Tuesday, August 14, 2007

Genel Başkan Baykal CNNTÜRK’ün Canlı Yayını “Ankara Kulisi” Özel’de Gazeteci-Yazar Fikret Bila’nın Sorularını Yanıtladı


-“Cumhurbaşkanlığının bir siyasi partinin kendi iç sorunu gibi anlaşılması kabul edilemez, böyle bir şey olamaz olmamalıdır. Çünkü o bütün milletin Cumhurbaşkanıdır”
-“Bu tartışmalar sırasında beni rahatsız eden bir temel olay da, sanki bir Cumhurbaşkanı seçmiyoruz da birileriyle hesaplaşıyormuşuz gibi bir anlayışın ortaya çıkmasıdır. Bunu çok sağlıksız bir yaklaşım olarak görüyorum. Bu bir rövanşist yaklaşım, bir hesaplaşma, bakalım kimin dediği olacak. Kimin dediği olacak diye bir şey yok. Elbette meclisin dediği olacak, elbette meclis seçecek. Ama meclis seçerken Türkiye’yi düşünecek, kavrayacak. Makulü budur, doğrusu budur”

-“Benim bakış açımda kılık kıyafet, eşin kılık kıyafeti bir belirleyici unsur değildir. Bunu çok açık bir şekilde ta başından beri söylüyorum. Kafasının içi konusunda güven veren herkes olabilir”

-“İnadımız inat, bunu seçeriz, bu seçildikten sonrada ortada bir takım gerginlikler çıkar mı? Çıkarsa çıksın kardeşim yaklaşımı çok tehlikelidir”


Fikret BİLA- İyi günler sevgili izleyiciler. Ankara Kulisi özel programına hoşgeldiniz. Sevgili izleyiciler bu hafta Cumhurbaşkanlığı için kritik bir hafta. Adaylar belirlenecek. İktidar partisi AKP bu akşam Merkez Yönetim Kurulunu toplayacak ve büyük olasılıkla da AKP’nin adayı veya adayları ortaya çıkacak. Bu kritik hafta nedeniyle bizde bugün özel bir program yapıyoruz ve özel bir konuğumuz var. Cumhuriyet Halk Partisi lideri Sayın Deniz Baykal özel programımızın konuğu. Efendim hoşgeldiniz.
Deniz BAYKAL- Teşekkür ederim, hoşbulduk.
Fikret BİLA- Sayın Baykal efendim kritik günlere girdik Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda süre işliyor ve AKP’de MYK’sını bu akşam toplayacak. Büyük olasılıkla adayın belirlenmesini bekliyoruz veya adayların. Sizin tutumunuz seçim öncesinde belliydi. Seçim sonrasında fazla değişmedi. Siz halen iktidar partisiyle uzlaşma yoluyla ortak bir aday belirlenmesi gerektiğini savunuyoruz ama şuana kadar Sayın Başbakan Erdoğan’dan bu yönde bir adım gelmedi bizim bildiğimiz kadarıyla. Eğer size özel bir işaret veya sinyal gelmediyse.

Şimdi efendim hava şöyle; Sayın Abdullah Gül seçim öncesinde adaydı, sonrasında da adaylığının devam ettiğini ima eden açıklamalar yaptı ve kamuoyundaki beklentide yine Sayın Gül’ün aday olacağı şeklinde. Bu koşullarda Cumhuriyet Halk Partisinin tutumu ve konumu ne olacak efendim? Şuan itibariyle düşünceniz nedir?

Deniz BAYKAL- Bu konuya biz çok genel ve sürekli bir anlayışla yaklaşıktık. Bu anlayışımız daha önce seçimden öncede ifade edilmiştir. Seçimden önceki Cumhurbaşkanlığı tartışmaları sırasında da aynı anlayışı belirtmiştik. Bizim anlayışımıza göre Cumhurbaşkanlığı çok önemli bir yerdir. Cumhurbaşkanlığının bir siyasi partinin kendi iç sorunu gibi anlaşılması kabul edilemez, böyle bir şey olamaz olmamalıdır. Çünkü o bütün milletin Cumhurbaşkanıdır, 72 milyonun Cumhurbaşkanıdır. Sadece seçilme usulüyle ilgili kuralları elbette temel alacağız hiç kuşku yok ona göre seçilecek. Ama ona göre seçilirken, seçilecek olan kişinin Türkiye’nin tümünü kucaklaması gerektiğini unutmayacağız ve bu anlayış içinde yaklaşacağız. Ben seçimden öncede söylemiştim. Biz tek başımıza seçme çoğunluğuna sahip olarak da bu seçimden çıksak hiç kuşku yok ben partiler arasında bir uzlaşmayla Cumhurbaşkanı seçilmesi gerekir diye düşünüyorum demiştim. Böyle olması lazım. Cumhurbaşkanının özellikle böyle olması lazım. Bakın meclis başkanını seçtik kısa bir süre önce. Meclis başkanı seçiminde herhangi bir sorun, sıkıntı çıkmadı. Gene orada da bir uyum ve uzlaşma ihtiyacı açıkça gözüküyordu. Ama bir siyasi gelenekte vardı, o siyasi geleneğe göre normal şartlarda parlamentoda en çok milletvekili olan partinin meclis başkanı seçme hakkı tanınırdı, böyle bir uygulama vardı. Hatta bu uygulamayı mutlak çoğunluğu alamadığımız Cumhuriyet Halk Partisinin 1977 seçiminde de uygulamıştık. O zamanki MHP Genel Başkanı rahmetli Alpaslan Türkeş CHP’den birisinin seçilmesi gerekir demişti ve kimin olması gerektiği konusunda da biz o zaman onların nabzını tutmuştuk. Onlarla bir uzlaşma arayışına girmiştik ve Cahit Karakaş’ı meclis başkanı olarak meclis elbirliğiyle seçmişti. Yani bunun böyle olması lazım normal şartlarda. Bu defada AKP bence iyi niyetle davrandı. Muhalefetinde onayını alacağını umut ettikleri, düşündükleri bir ismi önerdi Sayın Köksal Toptan. Biz onların bu iyi niyetli jestine aynı iyi niyetle cevap verdik. Pekala katılmayabilirdik, çoğunluğunuz var kendiniz seçin, bir AKP’li seçilecek, bizim meselemiz değil diyebilirdik. Bunları demedik katıldık. Katılmakla kalmadık oy verdik. 400’ün üzerinde oy aldı, 450 oy aldı. Nasıl aldı? İşte böyle aldı. Hiçbir kompleks yapmadık. Elbette olacak. Bunu yapabilecek bir insan, bir milletvekili AKP’li olabilir. İşte oldu, önerildi ve yaptık.

Şimdi Cumhurbaşkanı seçilecek. Cumhurbaşkanı daha da önemlidir. Yani sadece bir meclis içi olay da değildir. Bırakınız AKP içi bir olay olarak bunun anlaşılamayacağını sadece meclis içi bir olayda değildir. Elbette meclis seçecektir. Elbette milletvekilleri seçecektir. Ama milletvekilleri seçerken sadece kendilerini düşünme, sadece partilerini düşünme hakkına sahip değildirler. Bütün Türkiye’yi düşünecekler. Türkiye’nin bütün toplum kesimlerini, bütün kurumlarını, anayasal kuruluşlarını, onların anlayışını düşünecekler ve Cumhurbaşkanı seçerken geçmişe değil geleceğe bakacaklar. Yani Türkiye’yi bir gerileme sürüklemeden, bir uyum ve işbirliği içinde yönetebilecek birisini, o umudu veren birisini getirecekler. Yoksa biz inadımız inat, bunu seçeriz, bu seçildikten sonrada ortada bir takım gerginlikler çıkar mı? Çıkarsa çıksın kardeşim yaklaşımı çok tehlikelidir.

Bu tartışmalar sırasında beni rahatsız eden bir temel olayda sanki bir Cumhurbaşkanı seçmiyoruz da birileriyle hesaplaşıyormuşuz gibi bir anlayışın ortaya çıkmasıdır Fikret bey. Yani bunu çok sağlıksız bir yaklaşım olarak görüyorum.

Fikret BİLA- Rövanş gibimi görüyorlar?

Deniz BAYKAL- Evet. Bir rövanşist bir yaklaşım, bir hesaplaşma, bakalım kimin dediği olacak. Kimin dediği olacak diye bir şey yok. Elbette meclisin dediği olacak, elbette meclis seçecek. Ama meclis seçerken Türkiye’yi düşünecek, kavrayacak. Makulü budur, doğrusu budur. Yani meclis başkanını bir militan, partizanı olarak seçmedikte daha güven veren, muhalefete de değer veren, saygı gösteren, anayasayı içine sindirmiş birisi olarak seçtik bir zararı oldu mu bunun?

Fikret BİLA- Sayın Baykal efendim bu yaklaşımınızla Sayın Abdullah Gül alınganlık göstermişti ben konuşmuştum kendisiyle. Bu militan kavramını kullanmanızı yadırgadığını söylemişti. İşte ben başbakanlık yaptım, dışişleri bakanıyım nasıl böyle bir kavramla Sayın Baykal beni tanımlar demişti. Oradan şunu bağlamak istiyorum süratle. Sayın Abdullah Gül’ün adaylığına geçen dönem karşı çıktınız parlamentoya girmediniz. Bu dönemde Sayın Gül’e karşı çıkıyorsunuz. Neden Abdullah Gül’e karşısınız efendim.

Deniz BAYKAL- Ben militan sözünü Sayın Gül’ü üzecek, ona saygısızlık anlamına gelecek bir deyim olarak kesinlikle düşünmedim. Bir ideolojik iç çemberin bilinçli bir üyesi. Yani bakın şimdi aynı tartışmalara girmek istemiyorum. Abdullah beyin öyle yazıları var ki, o yazılar ancak çok ideolojik bir derin angajmanla yazılır. Yani bunlar böyle sıradan, ayaküstü söylenmiş sözlerde değil. Bir temel siyasi kimliği ortaya koyan bir şey. Ve Türkiye’nin tarihiyle hesaplaşmaya yönelik değerlendirmeler. Anayasasının özüyle hesaplaşmaya yönelik bir değerlendirme. Bu çizgiden geliyor. Bu çok açık.

Fikret BİLA- Yani bir parti için doğal değil mi? AKP bir ideolojisi var. Sayın Gül’de bunun kurucularından.

Deniz BAYKAL- Ama o ideoloji Türkiye’nin... Yani şimdi o ideolojiyi bıraktık diyorlar. Gömleği çıkarttık, milli görüş. Türkiye Cumhuriyetinin temel felsefesini, kuruluş felsefesini içine sindirdiği konusunda güven vermeyen bir siyaset çizgisi ortaya koymuştur. Ben bunu nitelemek için bir parti militanı dedim. Yani bu düşünceleri saygıdeğer olabilir. Ama Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesiyle problemi olması uygun değildir. Yani işte ne mutlu Türküm diyene denilebilir mi, denilemez miden tutunuz, üniter devlet mi, eyaletler sistemimi konusundan geçiniz, din camiye hapsediliyor mu, hapsedilmiyor mu Türkiye’de tartışmalarına dokununuz. Bütün bunlardan geçtiğiniz zaman ortaya çıkan tablo Türkiye Cumhuriyetinin bugünkü toplumun büyük çoğunluğu tarafından hiçbir problem görülmeden özümsenmiş olan genel çerçevesini Sayın Gül’ün hiç olmazsa hayatının uzunca bir dönemi boyunca kabul etmediği, reddettiği ve ona karşı bir mücadelenin aktif bir taraftarı olduğu gerçeğidir.

Fikret BİLA- Kastettiğiniz bu yani.

Deniz BAYKAL- Bu anlayıştan çıktığına dairde bir işaret yok. Bunu da söyleyeyim.
Fikret BİLA- Yani Türkiye’nin kuruluş felsefesiyle bağdaşık değil diyorsunuz Sayın Gül için.

Deniz BAYKAL- Evet bir problem var, kesin var. Yani şuanda eğer bir değişim varsa bunu öğrenmek isteriz. Türkiye’de içine girilmiş olan büyük siyasi mücadelenin... Nedir o mücadele? Türkiye Cumhuriyete geçmekle hata yaptı. Cumhuriyete geçerek Türkiye’nin toplumsal dokusu bozuldu, Türkiye’de inanç sistemi bundan zarar gördü, din zarar gördü. Türkiye’de laikliği, milliyetçiliği, Cumhuriyetçiliği daha dini temellerde ılımlı dini temellerde belki bilemiyorum. Bunu Amerika öyle diyor. Yeniden tarif etmek lazım. Bu düşüncenin makalesini yazmış olan insan Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yaptı. Şimdi bu çemberdir, bu çizgidir, bu güven vermiyor. Yani ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar Türkiye Cumhuriyetiyle kavga edilmiş bir yaklaşım var. Yani biz Türk milleti miyiz, değil miyiz? Bunun adı konulamıyor.

Şimdi bütün bunlar ister istemez bir tereddüt, bir kuşku yaratıyor. Bizim kastettiğimiz budur.

Fikret BİLA- Sayın Baykal yani şunu mu efendim kastediyorsunuz? Sayın Gül Cumhurbaşkanı olursa Türkiye’de zaman zaman yorumlarda gördüğümüz gibi rejimin niteliği, tehdidi altına mı girecek, ılımlı İslam Cumhuriyeti gibi bir Cumhuriyete mi yönelecek. Sayın Gül bunları reddediyor efendim. Böyle bir zihniyetim olsaydı ben Başbakanlık yaptım, Dışişleri Bakanlığı yaptım. Türkiye’nin en önemli sırlarına sahip bir siyaset adamıyım diye konuşuyor. Soruyu şöyle bağlamak istiyorum. Çok açık telaffuz edilmiyor ama demin çerçevesini çizdiğiniz zihniyetle bağlantılı olarak Sayın Gül’e karşı yöneltilen itiraz gerekçelerinin büyük kısmı ortadan kalktı. Meclis yenilendi, yeni meclis yeni Cumhurbaşkanı seçecek. Eski mecliste eksik temsil sorunu vardı 2002 seçimlerinde oylar yansımamıştı. Bu ortadan kalktı. 367’yi Anayasa Mahkemesi yorumladı ve kural olarak koydu. 367 sorunu yok çünkü MHP Genel Kurula gideceğini söyledi. Dolayısıyla geriye bir tek sizin böyle tarif ettiğiniz ama kamuoyunda daha çok eşinin türbanlı olması olarak somutlaştırdığı bir olay var. Siz eşinin türbanlı olmasını da açıktan söylememekle beraber bir engel olarak mı görüyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Hayır benim bakış açımda kılık kıyafet, eşin kılık kıyafeti bir belirleyici unsur değildir. Bunu çok açık bir şekilde ta başından beri söylüyorum.

Fikret BİLA- Türbanlıda olabilir Cumhurbaşkanının eşi.

Deniz BAYKAL- Yani kafasının içi konusunda güven veren herkes olabilir. Yani herhangi kılık kıyafet eşiyle ilgili, kendisiyle ilgili şartı koşmuyorum. Gerçekten kendi siyasi çizgisiyle güven veren herkes anayasanın şartlarını yerine getiriyorsa olabilir. Bakın ben Sayın Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olma ve Başbakan olma yolunu açmakla itham edilmiş bir insanım. Hiçbir zaman ben bunu bu mücadeleyi verirken onun eşinin başı türbanlımı, değil mi konusunu en küçük bir unsur olarak dahi dikkate almadım. Bu sözkonusu değildir. Bizi ilgilendiren o değildir. Bir insanın siyaset yapma, milletvekili olma hakkının önünde kabul edilemez bir engel varsa sürdürülemez, geçersiz, çağdaş hukukun kabul etmeyeceği bir engel varsa onun kalkması lazım dedik onu kaldırdık. Geride bıraktığımız parlamento döneminde de bizim destek vereceğimiz ifade edilen bazı AKP’lilerin adı ortalıkta dolaşıyordu.

Fikret BİLA- Abdullatif Şener örneğin.

Deniz BAYKAL- Onlarla ilgili olarak da hiçbir zaman ben eşi acaba başını örtüyor mu, örtmüyor mu duygusu içinde konuya bakmadım. Benim ölçüm kesinlikle o değil.

Fikret BİLA- Peki efendim %46.6 oy aldı AKP ve Sayın Gül ve Sayın Erdoğan bu oy desteğini, oyların artışını geçtiğimiz dönemde Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine ve Sayın Gül’ün adaylığına bağladılar. Dolayısıyla halkın Sayın Gül’ün adaylığını onayladığını, gücünün arttığını, artık doğal olarak Sayın Gül’ün adaylığının ve Cumhurbaşkanlığının kabul edilmesi gerektiğini savladılar. Madem türbanda bir sorun değil sizin açınızdan. Sayın Gül Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı yapabiliyor da neden Cumhurbaşkanlığı yapamıyor sizin zihniyetinize göre?

Deniz BAYKAL- Benim anlayışım şu bakınız; Cumhurbaşkanlığı Türkiye’de sadece sınırlı bir görevi yerine getirme durumunda olan bir makam değil. Cumhurbaşkanlığı Türkiye’de bütün kurumların, devletin temel organlarının belirlenmesinde yetki kullanan bir organ. Anayasa Mahkemesini belirleyen bir organ. Yargı kurumlarını belirleyen bir organ, üniversiteleri belirleyen bir organ. Yani Yüce Divan’ı dolayısıyla belirleyen bir organ. Şimdi bir parti ideologunun üstelik ideolojisi Türkiye’nin cumhuriyet çizgisiyle problemli ise, Cumhuriyet çizgisini özümsemiş değil ise, buna ciddi itirazları varsa, uluslararası mahkemelerde bu kavgaları götürmüşse, bu kimliği ortadaysa, yazdıkları yazılarla bunlar ortada ise, böyle bir çizgiden geliyor ise bu insanın eline sen yargıyı da belirle, üniversiteyi de belirle demek, sen devletin bir fonksiyonunu, önemli bir fonksiyonda olabilir bu. Belli çerçeve içinde götür demekten farklı bir iştir. Başbakanın dahi Türkiye’de Anayasa Mahkemesini belirleme yetkisi yoktur. Yargı organını Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunu belirleme yetkisi Başbakanın yoktur. Dışişleri Bakanının yoktur. Buralar çok hayati olaylar. Burada belli bir zihniyetin bir süre devam etmesi, 5 yıl, 10 yıl devam etmesi Türkiye’yi 10-15 yıl sonra bambaşka tablolarla karşı karşıya bırakır.

Bakın, bütün dünya şimdi Türkiye nereye gidiyor bir tartışma içinde. Türkiye’nin gelecekteki konumuyla ilgili çok ciddi tartışmalar sürdürülüyor. Yani bakınız geçenlerde seçimlerden sonra bir yabancı gözlemci iktidar artık Türkiye’de laik azınlığı korumalıdır demeye başladı. İki ayrı Türkiye’nin şekillenip şekillenmediği tartışmaları yapılıyor. Elde haritalar dolaştırılıyor. Ve Türkiye’de yapay azınlık yaratma çabaları var. Bütün bunlar ülkenin ulusal bütünlüğünü, geleceğini çok ciddi şekilde belirleyecek unsurlar. Bunların karşısında ben Türkiye’de Cumhurbaşkanı olacak kişinin bütün bu tehlikelerin bilincinde, bu tehditleri kavramış, bunlara karşı gerekli Türkiye’nin ulusal birliğini, bütünlüğünü ve cumhuriyet çizgisini sahiplenip savunacak duyarlıkta birisinin olmasının gerektiğine inanıyorum. Kardeşim bu senin inancın, biz öyle düşünmüyoruz. Biz böyle yetkimizde var, imkanımızda var biz böyle gideceğiz demek mümkündür. Ama bunu tavsiye etmiyorum. Bu Türkiye’deki geleceğe yönelik tartışmayı çok daha derin, çok daha sorunlu bir noktaya getiriyor.
Fikret BİLA- Peki efendim ne olur? Sayın Gül Anayasal prosedüre uyarak çoğunlukta var Cumhurbaşkanı seçildi diyelim. İhtimalde üçüncü turda seçecek çoğunluğu da var AKP’nin. Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olursa ne olur, niye tavsiye etmiyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Bir süre sonra Anayasa Mahkemesi, bir süre sonra Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, bir süre sonra Türkiye’nin genel siyasi dengesi, şuana kadar içinden geçtiğimiz süreçte tanık olduğumuzdan daha da hızlı bir biçimde önümüzdeki dönemde Türkiye’yi bir Ortadoğu dini kimliği ağır basan, ulusal duyarlıkları ihmal edilen, Kuzey Irak’ta PKK sorunu karşısında gereken duyarlığı sergilemeyen, AB’nin Türkiye’de azınlık yaratma talepleri karşısında gerekli duyarlığı sergilemeyen bir siyaset çizgisinde dış güçlerin oyuncağı haline daha kolayca dönüşür. Bu süreç işlemektedir. Bu süreç daha da derinleşir. Biz bu sürecin dışında kalacak, bunu kavrayacak, bu meselelerin üzerinde bir anlayışın orada bulunmasının bugünkü hükümet açısından da, Türkiye’nin geleceği açısından da daha doğru olacağına inanıyoruz. Olay sadece bir kimi yapma yetkisi var. O istiyor, istediğini yapsın denklemiyle çözülebilecek bir olay değildir.

Fikret BİLA- Peki efendim milli irade kavramını nereye koyacağız. Sayın Erdoğan sürekli olarak milli irade 22 Temmuzda belli oldu, işte Sayın Gül’ünde yorumu öyle. Halk Sayın Gül’ü istedi gibide bir yorum çıkartılıyor.

Deniz BAYKAL- Bakın ne seçimi yaptığımızı bilelim. Türkiye’de milli irade TBMM’yi belirledi. Cumhurbaşkanını orada belirledi demek ona bir özel anlam vermektir. Yani o onların kişisel yorumudur. Hukuki gerçeğe baktığımız zaman TBMM’yi seçti. TBMM’nin Sayın Gül dışında bir Cumhurbaşkanı seçme yetkisini ortadan mı kaldırdı bu seçim? Bunu hukuken ya da siyaseten söylemek mümkün mü? Yani böyle bir mecburiyet mi var, bir mahkumiyet mi var? Abdullah Gül’ün dışında TBMM bu seçimden sonra demokratik kimliğini koruyarak bir başka belirleme yapamaz mı? Yani bunlar çok yanlış tartışmalar bence. Buradan bir yere varmak mümkün değil. Meclis seçilmiştir. Meclis kimi isterse seçer. Ben diyorum ki, meclis ülkenin yararına bir seçim yapsın. Türkiye’yi bir inatlaşmanın kurbanı haline getirmesin.

Fikret BİLA- Efendim kısa bir reklam arası vereceğim, hemen devam edeceğiz. Sevgili izleyiciler Sayın Baykal önemli açıklamalar yapıyor. Reklamlardan hemen sonra yeniden birlikte olacağız bizden ayrılmayın.

Sevgili izleyiciler Ankara Kulisi devam ediyor. Konuğumuz Sayın Baykal. Efendim Cumhurbaşkanlığı konusunu kapatmak istiyorum. Bir soru daha yönelteceğim size. Geçtiğimiz dönemde siz deminde söylediniz bazı isimlere oy verebileceğinizi söylediniz ama Sayın Erdoğan’da Sayın Baykal isim telaffuz etmese veya ima etmese daha iyi olurdu ters tepiyor dedi. Şimdi bu dönemde de bazı isimler kamuoyuna yansıdı. Örneğin Murat Başesgioğlu olursa itirazınız olmayacağını söylediniz, yansıdı. Bu tür değerlendirmeniz var mı? Örneğin Vecdi Gönül’ün adı geçiyor, Murat Başesgioğlu’nun adı geçiyor. Yani bu niteliklerde bir aday mı bekliyorsunuz AKP’den oy vermek için?

Deniz BAYKAL- Yani ben bu işin hiçbir aşamasında daha önceki meclis döneminde de, şimdide hiçbir zaman isim telaffuz etmedim. Yani benim ağzımdan falan kişiye oy verebiliriz diye bir isim çıkmadı. Daha çok işte kamuoyumuz, medyamız, belli bağlantılar kurmaya çalışıyor, yakıştırmalar yapıyor. Bu da doğal, bunlar oluyor. Ama ben isim telaffuz etmedim. Mesela meclis başkanlığı seçiminde gene Köksal Toptan’ın adını hiç telaffuz etmedim hiç. Hatta bize AKP üç yöneticisini gönderdi, Genel Sekreterimizle görüştüler. Orada hiç isim telaffuz etmedik. Onlarda hiç isim telaffuz etmediler. Ama anladığım kadarıyla Köksal Toptan’ın kabul edilebilir olup olmadığına teşhis koymaya çalışıyorlardı. Doğru bir aday belirlediler bizde destek olduk. Bize sorarlarsa ne düşündüklerini söylerler, o konuda bir değerlendirme isterlerse onu yaparız. Ama durduk yerde şimdi ben herhangi bir isim söylemiyorum. Gene bazı isimler ortaya atıldı. Fakat benim telaffuz ettiğim isimler değildir.

Fikret BİLA- Efendim bir şey daha soracağım. Şimdi siz bir rövanş anlayışıyla hareket etmemesi lazım dediniz iktidar partisinin. Bu rövanş kavramı basında tartışılıyor. Sayın Ertuğrul Özkök’te böyle bir iki yazı yazdı üst üste ve sanki AKP’nin ısrarının sadece CHP’den rövanş almak veya ona karşı durmak değil aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetlerine karşıda bir rövanşist duygu içinde olduğu gibi bir izlenim edindiğini yazdı. Tabi 27 Nisan’da Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı açıklamayı biliyoruz. Sayın Genel Kurmay Başkanı Büyükanıt’a soruda yönelttik bu konuda. Görüşlerinin devam ettiğini söylediler. Sizde böyle bir duygu veya düşünce taşıyor musunuz? Yani AKP Sayın Gül’de ısrar ederse 27 Nisan’ın rövanşını da almayı mı amaçlamış olacak? Yoksa tamamen bu bir yorum mu?

Deniz BAYKAL- Yani ben kimsenin niyeti hakkında bir şey söyleyemem ama seçim Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını şimdi götüren yazılara, çevrelere bakınca görüyorum ki olay sadece bir kişiyi belli bir Cumhurbaşkanlığı noktasına getirme konusu olarak anlaşılmıyor. Onun ötesinde bir değer, bir hesaplaşma, demokratikleşmenin bir kritik dönüm noktası, her şeyin belirleneceği bir olay gibi algılanıyor ve bir anlamda da Türkiye’de uzlaşma talep eden anlayışın etkisizleştirilmesi, yenilmesi, tepki çıkaramaz, ses çıkaramaz hale getirilmesi için bir fırsat olarak kullanılması iyi bir Cumhurbaşkanı olsa da, hak etse de etmese de, bilmem yerinde olsa da olmasa da bu ortamda bunun mutlaka yapılması gerektiği kanaati sistemli bir şekilde işleniyor. Bunu görüyorum, bu sağlıklı bir yaklaşım değil tabi. Yani bu olayı böyle kesinlikle görmemek lazım. Türkiye’de askere yönelik, anayasal kurumlara yönelik, Yargıtay’a, üniversitelere yönelik, Anayasa Mahkemesine yönelik anlayışların sağlıklı bir noktada olmadığı da açıktır. Yani daha kısa bir süre önce Türkiye’de Anayasa Mahkemesine gerekirse kapatırız anlayışı ortaya çıkmıştı işe gelmeyen bir karar alındığı zaman. Türkiye’de Silahlı Kuvvetlerin haddinin bildirilmesi gerektiği noktasında giderek medyada kök salan bir yaklaşımın ortaya çıktığını görüyorum. Üstelik bu Silahlı Kuvvetlerin geçmiş performansının, geçmiş uygulamasının çok ötesinde, daha düşük profilli, daha yumuşak ama Türkiye gerçeklerini anlatmayı zaman zaman bir ihtiyaç olarak anlayan üslubu karşısında sergilenen bir tavırdır. Yani geçmiş yaklaşımlar, uygulamalar sözkonusu değildir, böyle bir arayış yoktur. Aklı başında herkes biliyor ki, bugün TSK’nın bir fırsatını bulsak da iktidarı bassak, ele geçirsek, biz ülkeyi yönetsek diye bir özlemi, bir arayışı yok. Böyle olduğuna dair bir kanaat yoktur. Ama Türkiye’de belli tedirginlikler vardır. Bu tedirginliklerin iki tane ana kaynağı vardır. O kaynaklardan birisi Türkiye’nin laik cumhuriyet çizgisine yönelik bir olumsuzluk ortaya çıkmasın, bunu koruyalım, bu Türkiye’nin büyük kazanımıdır. Gelecekte de buna büyük ihtiyacımız vardır, bu Türkiye’nin barışının güvencesidir anlayışından kaynaklanan bir duyarlık vardır. Bu duyarlık toplumun belli kesimlerinde Türk Silahlı Kuvvetlerde de vardır. Gene aynı şekilde ulusal bütünlük konusunda bir ciddi duyarlık, yani üniter devlet, eyalet sistemi, gerekirse terör uygulaması karşısında boyun eğip, işbirliği yapıp tavizler verelim yaklaşımı. Bunlar karşısında bir tedirginlik, ulusal bütünlükle ilgili bir duyarlık vardır. Bu duyarlıkları anlatma, yansıtma ihtiyacı hissedilmektedir. Ama bu ihtiyaç dolayısıyla bir yönetim talebinin ortaya çıktığını söylemek haksızlık olur. Ama ne kadar ilgi çekicidir ki, silahlı kuvvetlere karşı tepki hiçbir zaman yani doğrudan müdahale planlarının yapıldığı dönemlerde dahi bu düzeyde olmamıştı. Şimdi böyle bir büyük suçlama hedefi haline dönüştürülmüştür. Bu sağlıklı bir yaklaşım değildir. Türkiye gibi bir ülkede Silahlı Kuvvetlerin saygın, güvenilir ve değerli bir kurum olarak varlığını sürdürmesinde yarar vardır. Buna toplumumuz zaten büyük özen gösteriyor. Toplumun en çok güven duyduğu kurumların arasındadır, başındadır. Siyasetçilerinde silahlı kuvvetleri bir şamar oğlanı haline getirme, bir suçlama hedefi haline getirme çabalarından uzak durmaları lazımdır. Bu konuda belli bir dikkate ihtiyaç olduğunu zannediyorum. Cumhurbaşkanı seçimi dolayısıyla çıkıyor.

Asıl önemli olanda Türkiye’de zaten Cumhurbaşkanlığı seçimini çığırından çıkaran, yani kendi niteliğinin çerçevesinin ötesine taşıyan bu yaklaşımlar oluyor. Bu çok sağlıklı bir yaklaşım değil ve daha Türkiye Anayasasını değiştirmeden sanki Anayasa değişti ve Cumhurbaşkanı seçimi demokratik olarak ancak bir şekilde yapılabilir anlayışı ortaya konuluyor. Bu böyle midir, değil midir bilmiyorum. Tabi Başbakanın Türk Silahlı Kuvvetleriyle çok daha ciddi ilişkisi var. Yani o bu konularda en doğru teşhisleri koyma durumundadır. Genel Kurmay Başbakanıyla başbaşa görüşmesi oldu. Orada belli bir nabız tuttu. Yani onun belli bir dikkati herhalde sözkonusu olacaktır.

Ben yani şöyle bakıyorum. Türkiye bu Cumhurbaşkanlığı seçimini bir kriz konusu haline getirmeden atlatmalıdır. Bunun herkesin kafasına yatırdığı falan kişiyi yapacağız inatlaşması dışında bir çözüme kavuşması hiçbir şekilde Türkiye’de bir demokrasi zafiyeti olamaz.

Fikret BİLA- Sayın Baykal bir taraftan da efendim önemli sorunlarımız devam ediyor. Tabi biz aylardır seçime ve Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklandık Türkiye ve Türk kamuoyu olarak ama özellikle seçim öncesinde tartışılıyordu. Kuzey Irak meselesi, sınır ötesi harekat, PKK’ya ABD’yle yapılacak işbirliği gibi konularda her zaman hassas bir seyir izledi ve son olarak da Irak Başbakanı Sayın Maliki Türkiye’yi ziyaret etti. PKK’yla ilgili, PKK’nın terör örgütü olduğuna ilişkin bir mutabakat imzalandığı ifade edildi ama sonra Bağdat’tan tepki geldi. Irak meclis başkanı Maliki’nin böyle bir yetkisi olmadığını veya yaptığı anlaşmanın uygulanamayacağını ifade etti. Keza Kuzey Irak’ta Kürt yönetimi tarafından PKK terör örgütü olarak kabul edilemez, böyle tanımlayamayız gibi açıklamalar geldi. Bu cenahta ne oluyor efendim. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Deniz BAYKAL- Oraya geçmeden kısaca öbür konuyu şöyle bağlayayım izlinizle. Şimdi Başbakan hala bir Cumhurbaşkanı adayı telaffuz edemedi. Madem meydanlarda bu kadar konuşuldu. Madem %47 o demek. Çıksın Başbakan desin ki, budur. Belki bugün diyecek. Desin o zaman. Niye tereddüt ediyor, niye günlerdir bu konuda bir tereddüt var?
Fikret BİLA- Neden efendim?

Deniz BAYKAL- Seçimin ertesi günü niye çıktı Başbakan? Seçimin ertesi günü AKP binasından uzlaşmayla bundan sonra çalışacağız. Bize oy vermemiş olanlara da büyük saygı duyuyoruz, değer veriyoruz, onlarında niçin oy vermediğini anlıyoruz deme ihtiyacını hissetti? Niye öyle söyledi? Niye bana telefon açtı ve önümüzdeki konuları ziyaretinize geleceğim, birlikte konuşacağız, öyle çözeceğiz dedi. Niye dedi? Madem bu iş öyleydi niye tereddüt var? Niye tavşan adaylar çıkarılıyor? Niye üç aday? Meclis Başkanlığına niye üç aday çıkarmadınız? Bir tane aday söylediniz bitti. Niye? Çünkü samimiyetle uzlaşmayı orada içinize sindirmiştiniz. Uzlaşma bununla olur dediniz, doğru tespit ettiniz ve oldu. Şimdi niye Abdullah Gül demiyorsunuz ya da gerçek bir uzlaşma peşindeyseniz o uzlaşmayı iyi niyetle arayıp o uzlaşmanın gereğini söylemiyorsunuz. Niye seçim akşamı öyle konuşmalar yaptınız. Niye ana muhalefetle birlikte konuşacağız dediniz? Ve şimdi niye üç aday çıracağız diyorsunuz. Bu tiyatro niye? Niye üç tane aday çıkarmayı düşünüyorsun?

Fikret BİLA- Siz neye bağlıyorsunuz efendim?

Deniz BAYKAL- Bu demin üstünde durduğumuz argümanların ciddiyetinin Başbakanın zihninde de en azından yer tutmuş olmasına bağlıyorum. Yani niye böyle bir problem var. Abdullah Gül olmasın diye kim niye diyor? Diyenler demiş zaten. Şimdi niye istediğini yapma şansına sahip olanlarda acaba yapalım mı yapmayalım mı diye niye düşünüyorlar? Onun altında ne yatıyor, hangi ihtiyaç var? Yani yaptıkları zaman demokrasiyi satmış mı olacaklar Abdullah Gül’ün dışında birisini yaptıkları zaman. Demokrasiye ihanet mi etmiş olacaklar, teslim mi olmuş olacaklar. Olayı niye böyle kurguladılar. Niye siyaseti böyle oluşturdular, yönlendirdiler. Bu büyük bir yanlış değil mi? Şimdi gelinen nokta. Gül diyeceksiniz. Böyle bir problem yok deyin, Gül deyin bitirin. Onu diyemiyorsun. Bin dereden su getiriyorsun. Oraya konuşacağız, bunu çıkaracağız, üç tane bakacağız, falan olacak. Bunlara ne gerek var. Eğer %47’yle bu iş bittiyse Gül’dür hiç kimseyi dinlemiyorsun koy seçtir. Öyle değil. Öyle değilse o zaman neyse gereğini yap. Olmayabilirse olmaz. Canım ben Abdullah Gül’e kardeşim adayımızdır dedim. Kampanyada da Abdullah Gül, Abdullah Gül diye götürdüm meydanlarda. Seçim kampanyasının ana ekseni haline dönüştürdüm Abdullah Gül seçimini. Şimdi bir yandan da bunları görüyorum, anlıyorum. Bununda bir önemi olduğunun farkındayım. Türkiye sıkıntılı bir döneme giriyor, ekonomi uluslararası planda ciddi bir uyarı getiriyor en azından.

Fikret BİLA- Sayın Erdoğan’da tereddüt mü geçiriyor diye düşünüyorsunuz efendim Sayın Gül konusunda?

Deniz BAYKAL- Niye milleti oyalıyorlar canım çıkıp söylesinler. İnşallah bu akşam söylerler öğreniriz.

Şimdi o Maliki meselesine geçelim. Bakın o çok önemli bir olay. Yani o Cumhurbaşkanı seçimiyle de bir bakıma ilgilidir. Yani hangi anlayışla Türkiye’de dış politika götürülüyor. Bakınız biz tuttuk seçimden önce Maliki’yi çağırdık değil mi? Niye çağırdık? Terör Türkiye’de tırmanmaya başladı. Tırmanan terörün Kuzey Irak’tan beslendiğini biliyoruz. PKK’nın Kuzey Irak’ta karargah kurduğunu, Kuzey Irak yetkililerinin PKK’yı desteklediğini, himaye ettiğini ve PKK’nın da Türkiye’ye savaş açtığını biliyoruz. Ve bununda artık Türkiye’de görmemezlikten gelinemeyecek düzeyi geçtiğini de fark ediyoruz ve bir çare arıyoruz. Bu noktada idik. Ve onun üzerine dedik ki, bunu Irak’la konuşacağız. Irak bizim komşumuz bir ülke. Irak nasıl olurda Türkiye’ye karşı böyle bir hukuk dışı, uluslararası hukuka aykırı bir saldırının karargahı haline gelebilir. Nasıl himaye eder. Uluslararası hukukta var mı onun yeri? Devletler hukukunda var mı bunun yeri? Savaşıyor Türkiye’de. Türkiye’de her ölen şehidin sorumlusu Kuzey Irak’ta. Oradaki otoriteleri ilgilendiriyor. Bunu biz görüyoruz. Ben bunun mücadelesini yurtdışında Barzani’ye, Talabani’ye karşı verme ihtiyacını hissettim. Onların yüzene bakarak bunu yapamazsınız, bu olmaz diye orada anlatmaya çalıştım. Bunlar ortaya çıkınca hükümet dedi ki, çağıracağız Maliki’yi ve ona anlatacağız ve bunu önleyeceğiz. İyi Maliki gelmiyorum dedi. Uzun süre gelmedi. Seçim yapıldı seçim yapıldıktan sonra geldi. O orada Maliki’nin altındaki hükümetin çoğunluğu kayboldu, destekler çekildi, hükümetler, istifalar oldu. Böyle bir manzara geldi. Burada bir anlaşma imzalayacağız denildi. PKK’yla mücadele için bir anlaşma imzalayacağız denildi. İmzalandı mı anlaşma?

Fikret BİLA- Hayır sadece bir mutabakat.
Deniz BAYKAL- Mutabakat beyan edildi. Mutabakat beyanı yani anlaşma yapamadık demektir. Mutabakat beyanında ne söylendi? İşte evet PKK terör örgütüdür, ona karşı mücadelede işbirliği yapmak gerekir. Bunu anlaşma olarak değil, mutabakat beyanı olarak söylendiği anda Irak’ta büyük tepki geldi. Irak’ta ve Kuzey Irak’ta pek çok çevre çıktı dedi ki, senin böyle konuşmaya yetkin yok. PKK bir terör örgütü değildir dedi. Kim dedi? Irak dedi. Sayın Bila bu yani çok büyük bir olaydır. Türkiye’de dış politika yazanlar, Türkiye’de siyaset yapanlar, Türkiye’de medyamız, hepimiz yani bu olayı nasıl görmemezlikten gelebiliriz anlayamıyorum. Irak resmen şimdi belli mi değil mi? Yani Irak resmen bize PKK’nın bir terör örgütü olamayacağını ifade eden çevrelerin yönetimindedir. Bu ortaya çıkmıştır. Ve biz bunu hazmediyoruz. Başbakanın bir demeci var mı bu konuda? Dışişleri Bakanının bir demeci var mı? Maliki geldi beklediğimizi aldık mı alamadık mı? Maliki’nin burada imzalayamadığı anlaşma ve PKK konusunda ifade ettiği sözlerle ilgili orada Irak’ta yapılan açıklamalar karşısında biz ne düşünüyoruz. Meşrulaştırıyor, Irak PKK’yı resmen meşrulaştırıyor. Bizde bunu seyrediyoruz ve buna karşıda geldi büyük bir gürültü o aday, bu aday ne oldu sonra? Hiçbir şey yok. Sanki böyle bir ülke yok, PKK diye bir konumuz yok, bir sorunumuz yok. Türkiye’de şehitler olmuyor. Dışişleri bakanı, Başbakan buraya gelip Irak’lı açıklama yapmamış, çağıran ne söylüyor. Dışişleri Bakanının bu konudaki düşüncesi ne? Yani bu kadar vurdumduymazlık, bu kadar duyarsızlık bu olayı çuval olayından tutunuz kırmızı çizgilerin tümünün perişan olmasına bu noktaya kadar şimdi buradan alacağız Cumhurbaşkanı seçeceğiz.

Fikret BİLA- Sayın Baykal efendim çok teşekkür ediyoruz programımıza katıldınız, görüşlerinizi bizlerle paylaştığınız için. Sevgili izleyiciler yeniden görüşmek umuduyla hepinize iyi günler diliyorum.