Friday, February 09, 2007

Genel Başkan Baykal Hrant Dink Cinayeti, 301.Madde, “Derin Devlet”, Cumhurbaşkanlığı Seçimi, Maliyedeki Skandal ve Milletvekili Canan


-Manşetlere taşınan ve kamuoyunda heyecan yaratan belli bir sözdür. PKK’nın da şehitleri var anlamına gelecek bir söz kullandığı iddiası söz konusudur. Bu tabi çok vahim bir iddia. Böyle bir şeyi hiçbir biçimde kabul etmemiz mümkün değil. Ama bu söylenmemiştir. Onun olduğunu tespit etmiş olsaydık, hiç kuşku yok ben gereğini yapardım”
-“Dünyanın hiçbir ülkesinde Dink cinayeti gibi bir olaydan sonra hükümet, başbakan, içişleri bakanı görevde kalmaya devam edemez. Hrant Dink cinayeti Türkiye’de güvenlik güçlerinin iflas etmiş olduğunu bize göstermektedir. Bunu derin devlet olarak nitelemek çok büyük bir haksızlıktır, çok büyük bir saptırmadır. Başbakan derin devletten konuşacağına, 11 ay önce kendisine yapılmış olan ihbarın gereğini niye yerine getiremedi. Öldürüleceği açıkça söylenen bir insanı niye koruyamadı ve o ihbar doğrultusunda niçin hiçbir ciddi adım atılamadı. Bunun hesabını vermelidir”

-“Farklı sadakatleri olan, farklı bağlılıkları olan, farklı özlemleri olan kümelerin cirit attığı bir yer haline gelmiştir Emniyet Genel Müdürlüğü ve Emniyet Teşkilatı. Hrant Dink cinayeti emniyetin bilgisi dışında işlenmiş bir cinayet değildir.

-“Sahipsiz bir devlet var, Siz derinini, satisini bırakın. Ortada, şuanda işlemesi gereken devlet yok”

-“Artık bataklığı kurutmak lazım. Sineklerle mücadele dönemi bitti. Bataklığı kurutacaksınız. Bataklıkta bugünkü iktidarın anlayışından kaynaklanıyor. Kadrolaşma, kuşatma”

-“Hrant Dink cinayetinin 301 için bir gerekçe yapılması bence çok yanlış bir yaklaşım, çok sakıncalı bir yaklaşım. Maalesef bu konuda sistemli bir kampanyaya tanık oluyorum. Bu kampanyaya boyun eğme kararını AKP alırsa o kendi bileceği iştir”

-Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda AKP parlamento çoğunluğunu yöneten dar kadronun, bir ganimeti paylaşma anlayışıyla olayı ele alması var. Millet bunu seyrediyor. Bu konuda kiminle uzlaşma arayacağı Başbakanın keyfine tabi bir iş değildir.

-“Foça’da bir arazi 2001 yılında 15 milyar liraya alınıyor. 1,5 yıl sonra bu arazi 1 trilyon 260 milyara Albaraka Türk’e satılıyor. Satan şirketin Genel Müdürü Unakıtan’dır. Alan, Albaraka Türk’ün yönetim kurulunun etkili üyesi de Kemal Unakıtan’dır. Yani bir cebinden 15 milyarı almış, öteki cebine 1.3 trilyon diye yerleştirmiş. Vergisini vermiş mi, ne olmuş?”

-“Başbakan bir süre önce çıktı dedi ki, gazete patronlarının dosyalarını inceliyoruz. Elimizde onların dosyaları var. Biz de, ne biliyorsanız söyleyin dedik. O, Şimdi söylemem dedi. Konu olgunlaşsın öyle söyleyeceğim dedi. Bu şantajdır”




İletişim Koordinatörlüğü (Ankara)- Genel Başkan Deniz Baykal Hrant Dink cinayeti, 301.madde, “Derin Devlet”, Cumhurbaşkanlığı seçimi, Maliyedeki skandal ve Milletvekili Canan’ın sözleriyle ilgili tartışmaları NTV’nin canlı yayınında değerlendirdi. Genel Başkan Baykal Murat Akgün’ün bu konularla ilgili sorularını şöyle yanıtladı.


Murat AKGÜN- İyi günler. Hrant Dink cinayeti Ankara’nın zaten yoğun olan gündemini bir kat daha arttırdı. Buna ek olarak 301. maddedeki değişiklik ya da maddenin kaldırılması, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, dış politikada Irak, KKTC, Türkiye AB ilişkileri gündemin diğer önemli maddelerini oluşturuyor. İşte tüm bu konular hakkında görüşlerini almak üzere şuanda Cumhuriyet Halk Partisi Merkezinde Genel Başkan Sayın Deniz Baykal’la beraberiz. Efendim iyi günler.


Deniz BAYKAL- Teşekkür ederim, hoşgeldiniz.


Murat AKGÜN- Gündemin en önemli maddelerinden bir tanesi Hrant Dink cinayeti. Fakat ona geçmeden evvel onunla bağlantılı bir konudaki görüşlerinizi almak istiyorum. Öncelikle 301. madde. Başbakan ve Dışişleri Bakanından bu konuda maddenin kaldırılmadan değiştirilmesi konusunda sinyaller geliyor. Siz daha evvelden değişikliğe karşı olduğunuzu ifade etmiştiniz. Eğer meclise önümüzdeki kısa bir dönemde değişiklik teklifi gelirse tavrınız ne olacak? Birde şu soru çok önemli. Genel seçimlerden evvel 301 de bir değiştirmeye gitmeyi siz mümkün görüyor musunuz, ne dersiniz?


Deniz BAYKAL- Yani parlamentonun yapısı ortada. Hükümet istediği yasayı şuana kadar çıkarmıştır, çıkarma imkanına sahiptir. Bu Hrant Dink cinayetinin 301 için bir gerekçe yapılması bence çok yanlış bir yaklaşım, çok sakıncalı bir yaklaşım. Maalesef bu konuda sistemli bir kampanyaya tanık oluyorum. Bu kampanyaya boyun eğme kararını AKP alırsa o kendi bileceği iştir. Bizim açımızdan değişen bir şey yoktur. Biz günlük olaylara göre değil, konunun özünü dikkate alarak değerlendirdik. Bu konuda Türkiye’ye yönelik baskıları haksız buluyoruz, yanlış buluyoruz ve maalesef bu Türkiye’nin kendi içinde hissettiği bir ihtiyaçtan dolayı değil yurtdışındaki belli merkezlerin aldığı karardan dolayı Türkiye’ye empoze edilmek isteniyor. Hükümetinde bu konuda direncinin giderek kırıldığını, kaybolduğunu görüyorum. Bu hükümetin meselesidir. Bizim açımızdan değişen bir şey yoktur.


Murat AKGÜN- Efendim bu tartışmalar, Hrant Dink cinayeti tartışmaları çerçevesinde bir kez daha Türkiye’nin gündemine derin devlet tartışması geldi. Sayın Başbakan derin devlet vardır, Osmanlı’dan beri vardır dedi. Bu gerçi çok uzun bir konu. Belki sadece bir röportajın tek başına konusu olabilecek bir konu ama. Kısaca şu görüşünüzü almak isterdim. Derin devlet var mıdır şuan itibariyle. Varsa ne yapmaktadır. Sizin görüşünüz nedir bu konuda?


Deniz BAYKAL- Hrant Dink cinayetinin derin devletle bağlantısının nasıl kurulabildiğini doğrusu anlamıyorum. Hrant Dink cinayeti Türkiye’de güvenlik güçlerinin iflas etmiş olduğunu bize göstermektedir. Ve bunu derin devlet olarak nitelemek çok büyük bir haksızlıktır, çok büyük bir saptırmadır. Başbakan derin devletten konuşacağına 11 ay önce kendisine yapılmış olan ihbarın gereğini niye yerine getiremedi. Öldürüleceği açıkça söylenen bir insanı niye koruyamadı ve o ihbar doğrultusunda niçin hiçbir ciddi adım atılamadı. Bunun hesabını vermelidir. Onun derin devletle falan hiçbir ilgisi yoktur. Ortada tam perişan bir güvenlik örgütü manzarası vardır. Bu cinayet bize emniyet örgütümüzün içinde bulunduğu feci manzarayı bir kez daha göstermiştir. Böyle bir emniyet örgütü tasavvur edilemez. Yani bir emniyetçi refleksi asgari düzeyde bulunsa böyle bir ihbar mektubu karşısında gereken yapılır. Yapılmamışsa bu yapılması istenmediğinden dolayıdır. Kim istemiyor, niçin istemiyor. Bunun derin devletle falan ilgisi yoktur. Bu kadrolaşmayı yapıp Türkiye’yi yönetenler bunun sorumlusudurlar. Emniyet Genel Müdürü aylardır yok. Türkiye başıboş bir manzara içinde. Emniyetin başı yok. İçişleri Bakanımız Allah selamet versin Türkiye’deki önemli faili meçhul cinayetler onun zamanında işlendi. Yani Muammer Aksoy cinayetinden tutunuz, Çetin Emeç’ten başlayınız ilk oydu. Günümüzde işte Hrant Dink cinayetine kadar, Danıştay’daki saldırıya kadar, İstanbul’daki mabetlere yönelik saldırıya kadar, HSBC’ye yönelik saldırıya kadar tümü bunların zamanında yapıldı. Sayın Bakanın iş başında bulunduğu dönemde yapıldı ve hiçbir ciddi önlem alınmadı. Öyle anlaşılıyor ki, emniyet teşkilatımız kendi içinde görevinin gereğini yapacak bir kadrolaşmayı engellemiştir. Yani farklı sadakatleri olan, farklı bağlılıkları olan, farklı özlemleri olan kümelerin cirit attığı bir yer haline gelmiştir Emniyet Genel Müdürlüğü ve Emniyet Teşkilatı. Bu vahim bir manzaradır ve bunun çok ağır bir siyasi sorumluluğu vardır. İçişleri Bakanı sorumludur, Başbakan sorumludur. Yani bu cinayet bunu göstermiştir. Bunun karşısında Türkiye’nin sessiz kalmaya hakkı yok. Yani hükümetin yarattığı medya üzerindeki, iş dünyası üzerindeki baskı ve teröre teslim olamayız, olmamalıyız. Birileri çıkıp yüksek sesle bu İçişleri Bakanının değişmesi gerektiğini söylemeye cesaret edebilmelidir. Bakın biz olayı gördük, çok açık bir manzara. Bu cezai yaptırımı olan bir durum. Yani bir ihbar yapılıyor size. Sizin göreviniz Türkiye’de cinayetleri önlemek. Bir emniyet örgütüsünüz falan kişi falan kişiyi öldürecek bu konuda çalışıyor diye size ihbar geliyor. 12 defa ihbar tekrar ediliyor ve bu süre içinde siz ne ifade alıyorsunuz, ne bir sorgulama yapıyorsunuz. Ne bir gözaltı yapıyorsunuz, ne irtibatlarını, bağlantılarını arıyorsunuz bu hakkında ihbar yapılan kişinin. O arada o ihbar edilen kişi silah talimi yaptırmakla meşgul. Devletin gözü önünde, bilgisi dahilinde oralarda silah talimi yapılıyor. Ve ondan sonrada gidiyor vuruyor. Ne hedef adamı koruyorsunuz, ne bunu bertaraf edecek etkin tedbir alıyorsunuz. İfadesi alınanlardan birisi diyor ki, bu faili meçhul kalınacak demişlerdi bize diyor. Yani faili meçhul kalacak umudu yaratılabiliyor. Böyle bir şey olur mu?


Murat AKGÜN- Siz soruşturma önergeleri verdiniz. Daha doğrusu vereceğinizi açıkladınız. İlk sorum ne zaman vereceksiniz. Bu hemen kısa vadede bir şey mi?


Deniz BAYKAL- Evet, hemen hemen.


Murat AKGÜN- Birde biraz evvel sizde söylediniz meclis aritmetiği ortada. O takdirde soruşturma önergesinden beklentiniz nedir?


Deniz BAYKAL- Bu artık bir görevdir. Bu İçişleri Bakanının hukuki sorumluluğu vardır. Siyasi sorumluluğu tartışma götürmez. Çok açık siyasi sorumluluğu var. Ama ne yazık ki, içinde bulunduğumuz ortamda toplumun duyarlığı törpülenmiştir. Refleks işlemez hale getirilmiştir. Ticari bağlantılar, şantajlar, baskılar iktidardan kaynaklanan ve toplum reaksiyon gösteremez hale gelmiştir. Kimse bunu söyleyemiyor bile. Bu vahim bir manzara. Bu manzara karşısında siyasi sorumluluğun gereği talep edilemiyor. Ama ortada birde hukuki sorumluluk var. Siyasi sorumluluğu biz söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Hukuki bir sorumluluk var. Yani bu görevi ihmal değilse, bu yetkiyi kötüye kullanmak değil ise bu nedir Allah aşkına? Ceza kanunu niye yapılır. Ceza kanununda ülkeyi yönetenlerin sorumluluklarıyla ilgili getirilmiş olan maddelerin anlamı nedir, içeriği nedir, ne işe yarar o maddeler? Burada bunun hesabını bir ceza hukuk sistemi bu kadar açık bir ihmali, bu kadar açık bir yetkiyi kötüye kullanmanın, göz yummanın, idare etmenin, saklamanın, örtbas etmenin cezai bir hesabını soramazsa bunu kabul etmek mümkün mü? Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Bunun hesabının sorulması lazım. Biz ne yapıyoruz? Biz şimdi Anayasamızın 100. maddesinin bize verdiği bir temel yetkiyi ki, bugüne kadar biz o yetkilerimizi hiçbir zaman siyasi amaçlarla kullanmadık. Yani göstermelik gensoru vermedik, uydurma meclis soruşturması talep etmedik. Şimdi ilk kez bu konuda ciddi bir şekilde artık olmaz bu İçişleri Bakanı ve bu Başbakan hakkında hukuki ve cezai tedbir almak lazım diye Anayasanın 100. maddesine göre bir soruşturma önergesi veriyoruz.


Murat AKGÜN- Ne zaman?


Deniz BAYKAL- Bu hafta içinde verilir. Bu hafta veyahutta bir hafta 10 gün içinde verilir. Buradaki önemli olan olay şudur tabi; biz bu girişimi yaptıktan sonra mecliste bir komisyonun kurulması lazım. Bu parti dengesini yansıtan bir komisyon olma durumunda değildir. Bir komisyon kurulacaktır. O komisyon konuyu hukuki olarak inceleyecektir. Ortada gerçekten suç olduğuna ilişkin bir tespit olursa onu talep edecektir. Değilse konuyu incelemek için süre isteyecektir. Tıpkı bir savcılık gibi çalışacaktır ve onun sonucunda eğer suç varsa evet bu yargılanmalıdır, işte yüce divanda bu değerlendirilmelidir diyecektir ya da değil diyecektir. Şimdi bu süreci işletmek lazım. Bu süreç meclis seçime gidiyor, seçime kadar geçen süre içinde bir sonuca bağlanır mı, bağlanmaz mı bunu bilemiyoruz tabi. Ciddi bir ortamda bağlanması lazım bu makul süre içinde. Ama bağlanmaya bilir. Bağlanmazsa önümüzdeki parlamento bunu bulunduğu yerden alır, takip eder ve götürür. Maalesef böyle hukuki konularda siyasi çoğunlukların anlayışına göre değişik değerlendirmelere maruz kalıyor. Burada ben samimi kanaatimi ifade edeyim. Hukuki bir sorumluluk vardır. Yani Hrant Dink cinayeti emniyetin bilgisi dışında işlenmiş bir cinayet değildir. Bundan daha ağır bir değerlendirme olabilir mi? Emniyetin bilgisi dahilinde işlenmiş bir cinayet ne demek Allah aşkına? Yani nasıl bir kavramsal çelişkidir bu. Ortada bir cinayet ve emniyetin bilgisi içinde işlenmiş bir cinayet. Bunun altından kalkılır mı? Bunun bir hesabı yok mu? Yani duyarlı olan insanlar derhal görevi bırakırlar. Bunca cinayet işlenmiş, bunca faili meçhul, emniyet perişan hale gelmiş.


Murat AKGÜN- İstanbul Emniyeti ve Valisi konusundaki görüşünüz nedir?


Deniz BAYKAL- Vahim bir manzara. Yani en yüksek emniyet yetkilileri diyor ki, bu olay siyasi bir olay değildir. Milliyetçi duygularla işlenmiştir. Bunlar söylendi, bunlar duyuldu. Hemen örtbas edilmek istendi ama ilk refleksini yansıtıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu anlayışla bu konular aydınlatılır mı? Bu vahim bir manzara. Türkiye bakın güç bir döneme giriyor. Dünya bu tip gerginliklerin giderek daha yoğun yaşandığı bir dünya haline geldi. Türkiye’de de bu konuda yeni yeni sıkıntıları önümüzde günlerde belki göreceğiz.


Murat AKGÜN- Bu sıkıntılardan kastınız yeni suikastlar babında mı?


Deniz BAYKAL- Gerginlikler, olaylar, tartışmalar. Görüyorsunuz giderek bir kutuplaşma kendisini gösteriyor, suçlamalar artıyor. Maalesef bunu iyi yönetecek bir yaklaşım sergilenmiyor. Doğru dürüst bir söylem geliştirilemedi. Tam tersine herkes karşılıklı çatışma ve gerginlik arayışında. Kendi amaçlarını olayın sırtından yararlanarak takip etmeye çalışıyor. Cinayet siyasi amaçlara alet ediliyor. İşte 301 dahil olmak üzere. 301’de bu aletin bir parçasıdır bunun kullanılması da. Başka türlü kullanmalar var falan. Bu sağlıksız bir ortam. Bu ortamda Türkiye’nin ciddi bir güvenlik teşkilatına ihtiyacı var. Gerçekten güvenebileceğimiz bir teşkilata ihtiyacımız var. Herkesin kendini güvende hissedeceği bir kuruluş ortaya çıkmak zorunda. Bunun tam tersi var.


Murat AKGÜN- Yani Trabzon Valisi ve Emniyet Müdürünün görevden alınmasıyla bu iş.


Deniz BAYKAL- Yani isimlere girmek istemiyorum. Baştan aşağı, tabi canım hepsi. Yani onu oraya kim getirdi. Bunu buraya kim yetiştirdi, kim yerleştirdi? Ortada iyi yani artık bataklığı kurutmak lazım. Sineklerle mücadele dönemi bitti. Bataklığı kurutacaksınız. Bataklıkta bugünkü iktidarın anlayışından kaynaklanıyor. Kadrolaşma, kuşatma, bütün bunları kullandık. E ne demek bu? Emniyette kadrolaşma olur mu? Emniyette tarikatlaşma olur mu canım Allah’ını severseniz. Olur mu böyle bir şey? Emniyette farklı sadakatler etrafında dayanışma grupları olur mu? Yani o zaman ne olacak? Suçluyu da götüreceksiniz. Bakın silahlı kuvvetler yıllarca kendisini bu tip olayların karşısında korumak için özel tedbirler aldı. O tedbirleri dahi şikayet konusu yaptılar. Ama emniyet bir atış alanı haline geldi. Herkes orada istediği şekilde örgütlenmesini yapıyor, iktidarlar bunlardan medet umuyor, himaye ediyor. O gitti, bu geldi. Yani kendi rütbesi değil ayrıca bir başka hiyerarşi içindeki konumu konuşuluyor emniyetteki insanların. Böyle bir tablo olabilir mi? Bizim emniyetimiz çok birikimli, çok değerli, yetenekli insanlardan oluşuyor. Bizim çok esaslı, sağlam bir emniyet kadromuz var. Ama bunların önemli bir kısmı devre dışında tutulmuştur. Tam tersine bunların başına belli insanlar getirilmiştir ve onların aracılığıyla emniyet örgütü felce uğratılmıştır. Çok tehlikeli bir şey. Önümüzdeki sıkıntılı dönemde gene böyle tahrikler olacaktır, güç günlerle karşılaşacağız, provokasyonlar olacaktır ya da suç üreten bir ekonomik ve sosyal yapımız var zaten. İşsizlik yaygın, yoksulluk yaygın. İnsanlar sahipsizlik duygusu içinde, şöhret olarak itibar kazanmaya çalışıyor. Magazin ve değerler sistemi ayaklar altına alınmış bir magazin kültürünün etkisi altında. Böyle bir ortamın içinde birileri sıyırmaya, yırtmaya çalışıyor. Bunun içinde eline silahı alıyor, bir takım insanları kolayca öldürüyor. Yani bütün bunları suça teşvik eden bir ortam bulunduğunu anlatmak için söylüyorum. Böyle bir ortamda bu güvenlik örgütüyle bir yere gidemeyiz. Onu anlatmak istiyorum ve bunun ağır sorumluluğu var. Derhal istifa etmelidir. Bakın derhal istifa etmelidirdiyorum. Yani, Türkiye’nin en büyük gazeteleri istifa Sayın Bakan diye manşetle çıkmalıdır. Çıkmamanın ağır sorumluluğu var. Efendim bizi işte baskı altına aldılar, sesimiz soluğumuz çıkamıyor falan. Bu izah değil. Türkiye gidiyor ne olur.


Murat AKGÜN- Biraz evvel zor dönem dediniz. Hemen aklıma şu geldi; Hrant Dink’in cenazesinde atılan bir slogan vardı hepimiz Ermeni’yiz diye. Bu da çok büyük bir tartışma konusu oldu. Belki bu da ilerleyen günlerde başka bir sıkıntı yaratacak. Futbol maçlarında görüyorsunuz bu slogan üzerinden karşılıklı çekişmeler oluyor. Siz bu sloganı nasıl değerlendiriyoruz. Anlaşılamadı mı bu slogan nedir?


Deniz BAYKAL- Bunlar yanlış tırmanmalar. Bunlar içinde bulunduğumuz ortamın gerektirdiği dikkati, özeni göstermeden sergilenen açılımlar. Bu açılımlar başka açılımları tahrik ediyor ve karşılıklı bir tırmanma ortaya çıkıyor. Bu konularda daha ölçülü olmaya, daha soğukkanlı olmaya, daha ağırbaşlı davranmaya ihtiyacımız var. Yani elbette çok acı bir tablodur, çok üzüntü verici bir olaydır. Hepimiz o üzüntüyü yürekten yaşadık. Ama bunun artık cılkını çıkarmadan göğüslemesini bilmemiz lazım toplum olarak. Yani herkes Türkiye’deki kendi içindeki kavgayı bunun üstünden götürmeye çalışıyor. Bu yanlış bir şey. Buna alet olmamak lazım.


Murat AKGÜN- Sayın Genel Başkan, başlangıçta söyledim Türkiye’nin tek gündem maddesi Hrant Dink cinayeti değil. Bunun yanı sıra başka şeylerde var. Geçtiğimiz hafta sonunda TBMM Başkanı Bülent Arınç bir açıklama yaptı ve Sayın Erdoğan’ın 5 yıl daha başbakanlığı ülkeye çok şey katar dedi. Kimileri bu açıklamayı Sayın Bülent Arınç Cumhurbaşkanı olmak istiyor diye değerlendirdi. Her kafadan tabiri caizse bir ses çıktı. Siz bu açıklamaları nasıl okudunuz?


Deniz BAYKAL- Türkiye bir önemli Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru gidiyor. Bu Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’nin geleceği bakımından büyük önem taşıyor. Olay bu çerçevede ele alınıp konuşulması gerekirken maalesef gene demin anlattığım etkilerinde bir uzantısı olarak, bir sonucu olarak belki artık AKP parlamento çoğunluğunu yöneten dar kadronun kendi içindeki bir ganimet paylaşması anlayışıyla konu ele alınıyor ve millette bunu seyrediyor. O olsun, o olmasın ben olayım. Yani ortada bir parlamento çoğunluğu var. Buradan birisi çıkacak. Kimi isterse çıkarma haklarıdır. Böyle bir anlayışın içine girdi toplum, kamuoyu bizim dışımızda tekrar söylemeliyim. Bu olaya ta başından beri hep dikkati çektik geliyoruz. Ve bunlardan birisi olacak. Acaba hangisi olsun. Onlar birbirlerine sen dur, sen burada daha iyisin, yok öbürü bilmem ne olur. Bu Cumhurbaşkanlığı konusuna yönelik çok sağlıksız bir yaklaşımı yansıtıyor. Üzüntü bir şey tabi. Yani o olmasın ben olayım falan. Bu nereden çıktı? Ne oluyor. Yani Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı konusundaki bekleyişi ne? Tek sadece burada düşünülen kimin çoğunluğu var, oradan kim çıkar. Yani Türkiye’nin ihtiyacı bir uzlaşma mecburiyeti, uzlaşma gereği, bunlar kavranmış değil. Toplumun pek çok parlamento dışındaki dikkate alınması gereken kesimleri var. Parlamentonun içinde bir....


Murat AKGÜN- Böyle bir şans kalmadı mı Sayın Genel Başkan. Yani Cumhurbaşkanı artık bir uzlaşmayla seçilemez mi?


Deniz BAYKAL- Şans daima varda bu anlayış yok. Yani parlamentoya %34 oyla, üçte ikilik çoğunluğu getirmiş olanlar, o çoğunluğun başında bulunanlar bunu bir çeşit ganimet gibi görüyorlar ve bunu biz kullanacağız diyorlar. Halbuki bunun Türkiye’de yaratacağı çok ciddi sıkıntılar var, sorunlar var. Bunları da görüyoruz, bunları da söyledik. Bu konuya böyle yaklaşılması yanlıştır. Doğru olanı yani elbette biz seçeriz ama rica ederim toplumun onayı ve kabulüyle bunu yapacağız. Bu bizim işimiz değil, hep beraber konuşalım diyebilmektir ve bunu göstermelik biz anket yaptık, işte kendi tabanımıza sorduk falan şeklinde değil %34 oy almışsın sen. Onu 5 yıl önce almışsın. Şimdi seçime girsen bunu alman kesinlikle mümkün değil. Onun çok daha altındasın. Şimdi sen Türkiye’de Cumhurbaşkanı seçilecek. Sadece sana oy verenlerin değil seni hiç istemeyenlerinde Cumhurbaşkanı olacak. Siyasete farklı bir şekilde bakan insanlarında Cumhurbaşkanı olacak. Beni o ilgilendirmez ben bunu götürürüm. Bu Türkiye’de hukuku, demokrasiyi yozlaştırmaya yönelik bir anlayışın iktidara egemen olduğunu bize gösteriyor. Doğru yaklaşılmıyor.


Murat AKGÜN- AKP içinden bir isim üzerinde uzlaşı söz konusu olabilir mi?


Deniz BAYKAL- Önce bir AKP’nin bir uzlaşmayla Cumhurbaşkanı seçme gereğini kabul etmesi lazım. Böyle bir kabul yok.


Murat AKGÜN- Sayın Başbakan uzlaşmayı CHP’yle aramak zorunda değiliz. Uzlaşmayı arayan insan hakaret kültüründün sıyrılması lazım dedi size yönelik olarak.


Deniz BAYKAL- Şimdi bu konuda kiminle uzlaşmayı arayacağı Başbakanın keyfine tabi bir iş değildir. Başbakanın kendi keyfi takdiri ve ben şununla uzlaşırım, bununla uzlaşırım deme hakkına sahip değildir. 70 milyonun parlamentoya soktuğu bir parti vardır. İki tane parti vardır birisi CHP’dir. Ben bununla uzlaşmak zorundayım. Ben kiminle uzlaşacağıma kendim karar veririm. Bunun adı uzlaşmamı? Bunun adı maskaralık. Bunun uzlaşmayla ne ilgisi var. Uzlaşma sen istesen de, istemesen de, beğensen de beğenmesen de milletin iradesiyle oraya gelmiş olanlardır. Onlarla uzlaşmak durumundasın. Ben onları yok sayıyorum. Sen onları yok sayarsan onlarda seni yok sayar. Millette senin hakkında kararını ona göre alır.


Murat AKGÜN- Sayın Genel Başkan bir sürü konu var. Bunlardan bir tanesi de Maliye Bakanlığındaki vergi skandalı sizinde kredi kartlarınıza kontroller yapılmış. Şunu sormak istiyorum. Bir mecliste denetim mekanizması için harekette bulunmayı düşünüyor musunuz?


Deniz BAYKAL- Valla bu Maliye Bakanı hakkında biz defalarca denetim girişiminde bulunduk. Maliye Bakanı bu denetim girişimlerinin ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Bir kısmı yargı kararıyla daha sonra kanıtlandı. Bu Ofer’lerin, Tüpraş’ın %14.76’sını almasıyla ilgili büyük skandal ve onunla ilgili olarak verdiğimiz gensoru mecliste parmak hesabıyla kapatıldı. Tam tersine Maliye Bakanı kendisi hakkında defalarca af çıkardı. Şimdi en son bu tartışmanın altında yatan olayı da biliyorsunuz. Foça’da bir arazi 15 milyar liraya 2001 yılında alınıyor. Foça’da bir arazi 15 milyar liraya. Alanda bem şirketi. 1,5 yıl sonra 2002 yılının içinde bu arazi 1 trilyon 260 milyara Albaraka Türk’e satılıyor. BEM’in Genel Müdürü Maliye Bakanıdır. Henüz daha Maliye Bakanı olmamıştır da Sayın Kemal Unakıtan’dır. Albaraka Türk’ün yönetim kurulunun etkili üyesi Sayın Kemal Unakıtan’dır. Yani bir cebinden bir cebine koymuş. 15 milyarı aldığını buraya 1.3 trilyon diye yerleştirmiş. Şimdi soruyor bizim arkadaşlar bunun vergisini verdin mi diye. Ik mık ortada ciddi bir şey yok. Bir inceleme yok. 2001 yılına kadar inceleniyor bu şirketin durumu. 2002 yılı incelenmiyor çünkü. Asıl mesele 2002 yılında yaşanmış. Bunun vergisi verildi mi, verilmedi mi diye sorular sorulunca birden bire Maliye Bakanlığında böyle ilgiyi çekeceğini düşündüğü güya bir büyük skandal gündeme getiriliyor. İşte Cumhurbaşkanının, Başbakanının, bizim hesaplarımıza girmişler. Şimdi vergi incelemesinin böyle telaş yaratacak bir tarafı yoktur. Herkesin vergisi şeffaf. Yani bunun bir büyük olay olarak anlaşılması sözkonusu değil. Vergi kayıtlarında duruluyor. Yani hiç o söylenebilir. Gayri menkul kayıtları o da ortada. Tapu kayıtları da gene kamunun incelemesine açık. Burada da bir telaş yok. Asıl mesele nedir? Asıl mesele banka hesaplarına girilmesi. Banka hesaplarına kim giriyor? Çok sınırlı sayıda yetkili var Maliye Bakanlığında. Kim onlar? Onlar Maliye Bakanının bilgisi dışında girebilir mi? Maliye Bakanı hatırlayacaksınız 2006 yılının başında bir siyasi parti genel başkanının muazzam serveti var diye Yeni Şafak gazetesine manşetlik açıklamalar yapmıştı. Kimse bu çıksın dedik, ben kendi banka hesaplarımı ortaya döktüm, nerede bu, nedir, kim ne biliyorsa çıksın dedik. Maliye Bakanı ben böyle bir şey söylemedim dedi. Yeni Şafak muhabiri söyledi dedi. Şimdi bu olayın üzerine bunlar oluyor. Yani Maliye Bakanının elinde hepimizle ilgili hesap, bilgi, her şey var. üstelik yalan yanlış var. Ya da onları doğru değerlendirmeden konuşmalar yapıyor. Dedikodu niteliğinde ve bizim bundan bir kaygımız, bir korkumuz yok. Benim hesaplarım şeffaf. Ama Maliye Bakanının bir şantaj sistemi oluşturduğuna dair haklı bir kuşku var. Bakın birisi bu bizimle ilgili.


Murat AKGÜN- O zaman bir şey yapacak mısınız?


Deniz BAYKAL- İki; Başbakan bir süre önce çıktı dedi ki, gazete patronlarının dosyalarını biz inceliyoruz dedi. Elimizde onların dosyaları var dedi. Biz ne biliyorsanız söyleyin dedik. Şimdi söylemem dedi konu olgunlaşsın öyle söyleyeceğim dedi. Bu şantajdır. Bir Başbakanın şantaj yapmaya hakkı var mı? Üç kez Başbakan gazete patronlarına görüşeceğiz sizin arşiviniz benim elimdedir, günü geldiği zaman bunu çıkaracağım dedi.


Şimdi bütün bunlar Türkiye’de devlet imkanlarının, yetkilerinin ve bilgilerinin belli amaçlarla bir takım yerlerde biriktirildiği ve kullanıldığı kaygısını ortaya koyuyor. Bunun iktidarın dışında, iktidarın bilgisi dışında olmasını düşünmek, tasavvur etmek mümkün değildir. O bakımdan bu tablonun yakışıksız bir uygulama olduğu, hukuka aykırı bir uygulama olduğu ortadadır. Bu konudaki şikayetlerimiz ortada. Yani meclisteki bütün çalışmalarımızda ben, arkadaşlarımız bu konuları bir temel şikayet konusu olarak anlatıyoruz. Bunun çözümü millettedir. Yani meclisin bu konularda iyi niyetle, olmaz böyle şey diye bir çalışma yapması mümkün değil. 4 defa kendisine yönelik af çıkarmasına katkı vermiş bir tablo, bir AKP çoğunluğu var mecliste. Yani en haklı gensoruları reddetmiş olan ve daha sonra o reddettiği konu yargı kararıyla evet burada çok ciddi bir hazine zararı yaratılmıştır diye karara bağlanmış olan konu. Bunları şikayet etmek mümkün değil. Biz bunları kamuoyuna anlatıyoruz. Yani bu vesileyle ben eksik olmayın çıkarmayın. Ben bunları vatandaşlara anlatıyorum, halka anlatıyorum. Olay budur bilin diye. Tek yaptırım halktır, millettir. Bizim başka şikayetimizi dinleyip gereğini yapacak bir muhatap aramamız mümkün değil.


Murat AKGÜN- Sayın Genel Başkan birde son günlerdeki önemli unsurlardan bir tanesi Amerikan Büyükelçiliğinde bir yemekte bir milletvekiliniz, Hakkari Milletvekili Esat Canan’ın sözleri tartışma yarattı. Sonradan ben öyle demedim dedi ancak benim takip edebildiğim kadarıyla sözkonusu milletvekilinin Irak’a askeri operasyon konusunda mesela partinizden farklı görüşleri var. Bu sizde bir sıkıntı yaratıyor mu, ne dersiniz?


Deniz BAYKAL- Şimdi manşetlere taşınan ve kamuoyunda heyecan yaratan belli bir sözdür. Yani PKK’nın da şehitleri var anlamına gelecek bir söz kullandığı iddiasıdır. Bu tabi çok vahim bir iddia. Böyle bir şeyi hiçbir biçimde kabul etmemiz mümkün değil. Böyle bir şey çok büyük bir yanlıştır. Bu yanlışı kim söylerse söylesin gereğini hepimizin yapmak boynunun borcudur. Ben bu manşeti görünce o toplantıda bulunan Genel Başkan Yardımcısı arkadaşım Onur Öymen’e sordum.


Murat AKGÜN- Ki o da aynı yemekte değil mi?


Deniz BAYKAL- Aynı yemekte o da ve bütün konuşmayı izledi yani o da onun bir parçasıydı. Ona sordum böyle bir şey oldu mu? Hayır kesinlikle olmadı dedi. Onur ciddi bir insan ve ne söylediğini bilerek söylüyor. Onun bu konudaki duyarlılığını da biliyorum. Benim duyarlılığımı aynen o da paylaşıyor. O da bu konuda sadece gerçeği ifade etme adına böyle bir şeyin söylenmediğini ifade etti.


Şimdi tartışma buysa bu konudaki manzara bu. Onun dışında parti içinde herkesin kendi duyarlılıkları olabilir, kendi anlayışı olabilir. Onun işte Barzani’yle temas kurarak, Talabani’yle temas kurarak bölgede barışın ve sükunetin daha iyi geliştirileceğine yönelik bir anlayışı olabilir. Bu anlayış partinin resmi görüşünün dışında bir anlayış olabilir. Bunlar önemli değil. Bunlar düşünce özgürlüğü çerçevesi içinde anlayışla karşılanabilecek olan yaklaşım tarzlarıdır. Ama öbürü çok vahim bir olaydır. O olmadı denildi.


Şimdi onun olduğunu tespit etmiş olsaydık hiç kuşku yok ben gereğini yapardım. Yani onun söylendiği ortaya çıkmış olsaydı. Onur bu konuda bana güvenle bunu söylemiş olsaydı ve oradaki diğer insanlardan alacağım bilgiler bunu teyit olmuş olsaydı, kendisinin bunu teyit etmeye çalıştığını görmüş olsaydım olurdu. Orada herkesin şehidi var, bu bölgeden giden insanlarda şehit oluyor, batıdan giden insanlarda şehit oluyor anlamında konuştuğu anlaşılıyor. Bu tabi bu iddiaları haklı kılan bir manzara değildir. Bizim bu konulardaki tavrımız, çizgimiz çok açık, çok net. Yani biz ne söylediğimizi bilerek götürüyoruz. Türkiye’nin terörle mücadele en öncelikle konusudur. Irak konusu bizim sadece böyle onun bunun suyuna giderek halledeceğimiz bir konu değildir. Bu konuda kararlı ve ciddi davranmaya ihtiyacımız vardır, mecburiyetimiz vardır. Hükümet bunun farkında değildir. Biz bu konuda toplumu uyarmaya devam ediyoruz. Bir süre önce mecliste bu konuda çalışmalar yaptık, görüşlerimizi ben ve arkadaşlarımız bir kez daha ifade ettik. Cumhuriyet Halk Partisinin bu konudaki düşüncesiyle ilgili bir tereddüt yoktur. Bizim kabul edemeyeceğimiz, Cumhuriyet Halk Partisinin düşüncelerine ters bir söylem kim tarafından geliştirilirse geliştirilsin hemen gereğini yaparız. Yani bunu tespit etmemiz halinde. Burada bir saptırmanın, bir ilgi çekici durum ortaya koymanın gayretini görüyorum. O nedenle bu konuyu biz ilgili medya örgütlerimizin de zaten bugün yaptıkları yayınlardan da anlıyoruz ki, takip etme kararlılığı içinde değildirler. Görmüşlerdir yanlışı. Yani hiçbirisi de hiçbir kimse çıkıp evet orada diyen yok. Denildi diye dedikoduyla konuştu. Ben demedim diyor. Orada bulunan ciddi bir insana soruyoruz dedi mi? Hayır demedi diyor. Yani öbürü siyasi tartışma.


Murat AKGÜN- Son bir soru. Aslında başlangıçta sordum ama laf karıştı. Onun için bir daha gelmek istiyorum. Sayın Başbakan derin devlet var diyor. Size göre derin devlet var mı?


Deniz BAYKAL- Bunlar anlamsız şeyler Murat bey. Yani ortada ciddi olay var. Sahipsiz bir devlet var bu son olayların ortaya koyduğu. Siz derinini, satisini bırakın ortadaki şuanda işlemesi gereken devlet yok. İhbarı almış ve gereğini yapmamış bir iktidar var. Bundan daha ötesi var mı? Bunların hepsi saptırma, hepsi fantezi, hepsi böyle, işi yaşadığımız gerçek sorunun ötesindeki bir noktaya çekme çabası. Bundan zevk alıyoruz, bunlarla meşgulüz. Ya kardeşim bunun hesabını verin ya. 11 ay önce size ihbar edildi. 11 ay önce ihbar edildi ve cinayet işlendi. Gözünün önünde işlendi. Cinayet işlendikten sonra sen kimseyi orada bu çerçevede ya yanlış yapmışız diye üzerine yürümedin. Günlerce sonra ikinci çember, üçüncü çember, onun bunun medyaya yansıyan haberleriyle falan zorunlu olarak çıktı.


Murat AKGÜN- Trabzon’daki görevden almaları kastediyorsunuz herhalde.


Deniz BAYKAL- Yani bunu ihbar etmiş olan ihbar ettiğine göre cinayetin hemen ertesinde gir. Hayır hiç öyle bir şey yok. Olay gene örtbas edilmek istendi. Yani çocuk demiş ya bu faili meçhul kalacaktı ne oldu diye. Neredeyse o çerçevede çalışıldı diye insanlar düşünecek.


Murat AKGÜN- Evet bu cinayetin biran evvel çözülmesi umuduyla.


Deniz BAYKAL- Olay budur. Yani bu olay varken derin devlet var mı, yok mu. Ortada izaha muhtaç çok ciddi olaylar var. Ve bu olayların mazur görülmesi mümkün değil. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir olaydan sonra bir hükümet, bir başbakan, bir içişleri bakanı görevde kalmaya devam edemez. Ederse bundan sonra böyle olayların olmasına tepki gösterme hakkını o toplum kaybeder. Buna göz yumanlar, sesini çıkarmayanlar, sessiz kalanlar buna rıza gösterir. Ve şimdi Türkiye’de acı manzara bunu herkes görüyor da herkes söyleyemiyor bu manzarayı. Çünkü Türkiye’de yılgınlık var, teslimiyet var. Ve asıl vahim olanda bu.


Murat AKGÜN- Efendim soruları yanıtladığınız için teşekkür ediyorum.