Wednesday, February 28, 2007

Baykal’dan Erdoğan’a;“Sen, Hiçbir Kutsalı Kalmamış Noktaya Gelmişsin.'Düşmanımızla da Konuşuruz’ Diyorsun, Git, İmralı


-“Ulusal egemenlik ile toprak bütünlüğü müzakere ve pazarlık konusu olmaz, olmamalıdır. Değişimlerini de al ve çek git”
-“Size kömür, yiyecek, giyecek, para ne veriyorlarsa alınız, fakat sakın ha, onu verdiler diye, onu verenlere oy vermeyiniz. Çünkü, oy sizin namusunuzdur, şerefinizdir, onurunuzdur, ırzınızdır, ırzınız, koruyun onu”

-“Türkiye’de şimdi kıyamet kopmuyorsa, kıyamet koparılmasını gerektiren şartlar yaşanmıyor zannetmeyin, sadece kıyamet kopamıyor Türkiye’de. İnşallah, sandıkta o kıyameti hep beraber koparacağız”

-“CHP İktidarında milletvekili dokunulmazlığını kaldıracağız. CHP iktidarında imtiyaz kalkacaktır, eşitsizlik kalkacaktır, hukuksuzluk kalkacaktır”

-“Barzani, ‘burası benimdir ama, ben PKK ile burada mücadele edemem’ diyor, ama sen PKK ile mücadele etmeye gelirsen seninle mücadele ederim’ diyor”

-“Vatana ihanet, kimmiş vatana ihanet eden? Fikret Bila. Hadi canım sen de, sen kendine bak, kendine”

-“Gidin Kapalıçarşı’ya, Mısır Çarşısı’na, Tahtakale’ye, Ankara’nın sanayi merkezlerini dolaşın, kan ağlıyor esnaf, kan ağlıyor sanayici, Bize anlatılan, size anlatılan Türkiye’nin penceresinden görülen manzara değildir, anlatılan yabancı sermayenin penceresinden görülen Türkiye manzarasıdır”

-“Türkiye’de yoksulluk üreten, yoksul insan üreten, işsiz üreten bir ekonomi politikası var. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, yoksul da, işsiz de, kimsesiz de, engelli de sahipsiz olmayacaktır”

-“Türkiye’de kalıcı bir istikrar yok. İstikrar ne zaman olur, biliyor musunuz? 10 milyonu aşan işsiz iş bulduğu zaman Türkiye istikrara kavuşur.”

-“AKP döneminde Ali Dibo uygulamasının resmen teyit edildiğini Türkiye İhale Kurumunun kararıyla gördük”



İletişim Koordinatörlüğü (Ankara) - Genel Başkan Deniz Baykal Başbakan Erdoğan’a; “Sen, hiçbir kutsalı kalmamış bir noktaya gelmişsin.’Düşmanımızla da konuşuruz’ diyorsun, Git, İmralı’ya, konuş o zaman” diye seslendi.


TBMM’de CHP Grubunda görüşlerini açıklarken Başbakan Erdoğan’ın Talabani ve Barzaniyle görüşme konusunda açıklamalarını değerlendirirken, “Ulusal egemenlik ile toprak bütünlüğü müzakere ve pazarlık konusu olmaz, olmamalıdır. Değişimlerini de al ve çek git” diyen Genel Başkan Baykal’ın konuşmasının tamamı şöyle ;


“Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, sevgili misafirlerimiz, Türkiye’nin dört bir köşesinden Cumhuriyet Halk Partisi Grup toplantısına katılmak, Cumhuriyet Halk Partisine destek vermek için buraya gelmiş olan sevgili vatandaşlarım; hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar) Hepinize yürekten şükranlarımı sunuyorum. Türkiyemizin bu çok önemli döneminde, geçiş döneminde hep bir aradayız. Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu durumu, sorunları, dünyanın gidişatını, halkımızın çilelerini, dertlerini, sıkıntılarını konuşacağız, paylaşacağız. Türkiyemizin önünü aydınlatmaya çalışacağız, Türkiye’nin daha iyi bir geleceğe yönelmesi için burada milletimizin bir parçası olarak elbirliğiyle aydınlık düşüncelerimizi ortaya koymaya, tüm Türkiye’yi bu düşünceler etrafında toparlanmaya çağıracağız. Bu amaçla buradayız. Katkınıza, desteğinize yürekten tekrar teşekkür ediyorum. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, Türkiyemizin ve içinde bulunduğumuz bölgenin gelişmelerini, gidişatını hep yakından izliyoruz. İki gün sonra 1 Mart. 1 Mart bölgemiz açısından tarihi bir dönüm noktası. Hatırlayacaksınız, 2003 yılının 1 Martında Türkiye Büyük Millet Meclisi, Irak’a yönelik askeri harekâtın, Irak Savaşının, Orta Doğu terör ve savaş bataklığının bir parçası olup olmama konusunda tarihi bir karar almıştı. 2003 yılının 1 Martında Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihine yakışan, şerefli, ulusal yararları gözeten, bölgenin barışını gözeten çok doğru, çok onurlu, hepimizin iftihar edeceği büyük bir karar almıştı. Şimdi onun dördüncü yıl dönümüne geliyoruz. Dört yıl arkada kalacak. Dört yıl sonra o kararın ne anlama geldiğini ayrıntıya girmeden şöyle kısaca düşünmekte yarar var, çünkü önümüzde benzer tercihlerin yapılmasını gerektiren çok kritik bir süreç var. Bu sürecin içinden geçerken Türkiye’nin geçmişte attığı adımları unutmaması, doğru değerlendirmesi bir temel ihtiyaçtır.


Değerli arkadaşlarım, bu müdahale kararı bizim dışımızda alındı. Biz, o savaşın parçası olmayı reddettik, ama savaş açıldı. Orta Doğu’da dört yıldır bir büyük savaş yaşanıyor. Bu savaşın ortaya koyduğu bilançoyu kısaca hatırlamakta yarar var. Türkiye ne noktadadır, Irak ne noktadadır, Orta Doğu ne noktadadır, bu askeri harekâtı kararlaştırıp uygulayanlar şimdi hangi noktadadır, bütün bunların değerlendirilmesine ihtiyaç var. Baktığımız zaman gördüğümüz manzara çok açıktır. Çeşitli stratejik araştırma kuruluşlarının rakamlarına göre Irak’ta ölü sayısı 650 bini aşmıştır. 650 bin ölü, bir milyonun üzerinde göçmen, evini, köyünü, kasabasını, yurdunu, bağını, bahçesini, ocağını terk etmek zorunda kalmış, çoluk çocuğu ayrı düşmüş bir milyon insan, karmakarışık bir Irak tablosu. Eskiden aynı memleketin evladı olarak bir arada yaşayan insanlar birbirine düşman olmaya başlamış. Iraklı Iraklıyla savaşır hâle gelmiş, Müslüman Müslümanla savaşır hâle gelmiş; Irak’ta her gün 40, 50, 60, 80 kişi ölüyor. Bunun hesabını soran yok, bunun üzüntüsünü yaşayan yok. Bu tablo, Irak’ta dört yıl sonra istikrarın sağlanamadığını, can güvenliğinin gerçekleştirilemediğini, hukukun işler hâle dönüştürülemediğini açıkça ortaya koyuyor. Herkes kaygı içinde, yarın ne olacak belli değil. İnsanlar, evlatları, yakınları, eşleri, kocaları, karıları, kardeşleri acaba eve döner mi diye büyük bir telaş içinde sabahleyin helalleşerek evden ayrılıyorlar. Irak’ta elektrik yetmiyor, su yetmiyor, asgari ihtiyaçlar karşılanmıyor, dört yıldır oradaki insanlar bir büyük azabın içinde yaşamaya devam ediyorlar.


Değerli arkadaşlarım, böyle bir olayın ne sorumluluğunu almak mümkün ne de böyle bir olayın parçası hâline dönüşme tehlikesi yaratacak bir sürecin içinde yer tutmak mümkün. Bugün, eğer Türkiye 1 Martta o kararı almamış olsaydı, hem bu olayın doğrudan bir parçasıydık, sorumlusuyduk hem de Türkiyemiz, anavatanımız, yurdumuz en hassas coğrafyasında, Güneydoğu Anadolu’da 65 bin yabancı askerin otağ kurduğu, karargâh kurduğu, askeriyle, helikopteriyle, uçağıyla, cephanesiyle orayı bir üs gibi kullanmaya başladığı bir savaş hâline kendi anavatanımızı, yurdumuzu dönüştürmüş olacaktık; Türkiye bunu reddetti. Eğer buna izin vermiş olsaydık sadece Irak’a yönelik olarak bu yanlışlıkların sorumluluğunu üstlenmeyecektik, kendi anavatanımızın bir yabancı silahlı kuvvetlerin kısmen kontrolü altına girmesi sonucunda o coğrafyada, Türkiye’nin sözünün giderek daha az geçmekte olduğu, giderek Türkiye’nin sözünün geçemez hâle dönüştüğü, bölgenin bir karmaşaya sürüklendiği, o kritik coğrafyanın, hassas coğrafyanın tekrar bir kardeş kavgasının en uygun zemini, vasatı hâline dönüştüğü bir noktaya kendi ülkemizi, kendi kararımızla sokmuş olacaktık.


Hatırlayacaksınız, tekrar tekrar ifade ediyorum, ibret olsun diye söylüyorum, bu tezkere Türkiye Büyük Millet Meclisine geldiği zaman Sayın Başbakana ben doğrudan doğruya sordum: Sayın Başbakan, bu silahlı kuvvetler buraya gelsin diye tezkere gönderdiniz. Bunlar gelirse ne zaman çıkacaklar dedim. “Vallahi ben de bilmiyorum” dedi. Başbakanın da ne zaman çıkacağını bilmediği bir şekilde Türkiye’nin bir büyük kardeş kavgası yaşadığı, yaraları henüz sarılmamış olan bir coğrafyasında bir 65 binlik asgari silahlı kuvvetler varlığının yerleşmesine izin verecektik. Türkiye buna izin vermemiştir. Çok doğru bir karar almıştır. Türkiye’nin bugün toprak bütünlüğü, ulusal egemenliği, Türkiye’nin kendi içindeki barışı, huzuru bu karar sayesinde bugünkü noktasında kalabilmiştir. Eğer bu karar olmamış olsaydı, bugün Türkiye’nin toprak bütünlüğü de, iç barışı da, ulusal egemenliği de çok ciddi şekilde tehdit altına girmiş olacaktı.


Değerli arkadaşlarım, gerçekten 1 Martta alınan kararın Orta Doğu’da yarattığı bu acı bilançonun, 650 bin kişinin ölmüş olmasının, insanların içine sürüklendiği bu acı ve umutsuz hayatın, 1 milyon civarında insanın yerini yurdunu, evini terk etmiş olmasının yol açtığı ıstırap hiçbir siyasi amaçla meşrulaştırılamaz. Ne petrol hesabıyla ne o bölgeyi birbirine düşürüp uygun bir zemin yaratma hesabıyla hiçbir medeni hesapla insanlığa yakışır, ahlaka yakışır hiçbir hesapla bu bilançoyu haklı kılmak, meşru kılmak mümkün değildir. (Alkışlar) Kardeş Irak halkının bir an önce huzura kavuşmasını diliyorum. Bu dört yıllık acı, dört yıllık ıstırabın en kısa zamanda sonuçlanmasını diliyorum. Bir an önce huzura kavuşmalarını, kendi aralarındaki çekişmeyi, çatışmayı geride bırakmalarını, bir an önce aynı memleketin insanları olarak Sünnisiyle, Şiisiyle, Türkmeniyle, Kürtüyle el ele verip kardeşçe yaşamalarını, kendi zenginlikleri üzerinde kendi milletlerinin haklarını sonuna kadar özgürce kullanabilmelerini diliyorum. Bu konuda onlara yardımcı olmayı da, hem bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hem de bir insan olarak ahlaki bir görev biliyorum. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, iki gün önce bir başka acı olayın yıl dönümüydü. Bu acı olayları biz pek konuşmayız. Son zamanlarda Türkiye’ye yönelik suçlamaların, karalamaların, Türkiye’yi bir suçluluk duygusuna sokma, bir eziklik duygusuna sokma çabalarının giderek yaygınlaştığı bir ortamda artık yaşanmış bazı acı olayların bizim tarafımızdan da dile getirilmesinin bir görev olduğunu düşünüyorum.


Değerli arkadaşlarım, iki gün önce, üç gün önce Azerbaycan’ın Yukarı Karabağ’ında, Hocalı’da yaşanmış olan bir katliamın yıl dönümüydü, 15’inci yıl dönümüydü. 15 yıl önce Yukarı Karabağ’da yaşayan Azeriler, yüzlercesi çocuk, yüzlercesi kadın olmak üzere, acımasızca katledildiler.


Değerli arkadaşlarım, bu 15 yıl önce oldu. Şu anda Yukarı Karabağ’dan evinden, ocağından, yurdundan koparılmış bir milyonun üzerinde göçmen, Azeri Türkçesiyle ifade edeyim, Kaçkın, evsiz, ocaksız yaşamaya devam ediyor. Bir milyonun üzerinde insan hâlâ kamplarda yaşıyor. Kampta yemek pişiyor, kampta çocuk doğuyor, kampta cenaze kalkıyor, aile yok, ocak yok. “Ne olursan ol, ayrıl git buradan, kop buradan” diyorlar. Bu insanlar, orada yüzlerce yıldan beri yaşayan insanlardır.


Değerli arkadaşlarım, bunlar artık görmemezlikten gelemeyeceğimiz, unutturmayı amaçlayacağımız olaylar olmaktan çıkmıştır. Bunların unutulmasını isteriz, bir genel dostluk, barış ve kardeşlik ortamının bölgemize egemen olmasını ve geçmiş hesapların gündemden düşürülmesini ve karşılıklı olarak dost ve kardeşlik anlayışı içinde hep beraber barış içinde burada yaşamayı dileriz, buna katkı yapmak isteriz; ama şu anda hâlâ acılar devam ediyorsa, hâlâ Azerbaycan’da bir büyük işgal, bizim nitelememizle değil, tarafsız uluslararası kuruluşların nitelemeleriyle, Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatının tespitleriyle, raporlarıyla, bir haksız işgal orada sürüyorsa ve orada binlerce insanın katledildiği facialar daha dün yaşanmışsa ve şu anda bir milyon insan yersiz yurtsuz yaşamaya devam ediyorsa, bunun haksızlığını, kabul edilemez olduğunu ortaya koymak bizim boynumuzun borcudur.


Değerli arkadaşlarım, Azerbaycan, bizim çok yakın bir dostumuzdur. Kardeş millettir. Hesapsız kitapsız Türkiye ile bir tam bir dostluk anlayışı içinde, sevgi ve dayanışma duygusu içinde Türkiye’nin iyiliğinden mutluluk duyan, Türkiye’nin kalkınmasından sevinç duyan, Türkiye’nin acısını kendi acısı olarak yüreğinde yaşayan insanların bulunduğu bir yerdir Azerbaycan. Kardeş bir millettir. Azerbaycan’ın acısı bizim de acımızdır. Azerbaycan ile dostluk ve dayanışma içinde olmak bizim de boynumuzun borcudur. Onların maruz kaldıkları haksızlıklar karşısında onlar adına şikâyet söylemek bizim de boynumuzun borcudur, bizim de görevimizdir. Azerbaycanlıların çok yaygın bir sözü var: “Biz iki devlet, ama tek milletiz” diyor. (Alkışlar) Bugün, Azerbaycan, Türkiye ile işbirliğini, dayanışmasını en ileri noktaya çıkarmayı hedef olarak kabul etmiş bir ülke. Bakü – Tiflis – Ceyhan boru hattı, Azerbaycan halkının ve yönetiminin desteği ve işbirliğiyle sağlandı ve Türkiye, Kafkas petrollerinin kendi toprakları üzerinden geçmesi ve Ceyhan’ın bir terminal limanı olarak Doğu Akdeniz bölgesinde çok büyük ekonomik potansiyel taşımaya başlaması konusunda bize en büyük desteği vermiş olan bir ülke. Azerbaycan’la dostluğumuzu pekiştirmemiz lazım, onlarla dayanışma içinde olmamız lazım, onlara destek olmamız lazım, onlara yardımcı olmamız lazım, onlarla el ele vermemiz lazım. Herkesle yapmamız lazım, ama özellikle Azerbaycan’la böyle bir dostluk anlayışı içinde olmamız gereğini, onların bu acı yıl dönümünde ifade etmeyi bir görev biliyorum ve buradan Cumhuriyet Halk Partisinin Grup toplantısından, bütün Azerbaycan halkını sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız günler içinde üstünde durduğumuzu bazı konularla ilgili önemli gelişmeler ortaya çıkıyor, bu konuları size aktarmak istiyorum, çünkü bu bizim gündemimizde yer alan bu konular, maalesef arzu ettiğimiz şekilde Türkiye’nin medya gündemi içinde yer tutmuyor, orada yer tutmamış olması bunların önemsiz olması anlamına gelmez. Bizim takip etmemiz lazım diye düşünüyorum. Hatırlayacaksınız, geçen hafta burada Yargıtay’la ilgili bir yasa tasarısına dikkati çekmiştim ve bu yasa tasarısının yaratacağı sakıncaları, tehlikeleri ve bu yasa tasarısının altında yatan zihniyeti, kuşatma zihniyetini, işgal zihniyetini, Türkiye’nin en önemli bağımsız kalması gereken yargı gücüne yönelik tasallut planlarını burada dile getirmiştim.


Değerli arkadaşlarım, bu konuda çok memnuniyet verici somut bir gelişme var, buna dikkatinizi çekmek istiyorum. Bildiğiniz gibi son zamanlarda çıkan bir kanunla, Avrupa Birliği anlaşmaları çerçevesinde yargıçlarımız ve savcılarımızın bir dernek etrafında, Türkiye’deki bütün yargıçlarımızın ve savcılarımızın bir dernek etrafında bir araya gelmesine olanak sağlandı ve bu doğrultuda bir oluşum kendisini gösterdi ve bugün Türkiye’de bir yargıçlar ve savcılar birliği oluşmuştur. Türkiye’deki bütün yargıçların ve savcıların, Avrupa Birliği anlayışına göre temel derneği olarak “YARSAV” adıyla anılan bir kuruluş ortaya çıkmıştır. Bakın bu kuruluş, yani Türkiye’de yargının gerçek sesi, yargıçların, savcıların sözünü söyleyecek en yaygın, en temel kuruluş bir bildiri yayınladı, bizim konuşmamızdan sonra yayınlanmıştır bu bildiri, buna dikkatinizi çekmek istiyorum ve bunun ne kadar önemli olduğunu herkesin kavramasını bir kez daha diliyorum ve buna katkı olacağı umuduyla burada tekrar ifade etmek gereğini duyuyorum. Buradan birkaç cümleyi dikkatinize sunayım: “Yargıtay Yasa Tasarısı üzerindeki çalışmalarda ısrar edilmesi, dikkat çekici ve düşündürücü olup bu yaklaşımı hukuksal sahiklerle açıklamak mümkün değildir. Hukuki bir ihtiyaçtan kaynaklanmıyor bu yasa” diyor.


Yargıtay üyelik seçimleri yaklaşık 2013 yılına kadar durdurularak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun iradesine ve Anayasal yetkisine müdahale edilmektedir.” Bunu yargıçlar söylüyor, savcılar söylüyor. “Yargıtay üyeliği seçimlerinin durdurulmasına yönelik tasarı maddesi, hâlen boş olan ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı tarafından gündeme alınmayan Yargıtay üyeliği kadroları için siyasi idare tarafından baskı unsuru olarak kullanılmaktadır.”


Ve yine YARSAV diyor ki: “Yargıtay Yasa Tasarısının ele alınmasının ve bu yolla Yargıtay’ın tartışmaların içine çekilmesinin yargıya zarar verdiği düşünülmektedir. Yargı ve Yargıtay’ın geleceğini ilgilendiren adli yargıdaki var olan sorunları artırarak kaos ortamı yaratması kaçınılmaz olan, Yargıtay’ı siyasi müdahaleye açık hâle getiren, Yargıtay’ın kurumsal bakışını yansıtmayan Adalet Bakanı ve Müsteşarının bünyesinde yer alması nedeniyle yürütme organı müdahalesi bile artık yeterli görülmeyerek yasama müdahalesiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun anayasal görevlerine kısıtlama getiren, hukuksal olarak izah edilemeyecek böyle bir tasarıya meslek örgütü olarak YARSAV hayır demektedir. Yargıtay Yasa Tasarısı geri çekilmelidir.” ‘Alkışlar)


Bunu Türkiye’nin hâkimleri ve savcıları söylüyor değerli arkadaşlarım. Bunu hep beraber söylemeliyiz, hep birlikte söylemeliyiz. Bu onların konusu değil, bu hâkimlerin, savcıların konusu değil, Türkiye’deki 70 milyonun konusu, hepimizin adalet karşısındaki konumumuzu nasıl etkileyeceği açıkça görülen bir olumsuz girişim karşısında hep birlikte tavır takınmalıyız. Bir işgal zihniyeti ortaya çıkmaya başlamıştır. Bağımsız bir güç olarak yargıyı kontrol altına almaya, yargıyı belirleyecek en kritik noktayı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu, hâkim atamalarını, yani Yargıtay’a üye seçimini yönlendirecek olan kuruluşun nasıl, hangi siyasi hesaplarla daha şimdiden ele geçirilmek istendiğini mesleğin içinden birileri söylüyor. Duyan varsa, biz duyuyoruz, hâkimlerimizi, savcılarımızı kutluyoruz, onlarla dayanışma içindeyiz, birlikte bunu önleyeceğiz. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bakın bu işgal harekâtı devam ediyor. İşgal harekâtının yeni bir örneği, Kamu İhale Kurumu Yasa tasarısı, yeni yasalar geliyor. Bunların hepsi hazırlanan geleceğe yönelik, Türkiye’nin yapısını, dokusunu değiştirmeye yönelik hazırlanan girişimler. Bakınız bir Ali Dibo işi vardı, biliyorsunuz. AKP’liler hâlâ devam ediyor, her yerde yürüyor. AKP’liler, yerel yönetim düzeyinde Ali Dibo, yukarıda da Ofer tezgâhı. Yukarıda bakanlar, başbakanlar devrede, aşağıda da il başkanları, ilçe başkanları, belediye meclis üyeleri, belediye başkanları, il ve ilçe kadın kolları yöneticileri bunlar Ali Dibo işi götürüyor. Bu tartışıldı, AKP’li bir milletvekili “bu olmaz” diye isyan etti. Vay, sen nasıl bunu söylersin diye adamı partiden attılar. Adamın derdi, bunu önleyin, işte belgeler dedi, dosya dosya belgeleri getirdi. Bu reddedildi ve adam partiden atıldı. Bir süre sonra Türkiye’de ihale kurumu bu konuya, şikâyet üzerine, el koydu ve Ali Dibo uygulamasının resmen teyit edildiğini Türkiye İhale Kurumunun kararıyla gördük. İhale Kurumu dedi ki, Resmi Gazetede kararını yayımladı “Hatay’daki, sadece Hatay’daki ihalelerden 67’sini inceledim, bunun 43’ünün mevzuata aykırı olduğunu tespit ettim.” 67 ihalenin 43’ü ile ilgili İhale Kurumu karar aldı. Şimdi, bunun gereğini yapmak lazım değil mi? Evet, onlar da gereğini yapıyorlar. Gereği nedir? Gereği, getirin bakalım şu mevzuata aykırı olan 47 dosyayı, kim yapmış, niçin yapmış bunun hesabını soralım olmalı diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bunun gereği, kim oluyor bu İhale Kurumu, bu kararı nasıl alıyor? Elimizde Parlamentoda çoğunluğumuz var, hemen yasayı değiştirelim, bunların haddini bildirelim, bir daha karşımıza çıkamaz hâle İhale Kurumunu getirelim diyorlar ve bu karardan sonra şimdi getirilen yasaya dikkatinizi çekiyorum. Şimdi, ne olacak yeni Kamu İhale Kurumu Yasa kabul edilirse? İhale iptali kararı alamayacak, şimdi ihale iptali kararı da alabiliyor, bu kararı alamayacak, sana ne diyor. Bu ne? Kamu İhale Kurumu var olmaya devam edecek, çünkü onu bizden istiyorlar, o da var diyecek, ama iptal kararı alamayacak. Ali Dibo türündeki işlere bakamayacak. Ali Dibo işi artık yasak İhale Kurumuna. Kamu İhale Kurumu önüne getirilen her iddia ile şimdi harekete geçip inceleme yapabiliyordu, bir daha öyle inceleme iddia ile dosya ile ihbarla inceleme yapmak mümkün olmaktan çıkacak. Sayıştay ve Danıştay’dan üyeler vardı ve üyeleri hâkim statüsünde oluyordu, ciddi insanlardı, şimdi bu kaldırılıyor ve hâkim statüsünde olması gerekmiyor, ama hukuk mezunu olsun yeter deniyor, hukuk mezunları arasından uygun gördüklerini İhale Kurumuna tayin edebilecekler. Kurulun üyeleri 10 kişiden oluşuyor. Bunun 8 üyesinin görev süresi 16 Nisanda doluyor. Ne olması gerekir? Usule göre, 16 Nisanda yine üyenin seçilmesi gerekir değil mi? Hayır. Önce şu Cumhurbaşkanlığı işini ayarlayalım, ondan sonra bunu yaparız düşüncesiyle getirilen kanun geçici madde koyuyor, ne kadar üye kalırsa o üyeyle seçim yapılmaz, bir süre devam eder diyor, yeni Cumhurbaşkanı gelinceye kadar. Ne kadar üye kalıyor? 2 tane üye kalıyor. 2 üyeyle Kamu İhale Kurumu göreve devam edecek.


Değerli arkadaşlarım, bunda samimiyet var mı? Bunda hukuk saygısı, demokrasi anlayışı, bunda vatan sevgisi var mı? Bunda gerçeği araştırma, yolsuzluklarla mücadele etme, Türkiye’de ihalelerin usulüne göre en doğru şekilde işlemesini sağlama niyeti var mı Allah aşkına? (Alkışlar) Manzara bu. Ayrıca, bir temel değişiklikle, şimdi siyasi partilerle ilişkisi olamıyordu üyelerin, “ne sakıncası var, bizim arkadaşlarımızın günahı ne onlar da olsun” diyorlar. Yeni getirilen yasayla, doğrudan AKP’lilerin de İhale Kurumunda yer tutması kapısı açılıyor, sağlanıyor.


Değerli arkadaşlarım, manzara budur. Bunu bilginize, takdirinize, sorumluluk duygunuza emanet ediyor. Bunlardan bir tanesi Türkiye’de kıyametin koparılması için yeter. Türkiye’de şimdi kıyamet kopmuyorsa, kıyamet koparılmasını gerektiren şartlar yaşanmıyor zannetmeyin, sadece kıyamet kopamıyor Türkiye’de. İnşallah, sandıkta o kıyameti hep beraber koparacağız. (Alkışlar) Hep beraber sandıkta koparacağız.


Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız günlerde Türkiye’de ekonominin gidişatıyla ilgili önemli bazı gelişmeler de ortaya çıktı. Ekonomiyi hep beraber zaten sürekli izliyoruz. Bizim tezlerimiz, iddialarımız ortada. Türkiye’deki ekonomik tablonun halka, millete, üretenlere, çiftçilere, esnafa, sanayiciye, işçiye, memura yararlı olmadığını, bunların hakkının, bunların emeğinin bunların elinden başkalarının denetimine geçirildiğini ısrarla söylüyoruz, ısrarla anlatıyoruz. Bakın bir son gelişme, bundan sonrasıyla ilgili olarak hükümetin anlayışını ortaya koyması bakımından büyük önem taşıyor. 19 Şubatta bu hükümet bir borçlanma girişimi yaptı. Bu borçlanma girişimi yüzde 10,25 reel faizli, yani yüzde 10,25 faizli değil, yüzde 10,25 reel faizli, dünyanın en yüksek faizidir. Şu anda dünyadaki en yüksek faizdir bu. Yüzde 10,25 reel faizli, altı ayda bir ödemeli ve ana parası TÜFE’ye endeksli ve beş yıllık, bilhassa buraya dikkatinizi çekerim. Yani, Türkiye beş yıl sonra da bu kararla, bu uygulamayla diyor ki, ben 10,25 reel faiz anlayışını politikamda sürdüreceğim beş yıl sonra da.


Değerli arkadaşlarım, bu Türkiye’nin geleceğiyle ilgili müthiş bir hem bağımlılığın hem de umutsuzluğun ortaya çıkmasıdır. Yani, Türkiye 10,25 reel faizi ödemeye devam edemez, etmemeli. Ben ederim diyor ve şimdi, Türkiye’nin geleceğini de ipotek altına alan böyle bir kararın altına imza atıyor. Bakın bunun anlamını değerlendirmeye yardımcı olabilir belki, size yaşadığımız bu son dönemden ortaya çıkan bir iki gözlemi yansıtacağım.


Değerli arkadaşlarım, düşünün, AKP iktidara geldi 2002’nin Kasımında, Aralığında, 2003’ün başında, 2003’ün ocağında, şubatında. Dışarıdan birisi geldi 1 000 doları var, 1 000 dolarını o günkü kurdan Türk lirasına çevirdi. Elde ettiği parayı borsaya götürdü demiyorum, devlete borç verdi demiyorum, bir iş kurdu, yatırım yaptı demiyorum, yastığının altına koydu, dikkatinizi çekerim, 2003 başında 1 000 dolarını Türk lirasına çevirdi ve yastığın altına koydu bir yabancı, AKP’nin yönetiminde Türkiye 2007 yılına geldi, dört tam yıl tamamlandı, dört yıl geçildi, şimdi bugün, o Türk lirasını götürse Merkez Bankasına bugünkü kurdan dolara çevirse, hiçbir risk almamış, hiçbir şey yapmamış, getirdiği 1 000 dolar 1 214 dolar oluyor. Yastık altı para, AKP döneminde 1 000 dolardan 1 214 dolara çıktı değerli arkadaşlarım. Faizsiz, bankadan faiz yok, bankaya yatırmadı, hisse senedi almadı, borsada oynamadı, yatırım yapmadı, hiçbir iş yapmadı. 1 000 doları getirdi çevirdi, yastığın altına koydu, dört buçuk yıl sonra çıktı, çevirdi AKP iktidarının gitmek üzere olduğu bu dönemde çevirdi, bir baktı ki 1 000 doları olmuş 1 214 dolar.


Değerli arkadaşlarım, bu 1 214 dolar, dünyada bankaya vermiş olsa ona verilmez. 1 000 dolara bu süre içinde 1 214 olma şansını bankalar bile vermez. Türkiye’de yastık altı vaziyette bu oluyor. Şimdi, Türkiye’deki durumu anlamanıza yardımcı olacak bir temel olay bu. Bu, Türkiye’ye gelen yabancı paranın nasıl bir kazanç cennetine geldiğini, nasıl müthiş bir dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek bir büyük kazancın kapısının ona açıldığını gösteren bir olay. Ama, bunun yanı sıra şunu da düşünün: Diyelim ki, 2003 yılında o 1 000 doları bozdurdu, ne kadara bozdurdu? O 1 000 dolar 2003 yılında 1 milyar 654 milyon TL oldu. O zaman 2003 yılında açlık sınırı ne idi Türkiye’de? 400 milyondu. Yoksulluk sınırı ne idi? 1 milyar 220 milyondu, yani o 1 000 dolarla pekâlâ 2003 yılında, o 1 000 doların karşılığı olan Türk lirasıyla o insan, yoksulluk sınırının üzerinde bir gelir elde edebiliyordu. Şimdi, bugün o 1 000 doların karşılığıyla biz hangi noktadayız, ona da bakmak lazım, Türk halkının geçim durumu bu süreçte nasıl etkilendi? Doların nasıl etkilendiğini gördük, halkın geçim durumu nasıl etkilendi? Oraya baktığımız zaman tablo şu? 2007 yılında bizim şu andaki açlık sınırımız 618 milyon, 400 milyon 618 milyon olmuş, 1 milyar 220 milyon da 2 milyar 12 milyon olmuş, 2 milyar olmuş. Şu anda 1 000 dolar ne getiriyor? 1 milyar 390 milyon getiriyor. 1 milyar 390 milyonla Türkiye’nin şu andaki 2 milyar olan yoksulluk sınırının altındasın. Türkiye’deki rakamlar, iktidarın koyduğu, çizdiği resimle halkın gerçeği arasındaki farkı kavramak istiyorsanız işte bu mukayeseye bakınız. İşin esası burada. Dolara dayalı olarak her şeyi şişirmek mümkün, şişiyor, ama gerçek yaşam düzeyini ölçen, enflasyonun etkisini bertaraf eden bir hesap yaptığınız zaman tablo ortada. Dolar kazanıyor, durduğu yerden kazanıyor, borca dönüşürse kat kat kazanıyor, ama Türkiye’de işler yoluna girmiyor. Çiftçi şikâyetçi olmaya devam ediyor, gençler iş bulamaz olmaya, işsizlik fevkalade yüksek düzeyde olmaya devam ediyor, sanayi rekabet kabiliyetini kaybediyor, Türkiye’de dış ticaret açığı patlıyor, cari açık rekor kırıyor, reel faiz rekor kırıyor, Türkiye dışarıya kanıyor, kanıyor kanıyor, içeride yapay bir şişkinlik kendisini gösteriyor, ama işsizlik ortada, ihracatın ithalatı karşılama oranı ciddi şekilde düşüyor, esnaf dükkanını kapatıyor, ekonomi sıkışık, piyasa bunalımda. Gidin Kapalıçarşı’ya, Mısır Çarşısı’na, Tahtakale’ye kan ağlıyor esnaf; Ankara’nın sanayi merkezlerini dolaşın, kan ağlıyor sanayici, esnaf, ama birileri çıkıp bize anlatıyor, anlatıyor… Anlatılan Türkiye’nin penceresinden görülen manzara değildir, anlatılan yabancı sermayenin penceresinden görülen Türkiye’dir. (Alkışlar) Emeğin, üretimin, çalışmanın, Anadolu’nun, halkın penceresi farklı, onların penceresi farklı; onların penceresinden bu manzara görülüyor ve bunu herkesin kendi sorununun unutulması için gerekçe yapması isteniyor ve Türkiye böyle bir tutarsızlığın içine çekiliyor. Bunun sonucu nedir? Bunun sonucu, Türkiye en pahalı benzinin kullanıldığı yerdir, en pahalı mazotun kullanıldığı yerdir, dünyada en pahalı mazotun, en pahalı elektriğin tüketildiği, kullanıldığı yerdir, en yüksek faizin ödendiği yerdir ve Türkiye’de elde avuçta ne varsa hepsinin satılmış olmasına rağmen Türkiye’de en ağır verginin ve dolaylı vergiler konusunda dünya çapında bir rekorun kırıldığı bir yerdir. İhracatın ithalatı karşılayamadığı, cari açığın patladığı, tarımın perişan olduğu, esnafın komaya girdiği bir ülke hâline Türkiye bu nedenle gelmiştir. Kayıt dışı ekonomi almış başını gidiyor, ama buna karşılık bir milyon kişi aç, 18 milyon kişi yoksul Türkiye’de ve zengin daha zengin, fakir daha fakir, böyle bir manzara. İşte bunun altında yatan politika budur değerli arkadaşlarım. Yıllardan beri bu politikayı izlediler, bu politikayla Türkiye bugün geldiği bu noktaya sürüklendi.


Değerli arkadaşlarım, bizim bu manzara karşısında yapmamız gereken çok açıktır. Biz ısrarla söylüyoruz. Bakın bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, bu konuda çok temel bir anlayış değişikliği içine gireceğimizi ilan ediyoruz. Türkiye ekonomisi bir rant ekonomisi olmaktan çıkarılacaktır, haksız kazanç ekonomisi olmaktan çıkarılacaktır. Bir faiz ekonomisi olmaktan Türkiye çıkarılacaktır. Bir üretim ekonomisi hâline Türkiye dönüştürülecektir. (Alkışlar) İşin esası budur değerli arkadaşlarım. Üretim, üretim, üretim, üretim… Türkiye’yi kurtuluşa götürecek olan budur. Daha çok üretim, daha ucuz üretim, daha kaliteli üretim. (Alkışlar) Türkiye için üretim, dünya için üretim. Türkiye’nin amacı, dünyanın ürettiğini tüketmek değil, Türkiye’nin amacı Türkiye’nin ürettiğini dünyaya tükettirebilmek, bu olmalıdır. (Alkışlar)


Bu zihniyet değişikliği sağlanmalıdır. Bu çok temel bir noktadır. Bu bir kalkınma politikasının ortaya konulmasını, bir sanayileşme politikasının ortaya konulmasını zorunlu kılmaktadır. Bugünkü politikayla bir yere varılmaz. Bugünkü politikanın bizi getireceği yer daha büyük borç, daha yüksek faiz ve Türkiye’nin ekonomik bakımdan elindekinin avucundakinin başkaları tarafından kontrol edilmeye başlanması, Türkiye bir tüketim toplumu hâline dönüştürülüyor, giderek daha çok tüketmeye mecbur ediliyoruz. Neyle tüketiyoruz? Borçla tüketiyoruz. Borcu faizle alıyoruz. O borç, o faiz sırtımıza biniyor. Şimdilik bunu sıcak parayla borçlanarak, dünyadaki parasal bolluğu, likidite bolluğunu Türkiye’ye yansıtarak, nasıl yansıtarak? Yüksek faizle. Bak beş yıl sonrası için yüzde 10,25 faiz vereceğiz diye ilan ediyoruz. Bu politikaya devam edeceğim demektir o. Bununla Türkiye durumu idare ediyor. Türkiye’de kalıcı bir istikrar yok. İstikrar ne zaman olur, biliyor musunuz? 10 milyonu aşan işsiz iş bulduğu zaman Türkiye istikrara kavuşur. (Alkışlar) Türkiye’de kapanmış olan esnafın hayatından memnun olduğu yeni iş yerlerini açmayı başardığı zaman Türkiye’de istikrar olur. (Alkışlar) Türkiye’de boynu bükük çiftçinin tarlasından yüzü gülerek çıktığı, traktörünün hacze gitmediği, icra memurlarının kapısına dayanmadığı bir Türkiye’ye geldiğiniz zaman Türkiye istikrarlı olur. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bakınız size küçük bir haber: Nevşehir’de bir çiftçiye 66 tane icra geldi. Merkez İlçeye bağlı Kaymaklı beldesinde üç çocuk babası, 61 yaşındaki Mehmet Doğru’ya 66 icra tebligatı yapıldı. Değerli arkadaşlarım, bugün Nevşehir’de 10 500 çiftçinin müteselsil kefalet nedeniyle menkul, gayrimenkul ve banka hesaplarına haciz kondu. Bu, Türkiye’de tarımın bir yüzü. Bir başka yüzü ne? Ziraat Bankası rekor kâr etti. Ziraat Bankası 1,2 katrilyon kâr etti. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Çiftçi batıyor, Ziraat Bankası kâr ediyor. Olmaz değerli arkadaşlarım, olmaz. (Alkışlar) Türkiye’de Ziraat Bankası kâr ettiği zaman istikrar var, çiftçi batarsa batsın, yok böyle bir şey. Sosyal istikrar istiyoruz, sosyal, finansal değil, sosyal istikrar, gerçek istikrar, halkın istikrarı, çiftçinin istikrarını istiyoruz. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin manzarası bu, AKP Grup toplantısında bir erken bayram kutlaması yapıldığını görüyoruz. Şenlik, düğün, şov, bir büyük mutluluk rüzgarı AKP Grubunda kendisini gösteriyor. Oraya bakınca insan, ya bu memlekette 10 milyon işsiz yok mu acaba diye sorma ihtiyacını hissediyor. 10 milyon işsiz yok mu bu memlekette, sen neyin bayramını yapıyorsun Allah aşkına, neyin bayramını yapıyorsun, şu milletin hâline bir baksana. (Alkışlar) Şu milletin hâline baksana, şu çiftçinin hâline baksana. Dünyanın en pahalı mazotunu tükettirdiğin, en pahalı benzinini tükettirdiğin vatandaşın hâline, çiftçinin hâline bir baksana.


Değerli arkadaşlarım,Türkiye’de yeni bir dengenin kurulmasına ihtiyaç var, Türkiye’nin ölçülerinin yeniden belirlenmesine ihtiyaç var. Değerli arkadaşlarım, Türkiye kalkınmak zorundadır, sanayileşmek zorundadır. Başbakan diyor ki: “Biz değişimi temsil ediyoruz, onlar statükoyu temsil ediyor.” Değerli arkadaşlarım, değişimi bu millet yaşadı. Bu millet gerçek değişimin ne olduğunu yaşadı ve gördü.


Evet, Ödemiş’te icralık olmayan kişi kalmamış. Arkadaşlarım, bunu bildiriyorlar.Türkiye’nin her yerindeki manzara bu.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye çok köklü dünya çapında bir değişimi yaşadı. Türkiye, vatandaşımızın teba olmaktan vatandaş hâline geldiği, Türkiye’de çağdaş hukukun egemen olduğu, devletin milletin devleti hâline dönüştüğü, kadın – erkek eşitliğinin gerçekleştirildiği, Türkiye’nin bir imparatorluk düzeninden bir ulus devlet hâline dönüşüp çok partili rejime doğru yöneldiği, milletin saygınlık kazandığı çok köklü, çok önemli bir değişimi yaşadı. Şimdi, bizim bu değişimin üzerine Türkiye’yi dünyanın en borçlu ülkesi hâline değil, ayakları üzerinde sağlam duran, refah düzeyi en yukarıya çıkmış ülke hâline ülkemizi dönüştürmemiz lazım. Bunların getirdiği değişim, tek kuruş borcu olmayan Türkiye’yi borçlu ülke hâline getirme değişimidir. Bunların getirdiği değişim, Türkiye’yi çağdaş uygarlıktan Orta Doğu Arap uygarlığına doğru döndürme değişimidir. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bunlardan Türkiye’nin ders almaya ihtiyacı yok. Bunlara hak ettiği dersi milletimiz verecektir. Bunlar Türkiye’de o büyük değişimler yaşanırken o değişimlere direnenlerin, o değişimleri engellemeye çalışanların rüyasını görmeye devam eden insanlardır. (Alkışlar) Bugün Türkiye, bu büyük köklü dönüşümü yaşadıysa, bu değişim onlara rağmen olmuştur. Bunlar geldiler, dört yıl sonra geldiğimiz manzaraya bakınız. Türkiye’nin AB defteri kapandı. AB ile ilgili en onurlu, en iddialı işbirliği zemininin oluştuğu bir sırada bunlara görev verildi, bugün dört yıl sonra AB işi tıkanmıştır. Bunlara sıfır terörlü bir Türkiye teslim edildi, şimdi Türkiye Orta Doğu’dan Türkiye’ye yönelik meydan okumaların dinlendiği, Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne açıktan meydan okunan bir ülke hâline bunların yönetiminde gelmiştir. Değişim bu ise eksik olsun o değişim, o değişimleri de alsınlar ve çekip gitsinler. (Alkışlar) Bunların getirdiği değişim, 150 milyar dolar ek borç yapılan bir ekonomi politikasının değişimidir. Yolsuzlukların Ofer’leriyle Ali Dibo’larıyla bütün ülkeye yayıldığı bir değişimdir. Bunları hepimiz çok iyi biliyoruz ve Türkiye bunlarla ilgili kararını önümüzdeki dönemde alacaktır.


Değerli arkadaşlarım, bugün geldiğimiz noktada gerçekten Türkiye çok temel tartışmaların içine çekilmektedir. Türkiye’nin ulusal egemenliğinin, ulusal bütünlüğünün, toprak bütünlüğünün gizli gizliye de değil artık, aleni tartışmaya açıldığı bir döneme geliyoruz. Bunların döneminde geliyoruz, bunların yönetiminde geliyoruz, bunların gözetiminde geliyoruz, bunların himayesinde geliyoruz. Bütün Türkiye bunun farkındadır.


Değerli arkadaşlarım, bakınız geçen gün Başbakan, birden bir parlama içine girdi ve bir değerli gazetecimizi “vatana ihanet” suçlamasıyla suçladı. Ne yapmış bu gazeteci? Bu gazeteci, Milli Güvenlik Kurulu toplantısından önce Milli Güvenlik Kurulu toplantısına katılan resmî yetkililerin kamuoyu önünde yaptıkları açıklamalar doğrultusunda Türkiye’nin Irak sınırının güneyinde bir büyük PKK yerleşmesi olduğunu, bu konunun Milli Güvenlik Kurulunun gündemine getirileceğini, bu konudaki belgelerin, fotoğrafların, filmlerin Milli Güvenlik Kurulunda gösterileceğini söylemiş.


Bunun ifade edilmesinin hangi mantıkla, hangi duyguyla “vatana ihanet suçu” oluşturabileceğini anlamak benim için mümkün değildir. Yani diyor ki, Türkiye’nin güneyinde bir PKK yuvalanması, bir PKK tehdidi vardır. Milli Güvenlik Kurulu da bu tehdidi bütün verileriyle, bilgileriyle inceleyecektir, değerlendirecektir. Bu konuda eldeki bilgiler, bilgiler Milli Güvenlik Kurulunda gündeme gelecektir. Türkiye’nin güneyinde bir PKK yuvalanması vardır. Bu yuvalanmayı tespit etmişlerdir yetkililer ve bunu orada konuşacaklardır deniliyor. Bu hangi anlayış, hangi vatan tarifi içinde, hangi vatanseverlik duygusu içinde bir vatan ihaneti olabilir? Türkiye’nin güneyinde PKK yuvalanması olduğu gerçek değil mi? Bunu Türkiye’nin MKK’na katılan resmî yetkililerinin kamuoyunda ilan ettiği gerçek değil mi? Bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bunun konuşulması dünyanın en doğal işi değil mi? Bu konuşmaya bilgi, resim ve fotoğrafın, filmin katılacağının söylenmesi olayı nasıl etkiliyor, nasıl çarpıtıyor, nasıl bir ihanet oluşturuyor bunu anlamak mümkün değildir ve bir Başbakan böyle bir tespitin yapılmasından niçin rahatsız oluyor? Başbakan neden rahatsızdır? Şikâyetinin hedefi nedir? Güney sınırlarımızda, Irak sınırında bir PKK yuvalanması olduğunun ifade edilmesi Başbakanı niye rahatsız ediyor? Niye bundan tedirgin Başbakan? Bunun söylenmesinden niye tedirgin? Bu gerçekdışıysa, gerçekdışı olduğunu söyleyin, bu gerçekse, bu gerçeğin söylenmesi Başbakanı, Türkiye Cumhuriyetini Başbakanını niye rahatsız ediyor? Yani sınırın güneyinde PKK var deniyor. Bunun söylenmesine niye bozuluyorsun bu kadar? Var… Var… Var olduğunu da iyi ki, Türkiye’de tespit eden bazı yetkililer de var. (Alkışlar) Sen bunun söylenmesinden bile rahatsızsın. Birileri tespit etmiş, kamuoyu önünde de söylemiş, orada da herhalde söyleyecek, bırak söylesin. Hayır, söylemesin mi diyorsun? Var olanı görmeyelim mi, örtbas mı edelim? Niye rahatsızsın sen? Yani PKK varlığının güney sınırımızda bulunmasının ifade edilmesinden niye rahatsızsın? Bu niye vatana ihanet suçu oluyor? Bunu söyleyen insan saygın bir gazeteci, değerli bir gazeteci, mesleğinin gereğini yapmış, tespit ettiği, elde ettiği bir bilgiyi kamuoyunu ferahlatıyor, onu duyunca hepimiz diyoruz ki, oh be, Türkiye’de demek bunun farkında olan yöneticiler de varmış, helal olsun, takip etsinler diyoruz, rahatlıyoruz, sen niye rahatlamıyorsun sen? (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bakınız olayın bir başka boyutu da, bu vatana ihanet sözüyle ilgili. Yani bu vatana ihanet sözü bu kadar kolay telaffuz edilmemesi gereken bir söz. Hele bu söz, herkesin ağzına da tam yakışmaz. (Alkışlar) Yani herkes çok kolayca bunu söyleyemez, hele bazılarının bu sözü hatırlatması çok tahrik edici oluyor. Yani, çok yanlış yaptı Başbakan. Vatana ihanet, kimmiş vatana ihanet eden? Fikret Bila. Hadi canım sende, sen kendine bak, kendine. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bakınız son zamanlarda çok ciddi tartışmalar gelişiyor. Bunu hepimizin soğukkanlı bir şekilde değerlendirmesi lazım. Son dönemde ortaya çıkan birkaç ana konu var. Bunların en önemlisi, Irak’ta yaşanan parçalanma ve o parçalanmanın bir sonucu olarak Türkiye’nin terör tehdidinin yükselmesi.


Değerli arkadaşlarım, biz, hiçbir ülkenin parçalanmasından mutluluk duymayız. Irak’ın parçalanmasından da büyük acı duyuyoruz. Bu parçalanmanın ne kadar ağır bir maliyet yarattığı ortadadır. Yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği ortadadır. Bu acı bir tablodur. Bu, hiçbir şekilde onaylanacak, arzu edilecek bir manzara değildir. O tablonun civardaki başka ülkelere yansıtılması olasılığı sorumlu herkesi ilgilendirmelidir. Hepimiz bu duygu, bu dikkat içinde bizim vatanımıza acaba bu tablo yansır mı, yansımaz mı telaşı içindeyiz. Herkese saygımız var, ama Türkiye’nin de güvenliğini, barışını, ulusal bütünlüğünü sahiplenmek ve sürdürmek istiyoruz.


Değerli arkadaşlarım, bakınız bu ortamda yavaş yavaş Türkiye, Irak’taki tablonun doğal olduğu anlayışı içine çekilmek isteniyor. Irak’taki manzaranın Türkiye’de içimize sindirilmesini sağlamak istiyorlar. Değerli arkadaşlarım, bu çerçevede üstünde durulması gereken bir iki nokta var. Her ülke tabii, birbiriyle kendi yararları doğrultusunda müzakereler yapar, görüşmeler yapar, temaslar yapar, ama bazı konuların müzakere konusu olmamasına özen göstermek gerekir. Müzakere konusu olabilecek konular vardır, müzakere konusu olmaması gereken konular vardır. Mesela, PKK’yı bir komşu ülkenin desteklemesi müzakere konusu yapılacak bir iş değildir. Bunu eğer müzakere konusu olarak kabul ederseniz, PKK’ya yönelik bir komşu ülkenin verdiği desteği müzakere edilebilir, konuşulabilir, uzlaşılabilir, pazarlığı yapılabilir bir konu olarak kabul ederseniz başınız hiçbir zaman dertten kurtulmaz. Çünkü, size, o konu daima bir pazarlık konusu olarak getirilir ve dayatılır. Böyle konuların pazarlığı olmaz. Ulusal egemenliğiniz, toprak bütünlüğünüz müzakere ve pazarlık konusu olmaz, olmamalıdır. (Alkışlar) Yani her şeyi konuşabiliriz derken, açıkça senin toprak bütünlüğünü, ulusal egemenliğini tartışma konusu yapmak isteyen birileriyle bunu görüşmeye, müzakere etmeye hazır olduğunu söylüyorsan, sen, hiçbir kutsalı kalmamış bir noktaya gelmişsin demektir. Egemenlik müzakere konusu olur mu? Gel, senin egemenliğini konuşalım. Barzani diyor ki, “40 milyon Kürt varız.” Bunun içine Türkiye’de yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızı da, sizleri de dahil ediyor. Ankara’daki, İstanbul’daki, Güney Doğu Anadolu’daki, Türkiye’nin her yerindeki, bu memleketin çok sağlam, inançlı vatandaşları olarak Türkiye’ye sahip çıkan milyonlarca insanı da o hesabın içine dahil ediyor. Ne olacak şimdi? “Ben mücadele edemem burada” diyor. “Ama, burası benimdir” diyor. “Ben PKK ile burada mücadele edemem, ama sen PKK ile mücadele etmeye gelirsen seninle mücadele ederim” diyor. “PKK ile mücadele edemem, ama seninle mücadele ederim” diyor. Ne demek, değerli arkadaşlarım bunlar? Şimdi, neyi müzakere edeceğiz? Yani herkese yumuşak yumuşak güler yüz, tatlı dil ifade etmek, “Her konuyu konuşuruz, düşmanımızla da konuşuruz.” Git, İmralı’ya konuş o zaman. İsrail, niçin hâlâ Hamas’la konuşmuyor? Amerika, Bush, niye El Kaide ile konuşmuyor? Sen de otur konuş.


Değerli arkadaşlarım, bir ülkenin kendi hesabını doğru yapması lazım. Doğru hesabını yapan insanların ülkesini yönetmesi lazım. Bugün geldiğimiz noktada bu konularda tam bir kafa karışıklığının egemen olduğunu görüyoruz. Bu sadece dışarıya karşı, dışarıdaki kafası karışık olan insanlara, bizim hoşgörüyle, onları gerçeği anlatarak, kararlılıkla tutarlı bir çizgi koyarak değil, onların kafa karışıklığını doğal karşılayarak, “konuşuruz, anlatırız” havasıyla yaklaşıyoruz. O zaman içimizde de birileri çıkıyor, “Ha Diyarbakır, ha Kerkük” diyor. Bunlar hep AKP yönetiminin işbaşında bulunduğu dönemin sonuçlarıdır, ürünleridir sevgili vatandaşlarım. Bu iyi bir gidiş değildir, bu çok sakıncalı, çok tehlikeli bir gidiştir. (Alkışlar) Türkiye’nin temelleriyle oynanıyor ve bunlar karşısında kimsenin ağzını açtığı yok. Durum idare ediliyor, sözler alıştırılıyor, duygular yatıştırılıyor ve o ortam içinde yürüyelim, bakalım deniliyor.


Değerli arkadaşlarım, çok acı bir manzara. Bu manzara karşısında bizim çok ağır bir görevimiz, sorumluluğumuz var, hem bu gerçekleri anlatacağız, yaşanan gerçekleri anlatacağız, henüz yaşanmamış gerçekleri de anlatacağız, bir süre sonra karşımıza gelecek olan gerçekleri de anlatacağız, onları da yapıyoruz hem de bunları önlemek için ne yapılması gerektiğini Türkiye’de açıkça söyleyeceğiz, söyledik, söylemeye devam ediyoruz.


Değerli arkadaşlarım, bakın bir kez daha kısaca ifade edeyim. Önümüzdeki dönemde mutlaka, inşallah Türkiye’de bir iktidar değişikliği olacaktır, olmak zorundadır. (Alkışlar) Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Bu gidişten Türkiye’yi milletin iradesi kurtarabilir. Ancak halkımızın, milletimizin iradesiyle, kararıyla bu gidişatı önleyebiliriz. Bu gidişat değişmelidir, değişmezse çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacağımız açıktır. Bunları hep beraber görüyoruz. Herkes şimdiden köşeye geçmiş hazırlıklarını yapmış, fırsat bekler hâldedir. Bunlara fırsat vermemek durumundayız. Türkiye’nin seksen yıllık birikimini sahiplenmek ve savunmak durumundayız. Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü ayakta tutmak zorundayız. Türkiye’nin kazanımlarını, cumhuriyetin kazanımlarını dimdik ayakta tutmak zorundayız. Bu, önümüzdeki seçimde halkımızın oyuyla, kararıyla gerçekleşecektir. Böyle bir noktaya geldiğimiz zaman elbette biz cumhuriyetimizi koruyacağız, onu güçlendireceğiz, ama onun ötesinde bilmenizi istiyorum, Türkiye’de yeniden bir kaynaşma, barış, dostluk ve sevgi ortamını yaratacağız. Türkiye’nin en çok buna ihtiyacı var. (Alkışlar) Türkiye’nin tekrar birbiriyle kucaklaşmasına ihtiyaç var. Türkiye çok koparıldı, çok birbirine karşıt noktalara halkımız çekildi, gereksiz, anlamsız, iktidardakilerin birtakım hesapları sonucu Türkiye’nin insanı birbiriyle çatışmalı, tartışmalı, birbirine kuşkuyla bakan bir noktaya doğru sürüklendi. Bunu değiştirmek lazımdır. Yeni bir kardeşlik ortamını Türkiye’ye tekrar egemen kılmak lazımdır. Türkiye’nin her şeyden önce kaynaşmaya ve bütünleşmeye ihtiyacı var, birbirine sevmeye ihtiyacı var. Bunu yaptığımız zaman her güçlüğün üzerinden geleceğimizden hiç kuşku duymuyorum. Türkiye bir bütün değerli arkadaşlarım; halkıyla bütün, devletiyle bütün, kurumlarıyla bütün, doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, çiftçisiyle, esnafıyla, işçisiyle hepimiz bir bütünüz, bunu anlamamız lazım. Türkiye’de kimsenin kimsenin karşısına bir peşin fikirle konuşlandırılması doğru değildir. Tam tersine hepimiz birbirimizle ortaklaşa bir paylaşım içinde olduğumuzu kavramak ve bunu ifade etmek zorundayız. O nedenle Türkiye’de bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bilmenizi istiyorum, askeri siviliyle, kışlası karakoluyla, karakolu camisiyle, camisi kahvesiyle bir bütün olacaktır, kaynaşmış olacaktır. (Alkışlar) Böyle bir ulusal barış projesini elbirliğiyle yürürlüğe koyacağız. Kimse kimseye bir şey dayatmayacak, temelimiz ortada, temelimiz devletimiz, devletimizin bütün dünyaca saygıyla karşılanan ana ilkeleri, Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkeleri, laik, demokratik bir sosyal hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti, temelimiz bu. (Alkışlar) Bu temelde hep beraber olacağız.


Temelimiz Atatürk Cumhuriyeti değerli arkadaşlarım, Atatürk cumhuriyeti, bu cumhuriyetle beraberiz. (Alkışlar) Kimseyi buna karşı kabul etmeyeceğiz. Kimseyi buna karşı bir konuma geçmesi için eğitmeyeceğiz, yönlendirmeyeceğiz, örgütlemeyeceğiz, desteklemeyeceğiz, o arayışları bertaraf edeceğiz.


Bizi bize bıraksalar, biz kendi kendimize bu işleri kararlaştıracak noktaya gelsek hiç kuşku duymuyorum, Türkiye’nin tümünün el ele vermesini biz doğal olarak gerçekleştiririz yeter ki, buna inanan bir iktidar işbaşına gelsin, Türkiye’yi birbirine düşürmeye değil. (Alkışlar) Türkiye’yi birbirine düşürmeye değil, birbirini kucaklamaya yönlendirmek inancında, anlayışında bir iktidar Türkiye’de işbaşına gelsin. Bu, inşallah önümüzdeki dönemin temel konusu olacaktır. Buna bağlı olarak hiç şüphe yok, bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında yeni bir ekonomi politikası yürürlüğe konulacaktır. Rant ekonomisinin yerine üretim ekonomisi devreye sokulacaktır, yatırım, üretim, ihracat, ticaret, kazanç tekrar saygın birer kavram olarak ortaya çıkacaktır. Faiz, rant, borç, Ali’nin külahı Veli’ye, bu dönem, bu ekonomi anlayışı bir kenara bırakılacaktır, Türkiye bütün dünyadaki kalkınmış ülkelerin izlediği o anlayışın içine girecektir.


Çocuklarımız bu anlayışla eğitilecektir, vatanını seven çocuklar olarak eğitilecektir. Memleketini seven, Atatürk’ünü seven, inancına sahip çıkan, milletine sevgi duyan insanlar olarak yetiştirilecektir. (Alkışlar) Türkiye’de eğitim işe ve üretime yönelik olacaktır. Türkiye’de her yıl bir milyonunun üzerinde çocuğun üniversite kapısından döndüğü çarpık bir manzaraya son verilecektir. Orta eğitimi bitiren çocuklar Türkiye’de iş ve meslek yaşamında hazırlıklı olarak yer tutabilecek durumda, nitelikte olacaklardır. Üniversite kapısından çocukları döndüren bu çarpık eğitim politikasına son vereceğiz. (Alkışlar) Gençlerimizi iş ve meslek yaşamında başarılı olacak şekilde hazırlayacağız, eğiteceğiz. Yeni bir eğitim politikası koyacağız. Bütün çocuklarımıza yurt vereceğiz, bütün çocuklarımıza burs vereceğiz. Gençlerimiz ülkemizin geleceği, ülkemizin barışı, ülkemizin istikbali gençler, onlara her şey feda olsun diyeceğiz ve gençlerimize sahip çıkacağız. (Alkışlar)


Eğitim politikamızı iş dünyasıyla birlikte şekillendireceğiz. KOBİ’lerimizle birlikte, odalarımızla birlikte, iş ve meslek yaşamımızla birlikte eğitim politikasını şekillendireceğiz. Kitabi eğitim, masa başı eğitim, nazari eğitim, öğretmensiz eğitim bunların tümü bitecek. Eğitimin bel kemiği öğretmen olacak. Öğretmen, eğittiği çocuğu topluma hazırlayacak. (Alkışlar) Toplumun içinde yer tutacak çocuk. Bunu mümkün kılacak her türlü değişimi gerçekleştireceğiz.


Değerli arkadaşlarım, bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, hiç kuşku yok, her alanda, tarım alanında, turizm alanında hazırladığımız projeler doğrultusunda yepyeni atılımlar yapılacaktır. Tarım atılımı, turizm atılımı, sosyal güvenlik atılımı hepsi bir arada yeniden planlanacaktır.


Değerli arkadaşlarım, yani bakınız, Türkiye’de son zamanlarda izlenen politikanın yarattığı sonuçlar, artık herkesin gördüğü bir durum ortaya koyuyor, açıkça her şey anlaşılıyor. Türkiye’de yoksul üreten bir ekonomi politikası var. Yoksul insan üreten, işsiz üreten bir ekonomi politikası var ve bu politika karşısında da şimdi belediyelerin, partililerin özel destekleriyle, yoksulluğun acılarının hafifletilmeye çalışıldığı bir tablo var. Bunun nasıl bir manzara yarattığı hepimiz tarafından çok iyi biliniyor.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de devlet artık sosyal bir devlet olacaktır, sosyal devlet. Sosyal devlet, Anayasamızda yazılı, ama ne yazık ki, artık o, sadece Anayasamızda kalmıştır. Türkiye’nin sosyal devlet niteliği ortaya konulacaktır. Yardıma ihtiyacı olanlara açıkça, devletin bir görevi, vatandaşın da bir hakkı olarak gerekli destek kurumsal çerçeve içinde verilecektir. Hiç kuşku yok, önümüzdeki dönemde bir sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, yoksul da, işsiz de, kimsesiz de, engelli de sahipsiz olmayacaktır, hepsine açıkça sahip çıkan bir ekonomi politikasını ortaya koyacağız. (Alkışlar) Bakınız dün, basında ilgi çekici bir haber vardı. Erzurum’da bir AKP’li belediye meclis üyesi, bir eve telefon edip yiyecek götürmek üzere gitmiş, önce gitmiş bulamamış, arkasından telefonla temas kurmuş ve orada, vay, sen buraya nasıl gelirsin gelmezsin kavgaları, şantajlar, fotoğraflar, saldırganlıklar yaşanmış.


Değerli arkadaşlarım, ciddi bir toplumda böyle bir şey olabilir mi? Bir belediye meclis üyesinin, bir muhtaç vatandaşın hakkı olan desteği verilmesi işinde ne yeri var Allah aşkına? Bir belediye meclis üyesinin, vatandaşa, elinde torbayla, poşetle yiyecek taşımasının anlamı ne? Bunun bu tip tartışmalara yol açmasından daha doğal ne var? Başbakan diyor ki: “Onu sen götür, kendin götür.” Başbakanın talimatını uyguluyor. Başbakanın talimatı o, “Sen kendin götür” diyor. Götürülen ne? Kimin parası? Devletin parası, milletin parası. Kimin cebinden götürülüyor? Devletin cebinden, milletin cebinden. Ama, kim götürüyor? AKP’li belediye meclis üyesi götürsün. Böyle bir şey olur mu,değerli arkadaşlarım? Eğer, devletimizin bir vatandaşımıza yardımcı olmak görevi varsa ki vardır, olacaktır. Bundan sonra daha da kapsamlı, daha da yaygın bir şekilde bu ihtiyaca cevap verilecektir, ama bunu Ahmet Mehmet, Hasan, Hüseyin, AKP belediye falan değil, doğrudan doğruya devletin kurumları yapacaktır, devletin organları yapacaktır. (Alkışlar) Bunu önümüzdeki dönem için bir temel anlayış olarak ifade etmek istiyorum. Türkiye’de devletin sosyal niteliği bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında mutlaka belirgin bir şekilde ortaya konulacaktır. Bunun projelerini önümüzdeki dönemde yayınlayacağız.


Nasıl aile yardımı yapılacak, muhtaç olan aileler nasıl tespit edilecek, o ailelerin her birisine nasıl doğrudan nakit yardımlar yapılacak, bunların üzerinde arkadaşlarımız çalışıyor. Dünyada örnekleri var, bunu hep beraber uygulayacağız. Yardım yapılacaksa, doğru dürüst yapılacak. Vatandaşa sadaka verir gibi değil, onun muhtaç olduğu sosyal dayanışmanın gereği olarak ona bu destek verilecek. Kimsenin lütfu olarak değil, karşılığında da hiçbir siyasi partinin destek talep etme hakkı olmaksızın verilecek. (Alkışlar) Bu, kendilerine kömür, poşetle yiyecek verilen vatandaşlarıma yönelik olarak söylüyorum, bunlar size verildiği zaman hiç tereddüt etmeyin alın, hiç tereddüt etmeyin ne verirlerse alın, para verirlerse parayı alın, yiyecek verirlerse yiyeceği alın, kömür verirlerse kömürü alın, o sizin ananızın ak sütü gibi helal bir sizin hakkınızdır, alın onu. (Alkışlar)


Acaba, bunu alırsam yanlış bir iş yapmış olur muyum? Başkasının hakkını almış olur muyum gibi bir duyguya kesin girmeyin. Hayır, o sizin hakkınızdır, vatandaş olarak hakkınızdır, sosyal bir devletiz, devletin size yardımcı olması lazım, elbette size verilecektir, alınız, yiyiniz, içiniz, helal olsun, ananızın ak sütü gibi helal olsun size. (Alkışlar) Ama, onu alınız, fakat sakın ha, sakın ha, onu verdiler diye onu verenlere oy vermeyiniz. (Alkışlar) Çünkü, oy, sizin namusunuzdur, oy sizin şerefinizdir, oy sizin onurunuzdur, oy sizin ırzınızdır, ırzınız, koruyun onu. (Alkışlar) Aklınız fikriniz kime yatarsa, gönlünüz kimi gösterirse gidin ona oy verin. Canım, bunlar oy verdi, bunların yaptıklarını, yediği naneleri biliyorum, bunlara da oy vermek içimden gelmiyor, acaba onlara oy vermezsem yanlış bir iş yapmış olur muyum diye düşünüyorsanız, hayır, hiç yanlış olmaz, en doğrusu olur, en doğrusu, en hakkaniyeti olur, en uygunu olur. Sakın ha, size yardım verdiler diye, poşet getirdiler diye bu insanlara oy vermeyin. Onlara inanıyorsanız oy verin, o ayrı bir iş, ama poşet getirdiler diye vermeyin. Vicdanınızı dinleyin, aklınızı, mantığınızı dinleyin. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bu konuları da rayına oturtacağız ve bir Cumhuriyet Halk Partisi İktidarında, çok açıkça tekrar hatırlatmak istiyorum, milletvekili dokunulmazlığını kaldıracağız. (Alkışlar) Türkiye’yi, siyasetçilerin üstün imtiyazlı bir konumda olduğu, hesap vermediği, yapanın yanına yaptığının kâr kaldığı bir ülke konumundan mutlaka çıkaracağız. Milletvekilleri de sıradan vatandaş olacaktır, her türlü hukuksuzluğun hesabını onlar da verecektir. Bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında imtiyaz kalkacaktır, eşitsizlik kalkacaktır, hukuksuzluk kalkacaktır.


Hepinize teşekkür ediyorum, sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)