de var ama kimse çareyi, çözümü yaldızlı laflarda, sihirli formüllerde aramaya çalışmasın. Çare, çözüm sağduyu, mantık, doğrunun gereğinin yerine getirilmesi. Siyasette siyasi kriz bakımından çare çok açık, çok net, Türkiye’nin inançlarına da sahip çıkması, laik, demokratik cumhuriyet anlayışına da sahip çıkması. (Alkışlar) Çare bu. Çare samimiyet, samimiyet, aldatmacaya sürüklenmemek, içtenlikle hem herkesin inançlarına, dinine, ibadetine saygı göstermek, sahip çıkmak, onunla iftihar etmek, aynı zamanda Anayasasına, laik kimliğiyle, cumhuriyet kimliğiyle de iftihar etmek, onlara da sahip çıkmak, bu kadar basit. (Alkışlar)


Türkiye buraya geldi, esrarengiz formüller aranacak, yok böyle bir şey, olacak olan bu. Somuta indirgediğinizde de bunun nasıl somuta indirgeneceğini hep biliyoruz, milletçe biliyoruz, bu anlaşılmıştır.


Ekonomi bakımından da yine mucizevi formüller aramaya, sihirli çözüm yolları üzerinde gayret göstermeye gerek yok, çok açık, çok net. Türkiye kalkınmak zorundadır, Türkiye büyümek zorundadır, Türkiye yatırım yapmak zorundadır. Türkiye, açık vermeden yatırım yapan, üretim yapan, büyüyen bir ekonomi hâline dönüşmelidir. Bir rant ekonomisi olmaktan Türkiye çıkarılmalı, bir büyüme ekonomisine Türkiye sokulmalıdır, bu kadar açık. (Alkışlar) Türkiye’de bugün işletilen modelin ne gibi zafiyetler ortaya koyduğunu görüyoruz. Türkiye’de borçlar hızla artıyor. Kurultayda bir kez daha söyledik. Bu iktidar işbaşına geldiği zaman 220 milyar dolar Türkiye’nin borcu vardı, toplam borcu vardı, şimdi 500 milyar dolara geldi dayandı. Yani seksen yılda, 1920-2002, seksen iki yılda gelmiş geçmiş bütün hükümetler 220 milyar dolar borç yapacak, o borçla Türkiye’de demiryolları yapacak, sanayi tesisleri kurulacak, Etibank, Sümerbank, Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik, PETKİM’ler, TÜPRAŞ’lar, rafineriler, ATAŞ’lar, İPRAŞ’lar, ordu kurulacak, şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, üniversiteler açılacak, köprüler yapılacak, oto yollar yapılacak, limanlar yapılacak, turizm hamleleri yapılacak, bütün bunlar neyin içinde? 220 milyar doların içinde. Sonra bunlara teslim edeceğiz Türkiye’yi, beş sene Türkiye’yi alacaklar, devredilenleri satacaklar, üstüne bir de 500 milyar dolara borcu çıkaracaklar, sonra “ekonomik mucize yaptık” diyecekler. (Alkışlar)


Bu süreçte ne olacak? Halkın refahı artacak mı, arttı mı? Çiftçinin refahı arttı mı? Gençler iş buldu mu? Emeklilerin refahı arttı mı? Memurların yüzü güldü mü? Esnaf rahatladı mı? Hayır, hiçbirisi olmadı. Ne oldu? Türkiye dolar milyarderi sayısında Japonya’yı geçti, olan bu değerli arkadaşlar. Bu doğru politika değil. Türkiye’de tarım yüzde 7 küçüldü geçen sene, Türkiye’de borçlar arttı, dış borç, dış ticaret muazzam açık verdi, 65 milyar dolara çıktı. Cari açık 2002’de 1,5 milyar dolardı, şimdi 40 milyar dolar sınırına geldi. Her yıl ortaya çıkan net borç birikimi, her yıl ekleniyor bunlar.


Değerli arkadaşlarım, bu iyi bir politika değil, bu üretim politikası değil. Türkiye harıl harıl borç ödedi ama borçları iki katından daha fazla arttı; elde yok, avuçta yok.


Değerli arkadaşlarım, bu iyi bir politika değildir, bunu değiştireceğiz. Bütün dünya bunun nasıl değiştirileceğini biliyor, herkes biliyor. Önemli olan doğru dürüst, iyi niyetli ülkenin kalkınmasını amaçlayan bir politikayı, yatırımı öngören, ihracatı öngören, adil paylaşımı öngören bir politikayı, bir ekonomi politikasını yürürlüğe koymaktır. Bu mesajları iletebildiğimize inanıyorum. Tabii hem Türkiye’nin siyasi krizi bakımından hem ekonomik krizi bakımından bu son kurultayımızda çok önemli bir noktanın altını bir kez daha çizdik, onu da hatırlatmak istiyorum. Eğitim, değerli arkadaşlar, eğitim. Türkiye’nin siyasi krizden kurtuluşunun da anahtarı eğitimdir. Ekonomik krizden verimsiz, hantal, yanlış bir ekonomi politikasından kurtulmanın anahtarı da eğitimdir. Türkiye’nin temel açmazı budur ve maalesef bu dönemde eğitim en ağır tahribatın yaşandığı alan olmuştur. Bunu değiştirmek zorundayız.


Çağı eğitimle yakalayacağız, refahı eğitimle yakalayacağız, kendi içimizdeki barışı, kardeşliği eğitimle yakalayacağız. Türkiye’nin eğitim birliği ilkesi ortadan kaldırılmıştır, birbirinden farklı, birbirine mesafeli, giderek birbirine karşı duygular içinde gençler Türkiye’de devletin eliyle on yıllar boyunca yetiştirilmiştir, eğitilmiştir, devletin okullarında yetiştirilmiştir ve o çocuklar birbirlerine mesafeli olmuşlardır, birbirine kaygıyla, kuşkuyla bakmışlardır, birbirlerini suçlamaya başlamışlardır, iki farklı kültürü devlet kendi eliyle gençlerin kafasına, beynine on yıllar boyunca ekmiştir. Devletin dışındaki yanlış eğitim çabalarına dikkati ayrıca çekmeden bunu söylüyorum, onun da hesabını yapmak lazım. Türkiye’yi kurtaracak olan eğitim, değerli arkadaşlarım. Bütün coğrafyaların da Türkiye’nin, kuzeyinde güneyinde, doğusunda batısında aynı değerleri, aynı temel ilkeleri, aynı anlayışı birlikte öğrenerek, birbirimizi sevmeyi öğrenerek, hiçbir ayrım yapmadan, ne inanç ayrımı ne mezhep ayrımı ne ırk, etnik köken ayrımı yapmadan bütün çocuklarımızı cumhuriyet bilinci içinde birbirini seven, diniyle iftihar eden, inançlarıyla, geleneğiyle, tarihiyle iftihar eden, anayasasıyla, laik cumhuriyetiyle iftihar eden çocuklar olarak yetiştirmek zorundayız. (Alkışlar) Bunu yapmadık değerli arkadaşlarım, bu yapılamadı. Bu yapılamadığı için ayrışma, farklılaşma ve giderek çatışma ortaya çıktı. Şimdi bunu değiştirmek zorundayız. Bunu değiştirirsek bütün sorunlarımızı aşmanın altyapısını elde etmiş oluruz. Buna dikkati çektik. Ekonomide sorun eğitim, doğru eğitim, doğru ilkelere dayalı eğitim, mesleki eğitim, iş gücünün verimliliğini artıracak olan eğitim, inovasyon yapacak olan eğitim, teknolojik değişim, ilerleme yapacak, rekabet gücünü artıracak bir eğitim. Bütün bunların yolu var. Siz bunları bırakıp eğitimi siyasi kavganızın bir arenası hâline getirirseniz, o Türkiye’de var olan kültür çatışmasını resmî eğitim politikasıyla da ilerletmeye çalışırsanız, elbette hem bunları yapamazsınız hem de Türkiye’yi daha büyük sıkıntıların içine çekersiniz. Bunlar görüldü değerli arkadaşlarım. Türkiye sorunun ne olduğunu biliyor, sorunun nasıl çözüleceğini biliyor, nereden kaynaklandığını biliyor, nasıl çözüleceğini biliyor, bunu koyuyoruz ortaya. Buradaki tek mesele bu anlayışın giderek toplumda haklılık kazanması ve toplumumuzun giderek geniş bir kesiminin evet, bunu denemek durumundayız, doğru söylüyorlar deyip şu ana kadar var olan ayrışmaların üzerine milletimizin çıkmasının sağlanması ve bu programı Türkiye’nin en kısa zamanda kararlılıkla uygulamaya koymasıdır. Türkiye’yi çağ atlatacak hâle getirecek çıkış yolu bu sağduyuya dayalı yalın, kestirme, kısa, net, açık mantıklı yaklaşımdır, başka hiçbir şeye gerek yok. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, kurultayımız bu yönüyle halkımızın ilgisini çekti. Bunu önümüzdeki dönemde giderek daha geliştireceğiz ve bu ilkeler, bu anlayış etrafında kurultayımızdan görev almış yönetim kadrosu olarak, parti meclisimizle, merkez yönetim kurulumuzla birlikte el ele yeni bir heyecanla, yeni bir coşkuyla Türkiye’nin içine girdiği sorunların, sıkıntıların bize yüklediği yüksek bir sorumluluk duygusuyla, bütün gücümüzle Türkiye’ye sahip çıkmaya devam edeceğiz. (Alkışlar)


Bu kurultayımızda çeşitli siyasi çalışmalar sergilemiş, bir iddia ortaya koymuş olan değerli arkadaşlarıma da bu kurultay boyunca sergiledikleri anlayış dolayısıyla teşekkür ederim. Elbette herkes demokratik bir siyasal yaşamda her türlü iddiayı her zeminde sergileyebilecektir. Bunun kuralları vardır, koşulları vardır; bu kurallar koşullar içinde demokratik yarışma, demokratik rekabet işleyecektir, işlemiştir, önümüzdeki dönemlerde de elbette işleyecektir. Siyaset hepimiz için bir eğitim alanıdır. Hepimiz bu siyasetin içinde görüyoruz, öğreniyoruz, kafamızdaki düşünceleri sınıyoruz, onların bir kısmı işliyor, bir kısmı işlemiyor. Eğer siyasi bir iddia sürdüreceksek, onlardan gerekli sonucu çıkarıyoruz, çıkarmalıyız ve ona göre geleceğe bakmalıyız. Ben, bu kurultaya Genel Başkan adayı olarak çıkmış olan, çıkmayı denemiş olan değerli arkadaşlarımı selamlıyorum, kendilerine teşekkür ediyorum ve onların önümüzdeki dönemde de Cumhuriyet Halk Partisinin anlayışı çerçevesi içinde çalışmalarına devam etmelerini beklediğimi, onların katkılarının da Cumhuriyet Halk Partisinde beklenmekte olduğunu ifade ediyorum. (Alkışlar) Bu arkadaşlarımız zaten Cumhuriyet Halk Partisi için çalışmış olan arkadaşlarımızdır. Biz o çalışmaları büyük memnuniyetle karşılamış, o çalışmalarına destek olmuş, olanak yaratmış, onları o çalışmalarında yüreklendirmiş bir anlayışın sahibiyiz. O arkadaşlarımız Cumhuriyet Halk Partisi için bugüne kadar bizim de anlayışımızla, bizim de katkımızla çalıştılar, bundan sonra da onların yine Cumhuriyet Halk Partisinin çalışmalarına ben hazırım. Çalışma illa genel başkan olarak götürülmek zorunda değil, iddiayı sergilersin, gelirsen gelirsin, gelemezsen de bir partilisin, üzerine düşen görevi yaparsın, yaparak kendini kanıtlarsın, kabul ettirirsin, partiye de yararlı olursun. Bu anlayışla, bu vesileyle bir kez daha ifade etmek istiyorum.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin ana sorunlarını söyledik de o sorunların altında çok önemli bir kara deliğin bulunduğunu bir kez daha anımsatmak istiyorum. Hiçbir ekonomi politikası bugün işbaşında bulunan anlayışın devamı hâlinde yolsuzluklarla ilgili olarak bu hükümetin sergilediği tutumun, anlayışın devamı hâlinde hiçbir ekonomi politikasının ülkeyi bir yere götürmesi mümkün değildir. Ekonomi politikasının, hukuk devleti anlayışının, demokrasi anlayışının, ulusal bütünlüğün, adalet duygusunun önündeki en büyük tehdit yolsuzluklardır değerli arkadaşlarım. Maalesef bunu yıllardan beri Türkiye’ye anlatmaya çalışıyoruz. Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılsın, bunun ilk adımıdır diyoruz. Bu konuda şu ana kadar hiçbir ciddi adım maalesef atılamadı, Başbakan söz verdiği hâlde sözünde durmadı, gereği yapılmadı. Bu, bir temel zafiyet olarak gözüküyor. Bu konuda şimdi artık Türkiye’nin yeni bir aşamaya geldiğini görüyoruz. Buna bir kez daha, biraz daha yakından birlikte bakalım diye düşünüyorum.


Değerli arkadaşlarım, iki hafta önce bu grup toplantısında dikkatinizi çektim ve bu yanlış işe bulaşılmamasını anlatmaya çalıştım ama maalesef karar alınmış, yol tutulmuş, şimdi o fevkalade sakıncalı, fevkalade tehlikeli istikamette gözü kapalı bir sürükleniş çok ileri bir aşamaya gelmiştir. Önce şuna bir defa dikkati çekmek istiyorum:


Değerli arkadaşlarım, AKP İktidarının bu altıncı yılında artık öyle bir hâle gelindi ki devletin yapacağı ihalelere ciddi iddia sahibi olan firmalar katılma imkânının kalmadığını görerek bu işle hiç ilgilenme, bir teklif yapma, acaba bize verirler mi gibi bir arayışın içine girme ihtiyacını bile hissetmez hâle gelmiştir. Artık AKP iktidarında, devletin atacağı her adımın nasıl kurgulandığı, neyin kime verileceği bilinerek herkes kendisini elini bunun dışına çekmeye yönelmiştir. Çok acı bir manzara.


Bakın birkaç gün önce çok önemli, İstanbul’da fevkalade önemli bir ihale yapıldı. Türkiye’de inşaat ve kent ihtiyacına cevap verecek ticaret, konut alanların yaratılması en kârlı alan olarak gözüküyor ve Türkiye inşaat açısından da fevkalade iddialı firmaların birbiriyle yarıştığı bir ülke. İstanbul’un en kıymetli bir arsası, Tekele ait likör fabrikası, birkaç gün önce açık artırmayla satılacak diye ilan veriliyor, bir tek başvuru var değerli arkadaşlarım, bir tek başvuru var. Düşünebiliyor musunuz, yani oraya ilgi duyacak koca İstanbul’da bunca inşaat şirketi arasında bir başkası yok.


Bu neyi gösteriyor Allah aşkına, bu neyi gösteriyor? Böyle bir şey olabilir mi? Herkes biliyor ki ben bunu veririm parayı alırım ama bunu yaptırmazlar. Bunu yapacak olan bırakın o alsın. Alan insan şaşırıyor, niye kimse gelmedi?” diyor, acaba niye gelmedi. Niye gelmedi? Türkiye’de işler bu noktaya geldi değerli arkadaşlarım.


Bakınız, bu büyük Sabah, ATV satışı fevkalade önemli bir konu. İki hafta önce uyardık, yanlış oluyor dedik. Yedi firma başvurmuş iyi niyetle o aşamada, altı tanesi yolda sapır sapır döküldü. Ortada bir iddia var. Dökülenlerle Başbakan ikili temas yaptı, ortada. Bunun muhatapları kendi çevrelerinde konuşuyorlar. Bu, toplumun bilgisine yansıyor. Döküldü, bir tek firma kaldı. Firma bu işe başvururken sermayesi 50 milyar TL. Özel bir firma kuruluyor, büyük bir grup, bu iş için bir firma kuruluyor, firmanın sermayesi 50 milyar TL başvururken. TMSF 50 milyar sermayesi olan bir şirkete Sabah ve ATV’yi satmakta hiçbir sakınca görmüyor tek müracaat sahibi olduğu halde.


Tabii hemen arkasından sermaye artırılıyor, o ayrı ama o kadar büyük bir emniyet var ki bu sermayeyle bu iş olmaz denilmiyor.


Değerli arkadaşlarım, daha sonra bu firma alıyor, şaşırtıcı bir fiyatla alıyor, 1 milyar 100 milyon dolar. Herkes “ya, bu parayı nereden bulacak, bu büyük para? Bu kadar para, yani bu işin karşılığı mıdır? Sanmıyoruz, falan diyorlar. Sonra anlaşılıyor paranın nereden çıkacağı. Ne kadar, niçin bu kadar cömert bir fiyatın verilebildiği süreç içinde ortaya çıkıyor. 1 milyar 100 milyon dolara bunlara bırakılıyor, para nerede? Para, hiçbir yabancı banka kredi vermiyor. Hiçbir yerli özel Türk bankası kredi vermiyor, iki devlet bankası Vakıflar ve Halk Bankası, siyasi telkinler ve baskılarla devreye sokuluyor ve 750 milyon dolarlık bir kredi o iki devlet bankası aracılığıyla alınıyor. Olabilir canım, banka, 750 milyon dolar vermiş diye düşünülebilir ama dikkatlice baktığımız zaman şunlar gözüküyor:


Bir defa hemen şu soruyu sormak istiyorum: Acaba, bu bankalar kendileri, verdikleri kredi şartlarıyla dışarıdan kendileri kredi alabiliyorlar mı? Yani üç yıl ödemesiz süre, on yıl vadeli bir krediyi Vakıflar Bankası ve Halk Bankası alabiliyor mu? Alabildi mi? Olmadı. Kendi alamadığını buraya veriyor. Bu, yani bankacılıkta bir büyük risk değil midir, bir büyük olumsuzluk değil midir? Sen alamadığın şartlarla kredi veriyorsun. Bunun sonu nedir?


Peki, sen kendi alamadığın şartlarla veriyorsun, bir vatandaşımız çıkmış demiş ki “Aynı şartlarla ben 100 bin dolar kredi istiyorum. Çok güçlü teminatı da vereceğim” demiş. Şimdi, teminat meselesine geleceğiz öbür kredide. “100 bin dolar kredi istiyorum. Malımı mülkümü de teminat olarak göstereceğim, bir tek şey istiyorum. O faiz ve o vade, o ödemesiz süre, üç yıl ödemesiz süre, on yıl vade ve faiz kabulüm” demiş” bir 100 bin dolar ver bana.” “Hayır” demişler “sana veremeyiz.”


Sen vatandaşa 100 bin doları veremiyorsun da 750 milyon doları nasıl veriyorsun bunlara? Verdiğin para kimin parası? Milletin parası, devletin parası. Kendi paran olsa verir misin oraya? Ey, o banka yönetim kurulu üyeleri, ey, o banka genel müdürü, kendi paran olsa verir misin sen onlara bu krediyi? (Alkışlar)


Şartlar ne? Şartlar ilan edilemiyor, mahcup mahcup geçiştiriyorlar. Yavaş yavaş ortaya çıktı, üç yıl ödemesiz süre, on yıl vade ve libor artı 4,85 faiz. Teminat ne? Buraya bakın, teminat ne? Şimdi, devletin 750 milyon dolarını sen buraya veriyorsun, ne teminat aldın? Teminat satılan malın kendisi. Satılan malın kendisinin değerini 1,1 milyar dolar olarak kim söyledi? Alan söyledi. Şimdi, onu 1,1 milyar dolar teminat diye gösteriyor, üstelik değerli arkadaşlarım, 1,1 milyarın tamamı değil, çünkü onun yüzde 25’i de satıldı. Yüzde 25 eksiğiyle eski var olan o değerin, şişirilmiş olan değerin yüzde 75’i teminat olarak gösteriliyor. Böyle bir şey olur mu değerli arkadaşlar? Böyle bir kredi uygulaması kabul edilebilir mi? Yani kredinin düşününüz, başka hiçbir teminata ihtiyaç hissetmiyor, sadece alınan mal yeter teminat diyor. Alınan mal yeter teminatsa niye satıyorsun sen onu? Önce niye satmaya kalktın? Zaten elindeydi senin. Bak, onu sattın birisine ödeyecekti, ne oldu?


Değerli arkadaşlarım, bir süre önce Türkiye’nin en büyük holdingi bir önemli yatırım için kredi aldı. Ona kredi verirken alıcı şirketin teminatıyla yetindiler mi? Arkada Koç Holdingin, Arçelik’in ek teminat vermesini istediler. Sen Koç Holdingden teminat isteyeceksin ama Başbakanın damadının başında bulunduğu bir yandaş holdinge 750 milyon doları akıtacaksın. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, 375 milyon dolar kredi veriyor bankaların her biri. Şimdi, ben merak ediyorum: Bugüne kadar bu bankalar 375 milyon dolar ya da daha fazla bir kredi verdiler mi? 375 milyon dolar verilmiş bir kredi var mı? İkisinde de yok, üstelik teminatsız vereceksin, vermediğin düzeyde vereceksin, teminatsız vereceksin, üç yıl ödemesiz süre diyeceksin, yüzde 25’ini de satması da, güya satmasına göz yumacaksın ve teminatı o kadar azaltmayı içine sindireceksin, bu ne bu değerli arkadaşlarım? Nedir bunun adı?


Başbakan bakın, günlerdir bunları söylüyoruz, medyamız da bu konuları ele almaya başladı. Başbakan bugün konuşmuş, ne diyor? “Sermayenin rengi olmaz. Yeşil sermaye diye bunlar düşmanlık yapıyorlar.” Hayır, Sayın Başbakan, biz sermayenin rengiyle meşgul değiliz, kredinin teminatıyla meşgulüz, kredinin devletin, milletin parasının teminatıyla meşgulüz. (Alkışlar)


Yani olayı döndürüp dolaştırıp Katar olayına getirerek oradan bir güvence bulmaya çalışıyor. Doğrudan işin esasına girsin. Katar’la ilişkilerimiz 5 milyar dolara çıkmış! Kutlarız, daha da çok artsın, bununla ilgili bir şikâyetimiz yok ama bu kredi kabul edilebilir değildir, bu krediyi veren Katar değil, bu milletin yoksul halkı, işsiz insanı, boynu bükük çiftçisi veriyor parayı. (Alkışlar)


Sanki Katar parasıyla iş yapıyor. Katar’dan almışsınız bir miktar para, kim bilir nasıl ikna ettiğinizi yakında görürüz, yakında çıkar. Gübre sanayiyi mi olacak, başka özelleştirmeler mi olacak hep beraber göreceğiz. Nasıl ikna edildi, nasıl o para alındı, karşılığında neler vaat edildi, onu hep beraber yaşayacağız, göreceğiz. Günlerce vermedi Katar bu işi. Onların, çünkü yatırım kurulunun başında ciddi iktisatçılar var. Teklif gittiği zaman bunun bir anlamı yok, bu riskli bir iş, girmeyiz dediler. Tekrar tekrar ziyaret üzerine ziyaret yapıldı bunu sağlayacağız diye. Yukarıda işler ikna edildi, anlaşılıyor, bağlandı ve şimdi çıktı. Onun kokusunu ayrıca alacağız ama burnumuza orada da pis kokular geliyor, burada da pis kokular geliyor, orada da pis kokular geliyor, bu kokular çıktı artık, öbürünü de yakında görürüz. Ama oradaki siyasi temasın, siyasi arabuluculuğun Katar’a gösterilen olağanüstü siyasi ilginin de sadece halis hane memleket ekonomisi hayrına bir gayretten ibaret olmadığı, arkasında özel çıkarların da bulunduğu toplumumuz, kamuoyumuz tarafından çok net bir şekilde görülmüştür.


Değerli arkadaşlarım, yine bu konu tabii çok ilgi çekici bir noktaya doğru gelecek, basınımızda çok güzel çalışmalar yapılıyor.


Bu çerçevede Milliyet Gazetesindeki Sayın Serpil Yılmaz’ı kutluyorum. Çok önemli tespitler yaptı ve bugün yine Cumhurbaşkanının bu konuda kamuoyuna hangi anlayış içinde ilgi ve destek gösterdiği konusunda yapmış olduğu açıklamanın ötesindeki çok önemli bazı noktalara dikkati çekti. O konunun da aydınlatılması gerekecektir. Bu dosya büyüyor. Bu dosya, gerçekten olağanüstü önemli bir dosya hâline bu aşamada dönüşmüştür. Şimdi, bu tabloyu böyle ortaya koyduktan sonra Başbakanın yolsuzluklarla ilgili bugüne kadarki söylemine dikkati çekmeyi de görev biliyorum.


Bugün Başbakanın geçmiş açıklamalarını Milliyet Gazetesi değerlendirmiş, bunları daha geniş kamuoyumuzun bilgisine sunmayı görev biliyorum. Başbakan demiş ki “Halkı hortumlayanların ellerindeki medya organlarını emme basma tulumbalar gibi kullanmalarına fırsat vermeyeceğiz.” demiş. (Alkışlar) Sayın Melih Aşık’a teşekkür ederim, kutlarım. Gerçekten ibretlik bir tespit hatırlatmış. “Hortumları kestik” diyordu, değil mi? “Hortumları kestik!” Nasıl kesilmiş hortumlar görüyor musunuz?


Hortum ne? Sadece bundan ibaret değil tabii. Şimdi demiş ki yine Başbakan “Eskiden sırada hortumcular vardı, şimdi artık yok.” Yok, tamam mı arkadaşlar? Öğrendiniz mi, artık hortumcu falan yok. (Alkışlar) Kalmamış, kurutmuşlar hortumcuları. Şimdi artık yok. “Hortumlar kesildi.” Hiç duyuyor musunuz? “Filanca falanca bankadan şu kadar götürdü. Şimdi, ne konuşuluyor? Götürenlerden millete geri alma dönemi başladı, bu konuşuluyor, tamam mı?” Hortum konuşulmuyormuş, götürme konuşulmuyormuş, getirme konuşuluyormuş şimdi. İnşallah bu hortumları getirmeyi de bir gün konuşuruz bu milletin önünde. (Alkışlar)


“Hortumcunun küçüğü büyüğü olmaz. Dün farklı hortumcular vardı bugün farklı hortumcular var, hepsini lanetliyorum.” diyor. Olmadı Sayın Başbakan. (Alkışlar) Şimdi, komedi, her şey şaka gibi Türkiye’de. Bir ciddiyetsizlik, siyaset adamının ciddiyeti kalmamış, inandırıcılığı kalmamış, güvenilirliliği kalmamış, neler yaptıkları ortada, gerçekler bunlar, bunların inkâr edilecek, örtbas edilecek hiçbir tarafı yok. Çok vahim bir tablo. Bunu nasıl göze alıyorlar, doğrusu anlamak mümkün değil, yani nasıl bir gözü karalıktır, nasıl bir umutsuzluk tablosudur, yani battı balık yan gider anlayışı mıdır, nedir bunun altında yatan gerçekten anlamak mümkün değil. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bugün 29 Nisan, yarından sonra Perşembe günü 1 Mayıs. Şimdi, bir türlü Türkiye 1 Mayıs olaylarını sanki bir kâbus geliyormuş gibi karşılama duygusundan kurtulamadı. Aradan bunca zaman geçti bir kâbus yaşadık 1 Mayısta otuz bir yıl önce ama artık 31 yıl geçti Türkiye bugün geldiği noktada 1 Mayısı, dünyada 165 ülkenin kutladığı gibi bir mutluluk, bir sevinç, bir emek, dayanışma, barış, bahar güzelliği olarak kutlayabilir noktaya hâlâ gelemedi.


Değerli arkadaşlarım, önce biz kafalarımızdaki bu sendromu ortadan kaldırmalıyız. Önce zihnimizi, kafamızı bu anlayışın dışına çekmeliyiz. Bu kaygı, bu korku, bu telaş, 12 Eylül kavramları anlayışı ve telaşıdır. Aradan bunca zaman geçti, artık bunu aşacağız. Birbirimizden korkmak için bir neden yok. 1 Mayısı kutlamak isteyenler kimler? Türk-İş. Kim? DİSK. Kim? Kamu sendikacıları, KESK, emekçiler, çalışan insanlar. Bu memleketin dürüst, namuslu, sorumlu evlatları, ortada bu kuruluşlar. Bunlara Türkiye kompleksle bakmak zorunda değil, bunları anlamak zorunda. Bunlarla ilişkisini sağlıklı kurmak zorunda Türkiye. Bunun şartlarını eğer yaratamıyorsak çok yazıktır. Bunun şartlarını yaratmamız lazım. Onlar, 1 Mayısın bir provokasyon günü hâline gelmesini isterler mi? İstemezler. Öncelikle onların bu konuda gerekli duyarlılığı sergileyeceğinden hiç kuşku duymuyorum. 1 Mayısta provokasyon olmaz mı? Olur. Geçmişte olur, yine olur ama bunu önlemenin yolu devletin ve sorumlu kuruluşların el ele vererek provokasyonları önleme konusunda güvenli bir işbirliğine girmeleridir. Bunun yolu Taksim’de olursa provokasyon olur, başka yerde olursa provokasyon olmaz, böyle bir şey olabilir mi? Taksim’de de provokasyonu elbirliğiyle önlemeliyiz. Bu korkudan, bu kaygıdan milletimizi kurtarmalıyız, bunun yolunu bulmalıyız. (Alkışlar) Yani 1 Mayıs kâbusuyla mı yaşayacağız canım bunca yıl sonra? Bütün dünya en büyük meydanlarında çoluk çocuk, kadın erkek 1 Mayısı büyük bir şölen, şenlik olarak kutluyor. Amerika’nın en büyük meydanları, İngiltere’nin en büyük meydanı, Fransa’nın en büyük meydanları buraya açılıyor. Biz de o sevinci yaşayabilelim. Provokasyona karşı devlet ve ilgili kuruluşlar işbirliği yapalım, el ele verelim, her türlü önlemi alalım ve vatandaşımızı, gerçek vatandaşımızı aileleri, çocukları, kadınları, erkekleri bu güzelliği yaşamak üzere oraya çekebilelim, çağırabilelim. Huzur içinde bunu kutlayalım, bir kaygı, korku, telaş, vehim günü olmasın. Şimdi, hükümet bu kaygıyı, bu telaşı ve dolayısıyla kışkırtma şansını harekete geçirecek bir tavır sergiliyor. Şimdi, şunu öğrenmek istiyorum ben: Evet, 1 Mayısta elbirliğiyle çok güzel 1 Mayıs kutlayacağız diye hükümet bir karar alsa, bütün devletin güvenlik güçleri devreye girse, hepimiz gerekli katkıyı yapsak, bütün partiler yapsak, biz yapsak, AKP yapsa, hükümet yapsa, diğer partiler yapsa, ilgili kuruluşlar işe sahip çıksalar, her beraber orada, bir milyon insan, iki milyon insan bir arada olsak bunda bir yanlış olur mu? Sağlanması gereken bu değil mi?


Değerli arkadaşlarım, hayır, provokasyon olacak, size orayı yasaklıyorum dediğiniz anda ne oluyor? Provokasyon şansı artıyor, provokasyon şansı öyle artıyor. Çıkarım, orantılı, orantısız “sizinle mücadele ederim” dediği zaman hükümet çatışma ortamı, provokasyon ortamı artıyor. Burada yapmayacaksın, yapamayacaksın, Türkiye’nin hâlâ yasak bölgeleri mi var? Hâlâ Türkiye’de yasak alanlar mı var? Otuz yıl sonra hâlâ yasak alan mı var? O yasak alan İstanbul’da, Taksim’de değil, sizin kafanızın içinde, önce o yasağı siz kaldırın oradan. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bunun bir çaresini bulmalıyız. Biz olaya güvenlik, barış ve özgürlük açısından hepsini bir arada tutarak bakıyoruz ve bunun bir çözümünün olabileceğini, hükümetin bu konuya sahip çıkması hâlinde bu konunun rahatlıkla çözülebileceğini düşünüyoruz ve böyle bir yapıcı anlayışın içine hükümetin girmesini bekliyoruz. Hâlâ vakit vardır, derhal hükümet, evet, bu sene kutlayacağız desin, bir özgüven sergilesin. Bunu işçilere borçludur Başbakan, işçilere, emekçilere bunu borçludur. “Ayak takımı” diye suçladığı o işçilere saygı göstermek ve onların istediği meydanı onlara açmak durumundadır. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, eğer böyle bir anlayış yürürlüğe konmaz da Perşembe günü orada bir çatışma çıkarsa çok yazık olur, çok büyük üzüntü içine gireriz ve hükümet bunun sorumlusu olur. İş oraya gelmemelidir. Şimdiden onu uyarıyorum. Sendikalarımızı da bu konuda olağanüstü sorumlu, yapıcı, iyi niyetli, uzlaşmacı bir tavır içinde bu konuya yaklaşmaya çağırıyorum ve Türkiye olarak da artık bu sıkıntıyı, bu sorunu aşalım, kafamızda tabular olmasın, yasaklar olmasın, zihnimizi, ruhumuzu kurtaralım, açalım, birbirimize güvenelim, Taksim’de de eğlenebileceğimizi gösterelim. (Alkışlar) Taksim’de şenlikler, şölenler oluyor, konserler veriliyor, maçlardan sonra coşkular yaşanıyor, bırakın bu da yaşansın canım. Tedbirimizi alarak bunu da başaralım.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de son günlerde ilgi çekici bazı gelişmeler yer alıyor, bunlara da dikkatinizi çekmek istiyorum. AKP’nin yaptığı yanlışların, buraya gelinceye kadar yapılmış olan yanlışların yavaş yavaş toplumda giderek daha çok tespit edilmeye başlandığını, teşhis edilmeye başlandığını, bu yanlışların ne olduğu konusunda giderek artan bir anlayışın şekillenmeye başlandığını görüyorum. “Cumhurbaşkanı seçiminde hata yaptık” diyorlar. Evet, doğrudur. Cumhurbaşkanlığı bir partinin egemenlik alanı, bir güç gösterme alanı değil, bütün toplumun, 70 milyonun birden sahiplenmeye devam edeceği, Anayasamızın özünün güvence olduğu duygusunun herkese aktarılabileceği bir bütünleşme noktası, ayrışma noktası değil, kavga noktası değil, güç gösterme noktası değil, fetih hedefi değil, “Çankaya’yı fethedeceğiz” diye yola çıkmayın. (Alkışlar) İş buraya geliyor. Yanlıştır. Şimdi, bunu kabul etmeye başladılar yavaş yavaş. Bütün bunları biz size söyledik. Size tuzak kurmadık biz, doğruyu, yanlışı sizin için de doğruyu, Türkiye için de doğruyu biz iyi niyetle söyledik ama sürüklendiniz, yanlışa sürüklendiniz. Sizi birileri yanlışa teşvik ediyor olabilir ama siz doğruyu, yanlışı kendiniz göreceksiniz, sürüklenmeyeceksiniz, hata yapılmıştır ve bugün Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı makamının sergilemesi gereken kucaklayıcı tavır, inandırıcı saygın çaba maalesef gelememektedir. Neler görüyoruz? İşte bu tartışmaları görüyoruz, Katar olayları vesaire oraya kadar geliyor.


“Anayasa değişikliği yanlış olmuştur.” Şimdi bunu söylüyorlar, yapılmış olan Anayasa değişikliği. Evet, yanlış olmuştur. Birileri size “hadi, biz hazırız, destek veriyoruz, arkandayız” dedi diye ne kalkışıyorsun o yanlışa. Yanlış kardeşim, ne oynuyorsun Türkiye’nin dengesiyle, huzuruyla? Bak, gidiyorsun, Gaziantep’te senin bakanına, çıkıyor senin bir hemşerin “Ne uğraşıyor bu AKP, bu devletin cumhuriyetiyle, devletin düzeniyle niye uğraşıyorsunuz kardeşim?” diye bakandan hesap soruyor vatandaş. (Alkışlar)


Şimdi, yavaş yavaş yeni bir bilincin yükselmekte olduğunu görüyorum. “Yeni bir midi Anayasa değişikliği projesi de yanlıştır” sözleri AKP içinde yükselmeye başladı. Doğrudur. Böyle söyleyenler doğru söylüyorlar. Yeni bir midi paket de yanlıştır. Başbakanın da yavaş yavaş bu yanlışı kabul etme noktasına doğru gelmekte olduğunu görüyorum. Başbakan bu konuda kafasını netleştirsin, gerçekten yargı sürecini etkilemek için bir anayasa değişikliği fevkalade yanlıştır, sakıncalıdır, uygunsuzdur. Hiçbir konuyu çözmez, bunu Başbakan değerlendirsin, yanlış olur. Bu konuda hafif bir mesafe aldı, sahiplenmiyor, dikkatli duruyor, buna devam etmesini tavsiye ederim. Bıraksın bu işi, anayasa, hukuk değişikliği, yargıyı anayasayla engelleme çabaları çok daha büyük sıkıntılar doğurur.


Değerli arkadaşlarım, şimdi bir de yeni bir pazarlık anlayışı ortaya çıkmaya başladı yani acaba biz şöyle yaparsak böyle olur mu falan gibi bir pazarlıkçı yaklaşım kendisini maskeleyen bazı bakanlar tarafından kulaklara fısıldanmaya başlandı.


Değerli arkadaşlarım, herkesin şunu çok iyi bilmesini istiyorum: Tehdit ve şantaj yoluyla kimse yargıyı etkilemeye teşebbüs etmesin. Yargı şöyle karar alırsa böyle olur, böyle olursa… Bunların hiçbir değeri yoktur, bu değerlendirmelerin. Tehdit ve şantaj yargıya işlemeye başlarsa asıl o zaman Türkiye felakete sürüklenmiş olur. Tehdide ve şantaja hiç kimse tenezzül etmesin. Anayasa adına hiç kimse de pazarlık yapmaya kalkışmasın. Anayasa konusunda hiçbir kişinin, makamın, mevkiin, ekibin pazarlık hakkı, şansı yoktur, bir defa herkes bunu çok iyi bilmelidir. Siyasetin kuralları işleyecektir, demokrasinin kuralları, hukukun kuralları işleyecektir, anayasanın kuralları, birlikte işleyecektir. Demokrasi ve hukuk, siyaset ve hukuk ikisi bir arada işleyecektir ve hepimiz şunu bilmeliyiz ki: Hiç kimse ve hiçbir kuruluş, hiçbirimiz yeri doldurulamaz değildir. Demokrasi içinde kurumlar, kişiler her birisi hangi kurallarla, hangi ilkelerle nasıl doldurulur bunun usulü vardır, o süreçler işler. Kimse de bir kriz tehdidiyle yönlendirme yapmaya kalkışmasın. Türkiye demokrasi ve hukuk içinde çözümünü bulacaktır.


Efendim, diyorlar ki “Bazı bakanları değiştiriverelim.” Elinizi tutan mı var, değiştirin. Ama yani bedavaya da değiştirmek istemiyoruz, değiştirmişken karşılığında acaba bir şey alır mıyız. O bakanları oraya siz tayin ettiniz, bakanları değiştirmek sizin elinizde. Bizim için önemli olan şu bakanın, bu bakanın değiştirilmesinden önce şu bakanın, bu bakanın oraya tayin edilmesini uygun gören zihniyetin değiştirilmesidir. (Alkışlar)


Yani o zihniyet orada duracak, tayin ettiği bakanı geri alacak, biz rahatlayacağız, sonra uygun bir noktada tekrar işine geldiği zaman yeni tayinini yapacak. Yanlış olan zihniyet. O bakan tabii değişecek, onu tutamazsın artık orada, onun değiştirilmesi kaçınılmaz, durum ortada ama onun değiştirilmesi sorunu çözmeye yetmez. Sen, hangi bekleyişle tayin ettin onu? Yıllarca niçin taşıdın onu orada? Niçin göz yumdun işlerin ta bu noktaya gelmesine kadar? Nasıl devletin okullarında hâlâ cihat çağrıları yapan kasetler…(Alkışlar) …resmi öğretmenler tarafından resmi ders saatlerinde gösteriliyor, nasıl oluyor bu? Canım, işte bunu alıvereceğim.


Değerli arkadaşlarım, bu aldatmacalarla bir yere varılmaz. Onu orada tutamazsın zaten artık, onu orada tutman mümkün değil. Onu oradan almanı da bir lütuf gibi, bir laiklik güvencesi gibi bize sunman mümkün değil. Sen o noktalarda ağır bir sorumluluk altındasın, laikliğe karşı bütün bu çabaların arkasında bu zihniyetin olduğu açıktır. O zihniyetin sahibi olarak sen bunun sorumlususun, onun hesabını vereceksin. Onu sen oradan aldın diye kimse kendisini güvencede hissetmeyecektir. Sen sorumluluğunu böylece kabul etmiş olacaksın, sorumluluğunu görmüş olacaksın.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de asıl sorun halkın bu sorunlar karşısında duyarlılığını artırmaktır, asıl konumuz budur. Değerli arkadaşlarım, bakın ne kadar kutsal kavram varsa, değer verilen kavram varsa mutlaka onların istismarı da onunla baş başa hemen yanında ortaya çıkıyor. Toplumun, milletin saygı duyduğu, değer verdiği, kutsallık atfettiği ne varsa hemen istismar edilir, din hemen istismar edilir. Demokrasi hemen istismar edilir. Her ikisi de en yaygın şekilde istismara maruzdur.


Bakınız bu konuda bir duyarlılık geliştirmeniz lazım artık, toplum olarak geliştirmemiz lazım. Yani Türkiye’de haram yiyenler, yetim hakkı yiyenler, yalan söyleyenler, yolsuzluk yapanlar, lükse, gösterişe, şaşaya, şatafata meraklı bir yaşam sürenler, gösteriş, şıklık, saltanat peşinde koşanlar sanki toplumun en dindar insanlarıymış gibi kendilerini sunuyorlar. Öyle değil mi? Bu memleketin dürüst, namuslu, mütevazı, ahlaklı, yolsuzluklar karşısında, haram karşısında, hukuksuzluk karşısında, yetim hakkı karşısında vicdanıyla, sorumluluğuyla davranan bu memleketin dürüst, namuslu insanları da sanki dinin karşısındaymış gibi takdim ediliyorlar, öyle değil mi? Sorun budur değerli arkadaşlarım, değiştirilmesi gereken temel anlayış budur. Yani kendi yakınlarını düşüneceksin, çoluğunun çocuğunun çıkarını takip edeceksin, milleti unutacaksın, sen Müslüman olacaksın ama millet diyen, milletin hakkı için mücadele eden insanlar da sanki dinin dışındaymış gibi davranacaksın. Bu yanlış, bu yanlışı anlatacağız Türkiye’ye değerli arkadaşlarım. İşin özü budur. Yani Almanya’daki işçinin 30 yıllık emeğini din adına alıp yolsuzluk yapanlar, küçücük çocuklara cinsel saldırıda bulunanlar Müslüman diye geçinecek…(Alkışlar) …onlar dindar diye geçinecek, bu memleketin ahlaklı, namuslu, dürüst insanları da kuşkulu hedefler diye gösterilecek, olur mu böyle bir şey? Din istismarı işin temeli, her alanda var, en tehlikelisi ama toplum giderek bunu görüyor.


İki: Değerli arkadaşlarım, demokrasi istismarı. Bakınız, yani bu ülkede muhalif yazarların işine son verilmesini talep edenler, yine yayın yönetmenlerine talimat gönderenler, gazetenin yayın politikasına müdahale edenler, kendilerine uygun medya yaratmak için her türlü kanunsuzluğu yapanlar, işçilere Taksim Meydanı’nı çok görenler demokrat diye çıkacak, düşünce özgürlüğüne saygı gösteren insanlar da sanki demokrasinin dışındaymış gibi değerlendirilecek.


Değerli arkadaşlarım, aynı şekilde istismar edilen bir konu daha var, ona da dikkatinizi çekmek istiyorum, yoksulluk. İzledikleri politikalarla insanları yoksullaştıranlar, daha sonra o yoksulluğu istismar ederek oy almaya çalışıyorlar. Yoksulluğu yaratan kendileri, onu istismar ederek iktidar talep edenler yine kendileri. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bu ikiyüzlülüğe artık son vermek lazım. Türk siyasi hayatının samimiyete ihtiyacı var, dürüstlüğe ihtiyacı var. Samimiyet ve dürüstlük hepimize yön verirse, seçmene de, siyasetçiye de, medyamıza da, kurumlara da herkese de samimiyet ve dürüstlük yön verirse, ben inanıyorum, bu sorunların üstesinden mutlaka geliriz. Bunu başaracağımıza inanıyorum. Bunu başardığımız zaman da ülkemizde hem inançlar özgürce yaşanacak, en iyi şekilde yaşanacak, dinimizi en güzel şekilde yaşayacağız, çocuklarımıza öğreteceğiz, onunla iftihar edeceğiz, aynı şekilde cumhuriyetimizi, laikliği, demokrasiyi el ele bir arada yaşatacağız ve ülkemizin kalkınmasını da bu temelin üzerinde gerçekleştireceğiz. (Alkışlar)


Hepinize teşekkür ediyorum, sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

Monday, April 28, 2008

CHP’NİN 32. KURULTAYINDAN HALKIMIZA; HEDEFİMİZ İLK YEREL VE GENEL SEÇİMLERDE “İKTİDARDIR...”


-“YÜCE ULUSUMUZ, SEVGİLİ YURTSEVERLER: HİÇ KİMSE DEMOKRATİK LAİK CUMHURİYETİMİZİN SAHİPSİZ OLDUĞU DUYGUSUNA KESİNLİKLE KAPILMASIN:

-“TÜRKİYE’Yİ “ÇAĞDAŞ, LAİK, SOSYAL HUKUK DEVLETİ” YÖRÜNGESİNDEN ÇIKARIP, “ILIMLI İSLAM DEVLETİNE” DÖNÜŞTÜRME SENARYOLARINI KESİNLİKLE KABUL ETMİYORUZ”

-“HALKIMIZA SÖZ VERİYORUZ; KİMSENİN BİR KUŞKUSU OLMASIN, AKP İKTİDARI TÜM YOLSUZLUKLARIN, KURALSIZLIKLARIN, VURGUNLARIN HESABINI ERGEÇ VERECEKTİR...”

-“TÜM YURTSEVERLERİN DUYGULARINI PAYLAŞARAK, İKTİDARIN TESLİMİYETÇİ, İŞBİRLİKÇİ POLİTİKALARINI ŞİDDETLE REDDEDİYORUZ”

-“AKP İKTİDARINI UYARIYORUZ: YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE YARGIÇ GÜVENCESİ HUKUK DEVLETİNİN ÖN KOŞULUDUR”

-“AKP İKTİDARINI UYARIYORUZ: LAİKLİK, DEMOKRASİMİZİN OMURGASI, İÇ BARIŞIMIZIN ÇİMENTOSU, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GÜVENCESİ, KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİNİN TEMEL KOŞULUDUR...”

-“AKP İKTİDARINI UYARIYORUZ; ÇAĞDAŞ, LAİK EĞİTİM” VE “ÖZGÜR, TARAFSIZ MEDYA” AYDINLANMANIN TEMEL KOŞULUDUR...”

-“AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ: EKONOMİDE HEDEFİMİZ; İSTİKRAR İÇİNDE ÜRETİME DAYALI HIZLI BÜYÜME, GÜÇLÜ ULUSAL SANAYİ, ADİL BÖLÜŞÜM OLMALIDIR… “

-“AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ: ÜLKEMİZDE KİMSE AÇ YATMAMALI, GELİR DAĞILIMINDA UÇURUM KAPATILMALI, SOSYAL DEVLET AYAĞA KALDIRILMALIDIR…”

-“AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ: ÇALIŞMA YAŞAMIMIZDA ILO STANDARTLARI GEÇERLİ OLMALIDIR...”

-“AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ; TARIM EKONOMİNİN YÜKÜ DEĞİL, TÜRKİYE’NİN GÜCÜ” OLMALIDIR…”

-“AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ; GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA YAŞAM NORMALLEŞMELİ, EKONOMİ CANLANMALI, MAĞDURİYETLER GİDERİLMELİDİR...”

-“32. KURULTAYIMIZIN DELEGELERİ OLARAK, BAŞTA DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGELERİMİZ OLMAK ÜZERE TÜM TÜRKİYE’Yİ, HER YÖRESİ VE AYRIMSIZ TÜM İNSANLARI İLE, HUZURA, BARIŞA, GELİŞMEYE VE REFAHA TAŞIMAYA YÖNELİK KARARLILIĞIMIZI BİR KEZ DAHA BELİRTİYORUZ”

-“TERÖRÜ HER ALANDA, HER ŞEKLİYLE KESİNLİKLE REDDEDİYORUZ. BİR İNSANLIK SUÇU OLAN TERÖRE DERHAL SON VERİLMESİ İÇİN TÜM KESİMLERİN BİR KEZ DAHA DİKKATİNİ ÇEKİYORUZ”

-“BÜYÜK BİR KIYIM, ÇÖKÜŞ VE KARGAŞA YAŞAMAKTA OLAN IRAK’TA HUZUR SAĞLANMASI, LAİK DEMOKRATİK DÜZEN KURULMASI, TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜN KORUNMASI İÇİN TÜM İLGİLİ KESİMLERİ DUYARLI OLMAYA DAVET EDİYORUZ”

-“AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİMİZDE TEK HEDEFİMİZ, “EŞİT KOŞULLU, ONURLU TAM ÜYELİK” OLMALIDIR… BU KONUDA HÜKÜMETİ GÖREVE, AB ÜLKELERİNİ SORUMLU DAVRANIŞ İÇİNDE OLMAYA ÇAĞIRIYORUZ”

İletişim Koordinatörlüğü (Ankara) – CHP 32.Olağan Kurultayı sonuç bildirgesi yayınlandı;

“CHP 32. OLAĞAN KURULTAYI” BİLDİRGESİ

(26-27 Nisan 2008, Ankara)

CHP İl Kongrelerinde 1071’i seçilmiş, 161’i doğal olmak üzere toplam 1232 delegenin katılımı ile, 26-27 Nisan 2008 günlerinde Ankara Atatürk Spor Salonu’ndan gerçekleştirilen CHP 32 Olağan Kurultayında ortaya konan ortak düşünce ve değerlendirmeleri yansıtan aşağıdaki hususların kamuoyuna duyurulması kararlaştırılmıştır:


Yürekleri Atatürk sevgisi, yurtseverlik duygusu, sosyal demokrasi duyarlılığı ile yüklü, başı her zaman dik onurlu ve erdemli parti örgütümüzün demokratik iradesinin temsil eden 32. Olağan Kurultayımızın delegeleri olarak mutluyuz, coşkuluyuz, kararlıyız.


Çok yaygın bir dayanışma ve sevgi ortamında, demokratik görüş alışverişi, eleştiri ve özeleştiri süreçlerini tamamlayarak, 84 yıllık tarihimize yakışır bir bilinçli kararlılık ve engin sorumluluk anlayışı içinde tamamladığımız Kurultayımızdan güçlenerek ve bütünleşerek çıkan Partimiz, Genel Başkanımız Deniz BAYKAL’ın önderliğinde bir kez daha kenetlenmiş ve partimizin her kademesi ile daha yüreklenmiş olarak tarihi misyonumuza devam etmenin gururunu taşıyor, tarihsel sorumluluğunu paylaşıyoruz.


Biz akılcıyız, biz erdemliyiz, biz yurtseveriz. Bu duygularla, soylu büyük halkımıza 32. Kurultayımızın delegeleri olarak söz veriyoruz:


Cumhuriyet Halk Partisi ülkemizin huzurlu, güvenli ve aydınlık geleceğinin, insan hak ve özgürlüklerinin, çoğulcu demokrasinin, laik cumhuriyetimizin kurum ve değerlerinin güvencesi olmaya her zamankinden daha güçlü olarak devam edecektir.


ATATÜRK ilke ve devrimlerinden hiçbir zaman ödün vermeden, “ulus devlet, üniter devlet, laik devlet” temelleri üzerine oturtulmuş, çağı paylaşan, dünyaya açık “Demokratik Sosyal Hukuk Devletimize” her aşamada sahip çıkacak, onu her yönü ve boyutu ile daima daha ileriye taşıyacaktır.


CHP 32. KURULTAYI OLARAK HALKIMIZA DUYURUYORUZ:


TÜM YURTSEVERLERİN DUYGULARINI PAYLAŞARAK, İKTİDARIN TESLİMİYETÇİ, İŞBİRLİKÇİ POLİTİKALARINI ŞİDDETLE REDDEDİYORUZ.


Cumhuriyetimiz, Kemal ATATÜRK ve devrim arkadaşlarının önderliğinde iç ve dış tüm odaklara karşı tek başına gerçekleştirdiği soylu ulusal kurtuluş mücadelesi sonucunda kuruldu. Hiçbir zaman, hiçbir alanda teslimiyetçi, hiçbir zaman başı eğik olmadı. Günümüzde AKP iktidarının sergilemekte olduğu teslimiyetçi duruş, izlemekte olduğu işbirlikçi politikalar ulusal onurumuzu zedelemekte, kanımızı dondurmaktadır.


Hükümetin dış politikada izlemekte olduğu kişiliksiz, ulusal çıkarlarımızı ve güvenliğimizi göz ardı eden, ulusal onurumuzu zedeleyen, Cumhuriyetimizi kuranların “Tam Bağımsızlık” mücadelesinin bilincinden yoksun, dış odakların yararına hizmet eden işbirlikçi ve teslimiyetçi politikalarını şiddetle reddediyoruz. Bu anlayışla, Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir maşası olarak kullanılmasını, Türkiye’yi “Çağdaş, Laik, Sosyal Hukuk Devleti” yörüngesinden çıkarıp, “Ilımlı İslam devletine” dönüştürme senaryolarını kesinlikle kabul etmiyoruz.


TERÖRÜ HER ALANDA, HER ŞEKLİYLE KESİNLİKLE REDDEDİYORUZ. BİR İNSANLIK SUÇU OLAN TERÖRE DERHAL SON VERİLMESİ İÇİN TÜM KESİMLERİN BİR KEZ DAHA DİKKATİNİ ÇEKİYORUZ.


Her türlü terörü lanetliyoruz; ülkemizin bütünlüğünü, ulusumuzun birliğini hedef alan terör odaklarına doğrudan veya dolaylı destek sağlayan tüm kesimleri, kurumları ve ülkeleri kınıyoruz. Terör örgütüne doğrudan veya dolaylı olarak destek sağlayan ülkelere karşı Hükümetin izlemekte olduğu etkisiz, cesaretsiz ve kararsız politikayı içimize sindiremiyoruz. Irak hükümeti, PKK’nın Irak’ın egemenlik alanı altında konuşlanarak eylemlerini sürdürmesine son verecek kararlı bir iradeyi ortaya koymak zorundadır. Irak’ı işgal ederek uluslar arası hukuka göre bu ülkenin güvenliğinin sağlanmasında sorumluluk üstlenen ülkelerin de PKK’yı Irak’tan tasfiye etme yükümlülüğü vardır.


BÜYÜK BİR KIYIM, ÇÖKÜŞ VE KARGAŞA YAŞAMAKTA OLAN IRAK’TA HUZUR SAĞLANMASI, LAİK DEMOKRATİK DÜZEN KURULMASI, TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜN KORUNMASI İÇİN TÜM İLGİLİ KESİMLERİ DUYARLI OLMAYA DAVET EDİYORUZ


Irak’ın federatif veya merkezi yönetim anlayışı içinde bütünlüğünü koruyan bir devlet olarak varlığını sürdürmesi bölge barışı açısından çok önemlidir… Kuzey Irak’ta yaşayanlar kardeşlerimizdir. Kuzey Irak, “Türkiye’ye dost bir ülkenin ülkemize komşu bir bölgesi” haline dönüştürülmelidir. Türkiye, Irak’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı içinde, özellikle Kuzey Irak’ta yaşamakta olan, başta Türkmenler olmak üzere her köken ve inançtan tüm insanlarla, onların gelişmelerini, refahlarını ve huzurlarını artırmaya yönelik adımlar atmalıdır.


Bu kapsamda, “ekonomik ve ticari ilişkilerin artırılması, Habur Kapısı’nın geliştirilmesi, yeni kapıların açılması, eğitsel projeler ve kültürel iletişimle her iki ülkedeki kültürlerin buluşturulması, bölgenin gençlerine Türkiye’de eğitim ve staj olanağı sağlanması, Anadolu’nun suyundan daha etkin olarak yararlanabilmeleri” gibi projeler, askerî önlemlerden bağımsız olarak hayata geçirilmelidir.


AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİMİZDE TEK HEDEFİMİZ, “EŞİT KOŞULLU, ONURLU TAM ÜYELİK” OLMALIDIR… BU KONUDA HÜKÜMETİ GÖREVE, AB ÜLKELERİNİ SORUMLU DAVRANIŞ İÇİNDE OLMAYA ÇAĞIRIYORUZ.


AB ile ilişkilerimizde “eşit koşullu, onurlu tam üyelik” dışındaki tüm seçenekleri ve dayatmaları reddediyoruz. Üyelik müzakerelerinin sürdürülebilmesi için AB’nin Türkiye’yi tam üyeliğe götürecek bir “yol haritası ve takvimi” belirlemesini gerekli görüyoruz. Partimizin tüm uyarılarına rağmen, 17 Aralık 2004’de Brüksel’de dayatılmış olan “Avrupa Birliği ile ucu açık, kalıcı kısıtlamalar ve siyasi talepler ile kuşatılmış” müzakere süreci eşliğinde sürdürülmekte olan AB ile Gümrük Birliği ilişkilerimizin, mevcut belirsizlik ortamında ısrar edildiği takdirde, yeniden gözden geçirilmesini zorunlu görüyoruz.


AKP İKTİDARINI UYARIYORUZ:


YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE YARGIÇ GÜVENCESİ HUKUK DEVLETİNİN ÖN KOŞULUDUR:


Anayasamız ve yargı ile kavgalı olan AKP İktidarının, “Yargının vicdanına saldırılarını”, kendi yargısını yaratma çabalarını, kendi çıkarlarına dönük yargı kararları için dış destek arayışlarını ibretle izliyoruz. İktidarın, ülkemizin yargı kurumlarına ve erkine her türlü müdahale ve baskısını kınıyoruz. AKP iktidarını, “anayasamızın temel niteliklerine, yargının bağımsızlığına, yargıç güvencesine, hukuk devleti ilkelerine” bağlılığa ve saygıya çağırıyoruz.


Bu anlayışla; yargı, yasama ve yürütmenin etkisine, siyasetin kuşatmasına kesinlikle sokulmamalıdır, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gerçekten bağımsız bir yapıya kavuşturulmalı, hukukun üstünlüğü ve egemenliği önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır;


AKP İKTİDARINI UYARIYORUZ:


LAİKLİK, DEMOKRASİMİZİN OMURGASI, İÇ BARIŞIMIZIN ÇİMENTOSU, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GÜVENCESİ, KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİNİN TEMEL KOŞULUDUR:


“Milli Görüş Gömleği”ni çıkardıklarını ilan ederek takiyye yapanlar, laikliğe karşı cephe açanlar, dini siyasallaştıranlar, tarikatların “siyaseti, eğitimi, iç güvenliği” kuşatmasına göz yumanlar, toplumumuzun dini duygularını sömürenler, ulusal değerlerimizi yüceltmek yerine köktendinci bir kültürü ülkemizde egemen kılmaya çalışanlar, “ülkemizin bütünlüğüne, halkımızın esenliğine, demokrasimizin gelişmesine, devletimizin huzurlu geleceğine” en büyük ihaneti yapanlardır.


“İnançlara özgürlük, kadınlarımıza eşitlik, toplumumuza huzur ve hoşgörü, demokrasimize dayanak” olan laiklik ilkesini çökertmek için laik demokratik cumhuriyetimize karşı tuzak kuranların, bu amaçla “laikliği yeniden tanımlamak” isteyenlerin, laikliği içlerine sindiremeyenlerin, bu girişimlerin arkasındaki karanlık kafaların kim olduğunu halkımız çok iyi bilmektedir.


AKP İKTİDARINI UYARIYORUZ:


“ÇAĞDAŞ, LAİK EĞİTİM” VE “ÖZGÜR, TARAFSIZ MEDYA” AYDINLANMANIN TEMEL KOŞULUDUR:


AKP iktidarı ve onu destekleyen odaklar tarafından;


YÖK’ün gerici ve dar kadrocu bir zihniyete teslim edilmesini, üniversitelerimizin “çağdaş, akılcılığa ve araştırmaya dayalı laik eğitim kurumları” olarak gelişmelerinin, öğretim görevlilerinin bu doğrultudaki bilinçli ve özgün çalışmalarının engellenmesini,


İlk ve Orta eğitimde “Eğitim Birliği” ilkesinin delinmek istenmesini, çağdaş laik eğitim ilkelerinin çiğnenmesini, belirli eğitim kurumlarının tarikatların etkinlik alanına çevrilmesini, öğrenci yurtlarının tarikat yuvalarına dönüştürülmesini,


Gerçek dışı ve yanlı yayın yapan/yapacak olan “kendi medyasını” yaratma çabalarını, özgür medyayı susturma, TRT’yi AKP’nin sesine dönüştürme, büyük medya kuruluşlarını TMSF eliyle AKP’nin hizmetine sunma girişimlerini,


kesinlikle reddediyoruz ve şiddetle kınıyoruz.


AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ:


EKONOMİDE HEDEFİMİZ; İSTİKRAR İÇİNDE ÜRETİME DAYALI HIZLI BÜYÜME, GÜÇLÜ ULUSAL SANAYİ, ADİL BÖLÜŞÜM OLMALIDIR…


AKP iktidarının ulusal sanayimizin ve ekonomimizin gelişmesini umursamayan, sosyal duyarlılıktan yoksun;


Tüccar siyaseti, rant ekonomisini baştacı eden; üretenleri, üretimi, yatırımı ve sanayiyi değil, dünya rekoru düzeyindeki reel faiz getirisi üzerinden servet yapanları siyasetine temel, iktidarına dayanak yapan,


Ulusal bankalarımızı ve stratejik nitelikli sanayi işletmelerimizi yabancılara peşkeş çeken,


Stratejik nitelikli kamu kurum ve işletmelerini, ekonomide yaratacağı tahribatı dikkate almadan birer birer elden çıkartan, özelleştirmeyi bir “sat kurtul” anlayışına, bir bütçe finansmanı uygulamasına veya bütçe açığının kapatılma vasıtasına indirgeyen, Ziraat Bankasını çiftçi ve tarım kooperatiflerinin, Halk Bankasını esnaf, sanatkar ve KOBİ’lerin ihtisas bankalarına dönüştürmek yerine, özelleştirmeye, hatta yabancılaştırmaya yönelen,


Türkiye’yi borç ve dış açık batağına sokan, izlenmekte olan dış ticaret politikası ile ara malı sanayilerimizi gerileten, ekonomiyi dış kriz karşısında korumasız bırakan,


Sosyal Devleti gerileten, çalışanlarımıza “daha çok çalışma ancak daha az gelir” karşılığında adeta mezarda emekliliği, içi boşaltılmış sosyal güvenliği layık gören,


siyasetini ve uygulamalarını tümüyle reddediyoruz.


“Hem üretim ve istihdamda artışı, hem de adil bölüşümü temel alan politikalar yerine, AKP’nin, “sosyal devleti çökerten rant ekonomisi modelinin ve siyasetinin halkımızın ve ülkemizin geleceğinde yeri olamaz, olmamalıdır…


Bugün ülkemizin ihtiyacı; “sıcak para ve ithalatla şişirilmiş, hormonlu, sanal büyüme değil, üretime dayalı, dış rekabet ve ihracat gücü yüksek, sağlıklı, sürdürülebilir hızlı büyümedir. “Uluslararası sıcak paraya” bağımlılığın sona erdirilmesidir. Üretimin, teknolojik yapılanmanın desteklenmesi, fabrika kurmak için yatırımların artırılması, buna yönelik sektör ve bölge bazında teşviklerin güçlendirilmesi, Türkiye ekonomisinin dış dünyada rekabet gücünün artırılmasıdır.” Ne yazık ki, AKP iktidarında ne böyle bir tercih, ne böyle bir irade, ne de böyle bir vizyon var.


AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ:


ÜLKEMİZDE KİMSE AÇ YATMAMALI, GELİR DAĞILIMINDA UÇURUM KAPATILMALI, SOSYAL DEVLET AYAĞA KALDIRILMALIDIR…


Son altı yıldır ülkemizde, bir yandan dolar milyarderleri artıyor, Başbakan dünyanın en zengin liderleri arasında yerini güçlendiriyor, ancak diğer yandan;


20 milyon insanımız yoksullukla boğuşuyor, milyonlarcası ise açlık içinde yaşama tutunmaya çalışıyor,


İşsizlik toplumsal bunalım düzeyine tırmanıyor, çalışmaya hazır halde olan her beş yurttaşımızdan biri işsiz kalıyor, buna rağmen İşsizlik Sigortası Fonu istihdamı arttırmak için değil, kamu açıklarını kapatmak için kullanılıyor,


Adaletsizlik ve eşitsizlik her alanda giderek daha derinleşiyor, bölgeler arasında “refah ve yaşam kalitesi” farkı giderek daha artıyor.


İktidarın, “sadece ülkemizin dar bir kesiminin çıkarlarına hizmet eden, yoksulları, ezilenleri, işsizleri, kendi yandaşlarından başka hiç kimseyi görmeyen, geri kalmış yörelerimize yatırım ve hizmeti adeta defterden silen” vurdumduymaz tavrını, “sosyal barışımızı ve toplumumuzun yurttaşlık bilincini tehdit eden” duyarsız politikalarını kesinlikle kabul etmiyoruz.


AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ:


ÇALIŞMA YAŞAMIMIZDA ILO STANDARTLARI GEÇERLİ OLMALIDIR:


Son altı yıldır ülkemizde; “emek, emekçiler ve sendikalar” dışlanmakta, hakları çiğnenmekte, ILO standartlarının çalışma yaşamımıza aktarılması engellenmektedir. Örgütlenme hakkının önüne engeller çıkarılmakta, sendikal hareket taşeronlaştırma yöntemiyle etkisizleştirilmek istenmektedir. Kamu çalışanları, işçiler ve memurlar “onurlu yaşama” değil “sürünme” ücretlerine mahkum edilmektedir, vergiye tabi olan asgari ücret, açlık sınırının dahi altında belirlenmektedir.


İktidarın, en yüce değer olan emeğe bu çarpık yaklaşımı sürdürülemez: Emeğin üzerindeki vergi yükü azaltılmalı, asgari ücret vergi dışında tutulmalıdır. Kamu çalışanları grevli toplu sözleşme hakkına kavuşturulmalıdır. Örgütlenme hakkının üzerindeki yanlı baskılar ve iktidarın sarı sendika yaratma girişimleri sona ermelidir. “Sendikalar” ile “Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt” Yasalarındaki antidemokratik hükümler, AKP’nin “Avrupa Gözden Geçirilmiş Sosyal Şartı”na koyduğu tüm çekinceler kaldırılmalıdır.


AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ:


“TARIM EKONOMİNİN YÜKÜ DEĞİL, TÜRKİYE’NİN GÜCÜ” OLMALIDIR…


Tarımı IMF’nin insafına terk ederek, tarımda destekleri asgari düzeye çekerek, tarımsal gelişmeyi, tarımda yaratılan katma değeri ve dış rekabet gücümüz gerileten AKP iktidarı, çiftçimizin kolunu kanadını kırmış, açlığa mahkum etmiş, doğal afetler ve tüccar karşısında korumasız bırakmıştır. Tarımı ve hayvancılığı çökerten, tarımımızı dış odakların insafına terk eden, çiftçiyi perişan eden AKP iktidarının bu teslimiyetçi ve insafsız politikalarını şiddetle kınıyoruz.


AKP İKTİDARINI UYARIYOR, GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ:


GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA YAŞAM NORMALLEŞMELİ, EKONOMİ CANLANMALI, MAĞDURİYETLER GİDERİLMELİDİR


“Kürt Sorunu” özünde bir “demokrasi ve kalkınma” sorunudur. İktidar bu sorun hakkında sadece laf üretmiş, takiyye yapmış, çözümden sürekli kaçınmıştır.


AKP iktidarı döneminde, başta GAP olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya kamu yatırımları durmuş, desteksiz kalan tarım ve hayvancılık çökmüş, her alanda üretim adeta felç olmuş, işsizlik yüzde 25’lerin üzerine tırmanmıştır. GAP’ta halen ancak yüzde 14’ü tamamlanmış durumda olan sulama kanallarının yapımı yıllardır askıya alınmış durumdadır. Oysa, devlet yatırımı ve öncülüğü olmadan Doğu ve Güneydoğu’da kalkınmanın sağlanamayacağı açıkça görülmektedir.


Bölgede ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlamak için, öncelikle;


Mevcut teşvik sistemi yerine, “bölge, sektör ve büyük proje” temelinde “yeni, somut, etkin ve seçici” yatırım teşviki uygulamasını başlatılmalıdır.


“Boşaltılmış köylere geri dönüş” güvenlik, gönüllülük ve devlet desteği ile hızla sağlanmalıdır. Mayınlı araziler devlet eliyle temizlenerek güvenliği sağlanmalı, kullanılabilir alanlar yöre insanlarına terk edilerek ekonomiye kazandırılmalıdır.


GAP sulama kanalları ile beraber, insani gelişme ve adaletli gelir dağılımı ilkeleri de dikkate alınarak bir sosyal entegre kalkınma projesi olarak hızla tamamlanmalıdır.


32. Kurultayımızın delegeleri olarak, başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz olmak üzere tüm Türkiye’yi, her yöresi ve ayrımsız tüm insanları ile, huzura, barışa, gelişmeye ve refaha taşımaya yönelik kararlılığımızı bir kez daha belirtiyoruz.


Cumhuriyetin kurucuları, “farklılıklarımızla birlikte yaşamanın güvencesi, temel ön koşulu” olarak devletin bir etnik yapı devleti veya bir din devleti olmadığını açık bir şekilde ortaya koymuşlardır. “Etnik ve mezhepsel farklılıkları” ayrışma nedeni olarak değil, kaynaşma öğesi olarak değerlendirmişlerdir. Bu anlayış içinde, devlet etnik kördür, devlete göre dini, ırkı, mezhebi ne olursa olsun eşit haklara sahip yurttaş vardır. Bu nedenle devletin kimseyi asimile etmeye hakkı yoktur… Kişisel kültürel haklar, temel insan hakkıdır… Bu haklar, kamusal alanın değil özel alanın olgusudur.


Bu çerçevede, etnik duyarlılıklara demokratik çözüm ilkemiz gereği, her kökenden yurttaşımız;


Kendi ana dilini özgürce öğrenebilmesi, onu geliştirebilmesi ve kullanabilmesi,


Bu amaçla, “temel ve orta eğitimi” ikame etmeyen, milli eğitim sistemimizin kuralları çerçevesinde görev yapan özel kurumlar (kurslar, dershaneler) kurulabilmesi,

Geçerli genel kurallar çerçevesinde, kendi ana dillerinde, “gazete, dergi, kitap ve diğer her türlü yazılı yayında” bulunabilmesi, “müzik, müzik kaydı ve bunların toplumla paylaşımını” yapabilmesi,


RTÜK’ün kuralları çerçevesinde, mevcut veya yeni kuracakları özel televizyon kanallarında veya özel radyolarda kendi anadillerinde yayın yapabilmesi,


Değişik kültürel etkinliklerde bulunabilmeleri, kendi folklorlarını yaşatabilmeleri ve geliştirebilmesi,


önündeki mevzuattan veya uygulamadan kaynaklanan tüm engeller kaldırılmalıdır.


HALKIMIZA SÖZ VERİYORUZ:


KİMSENİN BİR KUŞKUSU OLMASIN: AKP İKTİDARI TÜM YOLSUZLUKLARIN, KURALSIZLIKLARIN, VURGUNLARIN HESABINI ERGEÇ VERECEKTİR:


İşsiz, güçsüz, güvencesiz milyonlarca insanımızın geçimini, sağlığını ve huzurunu umursamayan, toplumumuzun refahını, “kendi çocukları ve yandaşları için zenginleşme ve fırsat alanına dönüştürme” olarak algılayan bu iktidarın en büyük korkusu “siyasi etik-ahlak” kurallarının Avrupa ülkeleri standartlarında ülkemizde de uygulanması, Milletvekili Dokunulmazlığının AB parlamentoları ölçüsünde sınırlandırılmasıdır.


Şahsi servetinin hesabını vermekten kaçan, rüşvet verdiğini itiraf eden, dokunulmazlık zırhına sığınarak yargıdan kaçabileceğini zanneden Başbakan Erdoğan ile, kendisi için dört kez af çıkarttıran, hakkında yapılan tüm suçlamaları pişkinlikle duymazlığa gelen Maliye Bakanı Unakıtan ile, diğer şaibeli bakanlar ve milletvekilleri ile, yargı korkusuna tutsak olan AKP iktidarının, ülkemizin iç barışı ve güvenliğine, halkımızın refahı ve huzuruna yapabileceği hiçbir katkı ve iyilik kalmamıştır. Bu iktidarın genel ve yerel yönetiminde geçen her gün, ülkemiz için bir kayıp, halkımız için bir zülümdür.


AKP iktidarı ile yaratılmış olan bu ahlaki çöküntünün aşılabilmesi için;


Milletvekili Dokunulmazlığı kaldırılmalı, dokunulmazlığın adi suçlara kalkan olmasına son verilmeli, tüm milletvekili dosyaları yargıya taşınmalıdır.


Siyasi Ahlak (etik) yasası çıkartılmalı, AKP iktidarının tüccar siyaset anlayışı sona erdirilmeli, ticaret ile siyasetin göbek bağları kesilmeli, devletin sırtından haksız zenginleşmenin tüm kapıları kapatılmalıdır.


Siyasi partilerin ve milletvekili adaylarının seçim harcamaları batı demokrasileri normlarına göre sınırlandırılmalı ve etkin olarak denetlenmelidir.


İktidarı, “temiz siyaseti - dürüst yönetim” için zorunlu olan, aynı zamanda AB müktesebatı ve talepleri içinde yer alan bu reformların hızla gerçekleştirilmesi için uyarıyoruz.


CHP 32. KURULTAYI OLARAK ULUSUMUZA BİR KEZ DAHA SESLENİYORUZ:


AKP’Yİ GEÇMİŞTE İKİ KEZ UYARDIK, FAYDASI OLMADI… ŞİMDİ AKP İKTİDARINI SİZE BİR KEZ DAHA ŞİKAYET EDİYORUZ:


Genel Başkan Deniz BAYKAL Kasım 2002’de AKP Genel Başkanı Tayyip ERDOĞAN’ı ve dönemin Başbakanı Abdullah GÜL’ü, “İktidar oldunuz, kutluyoruz, ancak sakın Türkiye’nin cumhuriyetle birlikte içine girdiği tarihsel doğrultuyu, Türkiye’nin rotasını değiştirmeye kalkmayın. Türkiye’nin laik, demokratik cumhuriyet birikimiyle sakın ha oynamaya kalkmayın” diyerek bizzat uyardı...


Ancak AKP örtülü gündeminden vazgeçmedi. Temmuz 2005’de Genel Başkan BAYKAL, bu kez sorunu halkımıza taşıdı, ”AKP iktidarının, devletimizin, cumhuriyetimizin ve demokrasimizin kazanımlarını tehlikeye atabilecek sorumsuz gidişi karşısında bütün vatandaşlarımızı Türkiye’ye sahip çıkmaya” çağırdı.


Ne yazık ki AKP, tüm bu uyarılara rağmen günümüzde iktidar gücünü hala, Cumhuriyetimizin temel niteliklerini sistemli biçimde göz ardı ederek, hatta yer yer tahrip ederek, Türkiye’yi din esasına göre yönetilen bir ülke haline getirmek için kullanmaktadır. Bu iktidar ile Türkiye, çok tehlikeli bir kutuplaşmanın, siyasi iktidar ile anayasa çatışmasının, siyasi iktidar ile yargı çatışmasının içine doğru sürüklenmektedir.


Hiçbir seçim sonucu anayasaya bağlılık sorumluluğunu ortadan kaldıramaz. Hiçbir iktidar kendi hukukunu yaratarak meşruiyet tablosunu değiştiremez. Hiçbir seçim sonucu anayasaya bağlılık sorumluluğunu ortadan kaldıramaz. Kendisi için hukuk” peşinde olanlar, gaflet ve dalalet içinde olanlar ülkeyi ancak kaosa götürürler. Türkiye’nin artık bu iktidarın sorumsuz siyasetini taşıma lüksü kalmamıştır. Ülkemizde artık, hukuka ve anayasamıza saygılı siyaset ve siyasetçiler egemen olmalıdır.


YÜCE ULUSUMUZ, SEVGİLİ YURTSEVERLER: HİÇ KİMSE DEMOKRATİK LAİK CUMHURİYETİMİZİN SAHİPSİZ OLDUĞU DUYGUSUNA KESİNLİKLE KAPILMASIN:


CHP olarak ülkemizin, laik cumhuriyetimizin nitelik ve değerlerinden hiçbir zaman ve hiçbir şekilde ödün vermeyeceğiz. Bu çok temel konuda ödün verenlerle, vermek isteyenlerle her süreçte kararlılıkla mücadele edeceğiz.


Herkes bilmelidir ki; Türkiye’nin teslim alınabilmesi için önce Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Atatürk’ün partisinin teslim alınması gerekir. Bilinmelidir ki, buna da hiç kimsenin gücü yetmez, hiçbir zaman yetmeyecektir.


AKP siyasetinden kaynaklanan tüm bu olumsuz gelişmeler karşısında halkımızın güvenebileceği tek parti, Cumhuriyet Halk Partisi’dir. AKP karanlığından aydınlığa çıkış için dayanak yapabileceği tek siyaset ise, Atatürk devrimleri ve Sosyal Demokrasinin evrensel değerleri ile yoğrulmuş, ulusumuzun çıkarları, yurttaşlarımızın hak, hukuk ve özgürlük özlemleri ile bütünleşmiş CHP politikalarıdır.


Cumhuriyet Halk Partisinin 32. Kurultay delegeleri olarak, Genel Başkanımızın önderliğinde, partimiz içinde birlik, bütünlük ve dayanışmaya, partimizin 84 yıllık gelenek ve değerlerine, tam bağlılık içinde, hepimiz yüksek sorumluluk ve yurtseverlik duygusuyla görev yapıyoruz. Bu kararlılık, inanç ve yürekle görev yapmaya devam edeceğiz.


HEDEFİMİZ İLK YEREL VE GENEL SEÇİMLERDE “İKTİDARDIR”:


Hedefimiz, örgütümüz ve halkımız ile elele, omuz omuza yerel ve genel seçimlerde iktidara yürümektir. Bu iddiamızı tüm toplumumuzla paylaşarak, halkımızın özlem ve taleplerini sahiplenerek sosyal demokrat siyaseti ülkemizde iktidar yapmaktır. Bunun gereğini yerine getireceğimizden, bunu başaracağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.


BU KARARLILIKLA, YURTSEVERLİK DUYGULARIMIZLA, TÜM İNSANLARIMIZA KARŞI AYRIMSIZ SEVGİ DUYGULARIMIZLA KARARLILIKLA YOLUMUZA DEVAM EDİYORUZ.


YAŞASIN LAİK DEMOKRATİK ATATÜRK CUMHURİYETİ, YAŞASIN SOSYAL DEMOKRASİ, YAŞASIN CUMHURİYET HALK PARTİSİ…

Bileğinin gücüyle


Fenerbahçe 90 dakikasında hiçbir varlık gösteremediği maçta 3 puan kaybederek, şampiyonluk şansını da mucizeye bıraktı. Sarı-lacivertliler ilk yarıda rakibinin etkili takım presi karşısında organize olamadığı gibi, zaman zaman da ciddi tehlike kokan atakları kalesinde yaşadı ve birinde de direkle kurtuldu.
Maldonado'nun sorumluluk almaması, Aurelio'nun ikili-üçlü baskılar görmesi ve Deivid'in yapısına ters düşen sol kulvarda alışılmış hareketlerini yapamaması, Kezman'ın rakip kaleye sırtı dönük top tutma özelliğinin olmaması müthiş bir pres uygulayan Galatasaray karşısında Fenerbahçe'nin hücum gücünü sıfıra indirdi. Bu dakikalarda skor dezavantajına düşülmediği için Fenerbahçe'de sadece kısır bir direnme vardı. Ardından kaleci Volkan'ın büyük hatası ile Nonda'nın golü gelince işler iyice zora girdi.
İkinci devreye Zico, Kazım ile Deivid'in yerini değiştirerek başladı. Bu da işe yaramadı. Ardından Semih oyuna girdi, Zico son hamlesini de Vederson ile yaptı. Sonuçta hücumda etkili olamayan, sadece bir tane duran top kazanabilen Fenerbahçe final niteliğindeki derbiyle birlikte şampiyonluğu da büyük ölçüde kaybetti.

ZİCO KAYBETTİRDİ

Bu maç Zico'nun teknik adam yetersizliğini açıkça gözler önüne serdi. İlk 11 baştan aşağı tam bir intihardı.
Defansif yönü zayıf Uğur bu sezon sadece, o da mecburen geçen hafta Denizlispor'a karşı solbek oynamıştı. Chelsea'nin en önemli silahlarından Joe Cole'u iki maçta da sahadan silen Vederson'un yerine Uğur'u tercih etti. Ayrıca Deivid solda tamamen randımansız kaldı. Bunun yanında sağ kanattaki GökhanDeivid uyumu da bozuldu. Birkaç metrekarede oynayan, fizik gücü yetersiz Maldonado'yu da formda Selçuk'a tercih etti.
Galatasaray bileğinin hakkımla üç puanı aldı. 90 dakika müthiş bir takım presi yaptılar. Hücumu düşünmelerinin yanında takım savunmasını da hiç bir zaman ihmal etmediler. Fenerbahçe'ye değil pozisyon vermek nefes dahi aldırmadılar. Büyük bir takım dayanışması ve oyun disiplini ile yüreklerini ortaya koyup, tarihi bir galibiyete imza attılar. Hakem Fırat Aydınus zorlu derbiyi başarı ile yönetti. Bilhassa alışılmış kolay kart gösterme hastalığını bu maçta tekrarlamaması kendisi ve maçın seyri açısından çok iyi oldu.

YAZAR : ÖMER ÜRÜNDÜL

Saturday, April 26, 2008

Nouvelle Malédiction Iranienne - New Iranian Malediction

Friday, April 25, 2008

Şevval Sam - Güzel bir göz beni attı




Güzel bir göz beni attı bu derin sevdaya

Benziyor şimdi benim ömrüm uzun rüyaya

Yari karşımda görsem de dalarım hülyaya

Benziyor şimdi benim ömrüm uzun rüyaya

Pretreatment - Worth the Effort?

Pretreatment involves preparing a tooth for Endodontic treatment. Many endodontically involved teeth are heavily broken down or carious. Some involve deep fractures, subgingival proximal caries or faulty margins. The need for proper isolation of a tooth during Nonsurgical Endodontic treatment demands the use of rubber dam. Adequate isolation can only be achieved when the portion of the tooth to be clamped is in a reliable condition. Failure to adequately pretreat a tooth can result in contamination of the working area through rubber dam leakage, clamp disengagement or loss of reference points. Pretreatment does require extra effort on the part of the dentist and slight added expense to the patient. However, this is more than made up in the ease of treatment, asepsis of the working area both during and after treatment. It also gives reasonable assurance that the tooth will be protected until it is restored.

Types of Pretreatment

1. Removal of all caries and defective restorations

In order to consider any tooth for endodontic treatment, we first must determine if it is restorable. There is nothing more embarrassing for clinician than to complete endodontics through a crown, only to find that the remaining tooth is not restorable and must be extracted. This can be prevented by removing all caries and defective restorations from the tooth and examining for adequate remaining tooth structure. If you are satisfied that the tooth can be restored, move to step 2.

2. Gingivoplasty/Gingivectomy with Electrosurgery or Lasers

In some cases, caries, fractures or defective restorations are sub-gingival. Teeth with caries is just below the gingival crest can occasionally be treated by judicious use of elctrosurgery or gingivoplasty where hyperplastic or excessive gingival tissue is removed to allow placement of a rubber dam clamp. In severe cases, such as those with muco-gingival involvement, those that require osseous recontouring or apical repositioning, the patient may require referral to a Periodontist before initiating endodontic treatment. There is no point in treating the case endodontically if attainment of proper biologic width and a healthy periodontal condition is not achievable.

3. Reinforcement of the remaining tooth structure

Sometimes a tooth will be so broken down that insufficient solid tooth remains to use a rubber dam clamp. On other occasions the clamp may be able to be placed, but the post operative fragility of the remaining tooth poses a serious risk of vertical or cusp fracture. (Loss of a reference cusp during treatment can mean inaccurate working lengths.) In those cases, reinforcement of the tooth is necessary.

For many years banding of teeth with copper or orthodontic bands was the method choice. With the development of deeper curing light cured composites and fast setting bonded core pastes, banding of teeth has become less common. However, the copper band offers one advantage that these other technologies do not… the ability for the rubber dam clamp to securely engage the soft copper of the band and not come loose. As much as I dislike taking the time and trouble to place a copper band on a tooth (a well fitting band can take 20 min. or more to place), I invariably love the results. The case is much easier to treat, isolation is easily achieved and the rubber dam remains secure throughout the treatment. The tooth also has much less chance of post-operative loss of seal or fracture. The properly contoured copper band can also serve as an excellent temporary restoration in cases where patients cannot afford to have the tooth restored immediately, or where other, more important treatment dictates that the tooth remain unrestored for a few months.

By : Robert Kaufmann DMD MS (Endo)

Wednesday, April 23, 2008

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Baykal 23 Nisan Nedeniyle TBMM Genel Kurulunda Konuştu

-Bütün halkımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını içtenlikle kutluyor, ülkemizin barış, refah, mutluluk ve bağımsızlık içinde daha nice bayramlar geçirmesini diliyorum.
- Cumhuriyetten uzaklaşarak demokrasiyi güçlendiremezsiniz. Cumhuriyeti azaltarak demokrasiyi arttıramazsınız. Cumhuriyet ve onun en önemli temellerinden biri olan laiklik, demokrasinin vazgeçilmez koşuludur.

-O nedenle bizim egemenliğimiz, işbirlikçi teslimiyetçi değildir, millidir.
-O nedenle bizim egemenliğimiz dine dayalı değildir, laiktir.
-O nedenle anayasalarımızda yeralan laiklik ilkesinin değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
-23 Nisan’ı sadece geçmişe saygı anlayışıyla değil, geleceğe dönük bir umut olarak da selamlıyorum. Bu güzel günü, bütün dünya çocuklarıyla paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.


SAYIN BAŞKAN,


SAYIN CUMHURBAŞKANI,


SAYIN MİLLETVEKİLLERİ, SAYGIDEĞER KONUKLAR,


GELECEĞİMİZİN GÜVENCESİ OLAN SEVGİLİ ÇOCUKLARIMIZ, SEVGİLİ VATANDAŞLARIM;


HEPİNİZİ ŞAHSIM VE CUMHURİYET HALK PARTİSİ ADINA SEVGİLERLE, SAYGILARLA SELAMLIYORUM.


BÜTÜN HALKIMIZIN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMINI İÇTENLİKLE KUTLUYOR, ÜLKEMİZİN BARIŞ, REFAH, MUTLULUK VE BAĞIMSIZLIK İÇİNDE DAHA NİCE BAYRAMLAR GEÇİRMESİNİ DİLİYORUM.


BÜYÜK ATATÜRK’E VE 23 NİSAN 1920 TARİHİNDEN BU YANA, BU YÜCE MECLİSTE GÖREV YAPMIŞ OLAN BÜTÜN MİLLETVEKİLLERİMİZE ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM. HAYATINI KAYBEDENLERİN AZİZ HATIRALARI ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUM.


DEĞERLİ ARKADAŞLAR, SEVGİLİ ARKADAŞLARIM,


TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN BAZI ÖZELLİKLERİNİ BİR KERE DAHA HATIRLATMAKTA YARAR VARDIR. YÜCE MECLİSİMİZ DÜNYANIN EN ESKİ 10 PARLAMENTOSUNDAN BİRİDİR. GENELDE MECLİSLER YENİ BİR DEVLETİN KURULMASINDAN SONRA OLUŞTURULUR. TÜRKİYE’DE ÖYLE OLMADI. TAM TERSİNE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ DEVLETİ KURDU.


ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞINI YAPACAK ORDUYU BU MECLİS KURMUŞTUR. SAVAŞI BU MECLİS YÖNETMİŞTİR. YENİ DEVLETİN TEMELLERİNİ BU MECLİS ATMIŞTIR. ZAFERİ BÜYÜK ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİNDE BU MECLİS KAZANMIŞTIR. BARIŞI BU MECLİS YAPMIŞTIR. SALTANATI, HİLAFETİ BU MECLİS SONA ERDİRMİŞTİR. MİLLİ İRADENİN EGEMENLİĞİNİ BU MECLİS SAĞLAMIŞTIR. CUMHURİYETİN TEMELLERİNİ İŞTE BU MECLİS ATMIŞTIR.


ONUN İÇİNDİR Kİ, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN KURULUŞUNUN ÇOK ÖZEL BİR ÖNEMİ VARDIR. YÜCE MECLİS DAİMA BAĞIMSIZLIĞIMIZIN, EGEMENLİĞİMİZİN, MİLLİ İRADENİN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN, HUKUKA SAYGININ BİR SİMGESİ OLMUŞTUR


HALKI MÜSLÜMAN OLAN BİR ÜLKEDE, BİR YANDAN DİNE SAYGI GÖSTERİLİRKEN, BİR YANDAN DA DİNİN DEVLET YÖNETİMİNDE, HUKUKTA VE EĞİTİMDE EGEMENLİĞİNE SON VERMEK, YANİ ÇAĞDAŞ BİR ANLAYIŞLA LAİKLİĞİ GERÇEKLEŞTİRMEK YÜCE MECLİSİMİZİN EN BÜYÜK VE DÜNYAYA ÖRNEK OLACAK ESERLERİNDEN BİRİDİR. O SAYEDE EGEMENLİK GÖKTEN YERE İNMİŞ, HANEDANDAN MİLLETE GEÇMİŞTİR. TEOKRATİK OTORİTE DÖNEMİNİN YERİNİ, LAİK İDARE ANLAYIŞI ALMIŞTIR.


23 NİSAN’IN TEMSİL ETTİĞİ EGEMENLİK ANLAYIŞI, BİR SOSYAL SINIFA, IRK VEYA KAN ESASINA, KAFATASINA DAYALI BİR EGEMENLİK DEĞİLDİR. BİZİM EGEMENLİK ANLAYIŞIMIZDA HANGİ DİNDEN, HANGİ MEZHEPTEN, HANGİ ETNİK KÖKENDEN, HANGİ DÜŞÜNCEDEN OLURLARSA OLSUNLAR BÜTÜN İNSANLAR EŞİTTİR VE HEPSİ TÜRK ULUSUNUN BİR PARÇASIDIR


İŞTE TÜRKİYE CUMHURİYETİ BU BÜYÜK DEVRİMİN ESERİDİR VE DEMOKRASİNİN YOLUNU AÇAN DA BU CUMHURİYET ANLAYIŞI OLMUŞTUR. CUMHURİYET İLE DEMOKRASİ ASLINDA AYRILMAZ BİR BÜTÜNDÜR. CUMHURİYETTEN UZAKLAŞARAK DEMOKRASİYİ GÜÇLENDİREMEZSİNİZ. CUMHURİYETİ AZALTARAK DEMOKRASİYİ ARTTIRAMAZSINIZ. CUMHURİYET VE ONUN EN ÖNEMLİ TEMELLERİNDEN BİRİ OLAN LAİKLİK, DEMOKRASİNİN VAZGEÇİLMEZ KOŞULUDUR. DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK UĞRUNA LAİKLİKTEN VAZGEÇECEĞİZ DERSENİZ DEMOKRASİYİ DE TAHRİP ETMİŞ OLURSUNUZ. TÜRK TOPLUMUNDA İSLAMİYET, LAİKLİK VE DEMOKRASİ BİR ALTIN ÜÇGEN OLUŞTURMUŞTUR. BUNLARIN TÜMÜNE AYNI ZAMANDA SAHİP ÇIKMAK ZORUNDAYIZ.


BATININ YÜZYILLAR BOYUNCA SAVAŞARAK, KAN AKITARAK ULAŞTIĞI LAİKLİK ANLAYIŞINA BİZ BARIŞ İÇİNDE, MİLLİ İRADEYE SAYGIYI ZEDELEMEDEN, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN İLERİ GÖRÜŞLÜ YAKLAŞIMLARI VE KARARLARIYLA ULAŞTIK. BİZİM LAİKLİK ANLAYIŞIMIZ DEVLETİN BÜTÜN İNANÇLARA, DİNLERE VE MEZHEPLERE SAYGI GÖSTERMESİNİ VE EŞİT DAVRANMASINI GEREKTİRİR. AMA AYNI ZAMANDA HİÇBİR İNANCIN, MEZHEBİN VE DİNİN DEVLETİN YÖNETİMİNİ, HUKUKUNU VE EĞİTİMİNİ ETKİLEMESİNE İZİN VERMEME İLKESİNE DAYANIR.


BİZİM MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞIMIZ ULUSUMUZUN ORTAK DEĞERLERİNE DAYANIR. HERKESİN ETNİK KÖKENİNE SAYGI GÖSTERİRİZ, AMA ETNİK AYRIMCILIĞIN CUMHURİYETİMİZİ, DEMOKRASİMİZİ TAHRİP ETMESİNE İZİN VERMEYİZ.


BİZİM MİLLİYETÇİLİĞİMİZİN TEMELİNDE IRKÇILIK YOKTUR. SİYASİ BİR BİLİNÇ VE SİYASİ BİR DAYANIŞMA VARDIR. HER KÖKENDEN İNSANLARIMIZIN AYNI MİLLETİN ÇATISI ALTINDA KARDEŞÇE YAŞAMALARINI İSTERİZ. BİZ İNSANLARIN ETNİK KÖKENİNE SAYGI GÖSTERİRİZ.


DEĞERLİ ARKADAŞLAR,


23 NİSAN AYNI ZAMANDA EGEMENLİĞİMİZİN VE BAĞIMSIZLIĞIMIZIN DA TEMELİDİR.


BU DEVLETİ KURANLAR, EN GÜÇ KOŞULLARDA BİLE YABANCILARIN HAKİMİYETİNE GİRMEYİ KABUL ETMEMİŞLER, BAŞKA DEVLETLERİN MANDASINA GİRME ÖNERİLERİNİ KESİNLİKLE REDDETMİŞLERDİR.


TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ DÜNYADA ÖRNEĞİ GÖRÜLMEMİŞ BÜYÜK DEVRİMLERİ, REFORMLARI GERÇEKLEŞTİRİRKEN HİÇBİR ÜLKENİN BASKISIYLA, TELKİN VE TAVSİYESİYLE HAREKET ETMEMİŞTİR.


ÜLKEMİZİ ÇAĞDAŞ BİR DEVLET HALİNE GETİREN REFORMLARIN HEPSİ, MİLLETİMİZİN TEMSİLCİSİ OLAN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN ÖZGÜR İRADESİNİN ÜRÜNÜ OLMUŞTUR.


İMPARATORLUĞUN SON YILLARINDA DA YABANCILARIN BASKILARINA BOYUN EĞMEYE RAZI OLANLAR VARDI. ONLARA KARŞI ATATÜRK VE YÜCE MECLİSİMİZ İNANÇLA DİRENMEYİ BİLMİŞTİR.


NE YAZIK Kİ DEĞERLİ ARKADAŞLARIM, BUGÜN DE MİLLİ EGEMENLİĞİMİZE, BAĞIMSIZLIĞIMIZA SAYGI GÖSTERMEYEN BAZI YABANCI ÇEVRELERİN, KENDİ ARZULARINI, İRADELERİNİ TÜRKİYE’YE DAYATMAYA ÇALIŞTIKLARINI ÖRNEKLERİYLE GÖRÜYORUZ.


TÜRKİYE’Yİ YÖNETENLERİN, AYNEN DEVLETİMİZİN KURULUŞ AŞAMASINDA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE GÖREV ALAN MİLLETİMİZİN YÜREKLİ TEMSİLCİLERİ GİBİ, BU BASKILARA DİRENMELERİNİ, ÜLKEMİZİN EGEMENLİĞİNE VE BAĞIMSIZLIĞINA KISKANÇLIKLA SAHİP ÇIKMALARINI BEKLİYORUZ.


AMA ÖYLE ANLAŞILIYOR Kİ, BU BASKILARI BUGÜN DE SÜRDÜRMEK İSTEYENLER VARDIR.


DEVLETİMİZİN TEMEL YAPISINA, LOZAN’DAKİ KAZANIMLARIMIZA AYKIRI BAZI TALEPLERİNİ TÜRKİYE’YE KABUL ETTİRMEK İSTEYENLER VARDIR.


TÜRKİYE’NİN BAĞIMSIZLIĞININ EN GÜÇLÜ TEMİNATLARINDAN BİRİ OLAN YÜKSEK YARGI ORGANLARIMIZA BASKI YAPMAYA YELTENENLER VARDIR.


BUNDAN DAHA DA VAHİMİ, BU DIŞ BASKILARI TAHRİK VE TEŞVİK EDEN BAZI ÇEVRELERDE VARDIR. BUNLARI ŞİDDETLE KINIYORUZ. VE İNANIYORUZ Kİ, HİÇBİR İÇ VE DIŞ GÜÇ, HİÇBİR SİYASET ADAMI, HİÇ BİR MİLLETLERARASI KURULUŞ TÜRK HAKİMLERİNİN ÖZGÜR VİCDANLARINI ETKİLEYEMEYECEKTİR.


BİZ GERÇEK BAĞIMSIZLIĞIMIZA, ADLİ KAPİTÜLASYONLARI KALDIRARAK KAVUŞTUK. ŞİMDİ ADI KONULMAMIŞ BİR KAPİTÜLASYON SİSTEMİNİ TÜRKİYE’YE KABUL ETTİRMEYE HİÇ KİMSENİN GÜCÜ YETMEYECEKTİR.


DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,


“EGEMENLİK KAYITSIZ, ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” ANLAYIŞINA NASIL ULAŞTIĞIMIZI KİMSE UNUTMAMALIDIR.


TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ AÇILDIĞINDAN BU YANA 88 YIL GEÇTİ. 88 YIL ÖNCE BÜTÜN VATAN İŞGAL ALTINDAYDI. İSTANBUL’DA EGEMENLİĞİN SAHİBİ KONUMUNDA OLAN HALİFE SULTAN, YANDAŞLARI İLE BİRLİKTE İŞGAL KUVVETLERİNİN EMİR VE KUMANDASI ALTINA GİRMEKTE HİÇBİR SAKINCA GÖRMEMİŞTİ. 600 YILLIK OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN DİNİ VE SİYASİ EGEMENLİĞİ, HALİFESİYLE, PADİŞAHIYLA, ŞEYHÜLİSLAMI İLE BİR İNGİLİZ KUMANDANINA TESLİM EDİLMİŞTİ.


ÖTE YANDAN İŞGAL ORDULARINA VE ONLARIN HİZMETKARI YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİNE KARŞI BİR BÜYÜK MİLLİ BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ AÇAN VE ZAFERE ULAŞTIRAN İRADE, ZAFER SONRASINDA EGEMENLİĞİN MİLLETE AİT OLDUĞUNU İLAN ETMİŞTİR.


YANİ EGEMENLİK MASA BAŞINDAKİ TARTIŞMALARLA, İLMİ YA DA DİNİ FETVALARLA, DEVREDİLMİŞ YA DA DEVRALINMIŞ DEĞİLDİR. TAM TERSİNE EGEMENLİK, MUSTAFA KEMAL ÖNDERLİĞİNDE ASKER, SİVİL İNSANLARIMIZIN EŞSİZ GAYRETLERİ VE FEDAKARLIKLARI İLE SAKARYA DA, İNÖNÜ DE, DUMLUPINAR DA, SAVAŞ MEYDANLARINDA KAN VE CAN PAHASINA KAZANILMIŞ BİR HAKTIR.


EGEMENLİK, DİNİ SİYASETE ALET EDEN OTORİTELERLE VE ONLARIN FETVALARI İLE MÜCADELE EDEREK ELE GEÇİRİLMİŞTİR.


DİNİ OTORİTELERİ KULLANAN İŞGAL GÜÇLERİ İLE MÜCADELE EDEREK EGEMENLİĞİMİZ KAZANILMIŞTIR.


O NEDENLE BİZİM EGEMENLİĞİMİZ, İŞBİRLİKÇİ TESLİMİYETÇİ DEĞİLDİR, MİLLİDİR.


O NEDENLE BİZİM EGEMENLİĞİMİZ DİNE DAYALI DEĞİLDİR, LAİKTİR.


O NEDENLE ANAYASALARIMIZDA YERALAN LAİKLİK İLKESİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ.


DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,


SİYASİ İKTİDARLARIN MEŞRUİYETİNİN TEMELİ ANAYASA VE HUKUKTUR. DEMOKRASİLERDE HİÇBİR İKTİDARIN KENDİ MEŞRUİYETİ İLE İLGİLİ TARTIŞMALARI, YENİ BİR ANAYASA, YENİ BİR HUKUK YAPARAK ORTADAN KALDIRMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.


DENETİMSİZ GÜÇ, GÜÇ DEĞİLDİR.


DENETİMSİZ İKTİDAR, DEMOKRATİK DEĞİLDİR, MEŞRU DEĞİLDİR.


SİYASİ MEŞRUİYETİN KAYNAĞI, ANAYASADIR, HUKUKTUR.


ANAYASA VE HUKUK ZAFİYETLERİ, OY ORANLARI İLE KAPATILAMAZ.


SEÇİM MECLİSTE VE HÜKÜMETTE KİMİN İKTİDAR, KİMİN MUHALEFET OLACAĞINI BELİRLER. HİÇBİR SEÇİM SONUCU İKTİDARLARIN HUKUKA VE ANAYASAYA BAĞLI KALMA, YARGI BAĞIMSIZLIĞINA SAYGI GÖSTERME ZORUNLULUĞUNDAN KURTULMA SONUCUNU DOĞURMAYA YETMEZ.


LAİKLİK ANLAYIŞI DEVLETİN BÜTÜN İNANÇLARA, DİNLERE, MEZHEPLERE SAYGI GÖSTERMESİNİ VE EŞİT DAVRANMASINI GEREKTİRİR. BU DOĞRUDUR. AMA LAİKLİK ANLAYIŞI AYNI ZAMANDA HİÇBİR İNANCIN, MEZHEBİN, DİNİN, DEVLETİN HUKUKUNU, EĞİTİMİNİ VE YÖNETİMİNİ OLUŞTURMASINA İZİN VERİLMEMESİNİ DE GEREKTİRİR. SİYASETİN REFERANSI DEMOKRASİ OLMAKTAN ÇIKAR, İNANÇ VE DİN OLURSA BUNUN SONUCU KARGAŞA, ÇATIŞMA VE KARANLIK BİR OTORİTER REJİMDİR.


EGEMENLİĞİN MİLLİ OLMASI, AYNI ZAMANDA HEM ETNİK OLMAMASI HEM DE DİNİ OLMAMASI ANLAMINA GELİR. DEVLETİMİZİN DAHA SONRAKİ GELİŞMELERİ DE BU TEMELDE YÜKSELMİŞTİR. CUMHURİYET BU TEMELDE GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR. DEMOKRASİYE, CUMHURİYETLE DE PEKİŞTİRİLEN BU TEMELLER ÜZERİNDE ULAŞILABİLMİŞTİR. DEMOKRASİMİZİN SAĞLADIĞI OLANAKLARI, CUMHURİYETİN VE DEVLETİN MİLLİ VE LAİK KİMLİĞİNİ ORTADAN KALDIRMAK İÇİN KULLANMAK TAM BİR AYMAZLIKTIR.


İKTİDARLARIN SEÇİMDEN ÇIKMIŞ OLMASI DEMOKRASİYİ GÜVENCE ALTINA ALMAYA YETMEZ.


DOKUNULMAZLIK ZIRHININ ARKASINA SAKLANAN BAŞBAKANLAR, BAKANLAR, MİLLETVEKİLLERİ DEMOKRASİLERDE YOKTUR.


KENDİ SUÇLARI İÇİN AF ÇIKARAN BAKANLAR, MİLLETVEKİLLERİ DEMOKRASİLERDE YOKTUR.


İKTİDAR OLANAKLARI İLE KENDİ YAKINLARINA İHALE AYARLAMAK, DEMOKRASİLERDE YOKTUR.


İKTİDAR OLANAKLARI İLE DEVLET BANKALARINI KULLANARAK YAKINLARINIZA YANDAŞ MEDYA SATIN ALMAK DEMOKRASİLERDE YOKTUR.


“ANAYASANIN TEMEL İLKELERİNİ DİNİ TEMELLERDE YENİDEN YORUMLAYACAĞIZ” DİYENLERE DEVLETİN EN ÖNEMLİ GÖREVLERİNİ VERMEK, DEMOKRASİLERDE YOKTUR.


DEVLETİN EN ÖNEMLİ YÖNETİM BİRİMLERİNİ CEMAAT, TARİKAT ÖRGÜTLENMELERİNE TESLİM ETMEK DEMOKRASİLERDE YOKTUR.


DERSLERDE CİHAT ÇAĞRILARI YAPAN, KASETLERLE LİSE ÖĞRENCİLERİNİN BEYNİNİ YIKAYAN BİR KADROLAŞMA ANLAYIŞINA MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINI TESLİM EDEN BİR ZİHNİYETE DEMOKRASİLERDE YER YOKTUR.


BÜTÜN BUNLARIN SONUCUNDA, BU UYGULAMALARIN SORGULANMASINI ENGELLEMEK İÇİN “ÇOĞUNLUĞUMUZ VARDIR” DEYİP ANAYASAYI DEĞİŞTİRMEYE KALKMAK UNUTULMAMALIDIR Kİ BU İKTİDARLARIN KENDİ MEŞRUİYET TEMELLERİNİN SORGULANMASINA YOL AÇAR.


SAYIN MİLLETVEKİLLERİ,


23 NİSAN’I SADECE GEÇMİŞE SAYGI ANLAYIŞIYLA DEĞİL, GELECEĞE DÖNÜK BİR UMUT OLARAK DA SELAMLIYORUM. BU GÜZEL GÜNÜ, BÜTÜN DÜNYA ÇOCUKLARIYLA PAYLAŞMAKTAN MUTLULUK DUYUYORUM.


YÜCE MECLİSİ SEVGİLERLE, SAYGILARLA SELAMLIYORUM.

Tuesday, April 22, 2008

GENEL BAŞKAN BAYKAL, “BAŞBAKAN PİŞKİNDİR, FÜTURSUZDUR VE PATAVATSIZDIR''

-''SAYIN BAŞBAKAN, GERÇEKTEN FÜTURSUZLUĞU, PİŞKİNLİĞİ VE PATAVATSIZLIĞI ARTIK ÖLÇÜ TANIMAZ HALE GETİRMİŞTİR”
-''İNSANIN CHP VE GENEL BAŞKANINA YÜZ KIZARMASINDAN BAHSEDEBİLMESİ İÇİN GERÇEKTEN AR DAMARININ ÇATLAMIŞ OLMASI LAZIM''

-“EVRAKTA SAHTEKARLIKTAN SUÇLANAN, KALPAZANLIKTAN SUÇLANAN BİR SİYASETÇİ, DOKUNULMAZLIK ZIRHININ ARKASINA SAKLANMIŞ OLAN BİR SİYASETÇİ, 'DOKUNULMAZLIĞI KALDIRACAĞIM' DİYE SÖZ VERDİĞİ HALDE 5 YIL GEÇMİŞ HALA BUNUN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEYEN BİR SİYASETÇİ, ÖZÜ SÖZÜ BİR, AHLAKLI, DÜRÜST, NAMUSLU CHP'LİLERİN YÜZÜNÜN KIZARMASINDAN BAHSEDİYOR. UTAN, UTAN..”

-''(OFER'LE KONUŞTUN MU?) DERLER, 'SABAH KONUŞMADIM' DER, ÖĞLEDEN SONRA 'KONUŞTUM' DER. BU TÜR ÇELİŞKİLERİN, SABAH ŞÖYLE AKŞAM BÖYLE KONUŞANLARIN TÜRKİYE'DEKİ EN MÜMTAZ ÖRNEĞİ BAŞBAKANDIR”

-“BAŞBAKAN ERDOĞAN' GERÇEKLERLE BAĞINI KOPARDI, SAĞLIKLI OLMAYAN BİR TABLO SERGİLİYOR”

-''HİÇBİR İKTİDAR, KENDİ MEŞRUİYETİYLE İLGİLİ TARTIŞMALARI, ANAYASA VE HUKUKU DEĞİŞTİREREK ORTADAN KALDIRAMAZ''

-''DEMOKRASİLERDE İÇBİR SİYASİ İKTİDAR, KENDİ HUKUKUNU YAPIP, BUNA GÖRE TARTIŞMALI MEŞRUİYET TABLOSUNU DEĞİŞTİRME OLANAĞINA SAHİP DEĞİLDİR, OLAMAZ”

-“ANAYASA VE HUKUK ZAFİYETLERİ, OY ORANLARIYLA TELAFİ EDİLEMEZ.”

-''BAŞBAKAN, SPEKÜLATÖRLERDEN ŞİKAYET EDİYOR. SPEKÜLATÖRLER SENİN ETRAFINDA, KENDİ ADAMLARIN, KENDİ PARTİLİLERİN''

-''ÇAĞDAŞ BİR DEMOKRASİDE BİR BAŞBAKAN, BİR DEVLET BANKASINA, 'ŞU GAZETEYİ, TELEVİZYONU, ŞU FİRMA ALACAK, O FİRMA DA BENİM DAMADIM DA ÇALIŞIYOR, BUNU SAĞLAYIN' DİYE TELEFON AÇABİLİR Mİ? TALEP YAPABİLİR Mİ? EĞER TELEFON AÇIYORSA, TALEP YAPIYORSA, ORTAYA ÇIKAN TABLONUN, DEMOKRASİDE, HUKUKTA YERİ VAR MI?

-“BUNLAR, KİMSENİN YANINA KAR KALMAZ. ŞİMDİ GÜCÜMÜZ YETİYOR, SÖZÜMÜZ GEÇİYOR,O NEDENLE 'ÇEŞME AKARKEN, KOVAMIZI DOLDURALIM' ANLAYIŞIYLA KİMSENİN BİR YERE VARMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR. HUKUK İŞLER VE HERKES HESABINI VERİR''.

-''BAKANLAR KURULU’NUN 1 MAYISIN EMEK VE DAYANIŞMA GÜNÜ OLARAK KUTLANMASI KARARI, TAM BİR HAYAL KIRIKLIĞI VE ALDATMACADIR. BU KARAR YENİ BİR ANLAYIŞ TALEP EDEN SENDİKALARA BÜYÜK HAKSIZLIK VE SAYGISIZLIKTIR”

Clinton: If Tehran nukes Israel, U.S. could 'totally obliterate' Iran


Democratic presidential candidate Hillary Clinton, facing a crucial primary in Pennsylvania Tuesday, said that if she were in the White House and Tehran attacked Israel with nuclear weapons, the United States would be able to 'totally obliterate' Iran.

Interviewed on ABC's Good Morning America program, Clinton was asked what she would do if Iran attacked Israel with nuclear weapons.
"I want the Iranians to know that if I'm the president, we will attack Iran," Clinton replied. "In the next 10 years, during which they might foolishly consider launching an attack on Israel, we would be able to totally obliterate them."

Gates: Iran 'hell-bent' on getting bomb

Meanwhile,U.S.Defense Secretary Robert Gates has said he believes Iran is "hell-bent" on acquiring nuclear weapons, but he warned in strong terms of the consequences of going to war over that.

"Another war in the Middle East is the last thing we need and, in fact, I
believe it would be disastrous on a number of levels," he said in a speech he was delivering Monday evening at the U.S. Military Academy at West Point, New York.

He said he favors keeping the military option against Iran on the table, given the destabilizing policies of the regime and the risks inherent in a future Iranian nuclear threat, either directly or through proliferation.

Gates also said that if the war in Iraq is not finished on favorable terms, the consequences could be dire.

"It is a hard sell to say we must sustain the fight in Iraq right now, and continue to absorb the high financial and human costs of this struggle, in order to avoid an even uglier fight or even greater danger to our country in the future," he said.

He added, however, that the U.S. experience with Afghanistan - helping the Afghans oust Russian invaders in the 1980s only to abandon the country and see it become a haven for Osama bin Laden's terrorist network - makes it clear to him that a similar approach in Iraq would have similar results.

Gates said the U.S. military was not organized or equipped for the kind of wars it finds itself in today. "The current campaign has gone on longer, and has been more difficult, than anyone expected or prepared for at the start," he said. "And so we've had to scramble to position ourselves for success over the long haul, which I believe we are doing."

By Haaretz Service and News Agencies

Monday, April 21, 2008

Burcu Güneş - Yansın Geceler



Gün gece yarısı olunca aşk kapımı çalar
Ruhum ay gibi sulara vurunca
Kalp yüzünü arar

Boşver gitsin unut diyor bilenler
Bu sözü duymaz böyle sevenler
Bu çaresizlik nereye kadar
Herşeyden vazgeçtim dön artık yeter

Yansın geceler vursun sabaha
Dönsün rüzgar durgun sulara

Yansın bu deniz her yer yakamoz
Dön gel bir sabah sensiz olmuyor...

Süz-Müzik: Erhan Güleryüz
Düzenleme: Erhan Güleryüz
Yaylılar: Z Takımı
Gitar: Erdem Sökmen
Obua: Bülent
Vurmalılar: Cengiz Ercümer

Burcu Güneş - Kaybol Benle



Kurumuş yapraklar dudaklarım gibi,
Gidiyorum uzaklara.
Her düşen damla kalıyor ardımda,
Ağlıyorum son defa.
Dalgalar koyu mavi,
Senden izler silindi.
Zaman geçti söyle, ne değişti sence?

Sahip olma hiç ruhuma,
Kaybol benle kaybol kaybol benle
İlk öpüş gibi.
Sahip olma hiç bana ama,
Kaybol benle kaybol kaybol benle
İlk seviş gibi.

Kurumuş yapraklar dudaklarım gibi
Gidiyorum uzaklara
Haklı olmayı mutlu olmaya
Tercih ettim son defa..
Dalgalar koyu mavi
Senden izler silindi
Zaman geçti söyle ne değişti sence ?


Söz-Müzik :Burcu Güneş
Düzenleme :Tufan Taş Mert Ekren

Bas: Murat Ejder
Elektrik Gitar: Gültekin Kaçar
Akustik Gitar: Gültekin Kaçar
Vokal: Burcu Güneş
Mix: Ulaş Ağce