Thursday, August 23, 2007

Genel Başkanı Baykal NTV’de,“Meydanlarda İp Atıldı, Herkes Zannetti ki, Bu İp Terörist Başının İdamı İçin Atılmıştır”


-“Şimdi ortaya çıkıyor ki, o ip, Abdullah Gül’ün kuyudan çıkarılması için atılmış bir iptir”
-“Sayın Gül’ün oraya gelmesini sakıncalı görüyorum ve bütün muhalefet partileri de bunu söylüyorlar. Sakıncalı ise gereğini yapmak lazımdır. Sakıncalı ama gelsin. Bu olmaz”

-“Eğer sakıncalı değilse, sakıncalı diye bir takım insanları aldatma, yanıltma. Onlar, sen sakıncalı dediğin zaman, gereğini yapacak diye sana oy verdiler. Oyu alıyorsun, gereğini yapmıyorsun. Bunu yapma. Sakıncalı ise sakıncalı gibi davran. Tutarlı ol”

-“Bu ülkenin Başbakanı çıkıyor diyor ki, kardeşim İslam devleti tamam da, niye ılımlı diyorsunuz, başına niye bu sıfatı takıyorsunuz. Başbakan dini bir devlet olmaya itiraz etmiyor. Dinin dozuna itiraz ediyor”

-“Başbakan’ın Bekir Coşkun’a sözlerinin altında, %47’lik oy’mu yatıyor? Parlamento’da 341 milletvekilliğiyle temsil edilmek mi yatıyor? Cumhurbaşkanı’nı Türkiye’ye dayatmanın getirdiği ego patlaması mı yatıyor?”

-“Başbakan’ın Bekir Coşkun’a sözlerinin altında, bir hukuk duygusunun, hatta bir insanlık anlayışının, bir demokratik düşüncenin, bir hoşgörünün yatmadığı kesinlikle çok açık..”

-“Bu anlayışın, bu yaklaşımın Türkiye’yi yönetiyor olması bizi hangi sorunlarla karşı karşıya bırakacak önümüzdeki dönemde göreceğiz. Yani bu bir şımarma halidir. Bu bir haddini aşma halidir.”

-Genel Başkan Baykal’ın NTV’de yaptığı güncel değerlendirmeler ile, Murat Akgün’ün sorularına verdiği yanıtlar için tıklayınız... www.chp.org.tr


“Murat AKGÜN- CHP’nin seçilirse Sayın Gül’e yönelik tutumuyla ilgili yoğun bir gündem söz konusu. İşte bu maddelerle ilgili görüşlerini almak üzere şu anda CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’la birlikteyiz.

Cumhurbaşkanlığı gündeminin en önemli maddelerinden birini oluşturuyor ama şu anda gündemin bir diğer en önemli maddesi de Sayın Başbakanla gazeteci Bekir Coşkun arasındaki polemik. Sayın Başbakan Uğur Dündar’ın Kalan D’de sorularını yanıtlarken vatandaşlıktan çık dedi. Siz bu konuda benim bildiğim şu ana kadar bir görüş beyan etmediniz, siz bu polemiği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Cumhurbaşkanlığı konusuyla Başbakanın Bekir Coşkun hakkında ifade ettiği düşünceler birbirinden ayrı iki gündem maddesi değil bence. Aynı gündemin maddesi. Aynı anlayışın, aynı zihniyetin, aynı yaklaşımın bir yansıması. İkisi ortak bir kökten besleniyor. Bunu anlamak lazım, bunu kavramak lazım. Bunu ayırırsak konuyu kavrayamayız diye düşünüyorum. Bu bir anlayış. Bir zihni hal.
Tabi çok açıklayıcı oldu Başbakanın Bekir Coşkun’a bu sözleri. Yani bunun altında %47’lik oy mu yatıyor? Parlamentoda 341 milletvekilliğiyle temsil edilmemi yatıyor? Bir cumhurbaşkanını Türkiye’ye dayatmanın getirdiği ego patlaması mı yatıyor? Ama bir hukuk duygusunun, hatta bir insanlık anlayışının, bir demokratik düşüncenin, bir hoşgörünün kesinlikle yatmadığı çok açık.

Yani Başbakan Türkiye’nin saygın, çok değerli bir gazetecisine terk et git Türkiye’yi diyebiliyor. Belli şartlara bağlı olarak. Yani Türkiye’de siyasetin her konusu tartışılır. Herkes herşeyi kabul eder etmez. Bugün yapılan anketlerde gösterir ki, Türkiye’nin yarıdan fazlası AKP’nin kendi başına bir cumhurbaşkanı seçmesi fikrine şiddetle karşıdır. Buna ciddi tepki içindedir. Bunun yaratacağı sıkıntıları görmüştür ve insanlar bu duygularını, bu düşüncelerini hukuk içinde ortaya koyuyorlar. Ortada suç yok. Bir siyasi tavır var ve vatandaş kesinlikle hiçbir suç oluşturmayan, yasalara aykırı olmayan bir siyasi değerlendirme yapan, değerli, saygın bir gazeteciye terk edip gitsin Türkiye’yi diyebiliyor.

Yani bu gerçekten patolojik bir manzara. Sorunda bu zaten. Yani bu anlayışın, bu yaklaşımın Türkiye’yi yönetiyor olması bizi hangi sorunlarla karşı karşıya bırakacak önümüzdeki dönemde göreceğiz. Yani bu bir şımarma halidir. Bu bir haddini aşma halidir. Çok üzüntü verici bir manzara. Çok büyük bir acı duyuyorum. Medyamızın önemli bir kesimi bu olay karşısında çok doğru bir tavır takındı ve Başbakana neyi yapamayacağını anlatmaya gayret ediyorlar. Bunu yürekten destekliyorum.

Bu vesileyle ifade edeyim, Bekir Coşkun ve eşi çok özel insanlar. Yani herkes saygıdeğerdir, herkes eşittir. Ama bu insanlar Türkiye’nin hepimizin onlarla aynı şekilde düşünmeyen insanların da büyük bir sevgiyle kucaklaması gereken insanlar. Bunlar yaşadıkları toplumu seven, coğrafyayı seven, dünyayı seven, kimse hakkın da bir peşin fikirle, kötü düşünce ifade etmeyen, hoş insanlar.

Yani bunların kendi yaşam biçimlerine yönelik tehlike ve tehdit karşısında takındıkları tavrı onları bir vatandaş bu toprakların, bu ülkenin bir insanı olarak kabul edemeyecek bir hazımsızlık noktasında bir Başbakan tablosuyla bizi karşı karşıya bırakması gerçekten çok ibret verici olmuştur.

Üzüntüyle karşılıyorum. Ama bu kendisini her fırsatta gösterecektir. Yani iç dünyasını, değerler sistemini ortaya koyma fırsatını bulduğu her anda bu kişilik yansıyacaktır. Yansımaya başlamıştır.

Murat AKGÜN- Cumhurbaşkanlığında kalalım. Çünkü en önemli konu bu sizin de söylediğiniz gibi. Bir içeriye oylamaya birinci turda partiniz, CHP girmedi. Buna karşılık aralarında DSP’nin de bulunduğu diğer muhalefet partileri girdi. Şimdi başka sorulara da gireceğim ama kamuoyunda tartışılan bir başka unsurda DSP’nin siz girmezken girmesi. Bu sizde bir hayal kırıklığı uğrattı mı? Birde dün DSP’nin cumhurbaşkanı adayı Tayfun İçli’nin size yönelik, partinize yönelik eleştiri oklarını bize yönlendireceğine Gül’e yönlendirsin şeklinde açıklaması vardı. Bu iki bölümlü soruma yanıt rica ediyorum.

Deniz BAYKAL- Yani ben bir polemik arayışı içinde değilim. Türkiye’nin ihtiyacı bu değil. Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda tabi her siyasi parti kendi anlayışı, düşüncesi doğrultusunda karar alıyor ve uygulama yapıyor. Bizde bunu anlayışla karşılıyoruz. DSP’de ayrı bir partidir. Kendi anlayışı doğrultusunda politikasını koymuştur. Onu uygulamaktadır. Onların bileceği iştir.

Ama ben CHP’nin bu konuda izlediği tavrın çok doğru, çok önemli olduğundan hiç kuşku duymuyorum. İsterdim ki, bu tavır Türkiye’de başka siyasi partiler tarafından da benimsensin, sahiplenilsin ve başka toplum kesimleri tarafından da sahiplenilsin. Bunu sahiplenen çok geniş bir toplum kesimi olduğunu biliyorum. Vatandaşlarımızın ezici çoğunluğunun bu konuda aynı duyarlığı bizimle paylaştığını da biliyorum. Bu konuda bir tereddüdüm yok ama siyasi partiler kendi anlayışları doğrultusunda davranmışlardır. Onların bileceği iştir.

Murat AKGÜN- Tayfun Beyin açıklamasına ne diyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Bugüne kadar ben hiçbir konuşmamda bir tek örnek veremezsiniz, DSP ile ilgili bir tek şikayet söylemedim. Ne dolaylı laf dokundurmaya çalıştım, ne bir şikayet ifade ettim, ne bir eleştiri söyledim. Hiç bunu yapmadım. Yani ben sadece onunla ilgili olarak değil, diğer muhalefet partileriyle de çok önemli bir zorunluluk ortaya çıkmadıkça tartışma yapmamaya, onlarla bir siyasi çekişme içine girmemeye özen gösteriyorum. Aynı muameleyi gördüğümüzü söylemek mümkün değildir. Bunun takdirini vatandaşlarımıza bırakıyorum.

Gül’e yönelik şikayet söyleme konusunda herhalde kimse CHP ve Deniz Baykal ile yarışma konumunda değildir. Biz bu konuda görevimizi yaptık. Görevini yapmayanlar bunu değerlendirsinler. Biz bu konuda tam görevimizi yapıyoruz. Değerli arkadaşımız eğer Sayın Gül’ün eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorsa onun cumhurbaşkanlığının önünü açmama konusunda gerekli tavrı takınmaları ihtiyacını da herhalde gözden kaçırmayacaklardır.

Şimdi onları bırakıyorum. Onlarla meşgul değilim ben. İşin özüyle meşgulüm ve bununla biz CHP meşgulüz. Nedir işin özü? Bakınız, Sayın Gül, AKP’nin tek taraflı bir kararıyla uzlaşma arayacağız diye taahhütler yaptıkları halde Başbakan seçimden sonra bu konuda Türkiye’ye merak etmeyin bize oy vermemiş olan kesimlere de saygı duyuyoruz, onları da sahipleneceğiz. Onları da anlayacağız. Onların da ihtiyacına cevap vereceğiz taahhüdünü yaptığı halde ki, o taahhüdün daha mürekkebi kurumadan gazetelerde terk et git diye Bekir Coşkun’a açıklamalar yapılmıştır.

Yani bu, bu iktidarın ne kadar samimiyet problemi olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koymuştur. Uzlaşma taahhüdü yaptılar, beni Başbakan telefonla aradı, önümüzdeki konuları cumhurbaşkanını birlikte konuşacağız, ziyaretinize geleceğim dedi. Bekliyorum hala Sayın Başbakanı.

Murat AKGÜN- Bu saatten sonra ne konuşmak için?

Deniz BAYKAL- Yani gelmediğini ifade etmek için söylüyorum. Bekleyişim yok. Beklediğim için söylemiyorum. Ama o taahhüdünün ne kadar boşta kaldığını, ne kadar gerçekleşemediğini anlatmak için söylüyorum.

Adaylıklar bizim dışımızda yönlendi, ilan edildi. Bunu ben şahsen ve parti olarak söylemiyorum. Türkiye’nin dışında kimseyle istişare edilmedi. Sonrada o adayı kabul ettirmek için adaylık ilan edildikten sonra partiler dolaşıldı vs. yani olay bir uzlaşma çabası olarak değil, kararlaştırılan adayı kabul ettirme, benimsetme, halkla ilişkiler konusu yaklaşımı olarak ele alındı. Bunu tabi biz kabul etmedik ve buna alet olmadık, ciddi olun dedik. Söz verdiniz uzlaşmanın gereğini yapmıyorsunuz şimdi bize halkla ilişkiler anlayışıyla yaklaşıyorsunuz.

Murat AKGÜN- Orada aslında söylediğiniz bir laf var. Onu hatırlatmak istiyorum. Diyorsunuz ki, grup toplantısında da söylediniz, girmeyin, bunu sorumluluğunu almamak lazım, bunu sorumluluğunu üstlenenler seçimi yaparlar dediniz. Bu alınmayan yani sizin almadığınız başkalarının şu anda size göre aldığı sorumluluk tam olarak nedir? Bir de ılımlı İslam’a vurgu yaptınız, oradan oraya mı geçiyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Onu anlatacağım. Şimdi bu şartlar altında belirlenmedi önümüze bir cumhurbaşkanı adayı AKP’nin dayatması olarak getirildi. Biz bu konuda çok net, çok açık bir demokratik tavır takındık. Yani herhangi bir şekilde bu seçime katkı vermeyeceğimizi, bu seçimin bir parçası olmayacağımızı bizden destek alarak, bizden güç alarak bizim de etkimizi kullanarak, katkımızı kullanarak .bu cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmasına hiçbir şekilde alet olmayacağımızı çok açık bir şekilde ortaya koyduk.

Biz bu net tavrı koyduk. Çünkü bunun yanlış olduğuna inanıyoruz. Niçin yanlış olduğuna inanıyoruz? Bunu size birkaç somut örneğiyle ifade etmek istiyorum. Bu konuda çok şey söyleniyor. .olayın tabi bir sembolik tarafı var. Bir de reel tarafı var. Sembolik tarafı üzerinde ben durmuyorum. Ben reel tarafı üzerinde duruyorum.

Şimdi seçilecek olan kişi cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı Türkiye’nin Anayasasına göre ulusal bütünlüğünü, toplumunu ve kurumlarını sevgiyle kucaklayacak, onları işbirliği içinde çalıştıracak ve ülkenin tümünü temsil edecek bir şahsiyettir. Böyle algılanması, böyle düşünülmesi lazım.

Şimdi oraya gelmesi söz konusu olan Sayın cumhurbaşkanı adayının daha dün denecek kadar yakın bir geçmişte ortaya koyduğu düşüncelerini hatırlatmak istiyorum. Bu, canım dün oldu, dünle kaldı, sen bırak şimdi dünü bugüne bak diye geçiştirilecek bir şey değildir. Seçilecek olan cumhurbaşkanıdır. İnsanlar cumhurbaşkanın neyi temsil ettiğine, neyi düşündüğüne, ilkelerinin ne olduğuna güvenmek isterler. Biz nasıl bir siyasi kişilikle karşı karşıyayız? Nasıl bir siyasi şahsiyetle karşı karşıyayız bunu anlamamız lazım.

Şimdi söz konusu kişinin söylediği cümleler, aynen kendi ifadeleri.

Bir, “Cumhuriyetin ilkeleri halka zorlama biçiminde dayatılmıştır” diyor. Şimdi bu bir tarihi gerçeği tespit etmek için yapılan bir değerlendirme değil. Bu cumhuriyetin ilkeleri konusunda takınılan bir tavrın yansıması. O ilkeleri benimsememenin gerekli arayışı içinde ifade edilen bir şey.

Yani bunu kabul etmek gerekmez. Elbette hepimiz .biliyoruz ki, demokratik bir süreçte Türkiye cumhuriyeti benimsemiş değildir. Yani cumhuriyet döneminde çok partili siyasi arayışlar yürütülmüştür. 1920’lerde 30’larda biliyoruz. Ama cumhuriyetin temel ilkelerinin demokratik bir süreçle şekillenmediği ortadadır. Şimdi cumhuriyetin ilkelerine yönelik muhalefet söyleme yaklaşımı içinde siz dersiniz ki, bunlar zorla dayatılmıştır. Bu bir tespittir. Bu tespiti yapıyorum. Bu tespiti ve birazdan yapacağım tespitleri Türkiye’de bazı vatandaşlar söyleyebilir. Bazı yazarlar bunu yazabilir. Bazı üniversite öğretim üyeleri söyleyebilir.

Ama bu düşünceleri söyleyen insandan cumhurbaşkanı olmaz. Bu düşüncelerle hesaplaşmamış bir insandan cumhurbaşkanı olmaz. Nerede olmaz? Kendini bilen bir ülkede olmaz. Devletinin ilkelerine .ciddiyetle inanan bir ülkede olmaz. Olursa bir yerde orada bazı yanlışlıklar var demektir. Şimdi biz o yanlışlıkların içindeyiz. Bakın bir tanesini söyledim.

Başka biri, “Ne mutlu Türküm diyene lafını her yere yaza yaza Türkiye ilkel hale dönüştürülmüştür” Yani bundan rahatsızlık duyan, ne mutlu Türküm diyene sözünden rahatsızlık duyan bir cumhurbaşkanımız olacak şimdi. Bunu bir ilkellik sayan bir cumhurbaşkanımız olacak. Bunu birileri ilkellik sayabilir, bunu söylemeyebilir, bu sözden hoşlanmayabilir ama bir cumhurbaşkanının bunu ilkellik sayma anlayışını söyleye söyleye cumhurbaşkanı olması açıkça bu devlete meydan okumaktır.

Murat AKGÜN- Bir taraftan Sayın Abdullah Gül’ün lafları var.

Deniz BAYKAL- O ayrı bir olay. Ona geleceğim. Şimdi bunu bir tespit edelim önce. Ciddi olalım Türkiye olarak. Bunu söyledi mi bu? Söyledi. Ne zaman söyledi 40 yaşından sonra söyledi. Daha dün söyledi bunları. Başka ne söyledi?

Üçüncü, “Tarih boyunca görülmüştür ki, en birleştirici .unsur dindir” Yani Türkiye Cumhuriyetini birleştiren, Türk toplumunu bileştiren temel duygu nedir sorusuna verilen cevap budur. Bu arkadaşımız cumhurbaşkanı olacak şimdi.

Başka bir şey söylüyorum, “Moral değerler açısından Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden en ziyade tahribatı vermiş olan ilke laiklik ilkesidir” Bunlar konferansta söylediği sözler. Ayak üstü sohbetlerde falan değil. Dedikoduda değil. Ciddi bir heyetin karşısında konferans verirken söylediği düşünülmüş, taşınılmış ilkeler. Laiklik ilkesinin bu kadar tahrip edici bir ilke olduğunu söylüyor.

Başka ne var, “İkinci cumhuriyet ve yeni Osmanlılık kavramlarını çok sağlıklı buluyorum” Şimdi yeni cumhurbaşkanımız ikinci cumhuriyetçi ve yeni Osmanlıcı bir cumhurbaşkanı. Yeni Osmanlıcılık hepimiz Osmanlı gerçeğinin bir parçasıyız elbette. Arkamızda Osmanlı var, Selçuklu var. Onun ötesinde bir büyük tarih var. Ama cumhuriyet var. Yani yeni Osmanlıcılığı cumhuriyete karşı bir alternatif gibi düşünüp önermiş olan bir anlayış.

Bir başka noktayı söyleyeyim, madem çok açamayacağım bunları. En kaba değerlendirmesi bence, “Türkiye’de cumhuriyetin sonu geldi, kesinlikle laik sistemi değiştireceğiz” Bunu bir yabancı gazeteye demeç olarak vermiştir. Gazetede çıkmıştır. Daha sonra bunu tekzip etmiştir, gazetecide elimde kaseti var, bunu bana söylemiştir demiştir.

Bununla pek ilgili olamayan bir başka noktayı söyleyeyim. Diyor ki, “8 yıllık temel eğitimle ilgili olarak bu bir reform değil darbedir. Basın destekli sivil asker bürokrasisi ve sol partilerin dayatması, bunu ancak ara rejim ürünü hükümetler yapar” Neyi yapar? 8 yıllık temel eğitim. Yani 8 yıllık temel eğitim uygulamasından şikayetçi olan bir cumhurbaşkanı.

Bir ülke, ciddi bir toplum, ciddi bir devlet bu düşünceleri ortaya koymuş bir insanı Amerika’da, Fransa’da, İngiltere’de, İtalya’da, Yunanistan’da kendi gerçeklerine siyasi temellerine bu kadar açıktan meydan okumuş bir insanı cumhurbaşkanı diye seçer mi?

Murat AKGÜN- TBMM’de görülen o ki, 28 itibariyle seçilecek.

Deniz BAYKAL- O bizim problemimiz işte. Bizim katkımız yok onda. Katkısı olanlar düşünsün. Bu bir tarihi sorumluluktur. Biz ne yaptığımız bilerek söylüyoruz.

Başbakan diyor ki, onun hakkında, özü sözü birdir diyor. Bu sözleri söylemiş ve daha sonrada Anayasa kılavuzum olacak diyen bir insan hakkında herşey söylenebilir de özü sözü birdir denemez. Yani efendim o zamanda samimi konuştu arkadaşımız, şimdide samimiyetle böyle düşünüyor, onu aştı diyebilir. Eğer öyleyse bunu söylesinler bir anlayalım. Ama bunu söyleyen insanın bizim bu çocukluk hastalıklarımız, bunları o zaman söyledik. Bunlar ciddi şeyler değil demesi lazım. Diyebiliyor mu?

Bakın dinci gazetelerde, “Bu bize takiye yapmış” demeye hazır yayın tablosu var. Görüyorsunuz, izliyorsunuz. Hepsi de diyor ki, bize mi takiye yaptı, yoksa devlete mi takiye yaptı? Takiye lafını ilk kez dinci gazetelerde kullanıyor.

Şimdi ne olduğu belli değil bunun. Samimi olabilir, samimiyetini sorgulamak istemiyorum. Şimdi böyle düşünüyor olabilir. Öyle düşünüyor mu düşünmüyor mu onu da bilmem. İki yıl sonra ne düşünür onu da bilmem. İki yıl sonra Türkiye’nin, dünyanın şartları ne olur, o şartlar içinde neyi söylemeyi uygun sayar, neyi söylemek hesabına gelir, o zaman neyi söyler bilemem. Ben bilemem. Bilemediğim bir insanı da cumhurbaşkanı olarak istemem. Ben oraya neyi düşündüğünü, neyi temsil ettiğini, neyin uğrunda mücadele edeceğini, neyi samimiyetle savunacağını bileceğim insanı getirmek isterim.

Şimdi bunu söyleyebiliyor musunuz? Hiçbiriniz söyleyemezsiniz. Kimse söyleyemez. Onun seçimine katkı verip Anayasal engeli aşmaya destek veren insanlar bile bunun yanlış olacağını söylüyor. .yanlış olacaksa niye seçtiriyorsunuz? Biz yanlış olacağını biliyoruz seçtirmiyoruz. Bu ne zaman doğru olur? Samimiyetle bu çıkar, bize anlatılır ki, gerçekten bu aşılmış düşüncelerdir ve şimdi bunun karşısında net ve açık tavır takınılmaktadır. Daha bu takınılmış değil. Şimdi idare ediliyor. Şimdi toplumun öyle bir kısmı böyle.

Olayın bir boyutu da şu; olay bir Abdullah Gül’ün psikolojisi problemi değildir. Türkiye’nin sosyolojik, siyasal değişimi sürecidir. Bu değiş sürecinde nerede duruyor bu cumhurbaşkanlığı?

Murat AKGÜN- O zaman siz hemen kriz öngörüyorsunuz seçimden hemen sonra.

Deniz BAYKAL- Türkiye kriz yaşamadan da yanlışlığa sürüklenebilir. Bakın şimdi ne söyleniyor Türkiye’de? Bugün yabancı gözlemciler Türkiye’ye baktıkları zaman artık sıradan bir gerçeği tespit eder gibi Türkiye bir ılımı İslam devleti demeye başladılar. Eskiden bunu söylediği zaman bütün toplum ayağa kalkardı, bunu söyleyende bir iddialı, çarpıcı bir söz söylüyor gibi kendini hissederdi. Bu böyle değil bakın.

Murat AKGÜN- Burada bir Başbakanın lafını söylemek istiyorum, sizin bu konudaki görüşünüzü almak istiyorum. Başbakan yine Kanal D’deki röportajında dedi ki, ılımlı İslam lafı çirkin bir yakıştırmadır, İslam İslam’dır. Yani İslam’ın ılımlısı ılımsızı olmaz dedi.

Deniz BAYKAL- Dini bir devlet olmaya itiraz etmiyor. Dinin dozuna itiraz ediyor orada. Bende zaten onu söyleyeceğim. Şimdi ılımlı İslam devleti olarak tarif edilmeyi kabul ederseniz elbette biz hepimiz bir çoğunluğu Müslüman bir toplumuz. Milletimizin ezici çoğunluğu Müslüman ve bundan da hepimiz iftihar ediyoruz. Bin yıldır Müslümanız, daha bin yıl Müslüman kalacağız. Bunda bir tereddüt yok. Tereddüt devletimiz nasıl bir devlet olacak? Bu tartışılan konudur. 80 yıldır Türkiye’de bunun mücadelesi veriliyor, çok daha uzun bir süreden beri içinde bulunduğumuz coğrafyada veriliyor, bu sonu bitmiş, sonu gelmiş bir mücadele değildir. Bu daha geleceğe giden bir mücadele.

Şimdi bu mücadele de bu cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’nin tarihi başarısına bir olumsuz etki getireceği içinde büyük önem taşıyor. Bu etkiyi ben sadece Sayın Gül’ün zihniyetine, anlayışına, Başbakanın düşüncesine bakarak söylemiyorum. Onlar bir büyük dalganın üzerinde sörf yapıyorlar. O dalga onları şimdi cumhurbaşkanlığına getiriyor. Ama bilin ki, o dalga devam ettiği sürece, birgün o dalga onları da atar, yarın başkalarını alır getirir. Önemli olan o dalganın dinamikleridir ve şimdi o dinamikler öyle işliyor ki, Türkiye artık bir laik demokratik cumhuriyet olarak algılanmaktan çıkıyor, tarif edilmekten çıkıyor, bir ılımlı İslam devleti olarak niteleniyor ve herkeste bunu içine sindiriyor. Bu ülkenin Başbakanı da çıkıyor diyor ki, kardeşim İslam devleti tamamda niye ılımlı diyorsunuz, başına niye bu sıfatı takıyorsunuz?

Evet öyle olur. Öncesinde ılımlı İslam devleti derler, niye? Çünkü onların işine o geliyor. Onlar gerçek İslam devleti deyince Talibanı görürler, Afganistan’ı görürler, İran’ı görürler ve aman o olmasın, ama laikte olmasın, olmuyor zaten olmayıversin, bizim meselemiz değil. Ilımlı İslam devleti oluversin derler. Bilmezler ki, ılımlı islam devleti olur, arkasından birileri çıkar, ne demek bu der ya. Dinimizden utanıyor muyuz biz? Niye ılımlı sıfatına ihtiyaç var. Biz dinimiz neyse oyuz kardeşim. Kaldırın bunu derler, onu kaldırırlar. Arkasından gerçek İslam devleti o mudur, bu mudur tartışması başlar. O bir süreçtir. O süreç sizi alır nereye kadar götürür, yaşar görürsünüz.

Şimdi buradaki olay şu, bakın; Başbakan bu süreçte ortaya çıkabilecek olan sıkıntıları gördüğü için durumu belki kontrol etme gayreti içine girdi son aşamada. Uzlaşma lafını onun için söyledi. Bizleri gelip bir anlayış birliği yaratma ve onunla hiç olamazsa bu baskıyı, bu basıncı o yükselen dalgayı, o tsunamiyi idare etmek istedi. Edemedi. Altında kaldı. Edemedi ve teslim oldu Başbakan. İstemediği halde yürüdü.

Burada tabi bir muhalefet partisinin, “Anayasal engeli biz kaldırıyoru” demiş olmasının da önemli bir katkısı olmuştur. Onlar da böylece bu dalganın bir Anayasal sorun da olmadan istediği gibi gelip geçmesinde sakınca görmediklerini ve Sayın Gül’ün cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin önünü böylece açmışlardır ve bu süreç böyle işlemiştir.

Şimdi ben şunu toplumumuza, milletimize anlatmak istiyorum. Bakın, Başbakan bugün istediğini yapmadı, önlemek istedi önleyemedi. Niye önleyemedi? Şu anda bize söylediği sözlerin ötesinde herkes veya pek çok çevre, buna destek veren çevre, Sayın Gül’ün cumhurbaşkanlığından bir rövanş etkisi bekliyor. Bir gidişatı değiştirme, cumhuriyetle hesaplaşma, cumhuriyetin kazanımlarına bir dur deme ve yeni bir süreç açma umudu bekleyişi içinde, onun için saldırıyorlar.

Demin bahsettiğim, bu söylediğimiz lafları söylememiş olsa Gül cumhurbaşkanı seçilir miydi? O lafları demin benim okuduğum, şikayet ettiğim lafları söylememiş olsa Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığı böyle tartışma konusu olur muydu? Olmazdı. Sıradan normal bir cumhurbaşkanı olurdu.

Hayır, onu biz getireceğiz diyorlar ve onu getiriyorlar. Onu getiren insanlar, onun getirdiği insan, ben artık öyle düşünmüyorum dese de, bunun artık hiçbir önemi yoktur. O çünkü bir süreci başlatacaktır. Bir birikim gelişmeye başlayacaktır. Bakın Türkiye’yi laik demokratik cumhuriyet olmaktan çıkarmaya yönelik süreç bu cumhurbaşkanlığı seçimiyle hız kazanmış olarak gelişecektir. Benim tespitim budur.

Murat AKGÜN- O nedenle söylediklerine inanmıyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Hayır öyle olsa dahi diyorum. Yani inanıp inanma değil. Şimdi öyle söyler. Neyi inanacaksın. Yani 10 yıl önce söylediğini bugün reddediyor. Niye reddettiğinin hesabını vermeden reddediyor. Bugün söylediğinin hesabını 10 yıl sonra nasıl soracaksın ondan. Böyle bir olay yok. O iyi niyetle, şartlara göre şimdi kendisine ne söylemesi gerekiyor, bekleniyorsa onu söyleyerek yürüyor. Ama onu yürütenlere bakın, arkasındaki güce bakın. Arkasındaki güç bu yönüyle onu getiriyor. Yarın açıkça böyle bir sapma sergilemeden de bunu söyleyecek insanı getirmeyi deneyecektir.

Bizim cumhurbaşkanlığı konusunda almamız gereken stratejik karar bu süreci bu şekilde güçlendirerek, büyüterek sürdürelim mi, yoksa demokrasiye bir şans tanıyalım mı? Durun deyip bir konjonktürde, yeni bir siyasi denge ortaya çıkararak bu konularda bir sıkıntı doğurmadan bir çözüm oluşturalım mı? Buna bakmak lazımdır. Ama bu cumhurbaşkanlığı seçimi bu şansı ciddi şekilde ortadan kaldırmıştır, şimdi biz bu cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiye’deki bu tarihi hesaplaşma bekleyişi içinde olanlara katacağı gücüde dikkate alarak, ortaya çıkacak tabloyu yaşayıp, görüp ona karşı tavrımızı takınmak durumundayız.

Şimdi burada bir siyasi parti olarak bizim, hele cumhuriyeti kurmuş bir siyasi parti olarak bizim görevimiz, bütün bunları gördüğümüz bir noktada hiçbir şekilde o öyle istiyor, bu böyle istiyor falan diye baskılara boyun eğip bunlara alet olmamaktır. Biz alet olmuyoruz.

Şimdi herkes, toplumun psikolojisidir bu, insanlar, olacak bir şey, artık bunun önüne geçmenin imkanı var mı? Bak birinci tur gitti. İkinci tur geliyor. 341 tane oy alınmış. Bununla Anayasal engeli kaldırmış “arkadaşlar, dostlar” Ne olacak? Gelecek. Gelecek olana kötü demeyelim. Bunu bu kadar itmeyelim. Bunu sevimli, sıcak sunalım, olumlu tarafını görelim, böyle bir kolektif kendini aldatma psikolojisi toplumlarda vardır. Şimdi o işliyor. Herkes olayı kaydırarak, saptırarak, türbanı mı öyle bağlasın, böyle mi bağlasın falan muhabbetleri vs. ya da başka konularda ciddi tepkiler.

Bekir Coşkun’la ilgili olarak ortaya çıkan gerçekten vahim anlayış karşısında gösterilen tepki cumhurbaşkanlığı konusunda gösterilemedi. Niye gösterilemedi? Aynı olaydır. Aynı özdür. Şimdi bununla biraz avunalım. Bununla duyguları tatmin edelim. Zaman kazanalım. Bu sağlıklı bir yaklaşım değil. Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Bunu söylemek benim görevimdir. Bunu görüyorum.

Murat AKGÜN- Bütün bunları söylerken Başbakanla diyalog tümden kopmuş vaziyette mi? Çünkü gelecekti gelmedi dediniz. Bu sözlerden artık bu saatten sonra bir iktidar partisiyle iplerin koptuğu anlamına mı geliyor?

Deniz BAYKAL- Ne münasebet. Gelmek isterse kapımız açık. Memnuniyetle, ama ne konuşacak benimle? Niçin gelecek? Bana Türkiye’nin önündeki bu olasılıkları değerlendirip, bu konuda bir çıkış yolu arayışı konusunda istişare edeceğim diyordu. Bende bunun üzerine, ne kadar güzel, olması gereken bu diyordum ve bunu saygıyla karşılıyordum ve katkımı yapacaktım. Katkım nereye kadar olacaktı biliyor musunuz? Bir AKP’linin, ama bu sakıncaları taşımayan bir AKP’linin Cumhurbaşkanı seçilmesine oy vermeye kadar olacaktı.

Bunu daha ilk cumhurbaşkanlığı tartışması sırasında söylemişim ben. O zaman tabi o havada değildi. Onları reddetti tümüyle. Daha sonra şartlar onu bu noktaya getirmiş olabilir diye düşündük. O da çıktı, tamam dedi, geleceğim. İyi gel memnuniyetle. Bunları onunla konuşacaktım ve cumhuriyeti rencide etmeyecek, cumhuriyete karşı daha dün olumsuz tavır takınmamış, bu konuda kuşku yaratmayan, güven veren ahlaklı, değerli bir partili milletvekilinizi istiyorsanız yardımcı olalım diyecektim. Bunu diyemedi, bunu bana soramadı, sormasına izin verilmedi. Bundan başka şansın yok dediler. O da ondan başka şansı olmadığını kabul etmek zorunda kaldı.

Şimdi ben bunu diyorum, niye şansı yok? Nedir bu olağanüstü özellik? Olağanüstü özellik söylediği o laflardır. Bu laflar onu oraya getiriyor. Hiç hata etmeyin. Geçmişte, 10 yıl önce söylediği o laflar, o’nun şimdi buraya gelmesine yol açan laflardır O olmasa diğer 340 AKP’linin önemli bir kısmı gibi, o da herhangi birisi olurdu. Şimdi o değil. Bunu söylemiş olduğu için gelmesi gerekiyor. Yarın belki bunu söylediğini inkar etmeyecek. Söylediğine bugünde sahip çıkacak birisini getirme aşmasına gelecektir işler.

Bu bir süreç. Bu sürecin içinde Tayyip Erdoğan gelir geçer, Abdullah Gül gelir geçer. Bunların bir önemi yok. Bu 80 yıllık bir mücadele. Bu mücadelenin uluslararası çerçevesi var. Ortadoğu’da Türkiye’ye belli bir rolü oynatmak isteyen süper güçler, çeşitli dünya güçleri bu anlattığım konularla hiç meşgul değiller. Umurlarında değil. Türkiye ılımlı İslam devleti olmuş olmamış mühim değil. O nedenle ılımlılara yeşil ışık yakarlar, ılımlı İslam devletini getirirler, ondan sonra da o devletin nasıl dönüştüğünü, neye dönüştüğünü, neye tekemmül ettiğini yaşar görürler, hayret ederler bu defa onunla mücadele etmeye kalkarlar.

Murat AKGÜN- Sayın Ahmet Necdet Sezer ayın 28’i itibariyle bu görevden ayrılacak. Siz onun cumhurbaşkanlığı dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Artılarıyla, eksileriyle. Birkaç cümleyle de onu rica ediyorum.

Deniz BAYKAL- Yani tarih bunun değerlendirmesini yapacaktır. Sayın Cumhurbaşkanına ben büyük saygı duyuyorum. Hiç kuşku yok çok önemli ve tarihi bir görev yaptığına inanıyorum. Türkiye’nin bu sıkıntılı tablosu içinde, Anayasa duygusunu, hukuk duygusunu kararlılıkla ortaya koymuştur. Bu konuda çok önemli müdahaleler yapmıştır. Çok saygıdeğer bir insandır. Mütevazı bir yaşamı vardır. Ahlaklı bir insandır.

Murat AKGÜN- Bundan sonra siyasette rol alması mümkün olabilir mi? Sizin bir çağrınız olabilir mi?

Deniz BAYKAL- Bu tamamen Sayın Sezer’in kendi kişisel değerlendirmesine bağlı bir olaydır. Onu ben saygıyla karşılarım. Bu konuda herhangi bir ilgi göstermesi ülkemizde pek çok insanı, ben de dahil olmak üzere mutlu eder. Ama bu konuda karar alması gereken kendisidir. Onun alacağı kararı hepimiz saygıyla karşılayacağız. Siyasetin bir parçası olmayı istemeyebilir.

Murat AKGÜN- Sizin bir çağrınız olacak mı?

Deniz BAYKAL- Bu benim haddimi aşmam olur. Öyle bir çağrı yapıp o çağrıyı kabul etti etmedi tartışmaları içine girmek hiç uygun değildir. Doğru değildir. Sayın Sezer cumhuriyetimizin iftiharla anacağımız, başımız dik bir şekilde Cumhurbaşkanımızdı diye daima söyleyebileceğimiz çok değerli, çok saygın bir şahsiyettir. Bundan hiç kuşku duymuyorum.

Murat AKGÜN- Gazetelerde haberler var ki, Sayın Başbakana atfen Cumhurbaşkanının kendisine 367’nin yanlış olduğuna dair bugün herhalde gazetelerde görmüşsünüzdür. Siz hiç Cumhurbaşkanından böyle bir şey, ima yoluyla da duydunuz mu?

Deniz BAYKAL- Hayır. Yani bu konuda Sayın Başbakanla Sayın Cumhurbaşkanı arasında geçtiği ifade edilen bir konuşma. Onun bir tarafı olmam söz konusu değil. Bu bir hukuk konusu bu hukuk konusuyla ilgili Türkiye’nin çok değerli hukukçuları, Anayasa hocaları her iki düşünceye de destek verir bir tavır içindeler. Yetkili organ Anayasa Mahkemesi. Anayasa Mahkemesi bu konuda bir karar aldı. Bu konu nettir. Artık halledilmiştir. Tabi hukuk camiası tartışmaya devam edecektir. O tartışmada sürebilir ama bunu bir siyasal tartışma konusu haline getirmenin bir anlamı yok.

Murat AKGÜN- MHP’ye suçlamalarınız var, DSP’ye eleştirileriniz var.

Deniz BAYKAL- Suçlama değil, tespitlerim var. Yani çok açık, çok net bir olay.

Murat AKGÜN- Muhalefetin bir işbirliği bundan sonra söz konusu olabilir mi bu şartlarda?

Deniz BAYKAL- Yani Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar muhalefet içinde değil sadece, muhalefet-iktidar partilileri, milletvekilleri arasında da işbirliğini gerektiren ciddiyettir. Yani bunu böyle kendimizi muhalefet diye tarif edip, böyle bir anlayış içinde bakmıyorum ben olaya. Türkiye’nin meseleleri var. O meselelerde doğru tavır takınmak lazımdır. Cesaretli tavır takınmak lazımdır, tutarlı tavır takınmak lazımdır.

Yani muhalefet döneminde biz ne söylediysek onun gerektirdiği çizgide seçim öncesinde ne söylediysek şimdi onun doğrultusunda görevimizi yapmaya devam ediyoruz.

Kimseyi aldatmadık. Kimseyi yanıltmadık. Kimseye yanlış izlenim vermedik. Cumhurbaşkanlığı konusunda ne söylüyorsak oydu. Mesela ben cumhurbaşkanlığı konusunda Sayın Başbakanın cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili olarak çeşitli değerlendirmeler söyledim ama, benden çok daha iddialı değerlendirmeler ortaya atıldı. Vahim suçlamalar, indirme iddiaları vs. ortaya atıldı. Bir çizgi ortaya kondu.

Şimdi gelinen noktada ben seçim öncesinde hangi görüşteysem şimdide aynı çizgiyi götürüyorum. Bunu bir yapay tutarlılık arayışı için değil, Türkiye’nin ihtiyacı bu olduğuna içtenlikle inandığım için.

Bence Sayın Gül’ün oraya gelmesi sakıncalı ise ki, sakıncalı ve görüyorum bütün muhalefet partileri de bunu söylüyorlar. Sakıncalı ise gereğini yapmak lazımdır. Yani, sakıncalı ama gelsin. Bu olmaz. Bu olursa ben daha çok oy alırım. Daha çok oy falanda almazsın. Hiç hata etme. Oy falanda almazsın. Oy hesabı da değil kaldı ki. Sakıncalı ise gereğini yap. Eğer sakıncalı değilse sakıncalı diye bir takım insanları aldatma, yanıtlama. Onlar çünkü sen sakıncalı dediğin zaman bu sakıncalı olduğunu görüyor, onun gereğini yapacak diye sana oy veriyorlar. Oyu alıyorsun sonra gereğini yapmıyorsun. Bunu yapma. Sakıncalı ise sakıncalı gibi davran. Tutarlı ol. Sonuna kadar aynı anlayışla yürü. Eğer sakıncalı değilse sakıncalı değil, herhangi bir insan olabilir, niye olmasın de. O zaman öncede de. Kimseyi yanlışa sevk etme.

Biz bunu yapmadık. Bugün CHP, AKP’nin bu yanlışlıkları karşısında tutarlı, ölçülü, dikkatinizi çekerim ölçülü, ilkeli bir tutumu sürdürmektedir. Yani meydanlarda ip atıldı. İp atıldığı zaman herkes zannetti ki, bu ip terörist başının idamı için atılmıştır. Şimdi ortaya çıkıyor ki, bu Abdullah Gül’ün kuyudan çıkarılması için atılmış bir iptir.

Teşekkür ederim.