Wednesday, August 29, 2007

GENEL BAŞKAN BAYKAL ATV’DE TUBA ATAV’IN SORULARINI YANITLADI VE GÜNCEL OLAYLARI DEĞERLENDİRDİ


“Siyasetin finansmanı en önemli olaydır. Demokrasinin de güvencesi budur. Bu seçimlerde iktidarın kullandığı mali kaynakların miktarı da, kaynağı da net değildir”

-“Bu seçim maalesef demokrasi standartlarıyla hiçbir şekilde kabul edilmeyecek biçimde iktidarın olağanüstü kuşkulu mali kaynak kullandığı bir seçim olmuştur.”

-“Türkiye’de bu seçimde olduğu kadar çıkar sağlamaya yönelik bir kampanya, bir çalışma yapılmamıştır. 10 binlerce bisiklet dağıtıldı, kömür dağıtıldı, yiyecek paketleri tırlarla kasabalara, kentlere götürüldü dağıtıldı. Yerel yönetim olanakları, merkezi hükümetin olanakları ve çoğu kere nereden olduğu bilinmeyen kaynaklar”

-“Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP’ye verilebilecek iki türlü destek vardır Bir; AKP’nin istediğini seçmesine fırsat vermek üzere biz seçime katılacağız demek. Bunu dediğiniz zaman bir defa birinci kademe desteği vermiş oluyorsunuz. İkinci kademe destek oy vermektir. Birinci kademe destek uzlaşma ihtiyacını ortadan kaldıran destektir. Ötesi önemli değil çünkü AKP’nin yeterli oyu var” -“Yemin törenine katılmayacağız. Biz bu sürecin parçası olmak istemiyoruz”

Genel Başkan Baykal’ın açıklamalarına www.chp.org.tr’den ulaşılabilir


Tuba ATAV- İyi pazarlar sevgili seyirciler. Genel seçimler yapıldı, meclis yeniden şekillendi. Şimdi sırada 11. Cumhurbaşkanının belirlenmesi var. Abdullah Gül çok büyük bir olasılıkla 28 Ağustos Salı günü yapılacak 3. tur oylamayla Cumhurbaşkanı seçilecek. Muhalefete göre Gül uzlaşmayla çıkartılan bir aday değil. Ama yinede MHP, DSP, DTP seçimlere katılıyor. CHP ise Nisan ayından beri tavrını koruyor ve genel kurula girmiyor. Üstüne üstlük CHP lideri Deniz Baykal sık sık kriz uyarısında bulunuyor. Bizde bugün doğruya doğruda seçimlerden sonra ilk kez Cumhuriyet Halk Partisi lideri Sayın Deniz Baykal’ı ağırlıyoruz. Hoşgeldiniz.


Deniz BAYKAL- Teşekkür ederim, hoşbulduk.


Tuba ATAV- Sizinle seçimler öncesi defalarca program yaptık, uyarılarda bulundunuz. Fakat seçim sonucu pek de beklenen tabloya ulaşılamadı Cumhuriyet Halk Partisi adına. Öncelikle kısaca genel seçim sonuçlarını değerlendirelim mi? Hemen Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusuna geçeceğim.


Deniz BAYKAL- Evet yani seçimin matematiksel sonuçları ortada. Fakat Türkiye’de bu seçim sonuçlarıyla ilgili psikoloji gerçekten bir aradığını bulamama, bekleneni görememe duygusu şeklinde ortaya çıkıyor. Bir hayal kırıklığı psikolojisi topluma egemen. Bu nereden kaynaklanıyor diye düşündüğümüz zaman şunu görüyoruz. Ortada bir muhalefetin, özellikle Cumhuriyet Halk Partisinin götürdüğü bir siyasi söylem var. Biz ülke sorunlarıyla ilgili tespitlerimizi, değerlendirmelerimizi, kaygı duyduğumuz noktaları ortaya koyduk. Türkiye’ye yönelik tehlikeler, tehditler nelerdir, nereden kaynaklanıyor söyledik. Çok önemli iddialar ortaya attık.


Mesela dedik ki, Türkiye’nin ulusal bütünlüğüyle ilgili şu sıkıntılar var. Bu iktidarın bu tutumundan kaynaklanıyor. Terörle ilgili hükümetin şu yanlışlıkları var. Kuzey Irak’ta şekillenen olay Türkiye’ye şu olumsuz yansımaları getirir. Yolsuzluklar çok ciddi bir konu ve iktidar bu konuda maalesef samimi bir tavır içinde değil. İktidar olanaklarını hükümet mensupları kendileri ve yakınları, çoluk çocukları için kullanıyorlar. Türkiye’de cumhuriyetin birikimleri tehlike altında, tehdit altında. Bunlar önemli iddialar, önemli tezler. Dünyanın her yerinde siyaset ülkenin geneliyle ilgili böyle konular etrafında bir tartışma yapılarak gerçekleşir. Bizde bunu yaptık. Ama bu çerçevede bir cevap almadık. Bunları konuşamadık. Bu konuda iktidar bize bir cevap verme gereğini dahi duymadı. Başbakan televizyonda bizimle tartışma yapmaktan kaçındı. Bu konuları bıraktılar. Türkiye meselelerini bıraktılar. Sanki onların bir bildiği varmış, Türkiye’de seçim böyle konuları konuşarak elde edilmez. Bunlar önemli değil, biz başka bir şekilde bu seçim sonucunu etkileyeceğiz duygusu, düşüncesi içinde konuya yaklaşmışlar.


Tuba ATAV- Pardon lafınızı kestim. Yani CHP olarak biz seçim sürecinde doğru bir hamleyle doğru bir strateji uyguladık ama AK Parti bize cevap vermediği için mi?


Deniz BAYKAL- Cevap vermediği için değil. Yani biz doğru bir strateji uyguladık. Türkiye’ye yönelik tehlikeler var, yanlışlıklar var. Kimse bunun yanlış olmadığını söylemiyor. İktidar böyle söylemiyor. Onlar siyaseti başka türlü yaptılar. Geçenlerde böyle tesettürlü bir hanımefendi, bir sosyolog bir televizyon programında bu konulara ilişkin önemli bir saptama yaptı. Dedi ki, muhalefet büyük ülke sorunlarını konuştu. İktidar küçük konuların çözümüne yönelik çalışma yaptı. Fark buradan kaynaklanıyor diyor. İktidar bu konuları konuşmadı. Siyaset bu konuları konuşmaktır zaten. Ne yaptı? Belli kesimlerin özel, bireysel, şahsi bekleyişlerine uygun yaklaşımlar geliştirdi. Yani hiçbir seçimde Türkiye’de bu seçimde olduğu kadar çıkar sağlamaya yönelik bireysel insanlara, seçmenlere çıkar sağlamaya yönelik bir kampanya, bir çalışma yapılmamıştır. 10 binlerce bisiklet dağıtıldı, kömür dağıtıldı, yiyecek paketleri tırlarla kasabalara, kentlere götürüldü dağıtıldı. Seçim öncesinde olan olaylar bunlar. Ve yerel yönetim olanakları, merkezi hükümetin olanakları ve çoğu kere nereden olduğu bilinmeyen kaynaklar. Yani siyasetin finansmanı en önemli olaydır. Demokrasinin de güvencesi budur. Yani bu seçimlerde iktidarın kullandığı mali kaynakların ne miktarı, ne kaynağı net değildir. Bunu herkes çok iyi biliyor. Yani bunu bir suçlama yapmak için söylemiyorum. Ama bu seçimde olağanüstü mali kaynak seferber edilmiştir. Kaynakları da belli değildir bunların nereden geldiği de.


Şimdi bakın şöyle bir tablo var. Bu seçimde oyunu kime verdin dediğin zaman insanlar iftiharla şuna verdim diye çıkmıyorlar. Bir mahcubiyet var, bir eziklik var. Yani ben oyumu kullandım, oyumu kullanırken galiba ülkeyi pek düşünmeden oyumu kullandım. Kendi tatminime, çıkarıma yönelik girişimlere değer vererek oy kullandım duygusunun açmazının etkisi altında olduğunu görüyoruz seçmenlerin. Bu Türkiye’de ciddi bir demokrasi sorunudur. Korkunç çıkar sağlanmıştır. Size bu çerçevede bakın seçim kanunun bir maddesini okuyayım. Böyle bir ihtimali yani Türkiye’deki bu seçim uygulaması, çıkar sağlamaya yönelik uygulama hiçbir demokraside yaşanamaz. Hiçbirisinde izin verilemez ama Türkiye’de acımasızcasına, hunharcasına insanlar vicdanları, yurtseverlikleri, ülkenin geleceğine yönelik duygularıyla günlük çıkarları arasında bir açmazın içine alındı ve bu çok kaygı verici bir biçimde işletildi.


Bakın diyor ki seçim kanunumuzun 152 maddesi. Her kim kendisine veya başkasına oy veya tercih işareti verilmesi veya verilmemesi için bir veya birkaç seçmene menfaat, sahir kıymet teklif ve vaat eder, yani teklif ve vaat dahi. Veya verir yahut resmi umumi vazifeler veya hususi hizmet ve menfaatler vayit veya temin ederse hizmet adına da bunu yapsa 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Verilen vaat veya temin edilen menfaatler seçmenin seyahat, yemek, içki ve nakil masrafları veya hizmetlerinin mukabili olarak gösterilse dahi hüküm aynıdır.


Tuba ATAV- Ne yapacaksınız yani böyle bir iddianız var.


Deniz BAYKAL- Şimdi bu ciddi bir olaydır. Bu seçim maalesef demokrasi standartlarıyla hiçbir şekilde kabul edilmeyecek biçimde iktidarın olağanüstü kuşkulu mali kaynak kullandığı bir seçim olmuştur. Bunu bir mazeret arayışı içinde söylemiyorum. Bu bir tespittir ve bu bir rejim problemine, demokrasi problemine bizi götürmektedir. Biz vatandaşın vicdanına hitap ettik. Vatandaşın aklına hitap ettik, yurtseverliğine hitap ettik. Ülkenin durumuyla ilgili konuştuk. Ve bunların hepsi etkili oldu, hepsi etkili oldu. Kimse cevap veremedi. Kimse karşımıza çıkamadı. Ama ne oldu? Bizim bu söylemimize karşılık birileri hiç konuşmadı. Muhalefet partisi lideriyle bir araya gelmedi Başbakan. Bırak bunları bunlarla bu iş olmaz biz işimizi ayarladık havası içinde götürüldü organizasyon, tırlar, korkunç çıkar yapılanmaları, teşkilatları. Harcanan paranın haddi hesabı yoktur. Yani biran için bu seçimde iktidar partisi ne kadar para harcamıştır bunu samimiyetle, dürüstlükle, vicdanında cevaplandırsın bu işi bilenler insanlar. Biran için o kaynağın mesela bir muhalefet partisine verilmesi halinde sonuç ne olurdu birde ona baksın. Böyle bir şey olmaz. Bu uygun değildir.


Bakın bunun sonucunda da Türkiye’de seçim sonuçlarıyla ilgili bir tatminsizlik var. Bir rahatsızlık var. Ne kazanan iftiharla kazandık diye bir coşku yaşıyor. Süngü düşüktür. Herkes biliyor nasıl kazanıldığını. Kaybedenler görevlerini yaptıklarını, doğru söylediklerini, ülkeye sahip çıktıklarını biliyorlar, o duygu içindeler ama kaybedilmiştir. Bu sağlıklı bir manzara değil. Gelecek bakımından buna güvence getirmek lazım. Siyasette demokrasinin güvencesi siyasetin finansmanının bir şeffaf, iki denetlenebilir, üç makul düzeylerde eşit olmasıdır. Yani bir taraf nereden geldiği belli olmayan 10 milyar doları bir seçimde harcadığı zaman hiç bu taraklarda bezi olmayan, sadece fikir, düşünce söyleyen bir siyasi partiyle onu yarıştırıp makul sonuç almak demokratik hukuki sonuç almak mümkün müdür? Bizim arkadaşlarımız gidiyorlardı seçimlerde daha önce bize işte AKP’den geldiler siz ne getirdiniz diyorlar. Çok açık, siz ne getirdiniz? Biz bir şey getirmedik. Biz sadece yurtseverliğimizi ve ülke sorunlarıyla ilgili düşüncemizi getirdik. Dünyanın her yerinde bu iş böyle olur. Yani bu yöntemle Amerika’da, Avrupa’da, bir demokratik ülkede seçim yaşanmış olsa kıyamet kopar. Bu Türkiye’deki çürümenin çok temel noktalarından birisidir ve bu seçimlerde bu ortaya çıkmıştır. Şuanda yaşanan seçim psikolojisiyle ilgili tablonun altında da bu gerçek yatmaktadır.


Tuba ATAV- Öyle ya da böyle ortada artık rakamlar var. Ve bu rakamlarla yeni meclis şekillendi. Ve bu mecliste Cumhurbaşkanını seçiyor artık önümüzde iki gün kaldı. Yarın değil öbürsügün Cumhurbaşkanı kuvvetle muhtemel seçilecek. Siz Nisan ayından beri tutumunuzu sürdürüyorsunuz.


Deniz BAYKAL- Çok doğru.


Tuba ATAV- Ve bu seçimlerde sizin düşük, yani beklenenin altında oy almanızda aslında bu tutumunuza da neden olarak gösterildi. Yani işte CHP çok sert muhalefet yaptı, uzlaşmacı yaklaşmadı ve o nedenle halk bir şekilde cezalandırdı diye. Bunu nasıl açıklayacaksınız? Yani yine aynı tutumu sürdürerek daha da var olan oylardan daha da düşme sözkonusu olabilir mi mesela bir sonraki seçim için?


Deniz BAYKAL- Hayır. Tam tersine yani biz doğru politika götürdük. Vatandaşta bu doğru politikaya bence sahip çıktı. Yani demin anlattığım koşullarda alınan bu sonuç önemli bir sonuçtur. Çok değerli bir sonuçtur. Çünkü bu aynı silahlarla çatışarak ortaya çıkan bir tabloyu göstermiyor. Yani biz bambaşka nahif, saf, temiz, demokratik, hoşgörülü bir çağdaş ölçü içinde siyaset yaptık ve bu sonuç ortaya çıktı. O %21 oyun her oyununun bizim için çok büyük değeri vardır. Bize oy veren her vatandaşımıza şükranlarımı sunuyorum. Onu o kadar değerli sayıyorum ki, o kadar kıymetli ki o oylar. Bu şartlar altında alınmış olan o oylar. O oyları bize verenlerin tümünün bizden ne beklediğini biliyorum. Hiçbir tatminsizlik yoktur. Ben seçmenimden izlediğimiz politikayla ilgili hiçbir şikayet almadım. Tam tersine bu politikanın hakkı bu değil, daha fazlasını almalıydık, niye alamadık duygusu var. Niye alamadığımızı da şimdi görüyorlar. O nedenle bizim politikamızda bir yanlışlık kesin yoktur. Biz bir misyonu olan partiyiz. Daha önce niçin hangi politikayı götürdüysek şimdi aynı nedenle götürüyoruz. O geçen meclis döneminde Cumhurbaşkanlığı konusunda biz ne diyorduk? Cumhurbaşkanlığı bütün ülkeyi, 70 milyonu ilgilendiren bir konudur. Oraya bir partinin iç işi gibi, bir parti ideolojik merkezinden birisinin tek taraflı bir iradeyle dayatılması yanlıştır, doğru değildir. Türkiye’yi sıkıntıya sokar. Türkiye sadece o partiye oy verenlerden ibaret değil. Oy vermeyen insanlar var. O insanlar kendilerini dışlanmış hissetmesinler. Cumhurbaşkanlığı bunun yansıyacağı yerdir. Cumhurbaşkanlığında da kendisini görebilmelidir. Onun için oraya gelecek insan bir Anayasayı içine sindirmiş olmalı. Anayasayla açık ya da gizli kavgası olmayan birisi olmalı. Dürüst, gerçekten Anayasaya içtenlikle sahip çıkan birisi olmalı ve Anayasayı işletme iradesi içinde olmalı. Bütün kurumları kucaklamalı. Siyaseti partileri kucaklamalı. Böyle bir şahsiyet ortaya çıkmalı ve bu ahlaklı, oraya yakışan bir insan olmalı. Böyle bir insanı yaparız. Ama siz hayır ben kendi ideolojik merkezimden bir insanı ki o ideolojik merkez Türkiye’nin Anayasal rejiminin temellerine karşı meydan okuyarak çıkmış, onu değiştirme iddiasıyla gelmiş, şimdi de Anayasayı değiştirerek o doğrultuda bir açılım yapmaya çalışıyor zaten belli. Cumhuriyetin ilkelerini içine sindirmemiş, laikliği içine sindirmemiş. Bu ideolojik eksenden birisini bize canım o eskidendi değildi diye avutarak, uyutarak, gözümüzü boyayarak, değilmiş gibi yaparak onlardan birisini bize dayatmayın. Buraya gerçekten bu güveni veren bir insan gelsin dedik ve bunu...


Tuba ATAV- Siz Başbakanla bir iletişim olmasını beklediniz galiba.


Deniz BAYKAL- Onu da söyleyeyim. Başbakanında bu konuda bir girişimi oldu. Bunu söyledik ve bunu sağlamanın yolu da bizim Anayasadaki üçte iki şartı doğrultusunda bunu yaparsanız gelir katkı yaparız, bunu yapmazsanız biz katkı yapmayız diyelim dedik ve bunu izledik. Biz bunu izlerken o zaman Başbakan olmaz öyle şey, ne demek uzlaşma, biz kendi içimizden bir AKP’liyi kimi istersek biz kararlaştıracağız, seçeceğiz havasında idi. Bu söylemle yürüdü. Ama seçim sonucu ortaya çıkınca Başbakanda bu yaklaşımın doğru olmadığını değerlendirdi. Uzlaşma ihtiyacını o da kavradı. Bizim politikamızın başarısıdır bu. Başbakana gösterdik onun haklılığını, doğruluğunu onu kabul ettirdik.


Tuba ATAV- Yani seçim sonrası yaptığı konuşmanın sebebi siz misiniz?


Deniz BAYKAL- Kesin. Yaşanan gerçekler, Türkiye’nin gerçekleri Başbakanı o noktaya getirdi. Seçim sonucunda çıktı Başbakan dedi ki, evet bize oy vermeyen insanların duyarlıklarını da dikkate almamız lazım. Onlara da saygı duyuyoruz. Uzlaşmayla önümüzdeki dönemde yürüyeceğiz dedi. Oh ne kadar güzel. Ben kendimi çok mutlu hissettim. Sana bunu anlatmaya çalışıyorduk dedim. Keşke bunu daha önce yapsaydın da öyle yürüseydik dedim. Ama neyse önemli değil. Şimdi bu aşamaya geldin gel bundan sonra öyle yürüyelim dedim. Bunu memnuniyetle karşıladım. Ve o doğrultuda gelişme bekledik. Nitekim seçimden bir iki gün sonra Başbakan beni telefonla aradı. Bana dedi ki, seçim sonuçları dolayısıyla karşılıklı kutlamalarımızı yaptık. Sizi ziyaret edeceğim dedi. Önümüzdeki konuları, Cumhurbaşkanlığını kastediyor birlikte konuşacağız dedi. Çok teşekkür ederim dedim. Çok memnun olurum dedim kapattık. Yani o da artık Cumhurbaşkanının uzlaşmayla seçilmesi gerektiğini anlamış konumda. İşte tamam güzellik ortaya çıktı, bunu sağlayacağız. Tam bu aşamada iken bizim dışımızdaki muhalefet partileri biz Cumhurbaşkanını kimi isterseniz seçme hakkını size veriyoruz. Uzlaşma mecburiyetiniz yoktur. Kimi isterseniz tek başınıza kararlaştırın Cumhurbaşkanı seçin dercesine biz seçime katılacağız. Üçte iki şartı sağlamanıza destek vereceğiz dediler.


Tuba ATAV- 367 sorununu aşacaksınız Milliyetçi Hareket Partisi diyorsunuz.


Deniz BAYKAL- Şimdi....


Tuba ATAV- Aslında böyle demiler de yani siz....


Deniz BAYKAL- Ama demiş oldular. Buradaki şu; AKP’nin kendi istediğini daha önce denediği, yani birinci dönemde sıkıntıya yol açan o uzlaşmaz dayatmacı tavrını bu dönemde de yürütmesini mümkün kılan nedir? Sizin bu davranışınıza karşı biz parlamentoya gireceğiz demektir. Yani AKP’ye verilen iki türlü destek vardır Cumhurbaşkanlığı konusunda. Bir; sizin istediğinizi seçmenize fırsat vermek üzere biz seçime katılacağız. Bunu dediğiniz zaman bir defa birinci kademe desteği vermiş oluyorsunuz. İkinci kademe destek, sizin adayınıza oy vereceğiz desteğidir.


Şimdi AKP’nin bu ikinci kademe desteğe ihtiyacı yok. AKP’nin ihtiyacı birinci kademe destek. Yani bizde parlamentoya katılacağız dediğiniz zaman onun istediği insanı dayatmasına fırsat veriyorsunuz. Başbakan bu dayatmayı şahsen istemese dahi AKP içinde böyle bir dayatmayı talep edenler, böyle bir dayatmayı yürürlüğe koymak isteyenler Başbakana karşıda güçlendirilmiş olarak bunu uygulama şansını elde ediyorlar.


Tuba ATAV- Biraz daha açalım. Aslında Başbakanında Abdullah Gül ismi üzerinde çok net görüşü yoktu. Onumu demek istiyorsunuz?


Deniz BAYKAL- Ben böyle bir kişisel değerlendirmeye girmek benim hakkım değil. Ona girmiyorum.


Tuba ATAV- Çünkü bu Ankara kulislerinde çok konuşuluyor.


Deniz BAYKAL- Tabi konuşuluyor. Ben onu söylemek, ben başka bir şey söylüyorum. O Başbakan olarak Türkiye’de artık bir kutuplaşmanın gerilimin yanlış olacağını, yöneteceği ülkenin böyle bir gerilimle yola çıkmasının doğru olmayacağını gördü.


Tuba ATAV- Meclis Başkanlığı seçimlerinde de bu yönde adım atıldı.


Deniz BAYKAL- Meclis Başkanlığı konusunda bunu uyguladık. Biz gittik oy verdik AKP’nin adayına. Niçin? Çünkü o aday herhangi bir şekilde gerilim üretecek bir aday değil. Uzlaşmaya yardımcı olacak bir aday. Ve bizimde bir derdimiz, kompleksimiz yok. AKP’li birisi olmasın demiyoruz. Buna saygı gösteriyoruz. AKP’li birisi gelebilir.


Tuba ATAV- Peki grup içinde kim olabilirdi?


Deniz BAYKAL- Şimdi o ayrı tabi. Yani eğer Başbakan o politikasını izleseydi. Ki, Başbakanın bu politikasını izlemesi muhalefetin sen AKP içinde birileri kimi dayatıyorsa onu seçebilirsin dememesi halinde mümkündü. O denmemiş olsaydı ben inanıyorum Türkiye içinde iyi olacaktı, Başbakan içinde iyi olacaktı, AKP içinde iyi olacaktı. Bizde buna destek verme anlayışı içindeydik. Yeter ki, uzlaşmayla Türkiye’yi germeyecek bir aday çıkaralım.


Tuba ATAV- Şimdi Deniz bey şöyle düşünelim mi? Şimdi Tayyip Erdoğan’ın da işi o açıdan biraz zor değil miydi? Kararı kardeşim Abdullah Gül’e bırakıyorum dedi. Yani ikinci sefer. İlla o olacak ya da olmayacak işte bunu söylemedi.


Deniz BAYKAL- Onu demiş olması yani ben onu...


Tuba ATAV- Yani oradan geri adım atmakta çok mümkün olabilir miydi?


Deniz BAYKAL- Mümkündü. Hangi şartla mümkün olurdu biliyor musunuz Tuba hanım. Eğer muhalefet biz giriyoruz üçte ikiyi sağlayacağız demeseydi Başbakan dönüp diyecekti ki arkadaşlarına ya beyler Anayasanın bu üçte ikiyle ilgili anlayışı ortada. Üçte ikiyi bulmak durumundayız. Bakın muhalefet uzlaşma diye ısrar ediyor gelin uzlaşalım diyecekti. Kendi elini güçlendirecekti. Kendi arkadaşlarına bunu söyleyecekti. Yani seçimden hemen sonra şimdi bir sıkıntımı yaşayalım. Muhalefet diyor ki, uzlaş. Ne yapalım kardeşim üçte ikiyi bulmak için uzlaşmak zorunluluğumuz var. Gelin bizde arayalım diyecekti. Aradığı zaman ne olacaktı? Türkiye ferahlayacaktı. Bunu kim engelledi? Cumhuriyet Halk Partisi engellemedi.


Tuba ATAV- Milliyetçi Hareket Partisi.


Deniz BAYKAL- Cumhuriyet Halk Partisi engellemedi. Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin önünü açacak, Türkiye’yi uyuma ve uzlaşmaya taşıyacak herkes için doğru olan bir milli politikayı önerdi. Ama bunu maalesef bunun yararını Başbakanda muhtemelen gördü ama uygulayamaz hale geldi. Ve o uygulanamadı. Şimdi biz bu yeni geldiğimiz noktada bu seçimin, yani Türkiye’de bir gerginlik yaratacağı görülen bu seçimin sorumluluğunu almak istemiyoruz. Hiçbir şekilde katkı yapmıyoruz. Amacımız bir kriz çıkarmak değil, bir sıkıntı yaratmak değil.


Tuba ATAV- Özür dilerim lafınızı gene kesiyorum ama siz yanlış bir Cumhurbaşkanı olması halinde ülkenin de krize gireceği uyarında bulunuyorsunuz.


Deniz BAYKAL- İşte anlatıyoruz, gayet tabi.


Tuba ATAV- Yani bu krizin biraz açar mısınız?


Deniz BAYKAL- Onu konuşuruz açarım. Şimdi bakın, parlamentoda siyasi partilerin iç tüzük, parlamento gelenekleri içinde çeşitli uygulamaları vardır. Bunlar çok doğal demokratik hukuka saygılı anlayıştaki parlamenter uygulamalardır. Yani mesela biz sosyal güvenlikle ilgili kısa bir süre önce bir yasa görüşüldü. Bu yasayı biz sakıncalı bulduk. Niye sakıncalı bulduk? Çünkü mezarda emeklilik getiriyor. Yani fiilen artık Türkiye koşullarında insanların emekli olma hakkını elinden alan büyük bir sosyal sorumsuzluk getiren bir tablo var. Buna katkı yapmayacağız. O zaman dedik ki, bunda ısrar ederseniz biz girmeyiz dedik. Girmezseniz girmeyin dediler. Ve biz girmedik. Niye girmedik? Çünkü o önemli konudaki o yanlışın bir parçası olmak istemedik. Ama sayısal bir zorunluluk olmadığı için, belli bir eşik olmadığı için bu engellemedi. Ama bunu uyguladık.


Şimdi burada Cumhurbaşkanlığı konusunda aynı şeyi yapıyoruz. Bizce yanlış olan bir Cumhurbaşkanlığı seçimine katkı vermiyoruz. Şimdi diyorsun ki sen niye yanlış bu. Nereden çıkıyor bunun yanlışlığı?


Bakınız Sayın Gül siyasi kimliği şekillendikten sonra, kişiliği oturduktan sonra çok önemli ortamlarda kayda geçmiş, resmi, Türkiye’yle ile, Türkiye’nin demokrasisiyle, cumhuriyetiyle, rejimiyle ilgili çok önemli iddialar ortaya atmıştır. Bu iddiaların birkaçı şu hep bunları söylüyoruz. Bir; cumhuriyetin ilkeleri halka zorla dayatılmıştır diyor. Aslında bu cumhuriyetin ilkelerinden şikayet etmenin bir yolu diye bunu söylüyor. Bir gerçeği ifade etmek değil. Mutlu değil cumhuriyetin ilkelerinden. Bunu ifade ediyor. Diyor ki, bu zorla dayatıldı halka. Önemli bir tespit.


İki; diyor ki, laiklik Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tahrip etmiştir diyor dikkatinizi çekerim. Bence de tam tersine laiklik Türkiye’de ulusal bütünlüğü büyük ölçüde sağlamıştır. Hayır tahrip etti diyor. Demek ki, laiklikten memnun olmayan insanların milli duruşuyla ilgili tereddütler var kafasında. Çok önemli bir tespit. Laikliği değiştireceğiz diyor. Cumhuriyetin sonu geldi diyor bir yabancı gazeteciye. Dedim demedim tartışmasında yabancı gazeteci diyor ki, bende kaydı var söyledi kardeşim diyor. Aynı şekilde 8 yıllık temel eğitim bir darbedir diyor. Bir reform değildir diyor 8 yıllık temel eğitim. Ne mutlu Türküm diyene demek ilkelliktir diyor.


Şimdi bakınız buna benzer çok düşünce var. Bu düşünceleri herhangi bir vatandaş söyleyebilir. Bir yazar yazabilir, kitap çıkarabilir, bir gazeteci söyleyebilir. Hatta üniversitede birileri cumhuriyete karşı böyle bir tavrı ortaya koyabilir. Bunları anlamak mümkündür. Demokrasi içinde herkes aynı şekilde düşünecek diye bir şey yok. Ben bunu anlarım. Ama böyle düşünen bir insan bu iddialarıyla bir hesaplaşma içine girmeden alınacak, Cumhurbaşkanı seçilecek. İşte bu olmaz. Benim aklım bunu almıyor. Yani bunun olması kendi ilkelerine, anayasasına, kurallarına saygı gösteren bir ülkede bence hiç doğal değildir. Şimdi olan bu. Bunun yarattığı sıkıntı var.


Tuba ATAV- Olan bu peki sıkıntı nedir, kriz ne noktada çıkacak?


Deniz BAYKAL- Türkiye’de herkes bu işi ciddiye alıyor. Aldatılmışlık duygusu içinde. Yani ne oluyor? Sen bunları söyledin. Hatta bazılarımız diyoruz ki, sen bunları söylediğin için geliyorsun. Sen bunları söylememiş olsaydın buraya gelemezdin. Normal bir insan olurdun. Şimdi normal bir insanı buraya getirmek istemiyor bugünkü şartlarda imkanını eline geçirmiş olan güçler, birileri perde arkasındaki güçler. Türkiye’nin, tarihiyle, cumhuriyetiyle bir hesaplaşma arayışı içinde. Şimdilik senin gibi bu düşünceleri söylemiş hala belki büyük ölçüde o düşüncelere sahip çıkan ama şartlara ayak uydurduğu için bunu açıkça söylememe esnekliğini gösterebilen birisi olarak senin yanında, arkanda bunu götürüyorlar. Ve senin oraya gelişin Türkiye’deki o seni oraya getiren güçlerin yükselen dalgasını daha da güçlü hale getirecek. Onlar sen geldiğin anda... Okuyunuz bakın o destek veren medyanın, dinci medyanın ne yazdığını, bu konuya nasıl baktığını görürsünüz. Bunlar bir hesaplaşma. Türkiye’nin tarihiyle hesaplaşma arayışı içinde. Canım Abdullah bey o değil, o çok samimi bir insan, o iyi niyetli. Evet orada iyi niyetle bunu söyledi. Başbakan diyor ki, savunurken özü sözü bir. İnsaf edin kardeşim. Bu durumda her şey söylenirde Sayın Abdullah Gül için özü sözü bir denmez. Yani bunları söylemiş. Daha dünden denecek kadar yakın bir geçmişte. Şimdi onun tam tersini söylüyor güya. Söylemiyor da geçiştiriyor, önemli değil. O eskidendi gömleği çıkardık. Bu laflarla bu idare edilmez.


Bakın Amerika’da, Avrupa’da böyle önemli noktaya gelecek bir insanı ta çocukluğundan beri esrar içip içmediğini, bazı yanlış alışkanlıkları olup olmadığını, savaşta ne yaptığını. Hangi açıklamaları yaptığını, nerede ne söylediğini didik didik ederler. Bir küçük nokta buldular mı ortaya koyarlar. Niye yapıyorlar bunu? Bağnaz oldukları için mi, enayi oldukları için mi? Onlarımı yanlış yapıyorlar. Bir ülke Cumhurbaşkanını bu kadar kolay, bu kadar açıkça kendisine karşı meydan okumuş olan bir düşüncenin sahibine şimdi hiç bunları yok sayarak canım o zaman öyle, şimdi böyle oluversin rahatlığı içinde teslim eder mi? Ederse bunun bir sıkıntı yaratmaması mümkün mü? Bu kadar hazmı geniş, bu kadar karnı geniş bir ülke olunabilir mi? Olur sizi alıştırırız buna merak etmeyin vardı ya o mantık. Birileri öyle bakıyor bu işe. Alışırsınız kardeşim. Bu böyle olur. Yarın başka türlüde olacak. Bunları içinize sindirin. Bu süreç başladı.


Bakın Tuba hanım, Türkiye yıllarca bütün dünyada laik bir cumhuriyet olarak anlaşıldı. Ve Türkiye’nin önemi, değeri buradan kaynaklandı. Yani hem halkının ezici çoğunluğu Müslüman ve İslamiyet’in en güzel yaşandığı ülke. Ama devlet düzeni, hukuk düzeni, eğitim düzeni laik bir devlet. Bu kombinezon muhteşem bir kombinezon. Zaten bu sentez sayesinde bugün Türkiye bölgenin en istikrarlı, ekonomisi en gelişmiş, demokrasisi en ileri, kadın erkek eşitliği sağlanmış. Bakın siz bu şekilde bulunuyorsunuz ve biz ne güzel karşılıklı konuşuyoruz. Bu manzara bu anlayışın sonucudur. Şimdi ama Türkiye’ye bakanlar artık laik bir cumhuriyet diye bahsetmiyorlar Türkiye’den. Ne diye bahsediyorlar? Ilımlı bir İslam devleti. Bunu oldu diyeni var, olmakta diyeni var, oluyor diyeni var. Ve kimsede çıkıp ne münasebet böyle şey olur mu deme gereğini artık duyamıyor. Deme imkanını bulamıyor. Türkiye dünyadaki algılamada bir büyük dönüşümün içinden geçiyor. Laik bir cumhuriyetten şimdi bir ılımlı İslam devletine doğru bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşümün arkasında hangi süreçler var. Bir şey olmadı, Türkiye’de bir ihtilal olmadı, bir darbe olmadı. Türkiye’de birden bire sirenler çalıp herkese dikkat Türkiye artık bir ılımlı İslam devleti olmuştur diye bir anons yapılmadı. Her gün bir önceki gün gibi yaşıyoruz. Ama artık Türkiye’nin algılanması değişmeye başladı. 20 yıl sonra bu süreç böyle devam ederse Türkiye nereye gider. Soru budur ve bu gidiş iyimidir.


Tuba ATAV- Yani bu gidişin sonu İran mıdır?


Deniz BAYKAL- Yani çok böyle kaba şeyler söylemek istemiyorum. Ama bir karmaşık sürecin önemini anlatmaya çalışıyorum vatandaşlarıma. Bakın bizim bu Ortadoğu’dan farkımız ne? İşte bu laik bir cumhuriyet olmamız. Bugün Irak’ta yaşanan onlar gerçekten laik bir cumhuriyet olamadığı için yaşanıyor. İran’daki tablo o. Lübnan’da yaşananlar, Filistin’de yaşananlar o. Şimdi bizim temel ayrıştığımız nokta bu. Eğer bunu biz yavaş yavaş önemsiz saymaya başlarsak, yavaş yavaş buna açıktan meydan okumuş olan insanları. Bunu korumakla yükümlü en üstün mevkilere al burası senindir diye teslim edersek ve yavaş yavaş buna alışmaya başlarsak ve orada simgesel şekillenmeler artık bir algılama değişikliği şeklinde kendisini gösterirse ve Türkiye bu dönüşümün içinden geçerse 20 yıl sonra Türkiye iyi olmaz. Yani orada yaşanan o acılar bu konudaki ihmallerin sonucu olmuştur. Türkiye bunu göstermesin biz bunu anlatmaya çalışıyoruz.


Tuba ATAV- Başbakan Erdoğan’ın işte son kale düştü şeklindeki ifadelere çok sert bir yanıtı oldu. Ne demek son kale yani Çankaya kimin kalesi bu vatandaşın 70 milyonun temsil edildiği yer değil mi dedi. Siz ne diyeceksiniz?


Deniz BAYKAL- Başbakanın bu sözü kendi yandaşları arasında söyleyenleri düşünerek değerlendirmesi lazım. Bu söz kendi yandaşlarının değerlendirmesidir. Cumhurbaşkanlığı seçimine bu pencereden bakanlar evet son kaleyi de düşürdük demişlerdir. Hepsi aynı olacak diye başlamışlardı hatırlıyorsunuz. Şimdi bir teselli ödülü verdi. Meclis Başkanlığı uzlaşmayla diyelim seçildi. Ne zaman? Şimdilik. İster uzlaşırsın ister uzlaşmazsın. İki yıl sonraki seçimde istediğini yaparsın çoğunluğun var. Bunlar aldatmaca, bu bir bekleyiş, bu bir anlayış. Böyle bir kurgu var. Bu bugünün kurgusu değil. Bu tarihin içinden gelen bir kurgu. Bunu biliyoruz hepimiz. Bu sadece Türkiye değil. Türkiye’yi aşan çerçevede bir büyük kurgu. Türkiye’deki rejim değişikliğini sağlamak için birileri ellerinden gelen her türlü desteği vermeye hazır çevremizde. Bu destek para olabilir. Türkiye’deki laik demokratik rejimi birileri değiştirmek için, satın almak için harekete geçseler milyarlarca doları seferber etmek istemezler mi? Tek Türkiye değişsin diye.


Şimdi bu önemli bir konu. Bunu bilelim. Biz bir sürecin içinden geçiyoruz. Kimimiz iyi niyetle elbette herkeste şöyle bir duygu var. Canım olacak işte geliyor Salı günü. Ya oluversin artık, ya sizde hep illa olmaz falan böyle olumsuz yönleri söylemeyin. Yani bunun hiç de fena olmayacağını, işte o da zaten öyle olmayacak, iyi bir arkadaş, güler güzlü, tatlı dilli, falan yerde de böyle söyledi. Oda dikkatli olacaktır. Tamam canım da bir kolektif kendimizi yanıltma, aldatma sürecinin içindeyiz hepimiz bunu biliyorum. Ama birilerinin bunu söylemesi lazım. Bunu söylemesi gereken parti Cumhuriyet Halk Partisi. Bunu söylemesi gereken kişi benim. Bu partinin Genel Başkanı benim. Bir görev yapıyorum. Bu görevi Türkiye’de bir kriz yaratmak için yapmıyorum. Türkiye’de bir rejim kesintisi yaratmak için yapmıyorum. O bizim için bir yenilgi olur, bir mağlubiyet olur. Biz demokratik rejim içinde Türkiye’nin laik kimliğini ayakta tutmak istiyoruz. Ama Türkiye’nin laik kimliğinin yavaş yavaş kaybolmakta olduğunu görüyorum. Buna Türkiye’yi yöneten siyasetçilerin bu son dönemde büyük ve sistematik katkı yaptığını görüyorum. Türkiye siyasetinin böyle işlediğini üzüntüyle görüyorum. Geçmişte de merkez sağa pek çok devlet adamı geldi. Ama gelmiş geçmiş devlet adamlarının hiçbirisi Turgut Özal’ı, Süleyman Demirel’i, Adnan Menderes’i hiçbirisi bu konuda kesinlikle bu dikkatsizlik içinde değildi. Hepsi laik cumhuriyetin önemini çok iyi biliyorlardı, değerini çok iyi biliyorlardı. Şimdi bunu kesinlikle içine sindirmemiş, eline geçecek ilk fırsatta onu ortadan kaldırmaya kararlı bir kadro şartları kullanarak, dengeleri gözeterek o hedefe doğru yürüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi bu sürecin, bu yürüyüşün, bu büyük yürüyüşün bir aşamasıdır, bir parçasıdır. Yani bunu böyle görmeyenler kendilerini aldatıyorlar, yanıltıyorlar, avutuyorlar. Bunlar yaşanmıştır. Türkiye’de laik cumhuriyeti oturtma mücadelesi son noktaya geldi, Türkiye bu işi bitirdi. Artık tehlike, tehdit yok, bırakınız herkes falan bu kaygı atsın kafasından deme noktasında değiliz. Tarih sürekli kendi kendisini üretiyor. Dünya değişiyor. Yani bölgede çok köklü değişiklikler var. Haritalar değişiyor, rejimler değişiyor. Türkiye’ye yansımayacak mı bu? Bu konuda bir önemli gelişme yok mu? Bunun bir değeri yok mu? Canım oluversin birazda onu deneyiverelim. Onu denersek ne olur? Yani hepimiz insan olarak Müslüman’ız. Ama devlet bir din devleti olursa bunun çok ağır bedeli var. Bunun acısını batı Avrupa yıllarca çekti. 100 yıl savaşı diye bilinen savaş aslında bir din savaşıdır. Onlar 100 yıl oluk oluk kanadılar. Türkiye’de bu kanamadı. Niye? Ülkeyi kuran Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşları böyle olacak dediler. Hayır öyle olacak, din elimizden alınıyor diye mugalefeye başladı birileri. Hala o mugalefe devam ediyor. Alınan verilen bir şey yok. Ama devletin eğitimi, hukuku, devlet yönetimini, siyaseti bunun dışında tutalım canım. Tutmayı başarırsak Türkiye kalkınır, gelişir, mutlu olur, ilerler. Bugün geldiğimiz noktaya o sayede geldik. Ama bir süreden beri bu tehlikeye girmeye başlıyor. Eğer bu böyle gider o kaybolursa o devletin bu karakteri dinin etkisi dışında laik, çağdaş karakteri ortadan kalkarsa Türkiye çok ağır bedel öder ve bu Cumhurbaşkanlığı seçimi bu doğrultudaki gelişmeye çok ciddi katkı yapmaktadır.


Tuba ATAV- Siz turların başında bir toplantı yaptınız parti içinde ve Cumhurbaşkanının Abdullah Gül seçilmesi halinde asgari düzeyde ilişkilerinizi sürdüreceğinizi söylediniz. Daha sonrada işte tabi parlamentonun vereceği karara da saygılı olacağınızı söylediniz. Bundan sonra şimdi CHP’yle, yani ana muhalefetle köşk ilişkileri nasıl olacak? Asgari düzeyde demek yani protestomu edeceksiniz. Örneğin Salı günü yemin töreni olacak seçilmesi halinde. Yemin törenine katılacak mısınız?


Deniz BAYKAL- Hayır yemin törenine katılmayacağız. Biz bu sürecin parçası olmak istemiyoruz. Bunu bir görev diye düşünüyoruz. Ve bunu bir Türkiye’yi uyarma vesilesi haline getirmek istiyoruz. Bu kriz yaratacak değiliz. Seçim yapılacak. Anayasa ortada. Bizim Anayasaya, hukuka saygımız var. Cumhurbaşkanının nasıl seçileceği belli seçiliyor. Ama bu böyle sorunları, sıkıntıları da beraberinde getiriyor anlayışımızı biz sürekli ortaya koyacağız, koyuyoruz. Ve devlet işlerinin gerektirdiği ölçüde elbette hepimiz sorumlulukla üzerimize düşeni yaparız buna kuşku yok.


Tuba ATAV- Yani yemin törenine katılmayacaksınız ama işte bir kriz anında diyelim ki liderler zirvesi olduğunda gideceksiniz.


Deniz BAYKAL- Veyahutta bir devletin ihtiyacı olması halinde. Yani illa kriz olması şart değil. Yani iç sorunu var, dış sorunu var ülkenin. Bir ihtiyaç ortaya çıkması halinde bizim düşüncemize yönelik bir merak ortaya çıkması bizim anlayışımızın dinlenilmesi ihtiyacının haklı olarak kendisini göstermesi halinde hayır biz gelmeyiz, konuşmayız. Böyle bir şey olur mu? Terörle mücadele için iyi niyetle bir arayışa girse ve bu arada bize sorulsa hayır söylemeyiz olur mu? Biz bunu söylemek için buradayız. Ya da komşularımızla bir gerilim yaşansa ne yapmamız gerekir diye bir dış tehlike konusunda bir ihtiyaç olsa sorulmazsa. Elbette sorulur. Bu ayrı bir iş. Biz görevimizi biliyoruz. Bunu yapacağız. Biz ek bir hazmetme, doğal karşılama anlayışı içinde olmayacağız. Bizim muhalefetimiz var kayda geçirdik. Bakın bu tavrımızın da altında ne yatıyor onu da size söyleyeyim Tuba hanım.


Şimdi Sayın Gül anlaşılıyor ki seçilecek. Seçildikten sonra atacağı her imzayı, atacağı her adımı belirlerken bilecek ki CHP orada duruyor. CHP hemen bir yanlış yaparsa o yanlışı ortaya koymak üzere hazır bekliyor. Bunu bilecek, bilsin. Bilmesini istiyoruz, bilmesinde yarar var.


Tuba ATAV- Adım adım takip edeceksiniz.


Deniz BAYKAL- Bunu böyle koyacağız. O bu duygu içinde yanlışa sürüklenmeme konusunda Cumhuriyet Halk Partisinden yararlanacak. Eğer kendisini oraya getiren o büyük dalga ki o dalgayı getirdi. O dalganın üstünde sörf yapıyor onlar. Başbakanda Cumhurbaşkanı da. Ama şunu herkes bilsin, başta onlar bilsin. O dalga yarın onları atar, başkaları alır gelir. Ve o gelenler bugünkünden çok daha tehlikeli olabilir. Yani bizi de ilgilendiren ne Abdullah Gül’ün şahsiyeti, ne Başbakanın şahsiyeti bizi ilgilendiren bu dalganın dinamiğidir. O dalgayı biz etkisiz kılmak istiyoruz. Ve bu Cumhurbaşkanlığı seçimi o dalgayı güçlendirir diye kaygı duyuyoruz. Buna karşılık Cumhurbaşkanı o dalganın zorlamasıyla Sayın Gül bir şeyler yapmak zorunda olursa biz orada duracağız ve diyeceğiz ki, görüyor musunuz ne oluyor? Ya haklıymışsın diyecek. Toplumu dikkatli, duyarlı ve Cumhurbaşkanını yanlıştan caydırıcı bir konum olarak biz teslim olmuyoruz.


Tuba ATAV- Teslim olmuyoruz tetikte oluyoruz diyorsunuz. Deniz bey çok teşekkür ederim. Süremiz burada sona erdi. Bakalım bundan sonraki süreç ne olacak? Sevgili seyirciler doğruya doğruda bu hafta çok önemli bir konuğu CHP lideri Sayın Deniz Baykal’ı ağırladık. Köşk ana muhalefet ilişkileri bundan sonra ne olacak onları konuştuk. Sayın Deniz Baykal’ın önerilerine kulak verdik. Salı günü çok önemli bir gün. Cumhurbaşkanı seçimi olacak. Bizler tüm gelişmelerle yeniden karşınızda olacağız. Haftaya bu saatlerde görüşmek üzere hoşçakalın, mutlu kalın.