Wednesday, April 30, 2008

Genel Başkan Baykal; “1 Mayıs’ı Huzur İçinde Kutlayalım, 1 Mayıs Kaygı, Korku, Telaş, Vehim Günü Olmasın. Bu Kaygı, Bu Korku, Bu Telaş, 12 Eylül Kavra

-“Hükümet, provokasyon olacak, size orayı yasaklıyorum dediği anda, çıkarım, orantılı, orantısız “sizinle mücadele ederim” dediği zaman çatışma ortamı, provokasyon ortamı artıyor. Türkiye’nin Otuz yıl sonra hâlâ yasak bölgeleri mi, yasak alanları mı var? O yasak alan İstanbul’da, Taksim’de değil, sizin kafanızın içinde var”
-“Başbakan, “Ayak takımı” diye suçladığı işçilere saygı göstermek ve onların istediği meydanı onlara açmak durumundadır.”

-“Tehdit ve şantaj yoluyla kimse yargıyı etkilemeye teşebbüs etmesin...”

-“Ben, bu kurultaya Genel Başkan adayı olarak çıkmış, çıkmayı denemiş olan değerli arkadaşlarımı selamlıyorum, kendilerine teşekkür ediyorum ve onların önümüzdeki dönemde de CHP’nin anlayışı çerçevesinde çalışmalarına devam etmelerini beklediğimi, onların katkılarının da CHP’de beklenmekte olduğunu ifade ediyorum”

-AKP iktidarında halkın, emeklinin, çiftçinin refahı arttı mı? Gençler iş buldu mu? Memurların yüzü güldü mü? Esnaf rahatladı mı? Hayır, hiçbirisi olmadı. Ne oldu? Türkiye’de dolar milyarderi sayısı Japonya’yı geçti”

-“Türkiye’de tarım yüzde 7 küçüldü geçen sene, borçlar arttı, dış ticaret muazzam açık verdi, 65 milyar dolara çıktı. Cari açık 2002’de 1,5 milyar dolardı, şimdi 40 milyar dolar sınırına geldi”

-“AKP İktidarının altıncı yılında artık öyle bir hâle gelindi ki, devletin yapacağı ihalelere ciddi iddia sahibi olan firmalar katılma imkânının kalmadığını görerek bu işle hiç ilgilenmeme, teklif vermeme noktasına geldiler”

-“Sabah, ATV satışı giderek dallanmış budaklanmış ve çok kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Çok gözü kara bir anlayışla tehlikeli bir sürükleniş sözkonusudur”

İletişim Koordinatörlüğü (Ankara) – Genel Başkan Deniz Baykal 32. Olağan Kurultaydan sonra katıldığı ilk grup toplantısında güncel olayları değerlendirdi ve sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında şunları söyledi;


“Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, değerli konuklar; hepinizi içten sevgilerle saygılarla selamlıyorum, tümünüze hoş geldiniz diyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi grubunun bu toplantısında yine çok önemli gelişmelerle karşı karşıyayız, bunları birlikte değerlendireceğiz. Elbette Cumhuriyet Halk Partisinin hafta sonunda tamamlanmış olan kurultayı değerlendirilmeyi gerektiren bir önem taşıyor, bunun üzerinde birlikte duracağız. Tabii önümüzde 1 Mayıs var. 1 Mayısla ilgili Türkiye büyük bir gerginlik, kaygı ve telaş içine sürüklenmiş durumdadır. Herkes, 1 Mayısın bir gerilim ve çatışma günü olmasından kaygı duyuyor, bunun önlenmesi ihtiyacını herkes dile getiriyor. Bu konuda ben de düşüncelerimi, değerlendirmelerimi ifade edeceğim.


Elbette iki hafta önce bu kürsüde dile getirdiğimiz çok önemli bir konunun gelişmesi, giderek önem taşıyan bir konu hâline dönüşmesi karşısında yine o konuya dönmemiz gerekecektir, Sabah, ATV satışı, çünkü konu artık giderek dallanmış budaklanmış ve çok kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Böyle bir hata nasıl yapılmıştır? Nasıl yapılmaktadır anlamak mümkün değil. Bu konuda iki hafta önce uyarılarımı söylemiştim, daha karar alınmadan, bu konuda adım atılmadan gerekenleri burada ifade etmiştim ama maalesef çok gözü kara bir anlayışla tehlikeli bir sürükleniş vardır. Buna yönelik düşüncelerimi, değerlendirmelerimi sizlerle paylaşacağım.


Yine aynı şekilde AKP’nin son zamanlarda yaptığı yanlışların toplum kesimleri tarafından giderek daha doğru bir biçimde anlaşılmaya başlandığına tanık oluyoruz. Toplumumuz, AKP’nin yanlışlarını daha iyi görmeye başlıyor. AKP’nin içinde kendi yanlışlarını insanlar görmeye ve dile getirmeye başlıyor. Bu süreci de değerlendirmek durumundayız. Bütün bunları bu hafta ele almaya çalışacağım.


Önce, tabii Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerini ve bu toplantıda belki buraya katılmış olan Cumhuriyet Halk Partili değerli arkadaşlarımı, son 32’nci Olağan Kurultayımızda gösterdikleri başarı ve sergiledikleri sorumlu davranış dolayısıyla kutlamak ve bana Genel Başkan seçiminde verdikleri destek ve ortaya koydukları anlayış dolayısıyla şükran duygularımı ifade etmek istiyorum. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız bu kurultay, hiç mübalağa etmeden söyleyebilirim, Cumhuriyet Halk Partisi bakımından tarihi bir kurultay olmuştur. Çok önemli bir kurultay gerçekleştirdik. Üstelik böyle bir iddia sergilemeden, böyle bir anlayış ortaya koymadan ve kamuoyunu da bir bekleyişe sürüklemeden, Türkiye’ye yönelik görevimizi yaparak, üzerimize düştüğüne inandığımız sorumlulukları yerine getirerek sükûnet içinde kurultaya gittik. Herhangi bir iç tartışma, bir iç çatışma arayışı içine hiçbir şekilde parti yönetimi olarak ben, arkadaşlarım yönelmedik, işimizi yaptık, dışa dönük görevimizi yaptık. İç tartışmaların bir tarafı hâline dönüşmemeye özen gösterdik ve kamuoyu da, Cumhuriyet Halk Partisi kurultayı ile ilgili olarak çok önemli bir olayın yaşanmayacağı, sıradan bir kurultayın toplanmakta olduğu, sönük bir kurultayın yapılacağı bekleyişi içinde konuya yaklaştı ama gerçekleşen kurultayın çok farklı bir kurultay olduğu kamuoyumuzun dikkatinden kaçmamıştır. Yani inançla, güvenle söyleyebilirim, o salonda benim bugüne kadar izlediğim en muhteşem kurultay, en muhteşem toplantı bu son kurultay olmuştur, bu toplantı olmuştur. Toplantı olağanüstü canlı, olağanüstü katılımcı bir anlayış içinde bir araya gelmiş çok büyük bir kalabalığın katkısı, ilgisi ve desteğiyle gerçekleştirilmiştir. Gerçekten muhteşem bir toplantı olmuştur. Açıldığı andan sonuçların ilan edileceği ana kadar olağanüstü yüksek ilgi hiç sarsılmadan aynen devam etmiştir. Kurultayın içinde muazzam bir topluluk bir arada olmuştur. Kurultayın dışında yine çok büyük bir topluluk bir arada kurultayı heyecanla, bütün aşamalarıyla izlemiştir. Bunu sadece kalabalık, coşkulu, beklediğimizin ötesinde büyük ilgi gören, halkın çok sahip çıktığı bir kurultay gerçekleştirdik sevinci içinde söylemiyorum, bunun bir anlamı olduğuna herkesin dikkatini çekmek için bu konuyu dile getiriyorum. Bunun bir anlamı var. Herhangi bir yapay çabayla, destekle bu toplantı bu şekle dönüşmemiştir, hiç böyle bir gayret yoktur, kendiliğinden bu ortaya çıkmıştır.


Bunun bir anlamı vardır değerli arkadaşlarım. Bunun anlamı, Cumhuriyet Halk Partisinin izlediği politikanın, dile getirdiği teşhislerin, uyardığı tehditlerin, tehlikelerin toplumumuzun giderek genişleyen kesimleri tarafından sahiplenilmekte olduğunu, Cumhuriyet Halk Partisinin söyleminin toplumda somut bir karşılık bulduğunu, halkın, milletin, sadece partililerin, particilerin değil, profesyonel örgüt mensuplarının değil, vatandaşın, halkın Cumhuriyet Halk Partisinin gayreti, çabası, heyecanı, mücadelesi konusunda bir sahiplenme içine girdiğini, bunu önemsediğini bu kurultay ortaya koymuştur.


Bunun büyük önemi olduğuna inanıyorum ve herkesin dikkatini bu noktaya çekiyorum. Türkiye gerçekten tehlikeyi görmüştür, sıkıntıyı kavramıştır ve bu tablo karşısında da Cumhuriyet Halk Partisini güven veren, umut veren, desteği hak eden bir siyasi parti olarak sahiplenmiştir. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bu kurultay gördüğü ilgi bakımından önemlidir. Hiç böyle bir bekleyiş yaratılmadı, medya böyle bir bekleyişe destek olmadı, böyle bir heyecan yoktu. Tam tersine “sönük bir kurultay olacak” diye yayınlar yapıldı. Biz bir iddia sergilemedik ama kendiliğinden büyük bir kurultay oldu. Gerçekleşmiş en muhteşem kurultay oldu. Bunun bir anlamı var, herkesin bu anlamı değerlendirmesini isterim.


Değerli arkadaşlarım, bu kurultayda Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz anlayışımızı, teşhislerimizi bir kez daha vatandaşlarımızla paylaştık ve teşhislerimizin giderek toplumda daha iyi anlaşılmaya başlandığını, giderek daha çok destek bulmaya başladığını memnuniyetle görüyorum. Temel teşhisimiz şudur: Türkiye bir yol ayırımındadır. Bu kurultayda bu anlayışı ortaya koyduk, bu anlayış etrafında bütün Cumhuriyet Halk Partisinin bütünleştiğine tanık olduk. Evet, biz Cumhuriyet Halk Partililer inanıyoruz ki, Türkiye bir yol ayırımındadır. Bu bir vehim değildir, bu bir paranoya değildir, bu bir yapay siyasi suçlama, propaganda değildir; bir realitedir, bir gerçektir. Türkiye bir yol ayırımındadır. Siyasal bakımdan bir yol ayırımındadır, ekonomik bakımdan bir yol ayırımındadır. Cumhuriyet Halk Partisinin siyasal bakımından yaptığı değerlendirmelerin kamuoyumuzda, medyamızda daha çok önemsendiğini ve altının çizildiğini görüyorum ama biz, bu kurultayda sadece siyasi kaygılarımızı, Türkiye’nin önündeki siyasi tehlikeleri, tehditleri değil, ama aynı zamanda ekonomimizin nasıl bir yol ayrımına geldiğini, o konuda nasıl yeni bir anlayışa mutlak ihtiyaç olduğunu çok net bir şekilde ifade ettik. Bunun da giderek daha iyi anlaşılacağına inanıyorum.


Uzun süreden beri biz bu kürsüde, Türkiye’deki ekonomik gidişle ilgili uyarılarımızı yapıyoruz, tehlikelere dikkati çekiyoruz, çözüm yollarını anlatmaya çalışıyoruz, ısrarla söylüyoruz ama şunu görüyorum ki, yeni yeni ekonomik sorunların da artık bir ciddi noktaya geldiğini medyamız da, halkımız da, toplumumuz da anlamaya başlamıştır, bu konudaki söylemlerimizi değerlendirmeye başlamıştır. Bugünkü basında bu doğrultuda bir değerli arkadaşımızın, Sayın Hurşit Güneş’in, Cumhuriyet Halk Partisinin ekonomik söylemine dikkati çeken değerlendirmesine teşekkür ediyorum, bir süredir bunu anlatmaya çalışıyoruz. (Alkışlar)


Bu önemli bir konudur. Bu konuda ısrarla duruyoruz, durmaya da devam edeceğiz. Bu duyguyu verdik topluma. Yol ayrımında yapılması gereken bir şeyler var. Siyasette mutlaka derhal yeni bir şeyler yapmak lazım. Ekonomi politikasında derhal yeni bir şeyler yapmak lazım, Türkiye bu noktada. Bir aciliyet duygusunu millete taşımaya çalıştık ve bunun da alınmış olduğunu memnuniyetle görüyorum.


Değerli arkadaşlarım, peki yapılacak şeyler, çözüm yok, çözüm söylemiyorsunuz, mesaj ne, çare ne? Böyle bir söylemin geliştirilmek istendiğini biliyorum. Bunların hiçbir anlamı olmadığı yine kurultaydaki değerlendirmelerimizle ortaya çıkmıştır.


Çare var, çözüm var hiç kuşku yok, çare de, çözüm de var ama kimse çareyi, çözümü yaldızlı laflarda, sihirli formüllerde aramaya çalışmasın. Çare, çözüm sağduyu, mantık, doğrunun gereğinin yerine getirilmesi. Siyasette siyasi kriz bakımından çare çok açık, çok net, Türkiye’nin inançlarına da sahip çıkması, laik, demokratik cumhuriyet anlayışına da sahip çıkması. (Alkışlar) Çare bu. Çare samimiyet, samimiyet, aldatmacaya sürüklenmemek, içtenlikle hem herkesin inançlarına, dinine, ibadetine saygı göstermek, sahip çıkmak, onunla iftihar etmek, aynı zamanda Anayasasına, laik kimliğiyle, cumhuriyet kimliğiyle de iftihar etmek, onlara da sahip çıkmak, bu kadar basit. (Alkışlar)


Türkiye buraya geldi, esrarengiz formüller aranacak, yok böyle bir şey, olacak olan bu. Somuta indirgediğinizde de bunun nasıl somuta indirgeneceğini hep biliyoruz, milletçe biliyoruz, bu anlaşılmıştır.


Ekonomi bakımından da yine mucizevi formüller aramaya, sihirli çözüm yolları üzerinde gayret göstermeye gerek yok, çok açık, çok net. Türkiye kalkınmak zorundadır, Türkiye büyümek zorundadır, Türkiye yatırım yapmak zorundadır. Türkiye, açık vermeden yatırım yapan, üretim yapan, büyüyen bir ekonomi hâline dönüşmelidir. Bir rant ekonomisi olmaktan Türkiye çıkarılmalı, bir büyüme ekonomisine Türkiye sokulmalıdır, bu kadar açık. (Alkışlar) Türkiye’de bugün işletilen modelin ne gibi zafiyetler ortaya koyduğunu görüyoruz. Türkiye’de borçlar hızla artıyor. Kurultayda bir kez daha söyledik. Bu iktidar işbaşına geldiği zaman 220 milyar dolar Türkiye’nin borcu vardı, toplam borcu vardı, şimdi 500 milyar dolara geldi dayandı. Yani seksen yılda, 1920-2002, seksen iki yılda gelmiş geçmiş bütün hükümetler 220 milyar dolar borç yapacak, o borçla Türkiye’de demiryolları yapacak, sanayi tesisleri kurulacak, Etibank, Sümerbank, Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik, PETKİM’ler, TÜPRAŞ’lar, rafineriler, ATAŞ’lar, İPRAŞ’lar, ordu kurulacak, şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, üniversiteler açılacak, köprüler yapılacak, oto yollar yapılacak, limanlar yapılacak, turizm hamleleri yapılacak, bütün bunlar neyin içinde? 220 milyar doların içinde. Sonra bunlara teslim edeceğiz Türkiye’yi, beş sene Türkiye’yi alacaklar, devredilenleri satacaklar, üstüne bir de 500 milyar dolara borcu çıkaracaklar, sonra “ekonomik mucize yaptık” diyecekler. (Alkışlar)


Bu süreçte ne olacak? Halkın refahı artacak mı, arttı mı? Çiftçinin refahı arttı mı? Gençler iş buldu mu? Emeklilerin refahı arttı mı? Memurların yüzü güldü mü? Esnaf rahatladı mı? Hayır, hiçbirisi olmadı. Ne oldu? Türkiye dolar milyarderi sayısında Japonya’yı geçti, olan bu değerli arkadaşlar. Bu doğru politika değil. Türkiye’de tarım yüzde 7 küçüldü geçen sene, Türkiye’de borçlar arttı, dış borç, dış ticaret muazzam açık verdi, 65 milyar dolara çıktı. Cari açık 2002’de 1,5 milyar dolardı, şimdi 40 milyar dolar sınırına geldi. Her yıl ortaya çıkan net borç birikimi, her yıl ekleniyor bunlar.


Değerli arkadaşlarım, bu iyi bir politika değil, bu üretim politikası değil. Türkiye harıl harıl borç ödedi ama borçları iki katından daha fazla arttı; elde yok, avuçta yok.


Değerli arkadaşlarım, bu iyi bir politika değildir, bunu değiştireceğiz. Bütün dünya bunun nasıl değiştirileceğini biliyor, herkes biliyor. Önemli olan doğru dürüst, iyi niyetli ülkenin kalkınmasını amaçlayan bir politikayı, yatırımı öngören, ihracatı öngören, adil paylaşımı öngören bir politikayı, bir ekonomi politikasını yürürlüğe koymaktır. Bu mesajları iletebildiğimize inanıyorum. Tabii hem Türkiye’nin siyasi krizi bakımından hem ekonomik krizi bakımından bu son kurultayımızda çok önemli bir noktanın altını bir kez daha çizdik, onu da hatırlatmak istiyorum. Eğitim, değerli arkadaşlar, eğitim. Türkiye’nin siyasi krizden kurtuluşunun da anahtarı eğitimdir. Ekonomik krizden verimsiz, hantal, yanlış bir ekonomi politikasından kurtulmanın anahtarı da eğitimdir. Türkiye’nin temel açmazı budur ve maalesef bu dönemde eğitim en ağır tahribatın yaşandığı alan olmuştur. Bunu değiştirmek zorundayız.


Çağı eğitimle yakalayacağız, refahı eğitimle yakalayacağız, kendi içimizdeki barışı, kardeşliği eğitimle yakalayacağız. Türkiye’nin eğitim birliği ilkesi ortadan kaldırılmıştır, birbirinden farklı, birbirine mesafeli, giderek birbirine karşı duygular içinde gençler Türkiye’de devletin eliyle on yıllar boyunca yetiştirilmiştir, eğitilmiştir, devletin okullarında yetiştirilmiştir ve o çocuklar birbirlerine mesafeli olmuşlardır, birbirine kaygıyla, kuşkuyla bakmışlardır, birbirlerini suçlamaya başlamışlardır, iki farklı kültürü devlet kendi eliyle gençlerin kafasına, beynine on yıllar boyunca ekmiştir. Devletin dışındaki yanlış eğitim çabalarına dikkati ayrıca çekmeden bunu söylüyorum, onun da hesabını yapmak lazım. Türkiye’yi kurtaracak olan eğitim, değerli arkadaşlarım. Bütün coğrafyaların da Türkiye’nin, kuzeyinde güneyinde, doğusunda batısında aynı değerleri, aynı temel ilkeleri, aynı anlayışı birlikte öğrenerek, birbirimizi sevmeyi öğrenerek, hiçbir ayrım yapmadan, ne inanç ayrımı ne mezhep ayrımı ne ırk, etnik köken ayrımı yapmadan bütün çocuklarımızı cumhuriyet bilinci içinde birbirini seven, diniyle iftihar eden, inançlarıyla, geleneğiyle, tarihiyle iftihar eden, anayasasıyla, laik cumhuriyetiyle iftihar eden çocuklar olarak yetiştirmek zorundayız. (Alkışlar) Bunu yapmadık değerli arkadaşlarım, bu yapılamadı. Bu yapılamadığı için ayrışma, farklılaşma ve giderek çatışma ortaya çıktı. Şimdi bunu değiştirmek zorundayız. Bunu değiştirirsek bütün sorunlarımızı aşmanın altyapısını elde etmiş oluruz. Buna dikkati çektik. Ekonomide sorun eğitim, doğru eğitim, doğru ilkelere dayalı eğitim, mesleki eğitim, iş gücünün verimliliğini artıracak olan eğitim, inovasyon yapacak olan eğitim, teknolojik değişim, ilerleme yapacak, rekabet gücünü artıracak bir eğitim. Bütün bunların yolu var. Siz bunları bırakıp eğitimi siyasi kavganızın bir arenası hâline getirirseniz, o Türkiye’de var olan kültür çatışmasını resmî eğitim politikasıyla da ilerletmeye çalışırsanız, elbette hem bunları yapamazsınız hem de Türkiye’yi daha büyük sıkıntıların içine çekersiniz. Bunlar görüldü değerli arkadaşlarım. Türkiye sorunun ne olduğunu biliyor, sorunun nasıl çözüleceğini biliyor, nereden kaynaklandığını biliyor, nasıl çözüleceğini biliyor, bunu koyuyoruz ortaya. Buradaki tek mesele bu anlayışın giderek toplumda haklılık kazanması ve toplumumuzun giderek geniş bir kesiminin evet, bunu denemek durumundayız, doğru söylüyorlar deyip şu ana kadar var olan ayrışmaların üzerine milletimizin çıkmasının sağlanması ve bu programı Türkiye’nin en kısa zamanda kararlılıkla uygulamaya koymasıdır. Türkiye’yi çağ atlatacak hâle getirecek çıkış yolu bu sağduyuya dayalı yalın, kestirme, kısa, net, açık mantıklı yaklaşımdır, başka hiçbir şeye gerek yok. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, kurultayımız bu yönüyle halkımızın ilgisini çekti. Bunu önümüzdeki dönemde giderek daha geliştireceğiz ve bu ilkeler, bu anlayış etrafında kurultayımızdan görev almış yönetim kadrosu olarak, parti meclisimizle, merkez yönetim kurulumuzla birlikte el ele yeni bir heyecanla, yeni bir coşkuyla Türkiye’nin içine girdiği sorunların, sıkıntıların bize yüklediği yüksek bir sorumluluk duygusuyla, bütün gücümüzle Türkiye’ye sahip çıkmaya devam edeceğiz. (Alkışlar)


Bu kurultayımızda çeşitli siyasi çalışmalar sergilemiş, bir iddia ortaya koymuş olan değerli arkadaşlarıma da bu kurultay boyunca sergiledikleri anlayış dolayısıyla teşekkür ederim. Elbette herkes demokratik bir siyasal yaşamda her türlü iddiayı her zeminde sergileyebilecektir. Bunun kuralları vardır, koşulları vardır; bu kurallar koşullar içinde demokratik yarışma, demokratik rekabet işleyecektir, işlemiştir, önümüzdeki dönemlerde de elbette işleyecektir. Siyaset hepimiz için bir eğitim alanıdır. Hepimiz bu siyasetin içinde görüyoruz, öğreniyoruz, kafamızdaki düşünceleri sınıyoruz, onların bir kısmı işliyor, bir kısmı işlemiyor. Eğer siyasi bir iddia sürdüreceksek, onlardan gerekli sonucu çıkarıyoruz, çıkarmalıyız ve ona göre geleceğe bakmalıyız. Ben, bu kurultaya Genel Başkan adayı olarak çıkmış olan, çıkmayı denemiş olan değerli arkadaşlarımı selamlıyorum, kendilerine teşekkür ediyorum ve onların önümüzdeki dönemde de Cumhuriyet Halk Partisinin anlayışı çerçevesi içinde çalışmalarına devam etmelerini beklediğimi, onların katkılarının da Cumhuriyet Halk Partisinde beklenmekte olduğunu ifade ediyorum. (Alkışlar) Bu arkadaşlarımız zaten Cumhuriyet Halk Partisi için çalışmış olan arkadaşlarımızdır. Biz o çalışmaları büyük memnuniyetle karşılamış, o çalışmalarına destek olmuş, olanak yaratmış, onları o çalışmalarında yüreklendirmiş bir anlayışın sahibiyiz. O arkadaşlarımız Cumhuriyet Halk Partisi için bugüne kadar bizim de anlayışımızla, bizim de katkımızla çalıştılar, bundan sonra da onların yine Cumhuriyet Halk Partisinin çalışmalarına ben hazırım. Çalışma illa genel başkan olarak götürülmek zorunda değil, iddiayı sergilersin, gelirsen gelirsin, gelemezsen de bir partilisin, üzerine düşen görevi yaparsın, yaparak kendini kanıtlarsın, kabul ettirirsin, partiye de yararlı olursun. Bu anlayışla, bu vesileyle bir kez daha ifade etmek istiyorum.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin ana sorunlarını söyledik de o sorunların altında çok önemli bir kara deliğin bulunduğunu bir kez daha anımsatmak istiyorum. Hiçbir ekonomi politikası bugün işbaşında bulunan anlayışın devamı hâlinde yolsuzluklarla ilgili olarak bu hükümetin sergilediği tutumun, anlayışın devamı hâlinde hiçbir ekonomi politikasının ülkeyi bir yere götürmesi mümkün değildir. Ekonomi politikasının, hukuk devleti anlayışının, demokrasi anlayışının, ulusal bütünlüğün, adalet duygusunun önündeki en büyük tehdit yolsuzluklardır değerli arkadaşlarım. Maalesef bunu yıllardan beri Türkiye’ye anlatmaya çalışıyoruz. Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılsın, bunun ilk adımıdır diyoruz. Bu konuda şu ana kadar hiçbir ciddi adım maalesef atılamadı, Başbakan söz verdiği hâlde sözünde durmadı, gereği yapılmadı. Bu, bir temel zafiyet olarak gözüküyor. Bu konuda şimdi artık Türkiye’nin yeni bir aşamaya geldiğini görüyoruz. Buna bir kez daha, biraz daha yakından birlikte bakalım diye düşünüyorum.


Değerli arkadaşlarım, iki hafta önce bu grup toplantısında dikkatinizi çektim ve bu yanlış işe bulaşılmamasını anlatmaya çalıştım ama maalesef karar alınmış, yol tutulmuş, şimdi o fevkalade sakıncalı, fevkalade tehlikeli istikamette gözü kapalı bir sürükleniş çok ileri bir aşamaya gelmiştir. Önce şuna bir defa dikkati çekmek istiyorum:


Değerli arkadaşlarım, AKP İktidarının bu altıncı yılında artık öyle bir hâle gelindi ki devletin yapacağı ihalelere ciddi iddia sahibi olan firmalar katılma imkânının kalmadığını görerek bu işle hiç ilgilenme, bir teklif yapma, acaba bize verirler mi gibi bir arayışın içine girme ihtiyacını bile hissetmez hâle gelmiştir. Artık AKP iktidarında, devletin atacağı her adımın nasıl kurgulandığı, neyin kime verileceği bilinerek herkes kendisini elini bunun dışına çekmeye yönelmiştir. Çok acı bir manzara.


Bakın birkaç gün önce çok önemli, İstanbul’da fevkalade önemli bir ihale yapıldı. Türkiye’de inşaat ve kent ihtiyacına cevap verecek ticaret, konut alanların yaratılması en kârlı alan olarak gözüküyor ve Türkiye inşaat açısından da fevkalade iddialı firmaların birbiriyle yarıştığı bir ülke. İstanbul’un en kıymetli bir arsası, Tekele ait likör fabrikası, birkaç gün önce açık artırmayla satılacak diye ilan veriliyor, bir tek başvuru var değerli arkadaşlarım, bir tek başvuru var. Düşünebiliyor musunuz, yani oraya ilgi duyacak koca İstanbul’da bunca inşaat şirketi arasında bir başkası yok.


Bu neyi gösteriyor Allah aşkına, bu neyi gösteriyor? Böyle bir şey olabilir mi? Herkes biliyor ki ben bunu veririm parayı alırım ama bunu yaptırmazlar. Bunu yapacak olan bırakın o alsın. Alan insan şaşırıyor, niye kimse gelmedi?” diyor, acaba niye gelmedi. Niye gelmedi? Türkiye’de işler bu noktaya geldi değerli arkadaşlarım.


Bakınız, bu büyük Sabah, ATV satışı fevkalade önemli bir konu. İki hafta önce uyardık, yanlış oluyor dedik. Yedi firma başvurmuş iyi niyetle o aşamada, altı tanesi yolda sapır sapır döküldü. Ortada bir iddia var. Dökülenlerle Başbakan ikili temas yaptı, ortada. Bunun muhatapları kendi çevrelerinde konuşuyorlar. Bu, toplumun bilgisine yansıyor. Döküldü, bir tek firma kaldı. Firma bu işe başvururken sermayesi 50 milyar TL. Özel bir firma kuruluyor, büyük bir grup, bu iş için bir firma kuruluyor, firmanın sermayesi 50 milyar TL başvururken. TMSF 50 milyar sermayesi olan bir şirkete Sabah ve ATV’yi satmakta hiçbir sakınca görmüyor tek müracaat sahibi olduğu halde.


Tabii hemen arkasından sermaye artırılıyor, o ayrı ama o kadar büyük bir emniyet var ki bu sermayeyle bu iş olmaz denilmiyor.


Değerli arkadaşlarım, daha sonra bu firma alıyor, şaşırtıcı bir fiyatla alıyor, 1 milyar 100 milyon dolar. Herkes “ya, bu parayı nereden bulacak, bu büyük para? Bu kadar para, yani bu işin karşılığı mıdır? Sanmıyoruz, falan diyorlar. Sonra anlaşılıyor paranın nereden çıkacağı. Ne kadar, niçin bu kadar cömert bir fiyatın verilebildiği süreç içinde ortaya çıkıyor. 1 milyar 100 milyon dolara bunlara bırakılıyor, para nerede? Para, hiçbir yabancı banka kredi vermiyor. Hiçbir yerli özel Türk bankası kredi vermiyor, iki devlet bankası Vakıflar ve Halk Bankası, siyasi telkinler ve baskılarla devreye sokuluyor ve 750 milyon dolarlık bir kredi o iki devlet bankası aracılığıyla alınıyor. Olabilir canım, banka, 750 milyon dolar vermiş diye düşünülebilir ama dikkatlice baktığımız zaman şunlar gözüküyor:


Bir defa hemen şu soruyu sormak istiyorum: Acaba, bu bankalar kendileri, verdikleri kredi şartlarıyla dışarıdan kendileri kredi alabiliyorlar mı? Yani üç yıl ödemesiz süre, on yıl vadeli bir krediyi Vakıflar Bankası ve Halk Bankası alabiliyor mu? Alabildi mi? Olmadı. Kendi alamadığını buraya veriyor. Bu, yani bankacılıkta bir büyük risk değil midir, bir büyük olumsuzluk değil midir? Sen alamadığın şartlarla kredi veriyorsun. Bunun sonu nedir?


Peki, sen kendi alamadığın şartlarla veriyorsun, bir vatandaşımız çıkmış demiş ki “Aynı şartlarla ben 100 bin dolar kredi istiyorum. Çok güçlü teminatı da vereceğim” demiş. Şimdi, teminat meselesine geleceğiz öbür kredide. “100 bin dolar kredi istiyorum. Malımı mülkümü de teminat olarak göstereceğim, bir tek şey istiyorum. O faiz ve o vade, o ödemesiz süre, üç yıl ödemesiz süre, on yıl vade ve faiz kabulüm” demiş” bir 100 bin dolar ver bana.” “Hayır” demişler “sana veremeyiz.”


Sen vatandaşa 100 bin doları veremiyorsun da 750 milyon doları nasıl veriyorsun bunlara? Verdiğin para kimin parası? Milletin parası, devletin parası. Kendi paran olsa verir misin oraya? Ey, o banka yönetim kurulu üyeleri, ey, o banka genel müdürü, kendi paran olsa verir misin sen onlara bu krediyi? (Alkışlar)


Şartlar ne? Şartlar ilan edilemiyor, mahcup mahcup geçiştiriyorlar. Yavaş yavaş ortaya çıktı, üç yıl ödemesiz süre, on yıl vade ve libor artı 4,85 faiz. Teminat ne? Buraya bakın, teminat ne? Şimdi, devletin 750 milyon dolarını sen buraya veriyorsun, ne teminat aldın? Teminat satılan malın kendisi. Satılan malın kendisinin değerini 1,1 milyar dolar olarak kim söyledi? Alan söyledi. Şimdi, onu 1,1 milyar dolar teminat diye gösteriyor, üstelik değerli arkadaşlarım, 1,1 milyarın tamamı değil, çünkü onun yüzde 25’i de satıldı. Yüzde 25 eksiğiyle eski var olan o değerin, şişirilmiş olan değerin yüzde 75’i teminat olarak gösteriliyor. Böyle bir şey olur mu değerli arkadaşlar? Böyle bir kredi uygulaması kabul edilebilir mi? Yani kredinin düşününüz, başka hiçbir teminata ihtiyaç hissetmiyor, sadece alınan mal yeter teminat diyor. Alınan mal yeter teminatsa niye satıyorsun sen onu? Önce niye satmaya kalktın? Zaten elindeydi senin. Bak, onu sattın birisine ödeyecekti, ne oldu?


Değerli arkadaşlarım, bir süre önce Türkiye’nin en büyük holdingi bir önemli yatırım için kredi aldı. Ona kredi verirken alıcı şirketin teminatıyla yetindiler mi? Arkada Koç Holdingin, Arçelik’in ek teminat vermesini istediler. Sen Koç Holdingden teminat isteyeceksin ama Başbakanın damadının başında bulunduğu bir yandaş holdinge 750 milyon doları akıtacaksın. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, 375 milyon dolar kredi veriyor bankaların her biri. Şimdi, ben merak ediyorum: Bugüne kadar bu bankalar 375 milyon dolar ya da daha fazla bir kredi verdiler mi? 375 milyon dolar verilmiş bir kredi var mı? İkisinde de yok, üstelik teminatsız vereceksin, vermediğin düzeyde vereceksin, teminatsız vereceksin, üç yıl ödemesiz süre diyeceksin, yüzde 25’ini de satması da, güya satmasına göz yumacaksın ve teminatı o kadar azaltmayı içine sindireceksin, bu ne bu değerli arkadaşlarım? Nedir bunun adı?


Başbakan bakın, günlerdir bunları söylüyoruz, medyamız da bu konuları ele almaya başladı. Başbakan bugün konuşmuş, ne diyor? “Sermayenin rengi olmaz. Yeşil sermaye diye bunlar düşmanlık yapıyorlar.” Hayır, Sayın Başbakan, biz sermayenin rengiyle meşgul değiliz, kredinin teminatıyla meşgulüz, kredinin devletin, milletin parasının teminatıyla meşgulüz. (Alkışlar)


Yani olayı döndürüp dolaştırıp Katar olayına getirerek oradan bir güvence bulmaya çalışıyor. Doğrudan işin esasına girsin. Katar’la ilişkilerimiz 5 milyar dolara çıkmış! Kutlarız, daha da çok artsın, bununla ilgili bir şikâyetimiz yok ama bu kredi kabul edilebilir değildir, bu krediyi veren Katar değil, bu milletin yoksul halkı, işsiz insanı, boynu bükük çiftçisi veriyor parayı. (Alkışlar)


Sanki Katar parasıyla iş yapıyor. Katar’dan almışsınız bir miktar para, kim bilir nasıl ikna ettiğinizi yakında görürüz, yakında çıkar. Gübre sanayiyi mi olacak, başka özelleştirmeler mi olacak hep beraber göreceğiz. Nasıl ikna edildi, nasıl o para alındı, karşılığında neler vaat edildi, onu hep beraber yaşayacağız, göreceğiz. Günlerce vermedi Katar bu işi. Onların, çünkü yatırım kurulunun başında ciddi iktisatçılar var. Teklif gittiği zaman bunun bir anlamı yok, bu riskli bir iş, girmeyiz dediler. Tekrar tekrar ziyaret üzerine ziyaret yapıldı bunu sağlayacağız diye. Yukarıda işler ikna edildi, anlaşılıyor, bağlandı ve şimdi çıktı. Onun kokusunu ayrıca alacağız ama burnumuza orada da pis kokular geliyor, burada da pis kokular geliyor, orada da pis kokular geliyor, bu kokular çıktı artık, öbürünü de yakında görürüz. Ama oradaki siyasi temasın, siyasi arabuluculuğun Katar’a gösterilen olağanüstü siyasi ilginin de sadece halis hane memleket ekonomisi hayrına bir gayretten ibaret olmadığı, arkasında özel çıkarların da bulunduğu toplumumuz, kamuoyumuz tarafından çok net bir şekilde görülmüştür.


Değerli arkadaşlarım, yine bu konu tabii çok ilgi çekici bir noktaya doğru gelecek, basınımızda çok güzel çalışmalar yapılıyor.


Bu çerçevede Milliyet Gazetesindeki Sayın Serpil Yılmaz’ı kutluyorum. Çok önemli tespitler yaptı ve bugün yine Cumhurbaşkanının bu konuda kamuoyuna hangi anlayış içinde ilgi ve destek gösterdiği konusunda yapmış olduğu açıklamanın ötesindeki çok önemli bazı noktalara dikkati çekti. O konunun da aydınlatılması gerekecektir. Bu dosya büyüyor. Bu dosya, gerçekten olağanüstü önemli bir dosya hâline bu aşamada dönüşmüştür. Şimdi, bu tabloyu böyle ortaya koyduktan sonra Başbakanın yolsuzluklarla ilgili bugüne kadarki söylemine dikkati çekmeyi de görev biliyorum.


Bugün Başbakanın geçmiş açıklamalarını Milliyet Gazetesi değerlendirmiş, bunları daha geniş kamuoyumuzun bilgisine sunmayı görev biliyorum. Başbakan demiş ki “Halkı hortumlayanların ellerindeki medya organlarını emme basma tulumbalar gibi kullanmalarına fırsat vermeyeceğiz.” demiş. (Alkışlar) Sayın Melih Aşık’a teşekkür ederim, kutlarım. Gerçekten ibretlik bir tespit hatırlatmış. “Hortumları kestik” diyordu, değil mi? “Hortumları kestik!” Nasıl kesilmiş hortumlar görüyor musunuz?


Hortum ne? Sadece bundan ibaret değil tabii. Şimdi demiş ki yine Başbakan “Eskiden sırada hortumcular vardı, şimdi artık yok.” Yok, tamam mı arkadaşlar? Öğrendiniz mi, artık hortumcu falan yok. (Alkışlar) Kalmamış, kurutmuşlar hortumcuları. Şimdi artık yok. “Hortumlar kesildi.” Hiç duyuyor musunuz? “Filanca falanca bankadan şu kadar götürdü. Şimdi, ne konuşuluyor? Götürenlerden millete geri alma dönemi başladı, bu konuşuluyor, tamam mı?” Hortum konuşulmuyormuş, götürme konuşulmuyormuş, getirme konuşuluyormuş şimdi. İnşallah bu hortumları getirmeyi de bir gün konuşuruz bu milletin önünde. (Alkışlar)


“Hortumcunun küçüğü büyüğü olmaz. Dün farklı hortumcular vardı bugün farklı hortumcular var, hepsini lanetliyorum.” diyor. Olmadı Sayın Başbakan. (Alkışlar) Şimdi, komedi, her şey şaka gibi Türkiye’de. Bir ciddiyetsizlik, siyaset adamının ciddiyeti kalmamış, inandırıcılığı kalmamış, güvenilirliliği kalmamış, neler yaptıkları ortada, gerçekler bunlar, bunların inkâr edilecek, örtbas edilecek hiçbir tarafı yok. Çok vahim bir tablo. Bunu nasıl göze alıyorlar, doğrusu anlamak mümkün değil, yani nasıl bir gözü karalıktır, nasıl bir umutsuzluk tablosudur, yani battı balık yan gider anlayışı mıdır, nedir bunun altında yatan gerçekten anlamak mümkün değil. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bugün 29 Nisan, yarından sonra Perşembe günü 1 Mayıs. Şimdi, bir türlü Türkiye 1 Mayıs olaylarını sanki bir kâbus geliyormuş gibi karşılama duygusundan kurtulamadı. Aradan bunca zaman geçti bir kâbus yaşadık 1 Mayısta otuz bir yıl önce ama artık 31 yıl geçti Türkiye bugün geldiği noktada 1 Mayısı, dünyada 165 ülkenin kutladığı gibi bir mutluluk, bir sevinç, bir emek, dayanışma, barış, bahar güzelliği olarak kutlayabilir noktaya hâlâ gelemedi.


Değerli arkadaşlarım, önce biz kafalarımızdaki bu sendromu ortadan kaldırmalıyız. Önce zihnimizi, kafamızı bu anlayışın dışına çekmeliyiz. Bu kaygı, bu korku, bu telaş, 12 Eylül kavramları anlayışı ve telaşıdır. Aradan bunca zaman geçti, artık bunu aşacağız. Birbirimizden korkmak için bir neden yok. 1 Mayısı kutlamak isteyenler kimler? Türk-İş. Kim? DİSK. Kim? Kamu sendikacıları, KESK, emekçiler, çalışan insanlar. Bu memleketin dürüst, namuslu, sorumlu evlatları, ortada bu kuruluşlar. Bunlara Türkiye kompleksle bakmak zorunda değil, bunları anlamak zorunda. Bunlarla ilişkisini sağlıklı kurmak zorunda Türkiye. Bunun şartlarını eğer yaratamıyorsak çok yazıktır. Bunun şartlarını yaratmamız lazım. Onlar, 1 Mayısın bir provokasyon günü hâline gelmesini isterler mi? İstemezler. Öncelikle onların bu konuda gerekli duyarlılığı sergileyeceğinden hiç kuşku duymuyorum. 1 Mayısta provokasyon olmaz mı? Olur. Geçmişte olur, yine olur ama bunu önlemenin yolu devletin ve sorumlu kuruluşların el ele vererek provokasyonları önleme konusunda güvenli bir işbirliğine girmeleridir. Bunun yolu Taksim’de olursa provokasyon olur, başka yerde olursa provokasyon olmaz, böyle bir şey olabilir mi? Taksim’de de provokasyonu elbirliğiyle önlemeliyiz. Bu korkudan, bu kaygıdan milletimizi kurtarmalıyız, bunun yolunu bulmalıyız. (Alkışlar) Yani 1 Mayıs kâbusuyla mı yaşayacağız canım bunca yıl sonra? Bütün dünya en büyük meydanlarında çoluk çocuk, kadın erkek 1 Mayısı büyük bir şölen, şenlik olarak kutluyor. Amerika’nın en büyük meydanları, İngiltere’nin en büyük meydanı, Fransa’nın en büyük meydanları buraya açılıyor. Biz de o sevinci yaşayabilelim. Provokasyona karşı devlet ve ilgili kuruluşlar işbirliği yapalım, el ele verelim, her türlü önlemi alalım ve vatandaşımızı, gerçek vatandaşımızı aileleri, çocukları, kadınları, erkekleri bu güzelliği yaşamak üzere oraya çekebilelim, çağırabilelim. Huzur içinde bunu kutlayalım, bir kaygı, korku, telaş, vehim günü olmasın. Şimdi, hükümet bu kaygıyı, bu telaşı ve dolayısıyla kışkırtma şansını harekete geçirecek bir tavır sergiliyor. Şimdi, şunu öğrenmek istiyorum ben: Evet, 1 Mayısta elbirliğiyle çok güzel 1 Mayıs kutlayacağız diye hükümet bir karar alsa, bütün devletin güvenlik güçleri devreye girse, hepimiz gerekli katkıyı yapsak, bütün partiler yapsak, biz yapsak, AKP yapsa, hükümet yapsa, diğer partiler yapsa, ilgili kuruluşlar işe sahip çıksalar, her beraber orada, bir milyon insan, iki milyon insan bir arada olsak bunda bir yanlış olur mu? Sağlanması gereken bu değil mi?


Değerli arkadaşlarım, hayır, provokasyon olacak, size orayı yasaklıyorum dediğiniz anda ne oluyor? Provokasyon şansı artıyor, provokasyon şansı öyle artıyor. Çıkarım, orantılı, orantısız “sizinle mücadele ederim” dediği zaman hükümet çatışma ortamı, provokasyon ortamı artıyor. Burada yapmayacaksın, yapamayacaksın, Türkiye’nin hâlâ yasak bölgeleri mi var? Hâlâ Türkiye’de yasak alanlar mı var? Otuz yıl sonra hâlâ yasak alan mı var? O yasak alan İstanbul’da, Taksim’de değil, sizin kafanızın içinde, önce o yasağı siz kaldırın oradan. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bunun bir çaresini bulmalıyız. Biz olaya güvenlik, barış ve özgürlük açısından hepsini bir arada tutarak bakıyoruz ve bunun bir çözümünün olabileceğini, hükümetin bu konuya sahip çıkması hâlinde bu konunun rahatlıkla çözülebileceğini düşünüyoruz ve böyle bir yapıcı anlayışın içine hükümetin girmesini bekliyoruz. Hâlâ vakit vardır, derhal hükümet, evet, bu sene kutlayacağız desin, bir özgüven sergilesin. Bunu işçilere borçludur Başbakan, işçilere, emekçilere bunu borçludur. “Ayak takımı” diye suçladığı o işçilere saygı göstermek ve onların istediği meydanı onlara açmak durumundadır. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, eğer böyle bir anlayış yürürlüğe konmaz da Perşembe günü orada bir çatışma çıkarsa çok yazık olur, çok büyük üzüntü içine gireriz ve hükümet bunun sorumlusu olur. İş oraya gelmemelidir. Şimdiden onu uyarıyorum. Sendikalarımızı da bu konuda olağanüstü sorumlu, yapıcı, iyi niyetli, uzlaşmacı bir tavır içinde bu konuya yaklaşmaya çağırıyorum ve Türkiye olarak da artık bu sıkıntıyı, bu sorunu aşalım, kafamızda tabular olmasın, yasaklar olmasın, zihnimizi, ruhumuzu kurtaralım, açalım, birbirimize güvenelim, Taksim’de de eğlenebileceğimizi gösterelim. (Alkışlar) Taksim’de şenlikler, şölenler oluyor, konserler veriliyor, maçlardan sonra coşkular yaşanıyor, bırakın bu da yaşansın canım. Tedbirimizi alarak bunu da başaralım.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de son günlerde ilgi çekici bazı gelişmeler yer alıyor, bunlara da dikkatinizi çekmek istiyorum. AKP’nin yaptığı yanlışların, buraya gelinceye kadar yapılmış olan yanlışların yavaş yavaş toplumda giderek daha çok tespit edilmeye başlandığını, teşhis edilmeye başlandığını, bu yanlışların ne olduğu konusunda giderek artan bir anlayışın şekillenmeye başlandığını görüyorum. “Cumhurbaşkanı seçiminde hata yaptık” diyorlar. Evet, doğrudur. Cumhurbaşkanlığı bir partinin egemenlik alanı, bir güç gösterme alanı değil, bütün toplumun, 70 milyonun birden sahiplenmeye devam edeceği, Anayasamızın özünün güvence olduğu duygusunun herkese aktarılabileceği bir bütünleşme noktası, ayrışma noktası değil, kavga noktası değil, güç gösterme noktası değil, fetih hedefi değil, “Çankaya’yı fethedeceğiz” diye yola çıkmayın. (Alkışlar) İş buraya geliyor. Yanlıştır. Şimdi, bunu kabul etmeye başladılar yavaş yavaş. Bütün bunları biz size söyledik. Size tuzak kurmadık biz, doğruyu, yanlışı sizin için de doğruyu, Türkiye için de doğruyu biz iyi niyetle söyledik ama sürüklendiniz, yanlışa sürüklendiniz. Sizi birileri yanlışa teşvik ediyor olabilir ama siz doğruyu, yanlışı kendiniz göreceksiniz, sürüklenmeyeceksiniz, hata yapılmıştır ve bugün Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı makamının sergilemesi gereken kucaklayıcı tavır, inandırıcı saygın çaba maalesef gelememektedir. Neler görüyoruz? İşte bu tartışmaları görüyoruz, Katar olayları vesaire oraya kadar geliyor.


“Anayasa değişikliği yanlış olmuştur.” Şimdi bunu söylüyorlar, yapılmış olan Anayasa değişikliği. Evet, yanlış olmuştur. Birileri size “hadi, biz hazırız, destek veriyoruz, arkandayız” dedi diye ne kalkışıyorsun o yanlışa. Yanlış kardeşim, ne oynuyorsun Türkiye’nin dengesiyle, huzuruyla? Bak, gidiyorsun, Gaziantep’te senin bakanına, çıkıyor senin bir hemşerin “Ne uğraşıyor bu AKP, bu devletin cumhuriyetiyle, devletin düzeniyle niye uğraşıyorsunuz kardeşim?” diye bakandan hesap soruyor vatandaş. (Alkışlar)


Şimdi, yavaş yavaş yeni bir bilincin yükselmekte olduğunu görüyorum. “Yeni bir midi Anayasa değişikliği projesi de yanlıştır” sözleri AKP içinde yükselmeye başladı. Doğrudur. Böyle söyleyenler doğru söylüyorlar. Yeni bir midi paket de yanlıştır. Başbakanın da yavaş yavaş bu yanlışı kabul etme noktasına doğru gelmekte olduğunu görüyorum. Başbakan bu konuda kafasını netleştirsin, gerçekten yargı sürecini etkilemek için bir anayasa değişikliği fevkalade yanlıştır, sakıncalıdır, uygunsuzdur. Hiçbir konuyu çözmez, bunu Başbakan değerlendirsin, yanlış olur. Bu konuda hafif bir mesafe aldı, sahiplenmiyor, dikkatli duruyor, buna devam etmesini tavsiye ederim. Bıraksın bu işi, anayasa, hukuk değişikliği, yargıyı anayasayla engelleme çabaları çok daha büyük sıkıntılar doğurur.


Değerli arkadaşlarım, şimdi bir de yeni bir pazarlık anlayışı ortaya çıkmaya başladı yani acaba biz şöyle yaparsak böyle olur mu falan gibi bir pazarlıkçı yaklaşım kendisini maskeleyen bazı bakanlar tarafından kulaklara fısıldanmaya başlandı.


Değerli arkadaşlarım, herkesin şunu çok iyi bilmesini istiyorum: Tehdit ve şantaj yoluyla kimse yargıyı etkilemeye teşebbüs etmesin. Yargı şöyle karar alırsa böyle olur, böyle olursa… Bunların hiçbir değeri yoktur, bu değerlendirmelerin. Tehdit ve şantaj yargıya işlemeye başlarsa asıl o zaman Türkiye felakete sürüklenmiş olur. Tehdide ve şantaja hiç kimse tenezzül etmesin. Anayasa adına hiç kimse de pazarlık yapmaya kalkışmasın. Anayasa konusunda hiçbir kişinin, makamın, mevkiin, ekibin pazarlık hakkı, şansı yoktur, bir defa herkes bunu çok iyi bilmelidir. Siyasetin kuralları işleyecektir, demokrasinin kuralları, hukukun kuralları işleyecektir, anayasanın kuralları, birlikte işleyecektir. Demokrasi ve hukuk, siyaset ve hukuk ikisi bir arada işleyecektir ve hepimiz şunu bilmeliyiz ki: Hiç kimse ve hiçbir kuruluş, hiçbirimiz yeri doldurulamaz değildir. Demokrasi içinde kurumlar, kişiler her birisi hangi kurallarla, hangi ilkelerle nasıl doldurulur bunun usulü vardır, o süreçler işler. Kimse de bir kriz tehdidiyle yönlendirme yapmaya kalkışmasın. Türkiye demokrasi ve hukuk içinde çözümünü bulacaktır.


Efendim, diyorlar ki “Bazı bakanları değiştiriverelim.” Elinizi tutan mı var, değiştirin. Ama yani bedavaya da değiştirmek istemiyoruz, değiştirmişken karşılığında acaba bir şey alır mıyız. O bakanları oraya siz tayin ettiniz, bakanları değiştirmek sizin elinizde. Bizim için önemli olan şu bakanın, bu bakanın değiştirilmesinden önce şu bakanın, bu bakanın oraya tayin edilmesini uygun gören zihniyetin değiştirilmesidir. (Alkışlar)


Yani o zihniyet orada duracak, tayin ettiği bakanı geri alacak, biz rahatlayacağız, sonra uygun bir noktada tekrar işine geldiği zaman yeni tayinini yapacak. Yanlış olan zihniyet. O bakan tabii değişecek, onu tutamazsın artık orada, onun değiştirilmesi kaçınılmaz, durum ortada ama onun değiştirilmesi sorunu çözmeye yetmez. Sen, hangi bekleyişle tayin ettin onu? Yıllarca niçin taşıdın onu orada? Niçin göz yumdun işlerin ta bu noktaya gelmesine kadar? Nasıl devletin okullarında hâlâ cihat çağrıları yapan kasetler…(Alkışlar) …resmi öğretmenler tarafından resmi ders saatlerinde gösteriliyor, nasıl oluyor bu? Canım, işte bunu alıvereceğim.


Değerli arkadaşlarım, bu aldatmacalarla bir yere varılmaz. Onu orada tutamazsın zaten artık, onu orada tutman mümkün değil. Onu oradan almanı da bir lütuf gibi, bir laiklik güvencesi gibi bize sunman mümkün değil. Sen o noktalarda ağır bir sorumluluk altındasın, laikliğe karşı bütün bu çabaların arkasında bu zihniyetin olduğu açıktır. O zihniyetin sahibi olarak sen bunun sorumlususun, onun hesabını vereceksin. Onu sen oradan aldın diye kimse kendisini güvencede hissetmeyecektir. Sen sorumluluğunu böylece kabul etmiş olacaksın, sorumluluğunu görmüş olacaksın.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de asıl sorun halkın bu sorunlar karşısında duyarlılığını artırmaktır, asıl konumuz budur. Değerli arkadaşlarım, bakın ne kadar kutsal kavram varsa, değer verilen kavram varsa mutlaka onların istismarı da onunla baş başa hemen yanında ortaya çıkıyor. Toplumun, milletin saygı duyduğu, değer verdiği, kutsallık atfettiği ne varsa hemen istismar edilir, din hemen istismar edilir. Demokrasi hemen istismar edilir. Her ikisi de en yaygın şekilde istismara maruzdur.


Bakınız bu konuda bir duyarlılık geliştirmeniz lazım artık, toplum olarak geliştirmemiz lazım. Yani Türkiye’de haram yiyenler, yetim hakkı yiyenler, yalan söyleyenler, yolsuzluk yapanlar, lükse, gösterişe, şaşaya, şatafata meraklı bir yaşam sürenler, gösteriş, şıklık, saltanat peşinde koşanlar sanki toplumun en dindar insanlarıymış gibi kendilerini sunuyorlar. Öyle değil mi? Bu memleketin dürüst, namuslu, mütevazı, ahlaklı, yolsuzluklar karşısında, haram karşısında, hukuksuzluk karşısında, yetim hakkı karşısında vicdanıyla, sorumluluğuyla davranan bu memleketin dürüst, namuslu insanları da sanki dinin karşısındaymış gibi takdim ediliyorlar, öyle değil mi? Sorun budur değerli arkadaşlarım, değiştirilmesi gereken temel anlayış budur. Yani kendi yakınlarını düşüneceksin, çoluğunun çocuğunun çıkarını takip edeceksin, milleti unutacaksın, sen Müslüman olacaksın ama millet diyen, milletin hakkı için mücadele eden insanlar da sanki dinin dışındaymış gibi davranacaksın. Bu yanlış, bu yanlışı anlatacağız Türkiye’ye değerli arkadaşlarım. İşin özü budur. Yani Almanya’daki işçinin 30 yıllık emeğini din adına alıp yolsuzluk yapanlar, küçücük çocuklara cinsel saldırıda bulunanlar Müslüman diye geçinecek…(Alkışlar) …onlar dindar diye geçinecek, bu memleketin ahlaklı, namuslu, dürüst insanları da kuşkulu hedefler diye gösterilecek, olur mu böyle bir şey? Din istismarı işin temeli, her alanda var, en tehlikelisi ama toplum giderek bunu görüyor.


İki: Değerli arkadaşlarım, demokrasi istismarı. Bakınız, yani bu ülkede muhalif yazarların işine son verilmesini talep edenler, yine yayın yönetmenlerine talimat gönderenler, gazetenin yayın politikasına müdahale edenler, kendilerine uygun medya yaratmak için her türlü kanunsuzluğu yapanlar, işçilere Taksim Meydanı’nı çok görenler demokrat diye çıkacak, düşünce özgürlüğüne saygı gösteren insanlar da sanki demokrasinin dışındaymış gibi değerlendirilecek.


Değerli arkadaşlarım, aynı şekilde istismar edilen bir konu daha var, ona da dikkatinizi çekmek istiyorum, yoksulluk. İzledikleri politikalarla insanları yoksullaştıranlar, daha sonra o yoksulluğu istismar ederek oy almaya çalışıyorlar. Yoksulluğu yaratan kendileri, onu istismar ederek iktidar talep edenler yine kendileri. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bu ikiyüzlülüğe artık son vermek lazım. Türk siyasi hayatının samimiyete ihtiyacı var, dürüstlüğe ihtiyacı var. Samimiyet ve dürüstlük hepimize yön verirse, seçmene de, siyasetçiye de, medyamıza da, kurumlara da herkese de samimiyet ve dürüstlük yön verirse, ben inanıyorum, bu sorunların üstesinden mutlaka geliriz. Bunu başaracağımıza inanıyorum. Bunu başardığımız zaman da ülkemizde hem inançlar özgürce yaşanacak, en iyi şekilde yaşanacak, dinimizi en güzel şekilde yaşayacağız, çocuklarımıza öğreteceğiz, onunla iftihar edeceğiz, aynı şekilde cumhuriyetimizi, laikliği, demokrasiyi el ele bir arada yaşatacağız ve ülkemizin kalkınmasını da bu temelin üzerinde gerçekleştireceğiz. (Alkışlar)


Hepinize teşekkür ediyorum, sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)