Wednesday, August 29, 2007

GENEL BAŞKAN BAYKAL ATV’DE TUBA ATAV’IN SORULARINI YANITLADI VE GÜNCEL OLAYLARI DEĞERLENDİRDİ


“Siyasetin finansmanı en önemli olaydır. Demokrasinin de güvencesi budur. Bu seçimlerde iktidarın kullandığı mali kaynakların miktarı da, kaynağı da net değildir”

-“Bu seçim maalesef demokrasi standartlarıyla hiçbir şekilde kabul edilmeyecek biçimde iktidarın olağanüstü kuşkulu mali kaynak kullandığı bir seçim olmuştur.”

-“Türkiye’de bu seçimde olduğu kadar çıkar sağlamaya yönelik bir kampanya, bir çalışma yapılmamıştır. 10 binlerce bisiklet dağıtıldı, kömür dağıtıldı, yiyecek paketleri tırlarla kasabalara, kentlere götürüldü dağıtıldı. Yerel yönetim olanakları, merkezi hükümetin olanakları ve çoğu kere nereden olduğu bilinmeyen kaynaklar”

-“Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP’ye verilebilecek iki türlü destek vardır Bir; AKP’nin istediğini seçmesine fırsat vermek üzere biz seçime katılacağız demek. Bunu dediğiniz zaman bir defa birinci kademe desteği vermiş oluyorsunuz. İkinci kademe destek oy vermektir. Birinci kademe destek uzlaşma ihtiyacını ortadan kaldıran destektir. Ötesi önemli değil çünkü AKP’nin yeterli oyu var” -“Yemin törenine katılmayacağız. Biz bu sürecin parçası olmak istemiyoruz”

Genel Başkan Baykal’ın açıklamalarına www.chp.org.tr’den ulaşılabilir


Tuba ATAV- İyi pazarlar sevgili seyirciler. Genel seçimler yapıldı, meclis yeniden şekillendi. Şimdi sırada 11. Cumhurbaşkanının belirlenmesi var. Abdullah Gül çok büyük bir olasılıkla 28 Ağustos Salı günü yapılacak 3. tur oylamayla Cumhurbaşkanı seçilecek. Muhalefete göre Gül uzlaşmayla çıkartılan bir aday değil. Ama yinede MHP, DSP, DTP seçimlere katılıyor. CHP ise Nisan ayından beri tavrını koruyor ve genel kurula girmiyor. Üstüne üstlük CHP lideri Deniz Baykal sık sık kriz uyarısında bulunuyor. Bizde bugün doğruya doğruda seçimlerden sonra ilk kez Cumhuriyet Halk Partisi lideri Sayın Deniz Baykal’ı ağırlıyoruz. Hoşgeldiniz.


Deniz BAYKAL- Teşekkür ederim, hoşbulduk.


Tuba ATAV- Sizinle seçimler öncesi defalarca program yaptık, uyarılarda bulundunuz. Fakat seçim sonucu pek de beklenen tabloya ulaşılamadı Cumhuriyet Halk Partisi adına. Öncelikle kısaca genel seçim sonuçlarını değerlendirelim mi? Hemen Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusuna geçeceğim.


Deniz BAYKAL- Evet yani seçimin matematiksel sonuçları ortada. Fakat Türkiye’de bu seçim sonuçlarıyla ilgili psikoloji gerçekten bir aradığını bulamama, bekleneni görememe duygusu şeklinde ortaya çıkıyor. Bir hayal kırıklığı psikolojisi topluma egemen. Bu nereden kaynaklanıyor diye düşündüğümüz zaman şunu görüyoruz. Ortada bir muhalefetin, özellikle Cumhuriyet Halk Partisinin götürdüğü bir siyasi söylem var. Biz ülke sorunlarıyla ilgili tespitlerimizi, değerlendirmelerimizi, kaygı duyduğumuz noktaları ortaya koyduk. Türkiye’ye yönelik tehlikeler, tehditler nelerdir, nereden kaynaklanıyor söyledik. Çok önemli iddialar ortaya attık.


Mesela dedik ki, Türkiye’nin ulusal bütünlüğüyle ilgili şu sıkıntılar var. Bu iktidarın bu tutumundan kaynaklanıyor. Terörle ilgili hükümetin şu yanlışlıkları var. Kuzey Irak’ta şekillenen olay Türkiye’ye şu olumsuz yansımaları getirir. Yolsuzluklar çok ciddi bir konu ve iktidar bu konuda maalesef samimi bir tavır içinde değil. İktidar olanaklarını hükümet mensupları kendileri ve yakınları, çoluk çocukları için kullanıyorlar. Türkiye’de cumhuriyetin birikimleri tehlike altında, tehdit altında. Bunlar önemli iddialar, önemli tezler. Dünyanın her yerinde siyaset ülkenin geneliyle ilgili böyle konular etrafında bir tartışma yapılarak gerçekleşir. Bizde bunu yaptık. Ama bu çerçevede bir cevap almadık. Bunları konuşamadık. Bu konuda iktidar bize bir cevap verme gereğini dahi duymadı. Başbakan televizyonda bizimle tartışma yapmaktan kaçındı. Bu konuları bıraktılar. Türkiye meselelerini bıraktılar. Sanki onların bir bildiği varmış, Türkiye’de seçim böyle konuları konuşarak elde edilmez. Bunlar önemli değil, biz başka bir şekilde bu seçim sonucunu etkileyeceğiz duygusu, düşüncesi içinde konuya yaklaşmışlar.


Tuba ATAV- Pardon lafınızı kestim. Yani CHP olarak biz seçim sürecinde doğru bir hamleyle doğru bir strateji uyguladık ama AK Parti bize cevap vermediği için mi?


Deniz BAYKAL- Cevap vermediği için değil. Yani biz doğru bir strateji uyguladık. Türkiye’ye yönelik tehlikeler var, yanlışlıklar var. Kimse bunun yanlış olmadığını söylemiyor. İktidar böyle söylemiyor. Onlar siyaseti başka türlü yaptılar. Geçenlerde böyle tesettürlü bir hanımefendi, bir sosyolog bir televizyon programında bu konulara ilişkin önemli bir saptama yaptı. Dedi ki, muhalefet büyük ülke sorunlarını konuştu. İktidar küçük konuların çözümüne yönelik çalışma yaptı. Fark buradan kaynaklanıyor diyor. İktidar bu konuları konuşmadı. Siyaset bu konuları konuşmaktır zaten. Ne yaptı? Belli kesimlerin özel, bireysel, şahsi bekleyişlerine uygun yaklaşımlar geliştirdi. Yani hiçbir seçimde Türkiye’de bu seçimde olduğu kadar çıkar sağlamaya yönelik bireysel insanlara, seçmenlere çıkar sağlamaya yönelik bir kampanya, bir çalışma yapılmamıştır. 10 binlerce bisiklet dağıtıldı, kömür dağıtıldı, yiyecek paketleri tırlarla kasabalara, kentlere götürüldü dağıtıldı. Seçim öncesinde olan olaylar bunlar. Ve yerel yönetim olanakları, merkezi hükümetin olanakları ve çoğu kere nereden olduğu bilinmeyen kaynaklar. Yani siyasetin finansmanı en önemli olaydır. Demokrasinin de güvencesi budur. Yani bu seçimlerde iktidarın kullandığı mali kaynakların ne miktarı, ne kaynağı net değildir. Bunu herkes çok iyi biliyor. Yani bunu bir suçlama yapmak için söylemiyorum. Ama bu seçimde olağanüstü mali kaynak seferber edilmiştir. Kaynakları da belli değildir bunların nereden geldiği de.


Şimdi bakın şöyle bir tablo var. Bu seçimde oyunu kime verdin dediğin zaman insanlar iftiharla şuna verdim diye çıkmıyorlar. Bir mahcubiyet var, bir eziklik var. Yani ben oyumu kullandım, oyumu kullanırken galiba ülkeyi pek düşünmeden oyumu kullandım. Kendi tatminime, çıkarıma yönelik girişimlere değer vererek oy kullandım duygusunun açmazının etkisi altında olduğunu görüyoruz seçmenlerin. Bu Türkiye’de ciddi bir demokrasi sorunudur. Korkunç çıkar sağlanmıştır. Size bu çerçevede bakın seçim kanunun bir maddesini okuyayım. Böyle bir ihtimali yani Türkiye’deki bu seçim uygulaması, çıkar sağlamaya yönelik uygulama hiçbir demokraside yaşanamaz. Hiçbirisinde izin verilemez ama Türkiye’de acımasızcasına, hunharcasına insanlar vicdanları, yurtseverlikleri, ülkenin geleceğine yönelik duygularıyla günlük çıkarları arasında bir açmazın içine alındı ve bu çok kaygı verici bir biçimde işletildi.


Bakın diyor ki seçim kanunumuzun 152 maddesi. Her kim kendisine veya başkasına oy veya tercih işareti verilmesi veya verilmemesi için bir veya birkaç seçmene menfaat, sahir kıymet teklif ve vaat eder, yani teklif ve vaat dahi. Veya verir yahut resmi umumi vazifeler veya hususi hizmet ve menfaatler vayit veya temin ederse hizmet adına da bunu yapsa 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Verilen vaat veya temin edilen menfaatler seçmenin seyahat, yemek, içki ve nakil masrafları veya hizmetlerinin mukabili olarak gösterilse dahi hüküm aynıdır.


Tuba ATAV- Ne yapacaksınız yani böyle bir iddianız var.


Deniz BAYKAL- Şimdi bu ciddi bir olaydır. Bu seçim maalesef demokrasi standartlarıyla hiçbir şekilde kabul edilmeyecek biçimde iktidarın olağanüstü kuşkulu mali kaynak kullandığı bir seçim olmuştur. Bunu bir mazeret arayışı içinde söylemiyorum. Bu bir tespittir ve bu bir rejim problemine, demokrasi problemine bizi götürmektedir. Biz vatandaşın vicdanına hitap ettik. Vatandaşın aklına hitap ettik, yurtseverliğine hitap ettik. Ülkenin durumuyla ilgili konuştuk. Ve bunların hepsi etkili oldu, hepsi etkili oldu. Kimse cevap veremedi. Kimse karşımıza çıkamadı. Ama ne oldu? Bizim bu söylemimize karşılık birileri hiç konuşmadı. Muhalefet partisi lideriyle bir araya gelmedi Başbakan. Bırak bunları bunlarla bu iş olmaz biz işimizi ayarladık havası içinde götürüldü organizasyon, tırlar, korkunç çıkar yapılanmaları, teşkilatları. Harcanan paranın haddi hesabı yoktur. Yani biran için bu seçimde iktidar partisi ne kadar para harcamıştır bunu samimiyetle, dürüstlükle, vicdanında cevaplandırsın bu işi bilenler insanlar. Biran için o kaynağın mesela bir muhalefet partisine verilmesi halinde sonuç ne olurdu birde ona baksın. Böyle bir şey olmaz. Bu uygun değildir.


Bakın bunun sonucunda da Türkiye’de seçim sonuçlarıyla ilgili bir tatminsizlik var. Bir rahatsızlık var. Ne kazanan iftiharla kazandık diye bir coşku yaşıyor. Süngü düşüktür. Herkes biliyor nasıl kazanıldığını. Kaybedenler görevlerini yaptıklarını, doğru söylediklerini, ülkeye sahip çıktıklarını biliyorlar, o duygu içindeler ama kaybedilmiştir. Bu sağlıklı bir manzara değil. Gelecek bakımından buna güvence getirmek lazım. Siyasette demokrasinin güvencesi siyasetin finansmanının bir şeffaf, iki denetlenebilir, üç makul düzeylerde eşit olmasıdır. Yani bir taraf nereden geldiği belli olmayan 10 milyar doları bir seçimde harcadığı zaman hiç bu taraklarda bezi olmayan, sadece fikir, düşünce söyleyen bir siyasi partiyle onu yarıştırıp makul sonuç almak demokratik hukuki sonuç almak mümkün müdür? Bizim arkadaşlarımız gidiyorlardı seçimlerde daha önce bize işte AKP’den geldiler siz ne getirdiniz diyorlar. Çok açık, siz ne getirdiniz? Biz bir şey getirmedik. Biz sadece yurtseverliğimizi ve ülke sorunlarıyla ilgili düşüncemizi getirdik. Dünyanın her yerinde bu iş böyle olur. Yani bu yöntemle Amerika’da, Avrupa’da, bir demokratik ülkede seçim yaşanmış olsa kıyamet kopar. Bu Türkiye’deki çürümenin çok temel noktalarından birisidir ve bu seçimlerde bu ortaya çıkmıştır. Şuanda yaşanan seçim psikolojisiyle ilgili tablonun altında da bu gerçek yatmaktadır.


Tuba ATAV- Öyle ya da böyle ortada artık rakamlar var. Ve bu rakamlarla yeni meclis şekillendi. Ve bu mecliste Cumhurbaşkanını seçiyor artık önümüzde iki gün kaldı. Yarın değil öbürsügün Cumhurbaşkanı kuvvetle muhtemel seçilecek. Siz Nisan ayından beri tutumunuzu sürdürüyorsunuz.


Deniz BAYKAL- Çok doğru.


Tuba ATAV- Ve bu seçimlerde sizin düşük, yani beklenenin altında oy almanızda aslında bu tutumunuza da neden olarak gösterildi. Yani işte CHP çok sert muhalefet yaptı, uzlaşmacı yaklaşmadı ve o nedenle halk bir şekilde cezalandırdı diye. Bunu nasıl açıklayacaksınız? Yani yine aynı tutumu sürdürerek daha da var olan oylardan daha da düşme sözkonusu olabilir mi mesela bir sonraki seçim için?


Deniz BAYKAL- Hayır. Tam tersine yani biz doğru politika götürdük. Vatandaşta bu doğru politikaya bence sahip çıktı. Yani demin anlattığım koşullarda alınan bu sonuç önemli bir sonuçtur. Çok değerli bir sonuçtur. Çünkü bu aynı silahlarla çatışarak ortaya çıkan bir tabloyu göstermiyor. Yani biz bambaşka nahif, saf, temiz, demokratik, hoşgörülü bir çağdaş ölçü içinde siyaset yaptık ve bu sonuç ortaya çıktı. O %21 oyun her oyununun bizim için çok büyük değeri vardır. Bize oy veren her vatandaşımıza şükranlarımı sunuyorum. Onu o kadar değerli sayıyorum ki, o kadar kıymetli ki o oylar. Bu şartlar altında alınmış olan o oylar. O oyları bize verenlerin tümünün bizden ne beklediğini biliyorum. Hiçbir tatminsizlik yoktur. Ben seçmenimden izlediğimiz politikayla ilgili hiçbir şikayet almadım. Tam tersine bu politikanın hakkı bu değil, daha fazlasını almalıydık, niye alamadık duygusu var. Niye alamadığımızı da şimdi görüyorlar. O nedenle bizim politikamızda bir yanlışlık kesin yoktur. Biz bir misyonu olan partiyiz. Daha önce niçin hangi politikayı götürdüysek şimdi aynı nedenle götürüyoruz. O geçen meclis döneminde Cumhurbaşkanlığı konusunda biz ne diyorduk? Cumhurbaşkanlığı bütün ülkeyi, 70 milyonu ilgilendiren bir konudur. Oraya bir partinin iç işi gibi, bir parti ideolojik merkezinden birisinin tek taraflı bir iradeyle dayatılması yanlıştır, doğru değildir. Türkiye’yi sıkıntıya sokar. Türkiye sadece o partiye oy verenlerden ibaret değil. Oy vermeyen insanlar var. O insanlar kendilerini dışlanmış hissetmesinler. Cumhurbaşkanlığı bunun yansıyacağı yerdir. Cumhurbaşkanlığında da kendisini görebilmelidir. Onun için oraya gelecek insan bir Anayasayı içine sindirmiş olmalı. Anayasayla açık ya da gizli kavgası olmayan birisi olmalı. Dürüst, gerçekten Anayasaya içtenlikle sahip çıkan birisi olmalı ve Anayasayı işletme iradesi içinde olmalı. Bütün kurumları kucaklamalı. Siyaseti partileri kucaklamalı. Böyle bir şahsiyet ortaya çıkmalı ve bu ahlaklı, oraya yakışan bir insan olmalı. Böyle bir insanı yaparız. Ama siz hayır ben kendi ideolojik merkezimden bir insanı ki o ideolojik merkez Türkiye’nin Anayasal rejiminin temellerine karşı meydan okuyarak çıkmış, onu değiştirme iddiasıyla gelmiş, şimdi de Anayasayı değiştirerek o doğrultuda bir açılım yapmaya çalışıyor zaten belli. Cumhuriyetin ilkelerini içine sindirmemiş, laikliği içine sindirmemiş. Bu ideolojik eksenden birisini bize canım o eskidendi değildi diye avutarak, uyutarak, gözümüzü boyayarak, değilmiş gibi yaparak onlardan birisini bize dayatmayın. Buraya gerçekten bu güveni veren bir insan gelsin dedik ve bunu...


Tuba ATAV- Siz Başbakanla bir iletişim olmasını beklediniz galiba.


Deniz BAYKAL- Onu da söyleyeyim. Başbakanında bu konuda bir girişimi oldu. Bunu söyledik ve bunu sağlamanın yolu da bizim Anayasadaki üçte iki şartı doğrultusunda bunu yaparsanız gelir katkı yaparız, bunu yapmazsanız biz katkı yapmayız diyelim dedik ve bunu izledik. Biz bunu izlerken o zaman Başbakan olmaz öyle şey, ne demek uzlaşma, biz kendi içimizden bir AKP’liyi kimi istersek biz kararlaştıracağız, seçeceğiz havasında idi. Bu söylemle yürüdü. Ama seçim sonucu ortaya çıkınca Başbakanda bu yaklaşımın doğru olmadığını değerlendirdi. Uzlaşma ihtiyacını o da kavradı. Bizim politikamızın başarısıdır bu. Başbakana gösterdik onun haklılığını, doğruluğunu onu kabul ettirdik.


Tuba ATAV- Yani seçim sonrası yaptığı konuşmanın sebebi siz misiniz?


Deniz BAYKAL- Kesin. Yaşanan gerçekler, Türkiye’nin gerçekleri Başbakanı o noktaya getirdi. Seçim sonucunda çıktı Başbakan dedi ki, evet bize oy vermeyen insanların duyarlıklarını da dikkate almamız lazım. Onlara da saygı duyuyoruz. Uzlaşmayla önümüzdeki dönemde yürüyeceğiz dedi. Oh ne kadar güzel. Ben kendimi çok mutlu hissettim. Sana bunu anlatmaya çalışıyorduk dedim. Keşke bunu daha önce yapsaydın da öyle yürüseydik dedim. Ama neyse önemli değil. Şimdi bu aşamaya geldin gel bundan sonra öyle yürüyelim dedim. Bunu memnuniyetle karşıladım. Ve o doğrultuda gelişme bekledik. Nitekim seçimden bir iki gün sonra Başbakan beni telefonla aradı. Bana dedi ki, seçim sonuçları dolayısıyla karşılıklı kutlamalarımızı yaptık. Sizi ziyaret edeceğim dedi. Önümüzdeki konuları, Cumhurbaşkanlığını kastediyor birlikte konuşacağız dedi. Çok teşekkür ederim dedim. Çok memnun olurum dedim kapattık. Yani o da artık Cumhurbaşkanının uzlaşmayla seçilmesi gerektiğini anlamış konumda. İşte tamam güzellik ortaya çıktı, bunu sağlayacağız. Tam bu aşamada iken bizim dışımızdaki muhalefet partileri biz Cumhurbaşkanını kimi isterseniz seçme hakkını size veriyoruz. Uzlaşma mecburiyetiniz yoktur. Kimi isterseniz tek başınıza kararlaştırın Cumhurbaşkanı seçin dercesine biz seçime katılacağız. Üçte iki şartı sağlamanıza destek vereceğiz dediler.


Tuba ATAV- 367 sorununu aşacaksınız Milliyetçi Hareket Partisi diyorsunuz.


Deniz BAYKAL- Şimdi....


Tuba ATAV- Aslında böyle demiler de yani siz....


Deniz BAYKAL- Ama demiş oldular. Buradaki şu; AKP’nin kendi istediğini daha önce denediği, yani birinci dönemde sıkıntıya yol açan o uzlaşmaz dayatmacı tavrını bu dönemde de yürütmesini mümkün kılan nedir? Sizin bu davranışınıza karşı biz parlamentoya gireceğiz demektir. Yani AKP’ye verilen iki türlü destek vardır Cumhurbaşkanlığı konusunda. Bir; sizin istediğinizi seçmenize fırsat vermek üzere biz seçime katılacağız. Bunu dediğiniz zaman bir defa birinci kademe desteği vermiş oluyorsunuz. İkinci kademe destek, sizin adayınıza oy vereceğiz desteğidir.


Şimdi AKP’nin bu ikinci kademe desteğe ihtiyacı yok. AKP’nin ihtiyacı birinci kademe destek. Yani bizde parlamentoya katılacağız dediğiniz zaman onun istediği insanı dayatmasına fırsat veriyorsunuz. Başbakan bu dayatmayı şahsen istemese dahi AKP içinde böyle bir dayatmayı talep edenler, böyle bir dayatmayı yürürlüğe koymak isteyenler Başbakana karşıda güçlendirilmiş olarak bunu uygulama şansını elde ediyorlar.


Tuba ATAV- Biraz daha açalım. Aslında Başbakanında Abdullah Gül ismi üzerinde çok net görüşü yoktu. Onumu demek istiyorsunuz?


Deniz BAYKAL- Ben böyle bir kişisel değerlendirmeye girmek benim hakkım değil. Ona girmiyorum.


Tuba ATAV- Çünkü bu Ankara kulislerinde çok konuşuluyor.


Deniz BAYKAL- Tabi konuşuluyor. Ben onu söylemek, ben başka bir şey söylüyorum. O Başbakan olarak Türkiye’de artık bir kutuplaşmanın gerilimin yanlış olacağını, yöneteceği ülkenin böyle bir gerilimle yola çıkmasının doğru olmayacağını gördü.


Tuba ATAV- Meclis Başkanlığı seçimlerinde de bu yönde adım atıldı.


Deniz BAYKAL- Meclis Başkanlığı konusunda bunu uyguladık. Biz gittik oy verdik AKP’nin adayına. Niçin? Çünkü o aday herhangi bir şekilde gerilim üretecek bir aday değil. Uzlaşmaya yardımcı olacak bir aday. Ve bizimde bir derdimiz, kompleksimiz yok. AKP’li birisi olmasın demiyoruz. Buna saygı gösteriyoruz. AKP’li birisi gelebilir.


Tuba ATAV- Peki grup içinde kim olabilirdi?


Deniz BAYKAL- Şimdi o ayrı tabi. Yani eğer Başbakan o politikasını izleseydi. Ki, Başbakanın bu politikasını izlemesi muhalefetin sen AKP içinde birileri kimi dayatıyorsa onu seçebilirsin dememesi halinde mümkündü. O denmemiş olsaydı ben inanıyorum Türkiye içinde iyi olacaktı, Başbakan içinde iyi olacaktı, AKP içinde iyi olacaktı. Bizde buna destek verme anlayışı içindeydik. Yeter ki, uzlaşmayla Türkiye’yi germeyecek bir aday çıkaralım.


Tuba ATAV- Şimdi Deniz bey şöyle düşünelim mi? Şimdi Tayyip Erdoğan’ın da işi o açıdan biraz zor değil miydi? Kararı kardeşim Abdullah Gül’e bırakıyorum dedi. Yani ikinci sefer. İlla o olacak ya da olmayacak işte bunu söylemedi.


Deniz BAYKAL- Onu demiş olması yani ben onu...


Tuba ATAV- Yani oradan geri adım atmakta çok mümkün olabilir miydi?


Deniz BAYKAL- Mümkündü. Hangi şartla mümkün olurdu biliyor musunuz Tuba hanım. Eğer muhalefet biz giriyoruz üçte ikiyi sağlayacağız demeseydi Başbakan dönüp diyecekti ki arkadaşlarına ya beyler Anayasanın bu üçte ikiyle ilgili anlayışı ortada. Üçte ikiyi bulmak durumundayız. Bakın muhalefet uzlaşma diye ısrar ediyor gelin uzlaşalım diyecekti. Kendi elini güçlendirecekti. Kendi arkadaşlarına bunu söyleyecekti. Yani seçimden hemen sonra şimdi bir sıkıntımı yaşayalım. Muhalefet diyor ki, uzlaş. Ne yapalım kardeşim üçte ikiyi bulmak için uzlaşmak zorunluluğumuz var. Gelin bizde arayalım diyecekti. Aradığı zaman ne olacaktı? Türkiye ferahlayacaktı. Bunu kim engelledi? Cumhuriyet Halk Partisi engellemedi.


Tuba ATAV- Milliyetçi Hareket Partisi.


Deniz BAYKAL- Cumhuriyet Halk Partisi engellemedi. Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin önünü açacak, Türkiye’yi uyuma ve uzlaşmaya taşıyacak herkes için doğru olan bir milli politikayı önerdi. Ama bunu maalesef bunun yararını Başbakanda muhtemelen gördü ama uygulayamaz hale geldi. Ve o uygulanamadı. Şimdi biz bu yeni geldiğimiz noktada bu seçimin, yani Türkiye’de bir gerginlik yaratacağı görülen bu seçimin sorumluluğunu almak istemiyoruz. Hiçbir şekilde katkı yapmıyoruz. Amacımız bir kriz çıkarmak değil, bir sıkıntı yaratmak değil.


Tuba ATAV- Özür dilerim lafınızı gene kesiyorum ama siz yanlış bir Cumhurbaşkanı olması halinde ülkenin de krize gireceği uyarında bulunuyorsunuz.


Deniz BAYKAL- İşte anlatıyoruz, gayet tabi.


Tuba ATAV- Yani bu krizin biraz açar mısınız?


Deniz BAYKAL- Onu konuşuruz açarım. Şimdi bakın, parlamentoda siyasi partilerin iç tüzük, parlamento gelenekleri içinde çeşitli uygulamaları vardır. Bunlar çok doğal demokratik hukuka saygılı anlayıştaki parlamenter uygulamalardır. Yani mesela biz sosyal güvenlikle ilgili kısa bir süre önce bir yasa görüşüldü. Bu yasayı biz sakıncalı bulduk. Niye sakıncalı bulduk? Çünkü mezarda emeklilik getiriyor. Yani fiilen artık Türkiye koşullarında insanların emekli olma hakkını elinden alan büyük bir sosyal sorumsuzluk getiren bir tablo var. Buna katkı yapmayacağız. O zaman dedik ki, bunda ısrar ederseniz biz girmeyiz dedik. Girmezseniz girmeyin dediler. Ve biz girmedik. Niye girmedik? Çünkü o önemli konudaki o yanlışın bir parçası olmak istemedik. Ama sayısal bir zorunluluk olmadığı için, belli bir eşik olmadığı için bu engellemedi. Ama bunu uyguladık.


Şimdi burada Cumhurbaşkanlığı konusunda aynı şeyi yapıyoruz. Bizce yanlış olan bir Cumhurbaşkanlığı seçimine katkı vermiyoruz. Şimdi diyorsun ki sen niye yanlış bu. Nereden çıkıyor bunun yanlışlığı?


Bakınız Sayın Gül siyasi kimliği şekillendikten sonra, kişiliği oturduktan sonra çok önemli ortamlarda kayda geçmiş, resmi, Türkiye’yle ile, Türkiye’nin demokrasisiyle, cumhuriyetiyle, rejimiyle ilgili çok önemli iddialar ortaya atmıştır. Bu iddiaların birkaçı şu hep bunları söylüyoruz. Bir; cumhuriyetin ilkeleri halka zorla dayatılmıştır diyor. Aslında bu cumhuriyetin ilkelerinden şikayet etmenin bir yolu diye bunu söylüyor. Bir gerçeği ifade etmek değil. Mutlu değil cumhuriyetin ilkelerinden. Bunu ifade ediyor. Diyor ki, bu zorla dayatıldı halka. Önemli bir tespit.


İki; diyor ki, laiklik Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tahrip etmiştir diyor dikkatinizi çekerim. Bence de tam tersine laiklik Türkiye’de ulusal bütünlüğü büyük ölçüde sağlamıştır. Hayır tahrip etti diyor. Demek ki, laiklikten memnun olmayan insanların milli duruşuyla ilgili tereddütler var kafasında. Çok önemli bir tespit. Laikliği değiştireceğiz diyor. Cumhuriyetin sonu geldi diyor bir yabancı gazeteciye. Dedim demedim tartışmasında yabancı gazeteci diyor ki, bende kaydı var söyledi kardeşim diyor. Aynı şekilde 8 yıllık temel eğitim bir darbedir diyor. Bir reform değildir diyor 8 yıllık temel eğitim. Ne mutlu Türküm diyene demek ilkelliktir diyor.


Şimdi bakınız buna benzer çok düşünce var. Bu düşünceleri herhangi bir vatandaş söyleyebilir. Bir yazar yazabilir, kitap çıkarabilir, bir gazeteci söyleyebilir. Hatta üniversitede birileri cumhuriyete karşı böyle bir tavrı ortaya koyabilir. Bunları anlamak mümkündür. Demokrasi içinde herkes aynı şekilde düşünecek diye bir şey yok. Ben bunu anlarım. Ama böyle düşünen bir insan bu iddialarıyla bir hesaplaşma içine girmeden alınacak, Cumhurbaşkanı seçilecek. İşte bu olmaz. Benim aklım bunu almıyor. Yani bunun olması kendi ilkelerine, anayasasına, kurallarına saygı gösteren bir ülkede bence hiç doğal değildir. Şimdi olan bu. Bunun yarattığı sıkıntı var.


Tuba ATAV- Olan bu peki sıkıntı nedir, kriz ne noktada çıkacak?


Deniz BAYKAL- Türkiye’de herkes bu işi ciddiye alıyor. Aldatılmışlık duygusu içinde. Yani ne oluyor? Sen bunları söyledin. Hatta bazılarımız diyoruz ki, sen bunları söylediğin için geliyorsun. Sen bunları söylememiş olsaydın buraya gelemezdin. Normal bir insan olurdun. Şimdi normal bir insanı buraya getirmek istemiyor bugünkü şartlarda imkanını eline geçirmiş olan güçler, birileri perde arkasındaki güçler. Türkiye’nin, tarihiyle, cumhuriyetiyle bir hesaplaşma arayışı içinde. Şimdilik senin gibi bu düşünceleri söylemiş hala belki büyük ölçüde o düşüncelere sahip çıkan ama şartlara ayak uydurduğu için bunu açıkça söylememe esnekliğini gösterebilen birisi olarak senin yanında, arkanda bunu götürüyorlar. Ve senin oraya gelişin Türkiye’deki o seni oraya getiren güçlerin yükselen dalgasını daha da güçlü hale getirecek. Onlar sen geldiğin anda... Okuyunuz bakın o destek veren medyanın, dinci medyanın ne yazdığını, bu konuya nasıl baktığını görürsünüz. Bunlar bir hesaplaşma. Türkiye’nin tarihiyle hesaplaşma arayışı içinde. Canım Abdullah bey o değil, o çok samimi bir insan, o iyi niyetli. Evet orada iyi niyetle bunu söyledi. Başbakan diyor ki, savunurken özü sözü bir. İnsaf edin kardeşim. Bu durumda her şey söylenirde Sayın Abdullah Gül için özü sözü bir denmez. Yani bunları söylemiş. Daha dünden denecek kadar yakın bir geçmişte. Şimdi onun tam tersini söylüyor güya. Söylemiyor da geçiştiriyor, önemli değil. O eskidendi gömleği çıkardık. Bu laflarla bu idare edilmez.


Bakın Amerika’da, Avrupa’da böyle önemli noktaya gelecek bir insanı ta çocukluğundan beri esrar içip içmediğini, bazı yanlış alışkanlıkları olup olmadığını, savaşta ne yaptığını. Hangi açıklamaları yaptığını, nerede ne söylediğini didik didik ederler. Bir küçük nokta buldular mı ortaya koyarlar. Niye yapıyorlar bunu? Bağnaz oldukları için mi, enayi oldukları için mi? Onlarımı yanlış yapıyorlar. Bir ülke Cumhurbaşkanını bu kadar kolay, bu kadar açıkça kendisine karşı meydan okumuş olan bir düşüncenin sahibine şimdi hiç bunları yok sayarak canım o zaman öyle, şimdi böyle oluversin rahatlığı içinde teslim eder mi? Ederse bunun bir sıkıntı yaratmaması mümkün mü? Bu kadar hazmı geniş, bu kadar karnı geniş bir ülke olunabilir mi? Olur sizi alıştırırız buna merak etmeyin vardı ya o mantık. Birileri öyle bakıyor bu işe. Alışırsınız kardeşim. Bu böyle olur. Yarın başka türlüde olacak. Bunları içinize sindirin. Bu süreç başladı.


Bakın Tuba hanım, Türkiye yıllarca bütün dünyada laik bir cumhuriyet olarak anlaşıldı. Ve Türkiye’nin önemi, değeri buradan kaynaklandı. Yani hem halkının ezici çoğunluğu Müslüman ve İslamiyet’in en güzel yaşandığı ülke. Ama devlet düzeni, hukuk düzeni, eğitim düzeni laik bir devlet. Bu kombinezon muhteşem bir kombinezon. Zaten bu sentez sayesinde bugün Türkiye bölgenin en istikrarlı, ekonomisi en gelişmiş, demokrasisi en ileri, kadın erkek eşitliği sağlanmış. Bakın siz bu şekilde bulunuyorsunuz ve biz ne güzel karşılıklı konuşuyoruz. Bu manzara bu anlayışın sonucudur. Şimdi ama Türkiye’ye bakanlar artık laik bir cumhuriyet diye bahsetmiyorlar Türkiye’den. Ne diye bahsediyorlar? Ilımlı bir İslam devleti. Bunu oldu diyeni var, olmakta diyeni var, oluyor diyeni var. Ve kimsede çıkıp ne münasebet böyle şey olur mu deme gereğini artık duyamıyor. Deme imkanını bulamıyor. Türkiye dünyadaki algılamada bir büyük dönüşümün içinden geçiyor. Laik bir cumhuriyetten şimdi bir ılımlı İslam devletine doğru bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşümün arkasında hangi süreçler var. Bir şey olmadı, Türkiye’de bir ihtilal olmadı, bir darbe olmadı. Türkiye’de birden bire sirenler çalıp herkese dikkat Türkiye artık bir ılımlı İslam devleti olmuştur diye bir anons yapılmadı. Her gün bir önceki gün gibi yaşıyoruz. Ama artık Türkiye’nin algılanması değişmeye başladı. 20 yıl sonra bu süreç böyle devam ederse Türkiye nereye gider. Soru budur ve bu gidiş iyimidir.


Tuba ATAV- Yani bu gidişin sonu İran mıdır?


Deniz BAYKAL- Yani çok böyle kaba şeyler söylemek istemiyorum. Ama bir karmaşık sürecin önemini anlatmaya çalışıyorum vatandaşlarıma. Bakın bizim bu Ortadoğu’dan farkımız ne? İşte bu laik bir cumhuriyet olmamız. Bugün Irak’ta yaşanan onlar gerçekten laik bir cumhuriyet olamadığı için yaşanıyor. İran’daki tablo o. Lübnan’da yaşananlar, Filistin’de yaşananlar o. Şimdi bizim temel ayrıştığımız nokta bu. Eğer bunu biz yavaş yavaş önemsiz saymaya başlarsak, yavaş yavaş buna açıktan meydan okumuş olan insanları. Bunu korumakla yükümlü en üstün mevkilere al burası senindir diye teslim edersek ve yavaş yavaş buna alışmaya başlarsak ve orada simgesel şekillenmeler artık bir algılama değişikliği şeklinde kendisini gösterirse ve Türkiye bu dönüşümün içinden geçerse 20 yıl sonra Türkiye iyi olmaz. Yani orada yaşanan o acılar bu konudaki ihmallerin sonucu olmuştur. Türkiye bunu göstermesin biz bunu anlatmaya çalışıyoruz.


Tuba ATAV- Başbakan Erdoğan’ın işte son kale düştü şeklindeki ifadelere çok sert bir yanıtı oldu. Ne demek son kale yani Çankaya kimin kalesi bu vatandaşın 70 milyonun temsil edildiği yer değil mi dedi. Siz ne diyeceksiniz?


Deniz BAYKAL- Başbakanın bu sözü kendi yandaşları arasında söyleyenleri düşünerek değerlendirmesi lazım. Bu söz kendi yandaşlarının değerlendirmesidir. Cumhurbaşkanlığı seçimine bu pencereden bakanlar evet son kaleyi de düşürdük demişlerdir. Hepsi aynı olacak diye başlamışlardı hatırlıyorsunuz. Şimdi bir teselli ödülü verdi. Meclis Başkanlığı uzlaşmayla diyelim seçildi. Ne zaman? Şimdilik. İster uzlaşırsın ister uzlaşmazsın. İki yıl sonraki seçimde istediğini yaparsın çoğunluğun var. Bunlar aldatmaca, bu bir bekleyiş, bu bir anlayış. Böyle bir kurgu var. Bu bugünün kurgusu değil. Bu tarihin içinden gelen bir kurgu. Bunu biliyoruz hepimiz. Bu sadece Türkiye değil. Türkiye’yi aşan çerçevede bir büyük kurgu. Türkiye’deki rejim değişikliğini sağlamak için birileri ellerinden gelen her türlü desteği vermeye hazır çevremizde. Bu destek para olabilir. Türkiye’deki laik demokratik rejimi birileri değiştirmek için, satın almak için harekete geçseler milyarlarca doları seferber etmek istemezler mi? Tek Türkiye değişsin diye.


Şimdi bu önemli bir konu. Bunu bilelim. Biz bir sürecin içinden geçiyoruz. Kimimiz iyi niyetle elbette herkeste şöyle bir duygu var. Canım olacak işte geliyor Salı günü. Ya oluversin artık, ya sizde hep illa olmaz falan böyle olumsuz yönleri söylemeyin. Yani bunun hiç de fena olmayacağını, işte o da zaten öyle olmayacak, iyi bir arkadaş, güler güzlü, tatlı dilli, falan yerde de böyle söyledi. Oda dikkatli olacaktır. Tamam canım da bir kolektif kendimizi yanıltma, aldatma sürecinin içindeyiz hepimiz bunu biliyorum. Ama birilerinin bunu söylemesi lazım. Bunu söylemesi gereken parti Cumhuriyet Halk Partisi. Bunu söylemesi gereken kişi benim. Bu partinin Genel Başkanı benim. Bir görev yapıyorum. Bu görevi Türkiye’de bir kriz yaratmak için yapmıyorum. Türkiye’de bir rejim kesintisi yaratmak için yapmıyorum. O bizim için bir yenilgi olur, bir mağlubiyet olur. Biz demokratik rejim içinde Türkiye’nin laik kimliğini ayakta tutmak istiyoruz. Ama Türkiye’nin laik kimliğinin yavaş yavaş kaybolmakta olduğunu görüyorum. Buna Türkiye’yi yöneten siyasetçilerin bu son dönemde büyük ve sistematik katkı yaptığını görüyorum. Türkiye siyasetinin böyle işlediğini üzüntüyle görüyorum. Geçmişte de merkez sağa pek çok devlet adamı geldi. Ama gelmiş geçmiş devlet adamlarının hiçbirisi Turgut Özal’ı, Süleyman Demirel’i, Adnan Menderes’i hiçbirisi bu konuda kesinlikle bu dikkatsizlik içinde değildi. Hepsi laik cumhuriyetin önemini çok iyi biliyorlardı, değerini çok iyi biliyorlardı. Şimdi bunu kesinlikle içine sindirmemiş, eline geçecek ilk fırsatta onu ortadan kaldırmaya kararlı bir kadro şartları kullanarak, dengeleri gözeterek o hedefe doğru yürüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi bu sürecin, bu yürüyüşün, bu büyük yürüyüşün bir aşamasıdır, bir parçasıdır. Yani bunu böyle görmeyenler kendilerini aldatıyorlar, yanıltıyorlar, avutuyorlar. Bunlar yaşanmıştır. Türkiye’de laik cumhuriyeti oturtma mücadelesi son noktaya geldi, Türkiye bu işi bitirdi. Artık tehlike, tehdit yok, bırakınız herkes falan bu kaygı atsın kafasından deme noktasında değiliz. Tarih sürekli kendi kendisini üretiyor. Dünya değişiyor. Yani bölgede çok köklü değişiklikler var. Haritalar değişiyor, rejimler değişiyor. Türkiye’ye yansımayacak mı bu? Bu konuda bir önemli gelişme yok mu? Bunun bir değeri yok mu? Canım oluversin birazda onu deneyiverelim. Onu denersek ne olur? Yani hepimiz insan olarak Müslüman’ız. Ama devlet bir din devleti olursa bunun çok ağır bedeli var. Bunun acısını batı Avrupa yıllarca çekti. 100 yıl savaşı diye bilinen savaş aslında bir din savaşıdır. Onlar 100 yıl oluk oluk kanadılar. Türkiye’de bu kanamadı. Niye? Ülkeyi kuran Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşları böyle olacak dediler. Hayır öyle olacak, din elimizden alınıyor diye mugalefeye başladı birileri. Hala o mugalefe devam ediyor. Alınan verilen bir şey yok. Ama devletin eğitimi, hukuku, devlet yönetimini, siyaseti bunun dışında tutalım canım. Tutmayı başarırsak Türkiye kalkınır, gelişir, mutlu olur, ilerler. Bugün geldiğimiz noktaya o sayede geldik. Ama bir süreden beri bu tehlikeye girmeye başlıyor. Eğer bu böyle gider o kaybolursa o devletin bu karakteri dinin etkisi dışında laik, çağdaş karakteri ortadan kalkarsa Türkiye çok ağır bedel öder ve bu Cumhurbaşkanlığı seçimi bu doğrultudaki gelişmeye çok ciddi katkı yapmaktadır.


Tuba ATAV- Siz turların başında bir toplantı yaptınız parti içinde ve Cumhurbaşkanının Abdullah Gül seçilmesi halinde asgari düzeyde ilişkilerinizi sürdüreceğinizi söylediniz. Daha sonrada işte tabi parlamentonun vereceği karara da saygılı olacağınızı söylediniz. Bundan sonra şimdi CHP’yle, yani ana muhalefetle köşk ilişkileri nasıl olacak? Asgari düzeyde demek yani protestomu edeceksiniz. Örneğin Salı günü yemin töreni olacak seçilmesi halinde. Yemin törenine katılacak mısınız?


Deniz BAYKAL- Hayır yemin törenine katılmayacağız. Biz bu sürecin parçası olmak istemiyoruz. Bunu bir görev diye düşünüyoruz. Ve bunu bir Türkiye’yi uyarma vesilesi haline getirmek istiyoruz. Bu kriz yaratacak değiliz. Seçim yapılacak. Anayasa ortada. Bizim Anayasaya, hukuka saygımız var. Cumhurbaşkanının nasıl seçileceği belli seçiliyor. Ama bu böyle sorunları, sıkıntıları da beraberinde getiriyor anlayışımızı biz sürekli ortaya koyacağız, koyuyoruz. Ve devlet işlerinin gerektirdiği ölçüde elbette hepimiz sorumlulukla üzerimize düşeni yaparız buna kuşku yok.


Tuba ATAV- Yani yemin törenine katılmayacaksınız ama işte bir kriz anında diyelim ki liderler zirvesi olduğunda gideceksiniz.


Deniz BAYKAL- Veyahutta bir devletin ihtiyacı olması halinde. Yani illa kriz olması şart değil. Yani iç sorunu var, dış sorunu var ülkenin. Bir ihtiyaç ortaya çıkması halinde bizim düşüncemize yönelik bir merak ortaya çıkması bizim anlayışımızın dinlenilmesi ihtiyacının haklı olarak kendisini göstermesi halinde hayır biz gelmeyiz, konuşmayız. Böyle bir şey olur mu? Terörle mücadele için iyi niyetle bir arayışa girse ve bu arada bize sorulsa hayır söylemeyiz olur mu? Biz bunu söylemek için buradayız. Ya da komşularımızla bir gerilim yaşansa ne yapmamız gerekir diye bir dış tehlike konusunda bir ihtiyaç olsa sorulmazsa. Elbette sorulur. Bu ayrı bir iş. Biz görevimizi biliyoruz. Bunu yapacağız. Biz ek bir hazmetme, doğal karşılama anlayışı içinde olmayacağız. Bizim muhalefetimiz var kayda geçirdik. Bakın bu tavrımızın da altında ne yatıyor onu da size söyleyeyim Tuba hanım.


Şimdi Sayın Gül anlaşılıyor ki seçilecek. Seçildikten sonra atacağı her imzayı, atacağı her adımı belirlerken bilecek ki CHP orada duruyor. CHP hemen bir yanlış yaparsa o yanlışı ortaya koymak üzere hazır bekliyor. Bunu bilecek, bilsin. Bilmesini istiyoruz, bilmesinde yarar var.


Tuba ATAV- Adım adım takip edeceksiniz.


Deniz BAYKAL- Bunu böyle koyacağız. O bu duygu içinde yanlışa sürüklenmeme konusunda Cumhuriyet Halk Partisinden yararlanacak. Eğer kendisini oraya getiren o büyük dalga ki o dalgayı getirdi. O dalganın üstünde sörf yapıyor onlar. Başbakanda Cumhurbaşkanı da. Ama şunu herkes bilsin, başta onlar bilsin. O dalga yarın onları atar, başkaları alır gelir. Ve o gelenler bugünkünden çok daha tehlikeli olabilir. Yani bizi de ilgilendiren ne Abdullah Gül’ün şahsiyeti, ne Başbakanın şahsiyeti bizi ilgilendiren bu dalganın dinamiğidir. O dalgayı biz etkisiz kılmak istiyoruz. Ve bu Cumhurbaşkanlığı seçimi o dalgayı güçlendirir diye kaygı duyuyoruz. Buna karşılık Cumhurbaşkanı o dalganın zorlamasıyla Sayın Gül bir şeyler yapmak zorunda olursa biz orada duracağız ve diyeceğiz ki, görüyor musunuz ne oluyor? Ya haklıymışsın diyecek. Toplumu dikkatli, duyarlı ve Cumhurbaşkanını yanlıştan caydırıcı bir konum olarak biz teslim olmuyoruz.


Tuba ATAV- Teslim olmuyoruz tetikte oluyoruz diyorsunuz. Deniz bey çok teşekkür ederim. Süremiz burada sona erdi. Bakalım bundan sonraki süreç ne olacak? Sevgili seyirciler doğruya doğruda bu hafta çok önemli bir konuğu CHP lideri Sayın Deniz Baykal’ı ağırladık. Köşk ana muhalefet ilişkileri bundan sonra ne olacak onları konuştuk. Sayın Deniz Baykal’ın önerilerine kulak verdik. Salı günü çok önemli bir gün. Cumhurbaşkanı seçimi olacak. Bizler tüm gelişmelerle yeniden karşınızda olacağız. Haftaya bu saatlerde görüşmek üzere hoşçakalın, mutlu kalın.

Thursday, August 23, 2007

Funda Arar ve özledim

Genel Başkanı Baykal NTV’de,“Meydanlarda İp Atıldı, Herkes Zannetti ki, Bu İp Terörist Başının İdamı İçin Atılmıştır”


-“Şimdi ortaya çıkıyor ki, o ip, Abdullah Gül’ün kuyudan çıkarılması için atılmış bir iptir”
-“Sayın Gül’ün oraya gelmesini sakıncalı görüyorum ve bütün muhalefet partileri de bunu söylüyorlar. Sakıncalı ise gereğini yapmak lazımdır. Sakıncalı ama gelsin. Bu olmaz”

-“Eğer sakıncalı değilse, sakıncalı diye bir takım insanları aldatma, yanıltma. Onlar, sen sakıncalı dediğin zaman, gereğini yapacak diye sana oy verdiler. Oyu alıyorsun, gereğini yapmıyorsun. Bunu yapma. Sakıncalı ise sakıncalı gibi davran. Tutarlı ol”

-“Bu ülkenin Başbakanı çıkıyor diyor ki, kardeşim İslam devleti tamam da, niye ılımlı diyorsunuz, başına niye bu sıfatı takıyorsunuz. Başbakan dini bir devlet olmaya itiraz etmiyor. Dinin dozuna itiraz ediyor”

-“Başbakan’ın Bekir Coşkun’a sözlerinin altında, %47’lik oy’mu yatıyor? Parlamento’da 341 milletvekilliğiyle temsil edilmek mi yatıyor? Cumhurbaşkanı’nı Türkiye’ye dayatmanın getirdiği ego patlaması mı yatıyor?”

-“Başbakan’ın Bekir Coşkun’a sözlerinin altında, bir hukuk duygusunun, hatta bir insanlık anlayışının, bir demokratik düşüncenin, bir hoşgörünün yatmadığı kesinlikle çok açık..”

-“Bu anlayışın, bu yaklaşımın Türkiye’yi yönetiyor olması bizi hangi sorunlarla karşı karşıya bırakacak önümüzdeki dönemde göreceğiz. Yani bu bir şımarma halidir. Bu bir haddini aşma halidir.”

-Genel Başkan Baykal’ın NTV’de yaptığı güncel değerlendirmeler ile, Murat Akgün’ün sorularına verdiği yanıtlar için tıklayınız... www.chp.org.tr


“Murat AKGÜN- CHP’nin seçilirse Sayın Gül’e yönelik tutumuyla ilgili yoğun bir gündem söz konusu. İşte bu maddelerle ilgili görüşlerini almak üzere şu anda CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’la birlikteyiz.

Cumhurbaşkanlığı gündeminin en önemli maddelerinden birini oluşturuyor ama şu anda gündemin bir diğer en önemli maddesi de Sayın Başbakanla gazeteci Bekir Coşkun arasındaki polemik. Sayın Başbakan Uğur Dündar’ın Kalan D’de sorularını yanıtlarken vatandaşlıktan çık dedi. Siz bu konuda benim bildiğim şu ana kadar bir görüş beyan etmediniz, siz bu polemiği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Cumhurbaşkanlığı konusuyla Başbakanın Bekir Coşkun hakkında ifade ettiği düşünceler birbirinden ayrı iki gündem maddesi değil bence. Aynı gündemin maddesi. Aynı anlayışın, aynı zihniyetin, aynı yaklaşımın bir yansıması. İkisi ortak bir kökten besleniyor. Bunu anlamak lazım, bunu kavramak lazım. Bunu ayırırsak konuyu kavrayamayız diye düşünüyorum. Bu bir anlayış. Bir zihni hal.
Tabi çok açıklayıcı oldu Başbakanın Bekir Coşkun’a bu sözleri. Yani bunun altında %47’lik oy mu yatıyor? Parlamentoda 341 milletvekilliğiyle temsil edilmemi yatıyor? Bir cumhurbaşkanını Türkiye’ye dayatmanın getirdiği ego patlaması mı yatıyor? Ama bir hukuk duygusunun, hatta bir insanlık anlayışının, bir demokratik düşüncenin, bir hoşgörünün kesinlikle yatmadığı çok açık.

Yani Başbakan Türkiye’nin saygın, çok değerli bir gazetecisine terk et git Türkiye’yi diyebiliyor. Belli şartlara bağlı olarak. Yani Türkiye’de siyasetin her konusu tartışılır. Herkes herşeyi kabul eder etmez. Bugün yapılan anketlerde gösterir ki, Türkiye’nin yarıdan fazlası AKP’nin kendi başına bir cumhurbaşkanı seçmesi fikrine şiddetle karşıdır. Buna ciddi tepki içindedir. Bunun yaratacağı sıkıntıları görmüştür ve insanlar bu duygularını, bu düşüncelerini hukuk içinde ortaya koyuyorlar. Ortada suç yok. Bir siyasi tavır var ve vatandaş kesinlikle hiçbir suç oluşturmayan, yasalara aykırı olmayan bir siyasi değerlendirme yapan, değerli, saygın bir gazeteciye terk edip gitsin Türkiye’yi diyebiliyor.

Yani bu gerçekten patolojik bir manzara. Sorunda bu zaten. Yani bu anlayışın, bu yaklaşımın Türkiye’yi yönetiyor olması bizi hangi sorunlarla karşı karşıya bırakacak önümüzdeki dönemde göreceğiz. Yani bu bir şımarma halidir. Bu bir haddini aşma halidir. Çok üzüntü verici bir manzara. Çok büyük bir acı duyuyorum. Medyamızın önemli bir kesimi bu olay karşısında çok doğru bir tavır takındı ve Başbakana neyi yapamayacağını anlatmaya gayret ediyorlar. Bunu yürekten destekliyorum.

Bu vesileyle ifade edeyim, Bekir Coşkun ve eşi çok özel insanlar. Yani herkes saygıdeğerdir, herkes eşittir. Ama bu insanlar Türkiye’nin hepimizin onlarla aynı şekilde düşünmeyen insanların da büyük bir sevgiyle kucaklaması gereken insanlar. Bunlar yaşadıkları toplumu seven, coğrafyayı seven, dünyayı seven, kimse hakkın da bir peşin fikirle, kötü düşünce ifade etmeyen, hoş insanlar.

Yani bunların kendi yaşam biçimlerine yönelik tehlike ve tehdit karşısında takındıkları tavrı onları bir vatandaş bu toprakların, bu ülkenin bir insanı olarak kabul edemeyecek bir hazımsızlık noktasında bir Başbakan tablosuyla bizi karşı karşıya bırakması gerçekten çok ibret verici olmuştur.

Üzüntüyle karşılıyorum. Ama bu kendisini her fırsatta gösterecektir. Yani iç dünyasını, değerler sistemini ortaya koyma fırsatını bulduğu her anda bu kişilik yansıyacaktır. Yansımaya başlamıştır.

Murat AKGÜN- Cumhurbaşkanlığında kalalım. Çünkü en önemli konu bu sizin de söylediğiniz gibi. Bir içeriye oylamaya birinci turda partiniz, CHP girmedi. Buna karşılık aralarında DSP’nin de bulunduğu diğer muhalefet partileri girdi. Şimdi başka sorulara da gireceğim ama kamuoyunda tartışılan bir başka unsurda DSP’nin siz girmezken girmesi. Bu sizde bir hayal kırıklığı uğrattı mı? Birde dün DSP’nin cumhurbaşkanı adayı Tayfun İçli’nin size yönelik, partinize yönelik eleştiri oklarını bize yönlendireceğine Gül’e yönlendirsin şeklinde açıklaması vardı. Bu iki bölümlü soruma yanıt rica ediyorum.

Deniz BAYKAL- Yani ben bir polemik arayışı içinde değilim. Türkiye’nin ihtiyacı bu değil. Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda tabi her siyasi parti kendi anlayışı, düşüncesi doğrultusunda karar alıyor ve uygulama yapıyor. Bizde bunu anlayışla karşılıyoruz. DSP’de ayrı bir partidir. Kendi anlayışı doğrultusunda politikasını koymuştur. Onu uygulamaktadır. Onların bileceği iştir.

Ama ben CHP’nin bu konuda izlediği tavrın çok doğru, çok önemli olduğundan hiç kuşku duymuyorum. İsterdim ki, bu tavır Türkiye’de başka siyasi partiler tarafından da benimsensin, sahiplenilsin ve başka toplum kesimleri tarafından da sahiplenilsin. Bunu sahiplenen çok geniş bir toplum kesimi olduğunu biliyorum. Vatandaşlarımızın ezici çoğunluğunun bu konuda aynı duyarlığı bizimle paylaştığını da biliyorum. Bu konuda bir tereddüdüm yok ama siyasi partiler kendi anlayışları doğrultusunda davranmışlardır. Onların bileceği iştir.

Murat AKGÜN- Tayfun Beyin açıklamasına ne diyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Bugüne kadar ben hiçbir konuşmamda bir tek örnek veremezsiniz, DSP ile ilgili bir tek şikayet söylemedim. Ne dolaylı laf dokundurmaya çalıştım, ne bir şikayet ifade ettim, ne bir eleştiri söyledim. Hiç bunu yapmadım. Yani ben sadece onunla ilgili olarak değil, diğer muhalefet partileriyle de çok önemli bir zorunluluk ortaya çıkmadıkça tartışma yapmamaya, onlarla bir siyasi çekişme içine girmemeye özen gösteriyorum. Aynı muameleyi gördüğümüzü söylemek mümkün değildir. Bunun takdirini vatandaşlarımıza bırakıyorum.

Gül’e yönelik şikayet söyleme konusunda herhalde kimse CHP ve Deniz Baykal ile yarışma konumunda değildir. Biz bu konuda görevimizi yaptık. Görevini yapmayanlar bunu değerlendirsinler. Biz bu konuda tam görevimizi yapıyoruz. Değerli arkadaşımız eğer Sayın Gül’ün eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorsa onun cumhurbaşkanlığının önünü açmama konusunda gerekli tavrı takınmaları ihtiyacını da herhalde gözden kaçırmayacaklardır.

Şimdi onları bırakıyorum. Onlarla meşgul değilim ben. İşin özüyle meşgulüm ve bununla biz CHP meşgulüz. Nedir işin özü? Bakınız, Sayın Gül, AKP’nin tek taraflı bir kararıyla uzlaşma arayacağız diye taahhütler yaptıkları halde Başbakan seçimden sonra bu konuda Türkiye’ye merak etmeyin bize oy vermemiş olan kesimlere de saygı duyuyoruz, onları da sahipleneceğiz. Onları da anlayacağız. Onların da ihtiyacına cevap vereceğiz taahhüdünü yaptığı halde ki, o taahhüdün daha mürekkebi kurumadan gazetelerde terk et git diye Bekir Coşkun’a açıklamalar yapılmıştır.

Yani bu, bu iktidarın ne kadar samimiyet problemi olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koymuştur. Uzlaşma taahhüdü yaptılar, beni Başbakan telefonla aradı, önümüzdeki konuları cumhurbaşkanını birlikte konuşacağız, ziyaretinize geleceğim dedi. Bekliyorum hala Sayın Başbakanı.

Murat AKGÜN- Bu saatten sonra ne konuşmak için?

Deniz BAYKAL- Yani gelmediğini ifade etmek için söylüyorum. Bekleyişim yok. Beklediğim için söylemiyorum. Ama o taahhüdünün ne kadar boşta kaldığını, ne kadar gerçekleşemediğini anlatmak için söylüyorum.

Adaylıklar bizim dışımızda yönlendi, ilan edildi. Bunu ben şahsen ve parti olarak söylemiyorum. Türkiye’nin dışında kimseyle istişare edilmedi. Sonrada o adayı kabul ettirmek için adaylık ilan edildikten sonra partiler dolaşıldı vs. yani olay bir uzlaşma çabası olarak değil, kararlaştırılan adayı kabul ettirme, benimsetme, halkla ilişkiler konusu yaklaşımı olarak ele alındı. Bunu tabi biz kabul etmedik ve buna alet olmadık, ciddi olun dedik. Söz verdiniz uzlaşmanın gereğini yapmıyorsunuz şimdi bize halkla ilişkiler anlayışıyla yaklaşıyorsunuz.

Murat AKGÜN- Orada aslında söylediğiniz bir laf var. Onu hatırlatmak istiyorum. Diyorsunuz ki, grup toplantısında da söylediniz, girmeyin, bunu sorumluluğunu almamak lazım, bunu sorumluluğunu üstlenenler seçimi yaparlar dediniz. Bu alınmayan yani sizin almadığınız başkalarının şu anda size göre aldığı sorumluluk tam olarak nedir? Bir de ılımlı İslam’a vurgu yaptınız, oradan oraya mı geçiyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Onu anlatacağım. Şimdi bu şartlar altında belirlenmedi önümüze bir cumhurbaşkanı adayı AKP’nin dayatması olarak getirildi. Biz bu konuda çok net, çok açık bir demokratik tavır takındık. Yani herhangi bir şekilde bu seçime katkı vermeyeceğimizi, bu seçimin bir parçası olmayacağımızı bizden destek alarak, bizden güç alarak bizim de etkimizi kullanarak, katkımızı kullanarak .bu cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmasına hiçbir şekilde alet olmayacağımızı çok açık bir şekilde ortaya koyduk.

Biz bu net tavrı koyduk. Çünkü bunun yanlış olduğuna inanıyoruz. Niçin yanlış olduğuna inanıyoruz? Bunu size birkaç somut örneğiyle ifade etmek istiyorum. Bu konuda çok şey söyleniyor. .olayın tabi bir sembolik tarafı var. Bir de reel tarafı var. Sembolik tarafı üzerinde ben durmuyorum. Ben reel tarafı üzerinde duruyorum.

Şimdi seçilecek olan kişi cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı Türkiye’nin Anayasasına göre ulusal bütünlüğünü, toplumunu ve kurumlarını sevgiyle kucaklayacak, onları işbirliği içinde çalıştıracak ve ülkenin tümünü temsil edecek bir şahsiyettir. Böyle algılanması, böyle düşünülmesi lazım.

Şimdi oraya gelmesi söz konusu olan Sayın cumhurbaşkanı adayının daha dün denecek kadar yakın bir geçmişte ortaya koyduğu düşüncelerini hatırlatmak istiyorum. Bu, canım dün oldu, dünle kaldı, sen bırak şimdi dünü bugüne bak diye geçiştirilecek bir şey değildir. Seçilecek olan cumhurbaşkanıdır. İnsanlar cumhurbaşkanın neyi temsil ettiğine, neyi düşündüğüne, ilkelerinin ne olduğuna güvenmek isterler. Biz nasıl bir siyasi kişilikle karşı karşıyayız? Nasıl bir siyasi şahsiyetle karşı karşıyayız bunu anlamamız lazım.

Şimdi söz konusu kişinin söylediği cümleler, aynen kendi ifadeleri.

Bir, “Cumhuriyetin ilkeleri halka zorlama biçiminde dayatılmıştır” diyor. Şimdi bu bir tarihi gerçeği tespit etmek için yapılan bir değerlendirme değil. Bu cumhuriyetin ilkeleri konusunda takınılan bir tavrın yansıması. O ilkeleri benimsememenin gerekli arayışı içinde ifade edilen bir şey.

Yani bunu kabul etmek gerekmez. Elbette hepimiz .biliyoruz ki, demokratik bir süreçte Türkiye cumhuriyeti benimsemiş değildir. Yani cumhuriyet döneminde çok partili siyasi arayışlar yürütülmüştür. 1920’lerde 30’larda biliyoruz. Ama cumhuriyetin temel ilkelerinin demokratik bir süreçle şekillenmediği ortadadır. Şimdi cumhuriyetin ilkelerine yönelik muhalefet söyleme yaklaşımı içinde siz dersiniz ki, bunlar zorla dayatılmıştır. Bu bir tespittir. Bu tespiti yapıyorum. Bu tespiti ve birazdan yapacağım tespitleri Türkiye’de bazı vatandaşlar söyleyebilir. Bazı yazarlar bunu yazabilir. Bazı üniversite öğretim üyeleri söyleyebilir.

Ama bu düşünceleri söyleyen insandan cumhurbaşkanı olmaz. Bu düşüncelerle hesaplaşmamış bir insandan cumhurbaşkanı olmaz. Nerede olmaz? Kendini bilen bir ülkede olmaz. Devletinin ilkelerine .ciddiyetle inanan bir ülkede olmaz. Olursa bir yerde orada bazı yanlışlıklar var demektir. Şimdi biz o yanlışlıkların içindeyiz. Bakın bir tanesini söyledim.

Başka biri, “Ne mutlu Türküm diyene lafını her yere yaza yaza Türkiye ilkel hale dönüştürülmüştür” Yani bundan rahatsızlık duyan, ne mutlu Türküm diyene sözünden rahatsızlık duyan bir cumhurbaşkanımız olacak şimdi. Bunu bir ilkellik sayan bir cumhurbaşkanımız olacak. Bunu birileri ilkellik sayabilir, bunu söylemeyebilir, bu sözden hoşlanmayabilir ama bir cumhurbaşkanının bunu ilkellik sayma anlayışını söyleye söyleye cumhurbaşkanı olması açıkça bu devlete meydan okumaktır.

Murat AKGÜN- Bir taraftan Sayın Abdullah Gül’ün lafları var.

Deniz BAYKAL- O ayrı bir olay. Ona geleceğim. Şimdi bunu bir tespit edelim önce. Ciddi olalım Türkiye olarak. Bunu söyledi mi bu? Söyledi. Ne zaman söyledi 40 yaşından sonra söyledi. Daha dün söyledi bunları. Başka ne söyledi?

Üçüncü, “Tarih boyunca görülmüştür ki, en birleştirici .unsur dindir” Yani Türkiye Cumhuriyetini birleştiren, Türk toplumunu bileştiren temel duygu nedir sorusuna verilen cevap budur. Bu arkadaşımız cumhurbaşkanı olacak şimdi.

Başka bir şey söylüyorum, “Moral değerler açısından Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden en ziyade tahribatı vermiş olan ilke laiklik ilkesidir” Bunlar konferansta söylediği sözler. Ayak üstü sohbetlerde falan değil. Dedikoduda değil. Ciddi bir heyetin karşısında konferans verirken söylediği düşünülmüş, taşınılmış ilkeler. Laiklik ilkesinin bu kadar tahrip edici bir ilke olduğunu söylüyor.

Başka ne var, “İkinci cumhuriyet ve yeni Osmanlılık kavramlarını çok sağlıklı buluyorum” Şimdi yeni cumhurbaşkanımız ikinci cumhuriyetçi ve yeni Osmanlıcı bir cumhurbaşkanı. Yeni Osmanlıcılık hepimiz Osmanlı gerçeğinin bir parçasıyız elbette. Arkamızda Osmanlı var, Selçuklu var. Onun ötesinde bir büyük tarih var. Ama cumhuriyet var. Yani yeni Osmanlıcılığı cumhuriyete karşı bir alternatif gibi düşünüp önermiş olan bir anlayış.

Bir başka noktayı söyleyeyim, madem çok açamayacağım bunları. En kaba değerlendirmesi bence, “Türkiye’de cumhuriyetin sonu geldi, kesinlikle laik sistemi değiştireceğiz” Bunu bir yabancı gazeteye demeç olarak vermiştir. Gazetede çıkmıştır. Daha sonra bunu tekzip etmiştir, gazetecide elimde kaseti var, bunu bana söylemiştir demiştir.

Bununla pek ilgili olamayan bir başka noktayı söyleyeyim. Diyor ki, “8 yıllık temel eğitimle ilgili olarak bu bir reform değil darbedir. Basın destekli sivil asker bürokrasisi ve sol partilerin dayatması, bunu ancak ara rejim ürünü hükümetler yapar” Neyi yapar? 8 yıllık temel eğitim. Yani 8 yıllık temel eğitim uygulamasından şikayetçi olan bir cumhurbaşkanı.

Bir ülke, ciddi bir toplum, ciddi bir devlet bu düşünceleri ortaya koymuş bir insanı Amerika’da, Fransa’da, İngiltere’de, İtalya’da, Yunanistan’da kendi gerçeklerine siyasi temellerine bu kadar açıktan meydan okumuş bir insanı cumhurbaşkanı diye seçer mi?

Murat AKGÜN- TBMM’de görülen o ki, 28 itibariyle seçilecek.

Deniz BAYKAL- O bizim problemimiz işte. Bizim katkımız yok onda. Katkısı olanlar düşünsün. Bu bir tarihi sorumluluktur. Biz ne yaptığımız bilerek söylüyoruz.

Başbakan diyor ki, onun hakkında, özü sözü birdir diyor. Bu sözleri söylemiş ve daha sonrada Anayasa kılavuzum olacak diyen bir insan hakkında herşey söylenebilir de özü sözü birdir denemez. Yani efendim o zamanda samimi konuştu arkadaşımız, şimdide samimiyetle böyle düşünüyor, onu aştı diyebilir. Eğer öyleyse bunu söylesinler bir anlayalım. Ama bunu söyleyen insanın bizim bu çocukluk hastalıklarımız, bunları o zaman söyledik. Bunlar ciddi şeyler değil demesi lazım. Diyebiliyor mu?

Bakın dinci gazetelerde, “Bu bize takiye yapmış” demeye hazır yayın tablosu var. Görüyorsunuz, izliyorsunuz. Hepsi de diyor ki, bize mi takiye yaptı, yoksa devlete mi takiye yaptı? Takiye lafını ilk kez dinci gazetelerde kullanıyor.

Şimdi ne olduğu belli değil bunun. Samimi olabilir, samimiyetini sorgulamak istemiyorum. Şimdi böyle düşünüyor olabilir. Öyle düşünüyor mu düşünmüyor mu onu da bilmem. İki yıl sonra ne düşünür onu da bilmem. İki yıl sonra Türkiye’nin, dünyanın şartları ne olur, o şartlar içinde neyi söylemeyi uygun sayar, neyi söylemek hesabına gelir, o zaman neyi söyler bilemem. Ben bilemem. Bilemediğim bir insanı da cumhurbaşkanı olarak istemem. Ben oraya neyi düşündüğünü, neyi temsil ettiğini, neyin uğrunda mücadele edeceğini, neyi samimiyetle savunacağını bileceğim insanı getirmek isterim.

Şimdi bunu söyleyebiliyor musunuz? Hiçbiriniz söyleyemezsiniz. Kimse söyleyemez. Onun seçimine katkı verip Anayasal engeli aşmaya destek veren insanlar bile bunun yanlış olacağını söylüyor. .yanlış olacaksa niye seçtiriyorsunuz? Biz yanlış olacağını biliyoruz seçtirmiyoruz. Bu ne zaman doğru olur? Samimiyetle bu çıkar, bize anlatılır ki, gerçekten bu aşılmış düşüncelerdir ve şimdi bunun karşısında net ve açık tavır takınılmaktadır. Daha bu takınılmış değil. Şimdi idare ediliyor. Şimdi toplumun öyle bir kısmı böyle.

Olayın bir boyutu da şu; olay bir Abdullah Gül’ün psikolojisi problemi değildir. Türkiye’nin sosyolojik, siyasal değişimi sürecidir. Bu değiş sürecinde nerede duruyor bu cumhurbaşkanlığı?

Murat AKGÜN- O zaman siz hemen kriz öngörüyorsunuz seçimden hemen sonra.

Deniz BAYKAL- Türkiye kriz yaşamadan da yanlışlığa sürüklenebilir. Bakın şimdi ne söyleniyor Türkiye’de? Bugün yabancı gözlemciler Türkiye’ye baktıkları zaman artık sıradan bir gerçeği tespit eder gibi Türkiye bir ılımı İslam devleti demeye başladılar. Eskiden bunu söylediği zaman bütün toplum ayağa kalkardı, bunu söyleyende bir iddialı, çarpıcı bir söz söylüyor gibi kendini hissederdi. Bu böyle değil bakın.

Murat AKGÜN- Burada bir Başbakanın lafını söylemek istiyorum, sizin bu konudaki görüşünüzü almak istiyorum. Başbakan yine Kanal D’deki röportajında dedi ki, ılımlı İslam lafı çirkin bir yakıştırmadır, İslam İslam’dır. Yani İslam’ın ılımlısı ılımsızı olmaz dedi.

Deniz BAYKAL- Dini bir devlet olmaya itiraz etmiyor. Dinin dozuna itiraz ediyor orada. Bende zaten onu söyleyeceğim. Şimdi ılımlı İslam devleti olarak tarif edilmeyi kabul ederseniz elbette biz hepimiz bir çoğunluğu Müslüman bir toplumuz. Milletimizin ezici çoğunluğu Müslüman ve bundan da hepimiz iftihar ediyoruz. Bin yıldır Müslümanız, daha bin yıl Müslüman kalacağız. Bunda bir tereddüt yok. Tereddüt devletimiz nasıl bir devlet olacak? Bu tartışılan konudur. 80 yıldır Türkiye’de bunun mücadelesi veriliyor, çok daha uzun bir süreden beri içinde bulunduğumuz coğrafyada veriliyor, bu sonu bitmiş, sonu gelmiş bir mücadele değildir. Bu daha geleceğe giden bir mücadele.

Şimdi bu mücadele de bu cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’nin tarihi başarısına bir olumsuz etki getireceği içinde büyük önem taşıyor. Bu etkiyi ben sadece Sayın Gül’ün zihniyetine, anlayışına, Başbakanın düşüncesine bakarak söylemiyorum. Onlar bir büyük dalganın üzerinde sörf yapıyorlar. O dalga onları şimdi cumhurbaşkanlığına getiriyor. Ama bilin ki, o dalga devam ettiği sürece, birgün o dalga onları da atar, yarın başkalarını alır getirir. Önemli olan o dalganın dinamikleridir ve şimdi o dinamikler öyle işliyor ki, Türkiye artık bir laik demokratik cumhuriyet olarak algılanmaktan çıkıyor, tarif edilmekten çıkıyor, bir ılımlı İslam devleti olarak niteleniyor ve herkeste bunu içine sindiriyor. Bu ülkenin Başbakanı da çıkıyor diyor ki, kardeşim İslam devleti tamamda niye ılımlı diyorsunuz, başına niye bu sıfatı takıyorsunuz?

Evet öyle olur. Öncesinde ılımlı İslam devleti derler, niye? Çünkü onların işine o geliyor. Onlar gerçek İslam devleti deyince Talibanı görürler, Afganistan’ı görürler, İran’ı görürler ve aman o olmasın, ama laikte olmasın, olmuyor zaten olmayıversin, bizim meselemiz değil. Ilımlı İslam devleti oluversin derler. Bilmezler ki, ılımlı islam devleti olur, arkasından birileri çıkar, ne demek bu der ya. Dinimizden utanıyor muyuz biz? Niye ılımlı sıfatına ihtiyaç var. Biz dinimiz neyse oyuz kardeşim. Kaldırın bunu derler, onu kaldırırlar. Arkasından gerçek İslam devleti o mudur, bu mudur tartışması başlar. O bir süreçtir. O süreç sizi alır nereye kadar götürür, yaşar görürsünüz.

Şimdi buradaki olay şu, bakın; Başbakan bu süreçte ortaya çıkabilecek olan sıkıntıları gördüğü için durumu belki kontrol etme gayreti içine girdi son aşamada. Uzlaşma lafını onun için söyledi. Bizleri gelip bir anlayış birliği yaratma ve onunla hiç olamazsa bu baskıyı, bu basıncı o yükselen dalgayı, o tsunamiyi idare etmek istedi. Edemedi. Altında kaldı. Edemedi ve teslim oldu Başbakan. İstemediği halde yürüdü.

Burada tabi bir muhalefet partisinin, “Anayasal engeli biz kaldırıyoru” demiş olmasının da önemli bir katkısı olmuştur. Onlar da böylece bu dalganın bir Anayasal sorun da olmadan istediği gibi gelip geçmesinde sakınca görmediklerini ve Sayın Gül’ün cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin önünü böylece açmışlardır ve bu süreç böyle işlemiştir.

Şimdi ben şunu toplumumuza, milletimize anlatmak istiyorum. Bakın, Başbakan bugün istediğini yapmadı, önlemek istedi önleyemedi. Niye önleyemedi? Şu anda bize söylediği sözlerin ötesinde herkes veya pek çok çevre, buna destek veren çevre, Sayın Gül’ün cumhurbaşkanlığından bir rövanş etkisi bekliyor. Bir gidişatı değiştirme, cumhuriyetle hesaplaşma, cumhuriyetin kazanımlarına bir dur deme ve yeni bir süreç açma umudu bekleyişi içinde, onun için saldırıyorlar.

Demin bahsettiğim, bu söylediğimiz lafları söylememiş olsa Gül cumhurbaşkanı seçilir miydi? O lafları demin benim okuduğum, şikayet ettiğim lafları söylememiş olsa Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığı böyle tartışma konusu olur muydu? Olmazdı. Sıradan normal bir cumhurbaşkanı olurdu.

Hayır, onu biz getireceğiz diyorlar ve onu getiriyorlar. Onu getiren insanlar, onun getirdiği insan, ben artık öyle düşünmüyorum dese de, bunun artık hiçbir önemi yoktur. O çünkü bir süreci başlatacaktır. Bir birikim gelişmeye başlayacaktır. Bakın Türkiye’yi laik demokratik cumhuriyet olmaktan çıkarmaya yönelik süreç bu cumhurbaşkanlığı seçimiyle hız kazanmış olarak gelişecektir. Benim tespitim budur.

Murat AKGÜN- O nedenle söylediklerine inanmıyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Hayır öyle olsa dahi diyorum. Yani inanıp inanma değil. Şimdi öyle söyler. Neyi inanacaksın. Yani 10 yıl önce söylediğini bugün reddediyor. Niye reddettiğinin hesabını vermeden reddediyor. Bugün söylediğinin hesabını 10 yıl sonra nasıl soracaksın ondan. Böyle bir olay yok. O iyi niyetle, şartlara göre şimdi kendisine ne söylemesi gerekiyor, bekleniyorsa onu söyleyerek yürüyor. Ama onu yürütenlere bakın, arkasındaki güce bakın. Arkasındaki güç bu yönüyle onu getiriyor. Yarın açıkça böyle bir sapma sergilemeden de bunu söyleyecek insanı getirmeyi deneyecektir.

Bizim cumhurbaşkanlığı konusunda almamız gereken stratejik karar bu süreci bu şekilde güçlendirerek, büyüterek sürdürelim mi, yoksa demokrasiye bir şans tanıyalım mı? Durun deyip bir konjonktürde, yeni bir siyasi denge ortaya çıkararak bu konularda bir sıkıntı doğurmadan bir çözüm oluşturalım mı? Buna bakmak lazımdır. Ama bu cumhurbaşkanlığı seçimi bu şansı ciddi şekilde ortadan kaldırmıştır, şimdi biz bu cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiye’deki bu tarihi hesaplaşma bekleyişi içinde olanlara katacağı gücüde dikkate alarak, ortaya çıkacak tabloyu yaşayıp, görüp ona karşı tavrımızı takınmak durumundayız.

Şimdi burada bir siyasi parti olarak bizim, hele cumhuriyeti kurmuş bir siyasi parti olarak bizim görevimiz, bütün bunları gördüğümüz bir noktada hiçbir şekilde o öyle istiyor, bu böyle istiyor falan diye baskılara boyun eğip bunlara alet olmamaktır. Biz alet olmuyoruz.

Şimdi herkes, toplumun psikolojisidir bu, insanlar, olacak bir şey, artık bunun önüne geçmenin imkanı var mı? Bak birinci tur gitti. İkinci tur geliyor. 341 tane oy alınmış. Bununla Anayasal engeli kaldırmış “arkadaşlar, dostlar” Ne olacak? Gelecek. Gelecek olana kötü demeyelim. Bunu bu kadar itmeyelim. Bunu sevimli, sıcak sunalım, olumlu tarafını görelim, böyle bir kolektif kendini aldatma psikolojisi toplumlarda vardır. Şimdi o işliyor. Herkes olayı kaydırarak, saptırarak, türbanı mı öyle bağlasın, böyle mi bağlasın falan muhabbetleri vs. ya da başka konularda ciddi tepkiler.

Bekir Coşkun’la ilgili olarak ortaya çıkan gerçekten vahim anlayış karşısında gösterilen tepki cumhurbaşkanlığı konusunda gösterilemedi. Niye gösterilemedi? Aynı olaydır. Aynı özdür. Şimdi bununla biraz avunalım. Bununla duyguları tatmin edelim. Zaman kazanalım. Bu sağlıklı bir yaklaşım değil. Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Bunu söylemek benim görevimdir. Bunu görüyorum.

Murat AKGÜN- Bütün bunları söylerken Başbakanla diyalog tümden kopmuş vaziyette mi? Çünkü gelecekti gelmedi dediniz. Bu sözlerden artık bu saatten sonra bir iktidar partisiyle iplerin koptuğu anlamına mı geliyor?

Deniz BAYKAL- Ne münasebet. Gelmek isterse kapımız açık. Memnuniyetle, ama ne konuşacak benimle? Niçin gelecek? Bana Türkiye’nin önündeki bu olasılıkları değerlendirip, bu konuda bir çıkış yolu arayışı konusunda istişare edeceğim diyordu. Bende bunun üzerine, ne kadar güzel, olması gereken bu diyordum ve bunu saygıyla karşılıyordum ve katkımı yapacaktım. Katkım nereye kadar olacaktı biliyor musunuz? Bir AKP’linin, ama bu sakıncaları taşımayan bir AKP’linin Cumhurbaşkanı seçilmesine oy vermeye kadar olacaktı.

Bunu daha ilk cumhurbaşkanlığı tartışması sırasında söylemişim ben. O zaman tabi o havada değildi. Onları reddetti tümüyle. Daha sonra şartlar onu bu noktaya getirmiş olabilir diye düşündük. O da çıktı, tamam dedi, geleceğim. İyi gel memnuniyetle. Bunları onunla konuşacaktım ve cumhuriyeti rencide etmeyecek, cumhuriyete karşı daha dün olumsuz tavır takınmamış, bu konuda kuşku yaratmayan, güven veren ahlaklı, değerli bir partili milletvekilinizi istiyorsanız yardımcı olalım diyecektim. Bunu diyemedi, bunu bana soramadı, sormasına izin verilmedi. Bundan başka şansın yok dediler. O da ondan başka şansı olmadığını kabul etmek zorunda kaldı.

Şimdi ben bunu diyorum, niye şansı yok? Nedir bu olağanüstü özellik? Olağanüstü özellik söylediği o laflardır. Bu laflar onu oraya getiriyor. Hiç hata etmeyin. Geçmişte, 10 yıl önce söylediği o laflar, o’nun şimdi buraya gelmesine yol açan laflardır O olmasa diğer 340 AKP’linin önemli bir kısmı gibi, o da herhangi birisi olurdu. Şimdi o değil. Bunu söylemiş olduğu için gelmesi gerekiyor. Yarın belki bunu söylediğini inkar etmeyecek. Söylediğine bugünde sahip çıkacak birisini getirme aşmasına gelecektir işler.

Bu bir süreç. Bu sürecin içinde Tayyip Erdoğan gelir geçer, Abdullah Gül gelir geçer. Bunların bir önemi yok. Bu 80 yıllık bir mücadele. Bu mücadelenin uluslararası çerçevesi var. Ortadoğu’da Türkiye’ye belli bir rolü oynatmak isteyen süper güçler, çeşitli dünya güçleri bu anlattığım konularla hiç meşgul değiller. Umurlarında değil. Türkiye ılımlı İslam devleti olmuş olmamış mühim değil. O nedenle ılımlılara yeşil ışık yakarlar, ılımlı İslam devletini getirirler, ondan sonra da o devletin nasıl dönüştüğünü, neye dönüştüğünü, neye tekemmül ettiğini yaşar görürler, hayret ederler bu defa onunla mücadele etmeye kalkarlar.

Murat AKGÜN- Sayın Ahmet Necdet Sezer ayın 28’i itibariyle bu görevden ayrılacak. Siz onun cumhurbaşkanlığı dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Artılarıyla, eksileriyle. Birkaç cümleyle de onu rica ediyorum.

Deniz BAYKAL- Yani tarih bunun değerlendirmesini yapacaktır. Sayın Cumhurbaşkanına ben büyük saygı duyuyorum. Hiç kuşku yok çok önemli ve tarihi bir görev yaptığına inanıyorum. Türkiye’nin bu sıkıntılı tablosu içinde, Anayasa duygusunu, hukuk duygusunu kararlılıkla ortaya koymuştur. Bu konuda çok önemli müdahaleler yapmıştır. Çok saygıdeğer bir insandır. Mütevazı bir yaşamı vardır. Ahlaklı bir insandır.

Murat AKGÜN- Bundan sonra siyasette rol alması mümkün olabilir mi? Sizin bir çağrınız olabilir mi?

Deniz BAYKAL- Bu tamamen Sayın Sezer’in kendi kişisel değerlendirmesine bağlı bir olaydır. Onu ben saygıyla karşılarım. Bu konuda herhangi bir ilgi göstermesi ülkemizde pek çok insanı, ben de dahil olmak üzere mutlu eder. Ama bu konuda karar alması gereken kendisidir. Onun alacağı kararı hepimiz saygıyla karşılayacağız. Siyasetin bir parçası olmayı istemeyebilir.

Murat AKGÜN- Sizin bir çağrınız olacak mı?

Deniz BAYKAL- Bu benim haddimi aşmam olur. Öyle bir çağrı yapıp o çağrıyı kabul etti etmedi tartışmaları içine girmek hiç uygun değildir. Doğru değildir. Sayın Sezer cumhuriyetimizin iftiharla anacağımız, başımız dik bir şekilde Cumhurbaşkanımızdı diye daima söyleyebileceğimiz çok değerli, çok saygın bir şahsiyettir. Bundan hiç kuşku duymuyorum.

Murat AKGÜN- Gazetelerde haberler var ki, Sayın Başbakana atfen Cumhurbaşkanının kendisine 367’nin yanlış olduğuna dair bugün herhalde gazetelerde görmüşsünüzdür. Siz hiç Cumhurbaşkanından böyle bir şey, ima yoluyla da duydunuz mu?

Deniz BAYKAL- Hayır. Yani bu konuda Sayın Başbakanla Sayın Cumhurbaşkanı arasında geçtiği ifade edilen bir konuşma. Onun bir tarafı olmam söz konusu değil. Bu bir hukuk konusu bu hukuk konusuyla ilgili Türkiye’nin çok değerli hukukçuları, Anayasa hocaları her iki düşünceye de destek verir bir tavır içindeler. Yetkili organ Anayasa Mahkemesi. Anayasa Mahkemesi bu konuda bir karar aldı. Bu konu nettir. Artık halledilmiştir. Tabi hukuk camiası tartışmaya devam edecektir. O tartışmada sürebilir ama bunu bir siyasal tartışma konusu haline getirmenin bir anlamı yok.

Murat AKGÜN- MHP’ye suçlamalarınız var, DSP’ye eleştirileriniz var.

Deniz BAYKAL- Suçlama değil, tespitlerim var. Yani çok açık, çok net bir olay.

Murat AKGÜN- Muhalefetin bir işbirliği bundan sonra söz konusu olabilir mi bu şartlarda?

Deniz BAYKAL- Yani Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar muhalefet içinde değil sadece, muhalefet-iktidar partilileri, milletvekilleri arasında da işbirliğini gerektiren ciddiyettir. Yani bunu böyle kendimizi muhalefet diye tarif edip, böyle bir anlayış içinde bakmıyorum ben olaya. Türkiye’nin meseleleri var. O meselelerde doğru tavır takınmak lazımdır. Cesaretli tavır takınmak lazımdır, tutarlı tavır takınmak lazımdır.

Yani muhalefet döneminde biz ne söylediysek onun gerektirdiği çizgide seçim öncesinde ne söylediysek şimdi onun doğrultusunda görevimizi yapmaya devam ediyoruz.

Kimseyi aldatmadık. Kimseyi yanıltmadık. Kimseye yanlış izlenim vermedik. Cumhurbaşkanlığı konusunda ne söylüyorsak oydu. Mesela ben cumhurbaşkanlığı konusunda Sayın Başbakanın cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili olarak çeşitli değerlendirmeler söyledim ama, benden çok daha iddialı değerlendirmeler ortaya atıldı. Vahim suçlamalar, indirme iddiaları vs. ortaya atıldı. Bir çizgi ortaya kondu.

Şimdi gelinen noktada ben seçim öncesinde hangi görüşteysem şimdide aynı çizgiyi götürüyorum. Bunu bir yapay tutarlılık arayışı için değil, Türkiye’nin ihtiyacı bu olduğuna içtenlikle inandığım için.

Bence Sayın Gül’ün oraya gelmesi sakıncalı ise ki, sakıncalı ve görüyorum bütün muhalefet partileri de bunu söylüyorlar. Sakıncalı ise gereğini yapmak lazımdır. Yani, sakıncalı ama gelsin. Bu olmaz. Bu olursa ben daha çok oy alırım. Daha çok oy falanda almazsın. Hiç hata etme. Oy falanda almazsın. Oy hesabı da değil kaldı ki. Sakıncalı ise gereğini yap. Eğer sakıncalı değilse sakıncalı diye bir takım insanları aldatma, yanıtlama. Onlar çünkü sen sakıncalı dediğin zaman bu sakıncalı olduğunu görüyor, onun gereğini yapacak diye sana oy veriyorlar. Oyu alıyorsun sonra gereğini yapmıyorsun. Bunu yapma. Sakıncalı ise sakıncalı gibi davran. Tutarlı ol. Sonuna kadar aynı anlayışla yürü. Eğer sakıncalı değilse sakıncalı değil, herhangi bir insan olabilir, niye olmasın de. O zaman öncede de. Kimseyi yanlışa sevk etme.

Biz bunu yapmadık. Bugün CHP, AKP’nin bu yanlışlıkları karşısında tutarlı, ölçülü, dikkatinizi çekerim ölçülü, ilkeli bir tutumu sürdürmektedir. Yani meydanlarda ip atıldı. İp atıldığı zaman herkes zannetti ki, bu ip terörist başının idamı için atılmıştır. Şimdi ortaya çıkıyor ki, bu Abdullah Gül’ün kuyudan çıkarılması için atılmış bir iptir.

Teşekkür ederim.

Tuesday, August 21, 2007

Funda Arar - Kaldırımlar

Thursday, August 16, 2007

Zeynep Casalini - Refakatçi

Tuesday, August 14, 2007

Genel Başkan Baykal CNNTÜRK’ün Canlı Yayını “Ankara Kulisi” Özel’de Gazeteci-Yazar Fikret Bila’nın Sorularını Yanıtladı


-“Cumhurbaşkanlığının bir siyasi partinin kendi iç sorunu gibi anlaşılması kabul edilemez, böyle bir şey olamaz olmamalıdır. Çünkü o bütün milletin Cumhurbaşkanıdır”
-“Bu tartışmalar sırasında beni rahatsız eden bir temel olay da, sanki bir Cumhurbaşkanı seçmiyoruz da birileriyle hesaplaşıyormuşuz gibi bir anlayışın ortaya çıkmasıdır. Bunu çok sağlıksız bir yaklaşım olarak görüyorum. Bu bir rövanşist yaklaşım, bir hesaplaşma, bakalım kimin dediği olacak. Kimin dediği olacak diye bir şey yok. Elbette meclisin dediği olacak, elbette meclis seçecek. Ama meclis seçerken Türkiye’yi düşünecek, kavrayacak. Makulü budur, doğrusu budur”

-“Benim bakış açımda kılık kıyafet, eşin kılık kıyafeti bir belirleyici unsur değildir. Bunu çok açık bir şekilde ta başından beri söylüyorum. Kafasının içi konusunda güven veren herkes olabilir”

-“İnadımız inat, bunu seçeriz, bu seçildikten sonrada ortada bir takım gerginlikler çıkar mı? Çıkarsa çıksın kardeşim yaklaşımı çok tehlikelidir”


Fikret BİLA- İyi günler sevgili izleyiciler. Ankara Kulisi özel programına hoşgeldiniz. Sevgili izleyiciler bu hafta Cumhurbaşkanlığı için kritik bir hafta. Adaylar belirlenecek. İktidar partisi AKP bu akşam Merkez Yönetim Kurulunu toplayacak ve büyük olasılıkla da AKP’nin adayı veya adayları ortaya çıkacak. Bu kritik hafta nedeniyle bizde bugün özel bir program yapıyoruz ve özel bir konuğumuz var. Cumhuriyet Halk Partisi lideri Sayın Deniz Baykal özel programımızın konuğu. Efendim hoşgeldiniz.
Deniz BAYKAL- Teşekkür ederim, hoşbulduk.
Fikret BİLA- Sayın Baykal efendim kritik günlere girdik Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda süre işliyor ve AKP’de MYK’sını bu akşam toplayacak. Büyük olasılıkla adayın belirlenmesini bekliyoruz veya adayların. Sizin tutumunuz seçim öncesinde belliydi. Seçim sonrasında fazla değişmedi. Siz halen iktidar partisiyle uzlaşma yoluyla ortak bir aday belirlenmesi gerektiğini savunuyoruz ama şuana kadar Sayın Başbakan Erdoğan’dan bu yönde bir adım gelmedi bizim bildiğimiz kadarıyla. Eğer size özel bir işaret veya sinyal gelmediyse.

Şimdi efendim hava şöyle; Sayın Abdullah Gül seçim öncesinde adaydı, sonrasında da adaylığının devam ettiğini ima eden açıklamalar yaptı ve kamuoyundaki beklentide yine Sayın Gül’ün aday olacağı şeklinde. Bu koşullarda Cumhuriyet Halk Partisinin tutumu ve konumu ne olacak efendim? Şuan itibariyle düşünceniz nedir?

Deniz BAYKAL- Bu konuya biz çok genel ve sürekli bir anlayışla yaklaşıktık. Bu anlayışımız daha önce seçimden öncede ifade edilmiştir. Seçimden önceki Cumhurbaşkanlığı tartışmaları sırasında da aynı anlayışı belirtmiştik. Bizim anlayışımıza göre Cumhurbaşkanlığı çok önemli bir yerdir. Cumhurbaşkanlığının bir siyasi partinin kendi iç sorunu gibi anlaşılması kabul edilemez, böyle bir şey olamaz olmamalıdır. Çünkü o bütün milletin Cumhurbaşkanıdır, 72 milyonun Cumhurbaşkanıdır. Sadece seçilme usulüyle ilgili kuralları elbette temel alacağız hiç kuşku yok ona göre seçilecek. Ama ona göre seçilirken, seçilecek olan kişinin Türkiye’nin tümünü kucaklaması gerektiğini unutmayacağız ve bu anlayış içinde yaklaşacağız. Ben seçimden öncede söylemiştim. Biz tek başımıza seçme çoğunluğuna sahip olarak da bu seçimden çıksak hiç kuşku yok ben partiler arasında bir uzlaşmayla Cumhurbaşkanı seçilmesi gerekir diye düşünüyorum demiştim. Böyle olması lazım. Cumhurbaşkanının özellikle böyle olması lazım. Bakın meclis başkanını seçtik kısa bir süre önce. Meclis başkanı seçiminde herhangi bir sorun, sıkıntı çıkmadı. Gene orada da bir uyum ve uzlaşma ihtiyacı açıkça gözüküyordu. Ama bir siyasi gelenekte vardı, o siyasi geleneğe göre normal şartlarda parlamentoda en çok milletvekili olan partinin meclis başkanı seçme hakkı tanınırdı, böyle bir uygulama vardı. Hatta bu uygulamayı mutlak çoğunluğu alamadığımız Cumhuriyet Halk Partisinin 1977 seçiminde de uygulamıştık. O zamanki MHP Genel Başkanı rahmetli Alpaslan Türkeş CHP’den birisinin seçilmesi gerekir demişti ve kimin olması gerektiği konusunda da biz o zaman onların nabzını tutmuştuk. Onlarla bir uzlaşma arayışına girmiştik ve Cahit Karakaş’ı meclis başkanı olarak meclis elbirliğiyle seçmişti. Yani bunun böyle olması lazım normal şartlarda. Bu defada AKP bence iyi niyetle davrandı. Muhalefetinde onayını alacağını umut ettikleri, düşündükleri bir ismi önerdi Sayın Köksal Toptan. Biz onların bu iyi niyetli jestine aynı iyi niyetle cevap verdik. Pekala katılmayabilirdik, çoğunluğunuz var kendiniz seçin, bir AKP’li seçilecek, bizim meselemiz değil diyebilirdik. Bunları demedik katıldık. Katılmakla kalmadık oy verdik. 400’ün üzerinde oy aldı, 450 oy aldı. Nasıl aldı? İşte böyle aldı. Hiçbir kompleks yapmadık. Elbette olacak. Bunu yapabilecek bir insan, bir milletvekili AKP’li olabilir. İşte oldu, önerildi ve yaptık.

Şimdi Cumhurbaşkanı seçilecek. Cumhurbaşkanı daha da önemlidir. Yani sadece bir meclis içi olay da değildir. Bırakınız AKP içi bir olay olarak bunun anlaşılamayacağını sadece meclis içi bir olayda değildir. Elbette meclis seçecektir. Elbette milletvekilleri seçecektir. Ama milletvekilleri seçerken sadece kendilerini düşünme, sadece partilerini düşünme hakkına sahip değildirler. Bütün Türkiye’yi düşünecekler. Türkiye’nin bütün toplum kesimlerini, bütün kurumlarını, anayasal kuruluşlarını, onların anlayışını düşünecekler ve Cumhurbaşkanı seçerken geçmişe değil geleceğe bakacaklar. Yani Türkiye’yi bir gerileme sürüklemeden, bir uyum ve işbirliği içinde yönetebilecek birisini, o umudu veren birisini getirecekler. Yoksa biz inadımız inat, bunu seçeriz, bu seçildikten sonrada ortada bir takım gerginlikler çıkar mı? Çıkarsa çıksın kardeşim yaklaşımı çok tehlikelidir.

Bu tartışmalar sırasında beni rahatsız eden bir temel olayda sanki bir Cumhurbaşkanı seçmiyoruz da birileriyle hesaplaşıyormuşuz gibi bir anlayışın ortaya çıkmasıdır Fikret bey. Yani bunu çok sağlıksız bir yaklaşım olarak görüyorum.

Fikret BİLA- Rövanş gibimi görüyorlar?

Deniz BAYKAL- Evet. Bir rövanşist bir yaklaşım, bir hesaplaşma, bakalım kimin dediği olacak. Kimin dediği olacak diye bir şey yok. Elbette meclisin dediği olacak, elbette meclis seçecek. Ama meclis seçerken Türkiye’yi düşünecek, kavrayacak. Makulü budur, doğrusu budur. Yani meclis başkanını bir militan, partizanı olarak seçmedikte daha güven veren, muhalefete de değer veren, saygı gösteren, anayasayı içine sindirmiş birisi olarak seçtik bir zararı oldu mu bunun?

Fikret BİLA- Sayın Baykal efendim bu yaklaşımınızla Sayın Abdullah Gül alınganlık göstermişti ben konuşmuştum kendisiyle. Bu militan kavramını kullanmanızı yadırgadığını söylemişti. İşte ben başbakanlık yaptım, dışişleri bakanıyım nasıl böyle bir kavramla Sayın Baykal beni tanımlar demişti. Oradan şunu bağlamak istiyorum süratle. Sayın Abdullah Gül’ün adaylığına geçen dönem karşı çıktınız parlamentoya girmediniz. Bu dönemde Sayın Gül’e karşı çıkıyorsunuz. Neden Abdullah Gül’e karşısınız efendim.

Deniz BAYKAL- Ben militan sözünü Sayın Gül’ü üzecek, ona saygısızlık anlamına gelecek bir deyim olarak kesinlikle düşünmedim. Bir ideolojik iç çemberin bilinçli bir üyesi. Yani bakın şimdi aynı tartışmalara girmek istemiyorum. Abdullah beyin öyle yazıları var ki, o yazılar ancak çok ideolojik bir derin angajmanla yazılır. Yani bunlar böyle sıradan, ayaküstü söylenmiş sözlerde değil. Bir temel siyasi kimliği ortaya koyan bir şey. Ve Türkiye’nin tarihiyle hesaplaşmaya yönelik değerlendirmeler. Anayasasının özüyle hesaplaşmaya yönelik bir değerlendirme. Bu çizgiden geliyor. Bu çok açık.

Fikret BİLA- Yani bir parti için doğal değil mi? AKP bir ideolojisi var. Sayın Gül’de bunun kurucularından.

Deniz BAYKAL- Ama o ideoloji Türkiye’nin... Yani şimdi o ideolojiyi bıraktık diyorlar. Gömleği çıkarttık, milli görüş. Türkiye Cumhuriyetinin temel felsefesini, kuruluş felsefesini içine sindirdiği konusunda güven vermeyen bir siyaset çizgisi ortaya koymuştur. Ben bunu nitelemek için bir parti militanı dedim. Yani bu düşünceleri saygıdeğer olabilir. Ama Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesiyle problemi olması uygun değildir. Yani işte ne mutlu Türküm diyene denilebilir mi, denilemez miden tutunuz, üniter devlet mi, eyaletler sistemimi konusundan geçiniz, din camiye hapsediliyor mu, hapsedilmiyor mu Türkiye’de tartışmalarına dokununuz. Bütün bunlardan geçtiğiniz zaman ortaya çıkan tablo Türkiye Cumhuriyetinin bugünkü toplumun büyük çoğunluğu tarafından hiçbir problem görülmeden özümsenmiş olan genel çerçevesini Sayın Gül’ün hiç olmazsa hayatının uzunca bir dönemi boyunca kabul etmediği, reddettiği ve ona karşı bir mücadelenin aktif bir taraftarı olduğu gerçeğidir.

Fikret BİLA- Kastettiğiniz bu yani.

Deniz BAYKAL- Bu anlayıştan çıktığına dairde bir işaret yok. Bunu da söyleyeyim.
Fikret BİLA- Yani Türkiye’nin kuruluş felsefesiyle bağdaşık değil diyorsunuz Sayın Gül için.

Deniz BAYKAL- Evet bir problem var, kesin var. Yani şuanda eğer bir değişim varsa bunu öğrenmek isteriz. Türkiye’de içine girilmiş olan büyük siyasi mücadelenin... Nedir o mücadele? Türkiye Cumhuriyete geçmekle hata yaptı. Cumhuriyete geçerek Türkiye’nin toplumsal dokusu bozuldu, Türkiye’de inanç sistemi bundan zarar gördü, din zarar gördü. Türkiye’de laikliği, milliyetçiliği, Cumhuriyetçiliği daha dini temellerde ılımlı dini temellerde belki bilemiyorum. Bunu Amerika öyle diyor. Yeniden tarif etmek lazım. Bu düşüncenin makalesini yazmış olan insan Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yaptı. Şimdi bu çemberdir, bu çizgidir, bu güven vermiyor. Yani ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar Türkiye Cumhuriyetiyle kavga edilmiş bir yaklaşım var. Yani biz Türk milleti miyiz, değil miyiz? Bunun adı konulamıyor.

Şimdi bütün bunlar ister istemez bir tereddüt, bir kuşku yaratıyor. Bizim kastettiğimiz budur.

Fikret BİLA- Sayın Baykal yani şunu mu efendim kastediyorsunuz? Sayın Gül Cumhurbaşkanı olursa Türkiye’de zaman zaman yorumlarda gördüğümüz gibi rejimin niteliği, tehdidi altına mı girecek, ılımlı İslam Cumhuriyeti gibi bir Cumhuriyete mi yönelecek. Sayın Gül bunları reddediyor efendim. Böyle bir zihniyetim olsaydı ben Başbakanlık yaptım, Dışişleri Bakanlığı yaptım. Türkiye’nin en önemli sırlarına sahip bir siyaset adamıyım diye konuşuyor. Soruyu şöyle bağlamak istiyorum. Çok açık telaffuz edilmiyor ama demin çerçevesini çizdiğiniz zihniyetle bağlantılı olarak Sayın Gül’e karşı yöneltilen itiraz gerekçelerinin büyük kısmı ortadan kalktı. Meclis yenilendi, yeni meclis yeni Cumhurbaşkanı seçecek. Eski mecliste eksik temsil sorunu vardı 2002 seçimlerinde oylar yansımamıştı. Bu ortadan kalktı. 367’yi Anayasa Mahkemesi yorumladı ve kural olarak koydu. 367 sorunu yok çünkü MHP Genel Kurula gideceğini söyledi. Dolayısıyla geriye bir tek sizin böyle tarif ettiğiniz ama kamuoyunda daha çok eşinin türbanlı olması olarak somutlaştırdığı bir olay var. Siz eşinin türbanlı olmasını da açıktan söylememekle beraber bir engel olarak mı görüyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Hayır benim bakış açımda kılık kıyafet, eşin kılık kıyafeti bir belirleyici unsur değildir. Bunu çok açık bir şekilde ta başından beri söylüyorum.

Fikret BİLA- Türbanlıda olabilir Cumhurbaşkanının eşi.

Deniz BAYKAL- Yani kafasının içi konusunda güven veren herkes olabilir. Yani herhangi kılık kıyafet eşiyle ilgili, kendisiyle ilgili şartı koşmuyorum. Gerçekten kendi siyasi çizgisiyle güven veren herkes anayasanın şartlarını yerine getiriyorsa olabilir. Bakın ben Sayın Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olma ve Başbakan olma yolunu açmakla itham edilmiş bir insanım. Hiçbir zaman ben bunu bu mücadeleyi verirken onun eşinin başı türbanlımı, değil mi konusunu en küçük bir unsur olarak dahi dikkate almadım. Bu sözkonusu değildir. Bizi ilgilendiren o değildir. Bir insanın siyaset yapma, milletvekili olma hakkının önünde kabul edilemez bir engel varsa sürdürülemez, geçersiz, çağdaş hukukun kabul etmeyeceği bir engel varsa onun kalkması lazım dedik onu kaldırdık. Geride bıraktığımız parlamento döneminde de bizim destek vereceğimiz ifade edilen bazı AKP’lilerin adı ortalıkta dolaşıyordu.

Fikret BİLA- Abdullatif Şener örneğin.

Deniz BAYKAL- Onlarla ilgili olarak da hiçbir zaman ben eşi acaba başını örtüyor mu, örtmüyor mu duygusu içinde konuya bakmadım. Benim ölçüm kesinlikle o değil.

Fikret BİLA- Peki efendim %46.6 oy aldı AKP ve Sayın Gül ve Sayın Erdoğan bu oy desteğini, oyların artışını geçtiğimiz dönemde Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine ve Sayın Gül’ün adaylığına bağladılar. Dolayısıyla halkın Sayın Gül’ün adaylığını onayladığını, gücünün arttığını, artık doğal olarak Sayın Gül’ün adaylığının ve Cumhurbaşkanlığının kabul edilmesi gerektiğini savladılar. Madem türbanda bir sorun değil sizin açınızdan. Sayın Gül Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı yapabiliyor da neden Cumhurbaşkanlığı yapamıyor sizin zihniyetinize göre?

Deniz BAYKAL- Benim anlayışım şu bakınız; Cumhurbaşkanlığı Türkiye’de sadece sınırlı bir görevi yerine getirme durumunda olan bir makam değil. Cumhurbaşkanlığı Türkiye’de bütün kurumların, devletin temel organlarının belirlenmesinde yetki kullanan bir organ. Anayasa Mahkemesini belirleyen bir organ. Yargı kurumlarını belirleyen bir organ, üniversiteleri belirleyen bir organ. Yani Yüce Divan’ı dolayısıyla belirleyen bir organ. Şimdi bir parti ideologunun üstelik ideolojisi Türkiye’nin cumhuriyet çizgisiyle problemli ise, Cumhuriyet çizgisini özümsemiş değil ise, buna ciddi itirazları varsa, uluslararası mahkemelerde bu kavgaları götürmüşse, bu kimliği ortadaysa, yazdıkları yazılarla bunlar ortada ise, böyle bir çizgiden geliyor ise bu insanın eline sen yargıyı da belirle, üniversiteyi de belirle demek, sen devletin bir fonksiyonunu, önemli bir fonksiyonda olabilir bu. Belli çerçeve içinde götür demekten farklı bir iştir. Başbakanın dahi Türkiye’de Anayasa Mahkemesini belirleme yetkisi yoktur. Yargı organını Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunu belirleme yetkisi Başbakanın yoktur. Dışişleri Bakanının yoktur. Buralar çok hayati olaylar. Burada belli bir zihniyetin bir süre devam etmesi, 5 yıl, 10 yıl devam etmesi Türkiye’yi 10-15 yıl sonra bambaşka tablolarla karşı karşıya bırakır.

Bakın, bütün dünya şimdi Türkiye nereye gidiyor bir tartışma içinde. Türkiye’nin gelecekteki konumuyla ilgili çok ciddi tartışmalar sürdürülüyor. Yani bakınız geçenlerde seçimlerden sonra bir yabancı gözlemci iktidar artık Türkiye’de laik azınlığı korumalıdır demeye başladı. İki ayrı Türkiye’nin şekillenip şekillenmediği tartışmaları yapılıyor. Elde haritalar dolaştırılıyor. Ve Türkiye’de yapay azınlık yaratma çabaları var. Bütün bunlar ülkenin ulusal bütünlüğünü, geleceğini çok ciddi şekilde belirleyecek unsurlar. Bunların karşısında ben Türkiye’de Cumhurbaşkanı olacak kişinin bütün bu tehlikelerin bilincinde, bu tehditleri kavramış, bunlara karşı gerekli Türkiye’nin ulusal birliğini, bütünlüğünü ve cumhuriyet çizgisini sahiplenip savunacak duyarlıkta birisinin olmasının gerektiğine inanıyorum. Kardeşim bu senin inancın, biz öyle düşünmüyoruz. Biz böyle yetkimizde var, imkanımızda var biz böyle gideceğiz demek mümkündür. Ama bunu tavsiye etmiyorum. Bu Türkiye’deki geleceğe yönelik tartışmayı çok daha derin, çok daha sorunlu bir noktaya getiriyor.
Fikret BİLA- Peki efendim ne olur? Sayın Gül Anayasal prosedüre uyarak çoğunlukta var Cumhurbaşkanı seçildi diyelim. İhtimalde üçüncü turda seçecek çoğunluğu da var AKP’nin. Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olursa ne olur, niye tavsiye etmiyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Bir süre sonra Anayasa Mahkemesi, bir süre sonra Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, bir süre sonra Türkiye’nin genel siyasi dengesi, şuana kadar içinden geçtiğimiz süreçte tanık olduğumuzdan daha da hızlı bir biçimde önümüzdeki dönemde Türkiye’yi bir Ortadoğu dini kimliği ağır basan, ulusal duyarlıkları ihmal edilen, Kuzey Irak’ta PKK sorunu karşısında gereken duyarlığı sergilemeyen, AB’nin Türkiye’de azınlık yaratma talepleri karşısında gerekli duyarlığı sergilemeyen bir siyaset çizgisinde dış güçlerin oyuncağı haline daha kolayca dönüşür. Bu süreç işlemektedir. Bu süreç daha da derinleşir. Biz bu sürecin dışında kalacak, bunu kavrayacak, bu meselelerin üzerinde bir anlayışın orada bulunmasının bugünkü hükümet açısından da, Türkiye’nin geleceği açısından da daha doğru olacağına inanıyoruz. Olay sadece bir kimi yapma yetkisi var. O istiyor, istediğini yapsın denklemiyle çözülebilecek bir olay değildir.

Fikret BİLA- Peki efendim milli irade kavramını nereye koyacağız. Sayın Erdoğan sürekli olarak milli irade 22 Temmuzda belli oldu, işte Sayın Gül’ünde yorumu öyle. Halk Sayın Gül’ü istedi gibide bir yorum çıkartılıyor.

Deniz BAYKAL- Bakın ne seçimi yaptığımızı bilelim. Türkiye’de milli irade TBMM’yi belirledi. Cumhurbaşkanını orada belirledi demek ona bir özel anlam vermektir. Yani o onların kişisel yorumudur. Hukuki gerçeğe baktığımız zaman TBMM’yi seçti. TBMM’nin Sayın Gül dışında bir Cumhurbaşkanı seçme yetkisini ortadan mı kaldırdı bu seçim? Bunu hukuken ya da siyaseten söylemek mümkün mü? Yani böyle bir mecburiyet mi var, bir mahkumiyet mi var? Abdullah Gül’ün dışında TBMM bu seçimden sonra demokratik kimliğini koruyarak bir başka belirleme yapamaz mı? Yani bunlar çok yanlış tartışmalar bence. Buradan bir yere varmak mümkün değil. Meclis seçilmiştir. Meclis kimi isterse seçer. Ben diyorum ki, meclis ülkenin yararına bir seçim yapsın. Türkiye’yi bir inatlaşmanın kurbanı haline getirmesin.

Fikret BİLA- Efendim kısa bir reklam arası vereceğim, hemen devam edeceğiz. Sevgili izleyiciler Sayın Baykal önemli açıklamalar yapıyor. Reklamlardan hemen sonra yeniden birlikte olacağız bizden ayrılmayın.

Sevgili izleyiciler Ankara Kulisi devam ediyor. Konuğumuz Sayın Baykal. Efendim Cumhurbaşkanlığı konusunu kapatmak istiyorum. Bir soru daha yönelteceğim size. Geçtiğimiz dönemde siz deminde söylediniz bazı isimlere oy verebileceğinizi söylediniz ama Sayın Erdoğan’da Sayın Baykal isim telaffuz etmese veya ima etmese daha iyi olurdu ters tepiyor dedi. Şimdi bu dönemde de bazı isimler kamuoyuna yansıdı. Örneğin Murat Başesgioğlu olursa itirazınız olmayacağını söylediniz, yansıdı. Bu tür değerlendirmeniz var mı? Örneğin Vecdi Gönül’ün adı geçiyor, Murat Başesgioğlu’nun adı geçiyor. Yani bu niteliklerde bir aday mı bekliyorsunuz AKP’den oy vermek için?

Deniz BAYKAL- Yani ben bu işin hiçbir aşamasında daha önceki meclis döneminde de, şimdide hiçbir zaman isim telaffuz etmedim. Yani benim ağzımdan falan kişiye oy verebiliriz diye bir isim çıkmadı. Daha çok işte kamuoyumuz, medyamız, belli bağlantılar kurmaya çalışıyor, yakıştırmalar yapıyor. Bu da doğal, bunlar oluyor. Ama ben isim telaffuz etmedim. Mesela meclis başkanlığı seçiminde gene Köksal Toptan’ın adını hiç telaffuz etmedim hiç. Hatta bize AKP üç yöneticisini gönderdi, Genel Sekreterimizle görüştüler. Orada hiç isim telaffuz etmedik. Onlarda hiç isim telaffuz etmediler. Ama anladığım kadarıyla Köksal Toptan’ın kabul edilebilir olup olmadığına teşhis koymaya çalışıyorlardı. Doğru bir aday belirlediler bizde destek olduk. Bize sorarlarsa ne düşündüklerini söylerler, o konuda bir değerlendirme isterlerse onu yaparız. Ama durduk yerde şimdi ben herhangi bir isim söylemiyorum. Gene bazı isimler ortaya atıldı. Fakat benim telaffuz ettiğim isimler değildir.

Fikret BİLA- Efendim bir şey daha soracağım. Şimdi siz bir rövanş anlayışıyla hareket etmemesi lazım dediniz iktidar partisinin. Bu rövanş kavramı basında tartışılıyor. Sayın Ertuğrul Özkök’te böyle bir iki yazı yazdı üst üste ve sanki AKP’nin ısrarının sadece CHP’den rövanş almak veya ona karşı durmak değil aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetlerine karşıda bir rövanşist duygu içinde olduğu gibi bir izlenim edindiğini yazdı. Tabi 27 Nisan’da Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı açıklamayı biliyoruz. Sayın Genel Kurmay Başkanı Büyükanıt’a soruda yönelttik bu konuda. Görüşlerinin devam ettiğini söylediler. Sizde böyle bir duygu veya düşünce taşıyor musunuz? Yani AKP Sayın Gül’de ısrar ederse 27 Nisan’ın rövanşını da almayı mı amaçlamış olacak? Yoksa tamamen bu bir yorum mu?

Deniz BAYKAL- Yani ben kimsenin niyeti hakkında bir şey söyleyemem ama seçim Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını şimdi götüren yazılara, çevrelere bakınca görüyorum ki olay sadece bir kişiyi belli bir Cumhurbaşkanlığı noktasına getirme konusu olarak anlaşılmıyor. Onun ötesinde bir değer, bir hesaplaşma, demokratikleşmenin bir kritik dönüm noktası, her şeyin belirleneceği bir olay gibi algılanıyor ve bir anlamda da Türkiye’de uzlaşma talep eden anlayışın etkisizleştirilmesi, yenilmesi, tepki çıkaramaz, ses çıkaramaz hale getirilmesi için bir fırsat olarak kullanılması iyi bir Cumhurbaşkanı olsa da, hak etse de etmese de, bilmem yerinde olsa da olmasa da bu ortamda bunun mutlaka yapılması gerektiği kanaati sistemli bir şekilde işleniyor. Bunu görüyorum, bu sağlıklı bir yaklaşım değil tabi. Yani bu olayı böyle kesinlikle görmemek lazım. Türkiye’de askere yönelik, anayasal kurumlara yönelik, Yargıtay’a, üniversitelere yönelik, Anayasa Mahkemesine yönelik anlayışların sağlıklı bir noktada olmadığı da açıktır. Yani daha kısa bir süre önce Türkiye’de Anayasa Mahkemesine gerekirse kapatırız anlayışı ortaya çıkmıştı işe gelmeyen bir karar alındığı zaman. Türkiye’de Silahlı Kuvvetlerin haddinin bildirilmesi gerektiği noktasında giderek medyada kök salan bir yaklaşımın ortaya çıktığını görüyorum. Üstelik bu Silahlı Kuvvetlerin geçmiş performansının, geçmiş uygulamasının çok ötesinde, daha düşük profilli, daha yumuşak ama Türkiye gerçeklerini anlatmayı zaman zaman bir ihtiyaç olarak anlayan üslubu karşısında sergilenen bir tavırdır. Yani geçmiş yaklaşımlar, uygulamalar sözkonusu değildir, böyle bir arayış yoktur. Aklı başında herkes biliyor ki, bugün TSK’nın bir fırsatını bulsak da iktidarı bassak, ele geçirsek, biz ülkeyi yönetsek diye bir özlemi, bir arayışı yok. Böyle olduğuna dair bir kanaat yoktur. Ama Türkiye’de belli tedirginlikler vardır. Bu tedirginliklerin iki tane ana kaynağı vardır. O kaynaklardan birisi Türkiye’nin laik cumhuriyet çizgisine yönelik bir olumsuzluk ortaya çıkmasın, bunu koruyalım, bu Türkiye’nin büyük kazanımıdır. Gelecekte de buna büyük ihtiyacımız vardır, bu Türkiye’nin barışının güvencesidir anlayışından kaynaklanan bir duyarlık vardır. Bu duyarlık toplumun belli kesimlerinde Türk Silahlı Kuvvetlerde de vardır. Gene aynı şekilde ulusal bütünlük konusunda bir ciddi duyarlık, yani üniter devlet, eyalet sistemi, gerekirse terör uygulaması karşısında boyun eğip, işbirliği yapıp tavizler verelim yaklaşımı. Bunlar karşısında bir tedirginlik, ulusal bütünlükle ilgili bir duyarlık vardır. Bu duyarlıkları anlatma, yansıtma ihtiyacı hissedilmektedir. Ama bu ihtiyaç dolayısıyla bir yönetim talebinin ortaya çıktığını söylemek haksızlık olur. Ama ne kadar ilgi çekicidir ki, silahlı kuvvetlere karşı tepki hiçbir zaman yani doğrudan müdahale planlarının yapıldığı dönemlerde dahi bu düzeyde olmamıştı. Şimdi böyle bir büyük suçlama hedefi haline dönüştürülmüştür. Bu sağlıklı bir yaklaşım değildir. Türkiye gibi bir ülkede Silahlı Kuvvetlerin saygın, güvenilir ve değerli bir kurum olarak varlığını sürdürmesinde yarar vardır. Buna toplumumuz zaten büyük özen gösteriyor. Toplumun en çok güven duyduğu kurumların arasındadır, başındadır. Siyasetçilerinde silahlı kuvvetleri bir şamar oğlanı haline getirme, bir suçlama hedefi haline getirme çabalarından uzak durmaları lazımdır. Bu konuda belli bir dikkate ihtiyaç olduğunu zannediyorum. Cumhurbaşkanı seçimi dolayısıyla çıkıyor.

Asıl önemli olanda Türkiye’de zaten Cumhurbaşkanlığı seçimini çığırından çıkaran, yani kendi niteliğinin çerçevesinin ötesine taşıyan bu yaklaşımlar oluyor. Bu çok sağlıklı bir yaklaşım değil ve daha Türkiye Anayasasını değiştirmeden sanki Anayasa değişti ve Cumhurbaşkanı seçimi demokratik olarak ancak bir şekilde yapılabilir anlayışı ortaya konuluyor. Bu böyle midir, değil midir bilmiyorum. Tabi Başbakanın Türk Silahlı Kuvvetleriyle çok daha ciddi ilişkisi var. Yani o bu konularda en doğru teşhisleri koyma durumundadır. Genel Kurmay Başbakanıyla başbaşa görüşmesi oldu. Orada belli bir nabız tuttu. Yani onun belli bir dikkati herhalde sözkonusu olacaktır.

Ben yani şöyle bakıyorum. Türkiye bu Cumhurbaşkanlığı seçimini bir kriz konusu haline getirmeden atlatmalıdır. Bunun herkesin kafasına yatırdığı falan kişiyi yapacağız inatlaşması dışında bir çözüme kavuşması hiçbir şekilde Türkiye’de bir demokrasi zafiyeti olamaz.

Fikret BİLA- Sayın Baykal bir taraftan da efendim önemli sorunlarımız devam ediyor. Tabi biz aylardır seçime ve Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklandık Türkiye ve Türk kamuoyu olarak ama özellikle seçim öncesinde tartışılıyordu. Kuzey Irak meselesi, sınır ötesi harekat, PKK’ya ABD’yle yapılacak işbirliği gibi konularda her zaman hassas bir seyir izledi ve son olarak da Irak Başbakanı Sayın Maliki Türkiye’yi ziyaret etti. PKK’yla ilgili, PKK’nın terör örgütü olduğuna ilişkin bir mutabakat imzalandığı ifade edildi ama sonra Bağdat’tan tepki geldi. Irak meclis başkanı Maliki’nin böyle bir yetkisi olmadığını veya yaptığı anlaşmanın uygulanamayacağını ifade etti. Keza Kuzey Irak’ta Kürt yönetimi tarafından PKK terör örgütü olarak kabul edilemez, böyle tanımlayamayız gibi açıklamalar geldi. Bu cenahta ne oluyor efendim. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Deniz BAYKAL- Oraya geçmeden kısaca öbür konuyu şöyle bağlayayım izlinizle. Şimdi Başbakan hala bir Cumhurbaşkanı adayı telaffuz edemedi. Madem meydanlarda bu kadar konuşuldu. Madem %47 o demek. Çıksın Başbakan desin ki, budur. Belki bugün diyecek. Desin o zaman. Niye tereddüt ediyor, niye günlerdir bu konuda bir tereddüt var?
Fikret BİLA- Neden efendim?

Deniz BAYKAL- Seçimin ertesi günü niye çıktı Başbakan? Seçimin ertesi günü AKP binasından uzlaşmayla bundan sonra çalışacağız. Bize oy vermemiş olanlara da büyük saygı duyuyoruz, değer veriyoruz, onlarında niçin oy vermediğini anlıyoruz deme ihtiyacını hissetti? Niye öyle söyledi? Niye bana telefon açtı ve önümüzdeki konuları ziyaretinize geleceğim, birlikte konuşacağız, öyle çözeceğiz dedi. Niye dedi? Madem bu iş öyleydi niye tereddüt var? Niye tavşan adaylar çıkarılıyor? Niye üç aday? Meclis Başkanlığına niye üç aday çıkarmadınız? Bir tane aday söylediniz bitti. Niye? Çünkü samimiyetle uzlaşmayı orada içinize sindirmiştiniz. Uzlaşma bununla olur dediniz, doğru tespit ettiniz ve oldu. Şimdi niye Abdullah Gül demiyorsunuz ya da gerçek bir uzlaşma peşindeyseniz o uzlaşmayı iyi niyetle arayıp o uzlaşmanın gereğini söylemiyorsunuz. Niye seçim akşamı öyle konuşmalar yaptınız. Niye ana muhalefetle birlikte konuşacağız dediniz? Ve şimdi niye üç aday çıracağız diyorsunuz. Bu tiyatro niye? Niye üç tane aday çıkarmayı düşünüyorsun?

Fikret BİLA- Siz neye bağlıyorsunuz efendim?

Deniz BAYKAL- Bu demin üstünde durduğumuz argümanların ciddiyetinin Başbakanın zihninde de en azından yer tutmuş olmasına bağlıyorum. Yani niye böyle bir problem var. Abdullah Gül olmasın diye kim niye diyor? Diyenler demiş zaten. Şimdi niye istediğini yapma şansına sahip olanlarda acaba yapalım mı yapmayalım mı diye niye düşünüyorlar? Onun altında ne yatıyor, hangi ihtiyaç var? Yani yaptıkları zaman demokrasiyi satmış mı olacaklar Abdullah Gül’ün dışında birisini yaptıkları zaman. Demokrasiye ihanet mi etmiş olacaklar, teslim mi olmuş olacaklar. Olayı niye böyle kurguladılar. Niye siyaseti böyle oluşturdular, yönlendirdiler. Bu büyük bir yanlış değil mi? Şimdi gelinen nokta. Gül diyeceksiniz. Böyle bir problem yok deyin, Gül deyin bitirin. Onu diyemiyorsun. Bin dereden su getiriyorsun. Oraya konuşacağız, bunu çıkaracağız, üç tane bakacağız, falan olacak. Bunlara ne gerek var. Eğer %47’yle bu iş bittiyse Gül’dür hiç kimseyi dinlemiyorsun koy seçtir. Öyle değil. Öyle değilse o zaman neyse gereğini yap. Olmayabilirse olmaz. Canım ben Abdullah Gül’e kardeşim adayımızdır dedim. Kampanyada da Abdullah Gül, Abdullah Gül diye götürdüm meydanlarda. Seçim kampanyasının ana ekseni haline dönüştürdüm Abdullah Gül seçimini. Şimdi bir yandan da bunları görüyorum, anlıyorum. Bununda bir önemi olduğunun farkındayım. Türkiye sıkıntılı bir döneme giriyor, ekonomi uluslararası planda ciddi bir uyarı getiriyor en azından.

Fikret BİLA- Sayın Erdoğan’da tereddüt mü geçiriyor diye düşünüyorsunuz efendim Sayın Gül konusunda?

Deniz BAYKAL- Niye milleti oyalıyorlar canım çıkıp söylesinler. İnşallah bu akşam söylerler öğreniriz.

Şimdi o Maliki meselesine geçelim. Bakın o çok önemli bir olay. Yani o Cumhurbaşkanı seçimiyle de bir bakıma ilgilidir. Yani hangi anlayışla Türkiye’de dış politika götürülüyor. Bakınız biz tuttuk seçimden önce Maliki’yi çağırdık değil mi? Niye çağırdık? Terör Türkiye’de tırmanmaya başladı. Tırmanan terörün Kuzey Irak’tan beslendiğini biliyoruz. PKK’nın Kuzey Irak’ta karargah kurduğunu, Kuzey Irak yetkililerinin PKK’yı desteklediğini, himaye ettiğini ve PKK’nın da Türkiye’ye savaş açtığını biliyoruz. Ve bununda artık Türkiye’de görmemezlikten gelinemeyecek düzeyi geçtiğini de fark ediyoruz ve bir çare arıyoruz. Bu noktada idik. Ve onun üzerine dedik ki, bunu Irak’la konuşacağız. Irak bizim komşumuz bir ülke. Irak nasıl olurda Türkiye’ye karşı böyle bir hukuk dışı, uluslararası hukuka aykırı bir saldırının karargahı haline gelebilir. Nasıl himaye eder. Uluslararası hukukta var mı onun yeri? Devletler hukukunda var mı bunun yeri? Savaşıyor Türkiye’de. Türkiye’de her ölen şehidin sorumlusu Kuzey Irak’ta. Oradaki otoriteleri ilgilendiriyor. Bunu biz görüyoruz. Ben bunun mücadelesini yurtdışında Barzani’ye, Talabani’ye karşı verme ihtiyacını hissettim. Onların yüzene bakarak bunu yapamazsınız, bu olmaz diye orada anlatmaya çalıştım. Bunlar ortaya çıkınca hükümet dedi ki, çağıracağız Maliki’yi ve ona anlatacağız ve bunu önleyeceğiz. İyi Maliki gelmiyorum dedi. Uzun süre gelmedi. Seçim yapıldı seçim yapıldıktan sonra geldi. O orada Maliki’nin altındaki hükümetin çoğunluğu kayboldu, destekler çekildi, hükümetler, istifalar oldu. Böyle bir manzara geldi. Burada bir anlaşma imzalayacağız denildi. PKK’yla mücadele için bir anlaşma imzalayacağız denildi. İmzalandı mı anlaşma?

Fikret BİLA- Hayır sadece bir mutabakat.
Deniz BAYKAL- Mutabakat beyan edildi. Mutabakat beyanı yani anlaşma yapamadık demektir. Mutabakat beyanında ne söylendi? İşte evet PKK terör örgütüdür, ona karşı mücadelede işbirliği yapmak gerekir. Bunu anlaşma olarak değil, mutabakat beyanı olarak söylendiği anda Irak’ta büyük tepki geldi. Irak’ta ve Kuzey Irak’ta pek çok çevre çıktı dedi ki, senin böyle konuşmaya yetkin yok. PKK bir terör örgütü değildir dedi. Kim dedi? Irak dedi. Sayın Bila bu yani çok büyük bir olaydır. Türkiye’de dış politika yazanlar, Türkiye’de siyaset yapanlar, Türkiye’de medyamız, hepimiz yani bu olayı nasıl görmemezlikten gelebiliriz anlayamıyorum. Irak resmen şimdi belli mi değil mi? Yani Irak resmen bize PKK’nın bir terör örgütü olamayacağını ifade eden çevrelerin yönetimindedir. Bu ortaya çıkmıştır. Ve biz bunu hazmediyoruz. Başbakanın bir demeci var mı bu konuda? Dışişleri Bakanının bir demeci var mı? Maliki geldi beklediğimizi aldık mı alamadık mı? Maliki’nin burada imzalayamadığı anlaşma ve PKK konusunda ifade ettiği sözlerle ilgili orada Irak’ta yapılan açıklamalar karşısında biz ne düşünüyoruz. Meşrulaştırıyor, Irak PKK’yı resmen meşrulaştırıyor. Bizde bunu seyrediyoruz ve buna karşıda geldi büyük bir gürültü o aday, bu aday ne oldu sonra? Hiçbir şey yok. Sanki böyle bir ülke yok, PKK diye bir konumuz yok, bir sorunumuz yok. Türkiye’de şehitler olmuyor. Dışişleri bakanı, Başbakan buraya gelip Irak’lı açıklama yapmamış, çağıran ne söylüyor. Dışişleri Bakanının bu konudaki düşüncesi ne? Yani bu kadar vurdumduymazlık, bu kadar duyarsızlık bu olayı çuval olayından tutunuz kırmızı çizgilerin tümünün perişan olmasına bu noktaya kadar şimdi buradan alacağız Cumhurbaşkanı seçeceğiz.

Fikret BİLA- Sayın Baykal efendim çok teşekkür ediyoruz programımıza katıldınız, görüşlerinizi bizlerle paylaştığınız için. Sevgili izleyiciler yeniden görüşmek umuduyla hepinize iyi günler diliyorum.