Wednesday, February 21, 2007

Genel Başkan Baykal “AKP Güneş Görmüş Kar Gibi Eriyor. Başbakan İktidara Çakılmak Üzere mi Geldi? Gideceksin, Çaren Yok, Gideceksin”


-“Zulümle, Cüneyt Arcayürek’le uğraşarak, Dürüst medya baskı altına alınarak, Devletin kömürü ona buna dağıtılarak iktidar olunmaz. Temelinde haram yatan iktidarla millete hizmet olmaz”
-“AKP bir telaş içindedir, bir seçim kaybı, kaygısı, korkusu içine girmiştir. Artık devleti, devletin etkilerini, devletin gücünü kendi partizanca çıkarı için kullanmaya başlamıştır. AKP, kendi derin devletini kurmaya başlamıştır”

-“Başbakan o kadar aciz hâle düşmüş ki, devletin kömürünü kendi belediye başkanının, AKP’li il, ilçe başkanının vatandaşa dağıtmasından, bak ben dağıtıyorum demesinden medet umar hâle gelmiş”

-“Niye mayıs sonrası diyorsun? Gel erken seçimi şimdi konuşalım. Mayıs başında seçimi yapalım, o Meclis Cumhurbaşkanı’nı seçsin”

-“Türkiye’deki medya haritası, medya topografyası değişti. Dedikodunun bini bir para”

-“Medyaya karşı şantaj ve yıldırma politikası geçmişte örneği görülmemiş bir biçimde yürütülmektedir. Medya tutsak alınmak istenmektedir, yıldırılmak istenmektedir. Türkiye’de bütün bankalar işi gücü bıraktı, Cüneyt Arcayürek’in malî durumunu araştırıyor”

-Bugünkü ortamda hiçbir babayiğit çıkıp Maliye Bakanı’nı, Başbakanı şikâyet edemez. Türkiye tarihinde bu kadar şikâyet edilmeyi hak etmiş bir Maliye Bakanı gelmemiştir, hesabını verememiş bir Maliye Bakanı, hesabını verememiş bir Başbakan...”

-“Bize deniliyor ki, Kuzey Irak’ta bir yeni siyasi oluşum var. Bu siyasi oluşum PKK’yı düşman saymıyor. Ben saydıramıyorum, o saymıyor, sen de saydırmaktan vazgeç. Özetle, Türkiye, PKK ile kol kola sokulmak istenmektedir.”

-“PKK’yı meşrulaştırmak olayı, Irak’taki etnik kimlik maskesinin altına PKK’yı yerleştirmek çok tehlikeli, Türkiye’yi çok karıştıracak, vahim gelişmelere temel atmak anlamına gelir”

-“Çekiç güç’ün süresinin uzatılması, beş, altı ayda bir Meclis’e gelirdi, bir gün bile elim varmadı, Çekiç Güç’e evet demedim, çünkü Irak’ı böleceğini ve bölgeyi karıştıracağını biliyordum”

-“Yargı sistemimizi siyasetin kontrolü altına alacak çok önemli yasa tasarıları hazırlanmıştır. Şu andaki Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı bu iktidarı mutlu etmiyor”



İletişim Koordinatörlüğü (Ankara)- Genel Başkan Deniz Baykal “AKP güneş görmüş kar gibi eriyor. Başbakan iktidara çakılmak üzere mi geldi? Gidecek, çaren yok, gidecek” dedi.

TBMM’de güncel olayları değerlendirirken, “Zulümle, Cüneyt Arcayürek’le uğraşarak, Dürüst medya baskı altına alınarak, Devletin kömürü ona buna dağıtılarak iktidar olunmaz. Temelinde haram yatan iktidarla millete hizmet olmaz” diyen Genel Başkan Baykal’ın bazı televizyonlardan canlı olarak yayınlanan konuşması şöyle ;

“Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, sevgili konuklarımız, Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen sevgili Cumhuriyet Halk Partililer, değerli vatandaşlarım; hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum, toplantımıza hoş geldiniz, şeref verdiniz. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de siyasal süreç hızlanıyor. Ülkemizin geleceğini yönlendirecek çok temel kararlara doğru hızla yaklaşıyoruz. Bir yandan, hepimizin zihninde, milletimizin zihninde Türkiye’mizin geleceğiyle ilgili kaygılar, umutlar, bekleyişler harman olmuş, herkes heyecanla önümüzdeki dönemin nasıl gelişeceğini görmeye ve bu sürecin, bu oluşumun Türkiye’nin yararına, ülkemizin aydınlık günlere yönelmesine yardımcı olacak şekilde değerlendirilmesini sağlamayı öncelikli bir vatandaşlık görevi olarak değerlendiriyor, böyle bir heyecan yaşanıyor, geleceğe yönelik bir heyecan, öte yandan içinden geçmekte olduğumuz bu dönemde Türkiyemizin geleceğini belirleyecek çok önemli tercihlerin, kararların, arayışların bu hükümet döneminde şu sırada sürdürülmekte olduğuna tanık oluyoruz. Gerçekten ülkemizin geleceğini çok ciddi şekilde etkileyecek, Türkiye’nin bölgedeki konumunu, dünyadaki konumunu çok derinden etkileyecek birtakım oluşumlar, açılımlar, kararlar, politikalar yürürlüğe konuluyor. Böyle bir heyecan verici dönemin içinden geçiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu dönem içinde tabii son hafta, özellikle dış politika gelişmeleri bakımından çok önemli bir dönem oldu. Bu hafta içinde Türkiye adına, Amerika Birleşik Devletlerinde önemli temaslar yapıldı. Bu temaslar sırasında ve sonrasında önemli açıklamalar yapıldı. Türkiye’nin çevresiyle ilişkilerini derinden etkileyecek çok önemli kararların ve yönlendirmelerin ortaya çıkmaya başladığına tanık olduk. Bunu çok iyi anlamamız lazım. Türkiye’nin bu dönemde, şimdi nereye doğru yönlendirilmek istendiğini çok iyi kavramamız ve bunu değerlendirmemiz lazım. Bu, çok ciddi bir tartışma yaşanması ihtiyacını ortaya koyuyor. Bu konuda, ben, Cumhuriyet Halk Partisi olarak her zaman olduğu gibi görevimizi yapmaya çalışacağım, değerlendirmelerimizi, uyarılarımızı yansıtmaya çalışacağım, öte yandan Türkiye’nin siyasi yapılanması ve geleceğiyle ilgili, fevkalade önemli hazırlıkların, oluşumların, düzenlemelerin sessizce, kamuoyunun dikkatini çekmeden yürürlüğe konulmakta olduğuna tanık oluyoruz. Bu konuda da kamuoyumuzu elimizden geldiğince aydınlatmaya çalışacağım.

Değerli arkadaşlarım, daha açık, net bir şekilde söyleyeyim. Türkiye’nin Orta Doğu’daki gelişmeler karşısında yeni bir pozisyon almasını sağlamaya yönelik bir çabayı görüyoruz. Bu çabayı kavramamız lazım. Öte yandan, Türkiye’nin siyasi temel yapılanmasını derinden etkileyecek çok önemli hazırlıkların yürütülmekte olduğunu görüyoruz. Yargı sistemimizi siyasetin kontrolü altına alacak çok önemli yasa tasarıları hazırlanmıştır. Yargıtay’ın geleceğiyle ilgili Yargıtay Yasa Tasarısı şu anda komisyonumuzda görüşülmektedir ve bu iktidarın zihniyetini ortaya koyması, eline fırsat geçtiği zaman o fırsatı nasıl kullanmakta olduğunun anlaşılması açısından fevkalade önemlidir. Bu konuda da bir değerlendirmeyi sizlerle paylaşacağım. Tabii ayrıca, Türkiye’de siyaset AKP’nin seçim kaygısı içine girmesiyle birlikte yeni bir noktaya gelmeye başladı. AKP bir telaş içindedir, bir seçim kaybı, kaygısı korkusu içine girmiştir, iktidarın kaybedilmesi olasılığı onları ciddi şekilde kaygılandırmaya başlamıştır. Bu kaygı, kendisini çeşitli biçimlerde gösteriyor. Bunun en önemli yansımalarından birisi de, Türkiye’de medyayı iktidarın baskısı, denetimi altına almak üzere uygulamaya koyduğu yeni yaklaşımdır, yeni politikadır. Fevkalade önemli bir gelişme var. Medyaya karşı şantaj ve yıldırma politikası geçmişte örneği görülmemiş bir biçimde yürütülmektedir. Medya tutsak alınmak istenmektedir, yıldırılmak istenmektedir. Başbakanın eleştirilmesi, Maliye Bakanının eleştirilmesi artık Türkiye’de yasak hâle getirilmek istenmektedir. Bunun mekanizmalarını, neler olduğunu sizlerle bugün paylaşacağım. Bunların hepsi bir paniği, bir telaşı yansıtıyor. Bunu çok iyi anlamımız lazım, birlikte değerlendirmemiz lazım.

Değerli arkadaşlarım, önce Irak’ta artık yeni bir aşamaya gelinmekte olduğu anlaşılıyor. Beş yıl önceki Irak tablosunu düşününüz, müdahale öncesi Irak tablosunu, beş yıl sonra şimdi geldiğimiz noktayı düşününüz ortaya çıkan manzara çok açıktır. Irak’a bir askeri müdahale yapılmıştır. “Bu Irak halkının demokrasiye geçmesi, istikrarı, barışı, ilerlemesi için yapılıyor” denilmiştir. “Irak’tan bölgeye ve insanlığa yönelik tehlikeleri, tehditleri bertaraf etmek için yapılıyor” denilmiştir ve bu doğrultuda dört yıllık bir süre içinde olağanüstü bir askeri hareketlilik yaşanmıştır. Bugün geldiğimiz noktada Irak’ta çeşitli kuruluşların 650 bin kişiye kadar çıkardıkları bir can kaybı tablosuyla karşı karşıyayız. 650 bin kişinin canını kaybettiği bir tablo var. Yüz binlerce insanın, bir milyon civarında insanın göçmen hâline dönüştüğü bir tablo var. İnsanlar yerlerinden yurtlarından kopmuştur, Irak’ın altyapısı perişan olmuştur, ekonomisi perişan olmuştur, insanlar dört yıldan beri büyük acılar yaşamaktadır, aileler parçalanmıştır, hayatlar kaybolmuştur, yaşayanlar her türlü güvenlik duygusundan yoksun, ayakta kalmanın mücadelesini vermeye mahkûm olmuş durumdadırlar. Acı bir tablo ortaya çıkmıştır Irak’ta.

Değerli arkadaşlarım, 650 bin kişinin ölümünü, bir milyon insanın yerinden edilmesini haklı kılacak hangi siyasi amaç meşru sayılabilir? Böyle bir bedelin ödenmesini makul gösterecek olan ne vardır? İnsanlığın ya da insanlığın herhangi bir parçasının böyle bir bedeli ödettirerek elde edeceği ne hayır, ne güzellik, ne sevap, ne yararlılık vardır, ne olumluluk vardır, hiçbir şey yoktur. Acı bir tablodur, utanç verici bir tablodur.

Değerli arkadaşlarım, bu tablo, Irak’ın parçalanmasıyla sonuçlanmıştır. Irak’ın parçalanmaya yönelmiş olduğu bugün görülen bir gerçek değildir. Biz, taa 2003’te askeri harekât başlamadan önce bu kürsüden bu askeri harekâtın Irak’ı parçalayacağını ilan etmiştik ve bunun çok yanlış olacağını, bunun Irak için yanlış olacağını, Iraklılar için yanlış olacağını, bölgede yaşayan herkes için yanlış olacağını, bizim için yanlış olacağını, Amerika için de yanlış olacağını düşündüğümüzü söylemiştik.

Şimdi gelinen nokta bunun ne kadar doğru bir tespit olduğunu ortaya koyuyor. Irak’ta bu ağır insani, beşeri bedel ödenerek ortaya çıkan sonuç kimsenin hayrına olmamıştır. Iraklı Iraklı ile savaşır hâldedir, Müslüman Müslümanla savaşır haldedir, Iraklı Müslüman Iraklı Müslümanla savaşır hâldedir ve insanlar bir arada yaşabilirken şimdi etnik kökenlerine, mezheplerine, dinlerine, inançlarına, kimliklerine göre birbirleriyle husumet ilişkisi içine sokulmuşlardır. Husumetin başka hiçbir haklı temeli yoktur. Husumetin tek temeli inanç kimliği, mezhep kimliği, din kimliği ya da etnik kimlik hâline gelmiştir. Bu, dünyanın çok sağlıksız, çok tehlikeli, artık Orta Çağlarda kapanmış olduğunu düşündüğümüz bir ilkel anlayış doğrultusunda yeni bir husumet ortamına çekilmekte olduğunu bize göstermektedir. Irak’ta ortaya çıkan tablo bunun bir işaretidir. Irak’ta başlayan bir süreçtir. Irak’ta başlamıştır yarın nerede bitecektir bilemiyoruz. Başlamış olması yanlıştır, devam etmesi yanlıştır, yaygınlaşması yanlıştır, ama ne yazık ki, bu süreç denetimsiz bir biçimde hızla yaygınlaşmaktadır. Bu, tehlikeli bir gelişmedir değerli arkadaşlarım. Şimdi, bize, bu gelişmenin doğrudan sorumlusu konumunda olan uluslararası güçler, bu ortaya çıkan tabloyu temel alınız, bunu içinize sindiriniz, bunu benimseyiniz ve bu anlayış içinde, yani etnik parçalanmayı esas alan bir yeniden yapılanmayı içimize sindirerek o doğrultuda çevrenizle ilişkilerinizi geliştiriniz demektedirler. Bir süreden beri Türkiye’de, Irak’taki bu parçalanmanın sonucu olarak ortaya çıkan etnik tablonun temel alınması ve bu etnik temelde Türkiye’nin parçalanmış Irak’la ilişkiler geliştirilmesi talep edilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, son zamanlara kadar bizim büyük müttefikimizle ilişkimizde temel nokta Türkiye’ye yönelik terör tehdidi karşısında bütün dünyanın kendilerini ilgilendiren terör karşısında takındıkları tavrı burada bizimle ilgili olarak da takınmaları sağlamaktı, yani bizi tehdit eden terör örgütü, sizi tehdit eden terör örgütü gibi bir terör örgütüdür ve onun karşısında aynı tavrı takınmak lazımdır, bunun gereğini yapalım diyor idik.

Bize, “haklısınız, doğrudur, o da gerçekten bir terör örgütüdür, ona karşı da aynı etkinlikle tedbir alınması lazımdır, ama biz o tedbiri şimdilik alamıyoruz, bunu anlayışla karşılayın” diyorlar idi.

Şimdi geldiğimiz noktada artık terör örgütüne karşı doğrudan etkin tedbir alamamanın mazereti söyleme ihtiyacı ortadan kalkmıştır. Buna gerek hissedilir olmaktan çıkmıştır. Bu bir vakıadır. Bunu bizim hazmetmemiz, bunu doğal karşılamamız, bunu içimize sindirmemiz ve bölgeye bu bilgiyle bakmamız sağlanmaktadır ve büyük ölçüde sağlanmıştır. Artık hiç kimse, böyle bir talep yapma hakkımızın olmadığı gibi bir duygu içine girmiştir. Böyle bir girişimin yapılamayacağını içimize sindirmemiz sağlanmıştır.

Şimdi, bunun da ötesine geçilmektedir bu en son geldiğimiz noktada, bize, “bırakın benim PKK’ya karşı tedbir almamı, siz PKK’yı bağrınıza basan, PKK’yı sahiplenen Kuzey Irak’taki oluşumla dostça ilişkiler geliştirin” denilmeye başlanmıştır. Şimdi, Türkiye’ye artık PKK ile mücadele mecburiyeti tartışmasını bırakın, PKK’yı doğal bir oluşum olarak gören, bir terör örgütü olarak kabul etmeyen, onu etkisiz kılma konusunda hiçbir sorumluluk üstlenmeyen Kuzey Irak’taki yapıyı siz de hiç sorgulamadan onun şu ana kadar izlediği bu tutumu esas alarak, onunla ilişki kurun denilmektedir. Türkiye’den şimdi Kuzey Irak’taki yapıyı, onun terör karşısındaki tutumunu doğal karşılamaya çalışarak ilişki kurmamız istenmektedir.

Değerli arkadaşlarım, son bir iki hafta içinde Türkiye’ye bu doğrultuda çok ciddi baskıların yapıldığı, telkinlerin yapıldığı, Türkiye’nin bu doğrultuda harekete geçmesinin sağlanmak istendiği çok açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Yapılan açıklamalar, ikili görüşmelerde ifade edilen düşünceler, bizim temsilcilerimizin Amerika’yı ziyaret ettikleri zaman kendisine, kendilerine söylenenler ve bu doğrultuda etkili Amerikan diplomatlarının dünya basınına yazdığı yazılar, Türkiye’den artık, ‘siz bırakın bu tartışmayı, PKK, PKK, yetti artık kardeşim ya, gerçeklere uyanın, gerçek Kuzey Irak’ta bir yeni siyasi oluşumun ortaya çıktığıdır. Bu siyasi oluşum PKK’yı düşman saymıyor. Ben saydıramıyorum, o saymıyor, sen de saydırmaktan vazgeç. Sen de vazgeç, eee, sen de bununla ilişki kurmaya bak, bununla ilişki geliştirmeye bak. Bununla geliştireceğim ilişki, aslında sadece Kuzey Irak’taki oluşumla değil, onun ötesinde PKK’nın konumuyla ilgili bir tavır geliştirmen anlamına gelecektir. PKK’yı da sen böylece muhatap alma, siyasi bir güç olarak kabul etme, onunla da birlikte durumu müzakere etme noktasına gelmelisin denilmektedir. Türkiye, PKK ile kol kola sokulmak istenmektedir.

Değerli arkadaşlarım, olabilir, yani ne sakıncası var, oluversin. Bunun sonucu ne olur? Bunun sonucu ne olur, bu nereye götürür? PKK, siyasi projesinden vazgeçti mi? PKK, Türkiye’yi etnik temelde bölme savaşını verme hakkından vazgeçti mi? Bunu takip etme kararında olduğunu açıkça söylüyor. Canım söyleyiversin, siz beraber olun demek, bu tehlikeye karşı senin direnme refleksini, ben sindirmek istiyorum demektir. (Alkışlar) Şimdi, biz, bu Irak’taki olayın ikinci aşamasına hazırlanıyoruz. Birinci aşamasına hazırlandık. Birinci aşaması ne idi? Türkiye’nin işbirliğiyle Irak’ın parçalanmasına yardımcı olacak politikaları Türkiye’yi de herhangi bir tepkiye yönlendirmeden, Türkiye’nin anlayışıyla, hoş görüsüyle, hatta işbirliğiyle bunu sağlamak idi. Bu sağlandı, işletildi ve başarıldı.

Değerli arkadaşlarım, Irak’ın “Çekiç Güç” diye bilinen uygulamayla parçalanması bunun bir parçasıdır. Çekiç Güç, bize, efendim, Saddam Kuzey Irak’a girerse, Kuzey Irak’taki insanlar göç ederler, Türkiye sınırına gelirler, bu da çok büyük bir göç problemi yaratır. Bunu önlemek için Saddam’ın, Irak’ın 36’ncı paralelinin kuzeyine çıkmasına engel olalım, sen de İncirlik’ten bunu güvence altına almaya yardımcı ol. 36’ncı paralelin kuzeyi Bağdat’ın etkisi dışında kalsın. Bu, bir yıl, üç yıl, beş yıl, on yıl devam etsin, sonra bakarız denildi ve biz de buna evet dedik, girdik. Biz dediysek, diyenlerimiz var, demeyenlerimiz var. Bir gün bile, o Çekiç Güç oylamasında evet oyu kullanmadım, iktidarda oldum, muhalefette oldum. (Alkışlar) O süreç içinde her üç, beş, altı ayda bir bu tasarı Meclisin önüne gelirdi, altı ayda bir gelirdi, her defasında Mecliste oylanırdı, bir gün bile elim varmadı, bu Çekiç Güç’e evet demedim, çünkü Irak’ı böleceğini ve bölgeyi karıştıracağını biliyordum. (Alkışlar)

Ortaya atılan ihtimal bizi kaygılandıracak bir ihtimal değil mi? Elbette bizi kaygılandıracak bir ihtimal, Irak’ta bir iç savaş olursa oradan göç olabilir, bu da bize olumsuz olabilir, ama bunun bin tane çözümü var. Irak’ı parçalama sonucunu doğurmadan alınacak tedbirlerle göç ihtimali bertaraf edilebilir ve iyi niyetli ciddi bir çözüm bulunabilirdi. Ben, Amerikan diplomasisinin, 36’ncı paralelin kuzeyine on yılı aşkın bir süre boyunca merkezi otorite giremeyecek ve bunun sonucunda da Kuzey Irak parçalanmayacak diye düşünmüş olabileceğine hiçbir biçimde ihtimal vermem. Amerikan diplomasisinin bilgi düzeyi, değerlendirme gücü, onun bu kararın Irak’ın parçalanması sonucunu doğuracağını görmesine yeterli idi, bu görülmüştür. Bu, tesadüfi, öngörülmeyen bir sonuç değildir ve bu İkinci Körfez Harekâtından sonra ortaya çıkmış proje değildir değerli arkadaşlar. Birinci Körfez Harekâtı sonrasında izlenen politikalar Irak’ı parçalamaya götürmüştür. Şimdi, bunu bizim işbirliğimizle götürdüler, Irak parçalandı. Şimdi, yeni bir dönem geliyor, Türkiye ile ilgili bir dönem. Yanı başımızda bir büyük olay yaşanmış. Oradaki manzaranın Türkiye’ye nasıl yansıyacağı hepimizin temel kaygısı, bize bırakın kaygıyı ya diyorlar, rahat olun, aldırmayın. Irak’taki yeni oluşumla ilişki kurun. O yeni oluşum benim işimi karıştırmak isteyenlerle işbirliği içinde, terör örgütünü reddetmiyor, teröristleri besliyor, buraya boyuna kendi sınırları içinden gönderiyor, cephane gönderiyor, C-4 patlayıcılarını gönderiyor.

Genelkurmay Başkanı Amerika’da söyledi “eskiden katırlarla taşırlardı, şimdi arabalarla taşıyorlar” dedi “ve bu belgeli” dedi. Sınırda, o PKK duruma hâkim olmaya başladı Türkiye’nin güneyindeki sınırda ve oradan Türkiye’ye istediği zaman, uygun gördüğü zaman terör harekete yapar hâlde. Benim dost olmamı, iyi ilişki kurmamı önerdiğiniz Kuzey Irak’taki otoriteler bunları yanlış bulmuyor, bunu hak biliyor, doğru biliyor. Elbette diyor, onlar benim soydaşım, onların da davaları var. Benim coğrafyamdan götüreceklermiş, götürüversinler, bunu içinize sindirin diyor ve bizden bunu içimize sindirmemiz isteniyor. Bunu içimize sindirirsek, Türkiye’nin de Irak’ın başına gelen tehlikeyle karşı karşıya kalmasını içimize sindirmiş oluruz değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)

Irak’ta otorite var, bizimle ilişki kuracak. Bizim hukukumuza saygı göstererek ilişkiyi kursun. Bizim hukukumuza saygı göstermenin yolu açık. Türkiye’nin toprak bütünlüğüne, Türkiye’nin ulusal sınırlarına, ulusal egemenliğine saygı göstereceksin. Ona karşı hiçbir olumsuz harekete kendi sınırlarını açmayacaksın. Türkiye’ye, bir komşu ülkeye karşı bir saldırıya destek vermeyeceksin. Yoo, ben hem o desteği veririm hem Türkiye’yi parçalamaya yönelik bir hareketi himayeme alırım hem de Türkler, büyük dostlarımın baskısıyla benimle iyi geçinmek mecburiyetini içlerine sindirirler ve bunu kabul ederler. Formül bu değerli arkadaşlarım. Bu yanlış. Bakınız bu o kadar ağır, o kadar haksız bir formül ki, bu formül Türkiye’ye zorla uygulattırılamaz, ancak Türklerin işbirliğiyle uygulattırılabilir. Ancak Türkiye’yi yönetenler evet derse, bu bizim yararımıza diye ikna edilebilirse, onların anlayışı ve desteği ve işbirliği sağlanabilirse bu uygulanabilir. Dışarıdan zorla kimse bir önemli ülkeye, onun ulusal yararlarına bu kadar ters bir politikayı zorlamayla uygulattıramaz, ancak içeriden uygulattırılabilir.

Şimdi, bu yapılıyor. Şimdi, bizim yöneticilerimiz, Başbakanımız, ee canım olsun demeye başlıyor. Dışişleri Bakanı, elbette olabilir demeye başlıyor. Niye evet demeye başlıyor? Kuzey Irak’ın durumu ortada. Bak, Genelkurmay Başkanı açıkladı ne yaptığını. Sen bilmiyor musun onun öyle yaptığını? Biliyorsun. Önce bunun kaldırılmasını talep etmek, ülkeyi yöneten herkesin en önde gelen görevi ve sorumluluğudur.

Değerli arkadaşlarım, bakınız Irak’ta, Kuzey Irak’ta, Bağdat Irak’ın da değil, Kuzey Irak’ta bir Irak Kürdistan Bölge Anayasası var, bunun da bir başlangıç bölümü var. Başlangıç bölümünde, hemen 1920 Sevr Anlaşmasına rağmen bizim geleceğimizi tayin hakkımız tanınmadı diye başlıyor. Sevr Anlaşmasına atıfla başlıyor. Sevr Anlaşmasının 62, 64’üncü maddelerinin o zamanki siyasi denge dolayısıyla uygulanamadığını söylüyor. Bu, şu andaki Kuzey Irak anayasasının giriş bölümüdür, böyle giriyor işe. “Sevr” diye giriyor ve “o andaki dünya dengeleri büyük ülkelerin çıkarları dolayısıyla bu temel hakkımız bizden esirgenmiştir” diye başlıyor.

Değerli arkadaşlarım, Sevr Anlaşmasının 62’nci maddesi, “Fırat’ın doğusundaki Kürt bölgesi” diye 62’nci madde sınırı çiziyor ve 62’nci maddede bir komisyon kuruluyor, o komisyon sınırları çizecek, çizerken bu Fırat’ın doğusunu esas alacak ve Türk hükümeti de bu anlaşmayla komisyonun kararlarını uygulamayı taahhüt edecek. Bütün bunu düzenleyen bir madde 62’nci madde.

Şimdi, değerli arkadaşlar, dünya değişiyor, elbette değişiyor, dengeler değişiyor, şartlar değişiyor, bu değişmenin her toplumun kendi ulusal yararları doğrultusunda oluşmasını sağlamak onun hakkıdır. Bu konuda Türkiye’nin ciddi sistemli bir zafiyet içinde olması bir süreden beri, maalesef Türkiye’nin bu bölgedeki etkinliğinin ciddi bir erozyona uğramasına neden olmuştur. Biz, kendi ulusal yararlarımız doğrultusunda politika koyamadık, başkalarının koyduğu politikayı itaatle yerine getirerek, uygulayarak, birilerinin gözüne girerek, birilerini mutlu ederek Türkiyemizin yararını güvence altına alacağımızı zannettik. Bizim yararımızı hiçbir büyük ülkenin gözüne girerek güvence altına almamız mümkün değildir. Kimse, Türkiye ile meşgul olmaz. Kendi yararlarını sen kendin güvence altına alacaksın ve alırken de en temel nokta hiç kuşku yok ki, bir ülkenin kendi egemenliğine, ulusal bütünlüğüne, sınırlarına saygı gösterilmesini komşularından talep etmesidir. Şimdi, ne yapacağız durum buraya geldi anlayışı var. Geçmişte ne yaptıysanız şimdi yine onu yapacaksınız.

Değerli arkadaşlarım, hatırlarsınız 1990’lı yılların içinde bu tablo, Suriye’de yaşanıyordu. Biz o zaman Suriye ile dost bir ülke konumundaydık. Karşılıklı ziyaretler yapılırdı, Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel o zamanki Cumhurbaşkanı Başbakan olarak, Cumhurbaşkanı olarak Şam’a giderdi, Şam’da büyük itibarla karşılanırdı, ziyafetler verilirdi, konuşmalar yapılırdı. Başbakan konuşmalar sırasında ya da Cumhurbaşkanı, ya Türkiye’deki PKK’nın karargâhı sizde, şunu ortadan kaldırın. Bakın bizim MİT’in bilgileri, işte resimleri, işte adresleri, işte telefonları, şunu bertaraf edin derdi. O zamanki Cumhurbaşkanı Esat, öyle mi, hiç haberim yok, nedir bir verin bakalım derdi. Yanındakilere bir ilgilenin şununla derdi, arkasından başka bir konu konuşulmaya başlanırdı, o geçerdi. Bu, bütün ziyaretlerde yaşanan tablo idi. Ama, biz dosttuk Suriye ile o zaman, sadece arada şikâyet ederdik, ama bir noktaya geldi ki Türkiye, bunun böyle devam edemeyeceğini ve Suriye’nin Türkiye’deki PKK hareketinin karargâhını kendi içinde barındırmasının Türkiye’ye yönelik bir büyük husumet olduğunu ve buna karşı her türlü tedbiri alma noktasına geldiğini Türkiye ilan etti. Bıçak kemiğe dayandı dedi, artık kabul edemeyiz dedi. Kara Kuvvetleri Komutanı gitti Hatay’da çok açıkça “bu işi yapın yoksa biz gereğini yapacağız” diye konuştu. Olayın ciddiyeti anlaşıldı ve bildiğiniz gibi Öcalan Suriye’den çıkarıldı. Türkiye kararlı davrandı, her şeyi göze alarak davrandı ve gereğini yaptı, çıkardı. O çıkarıldığı içindir ki, Türkiye 1999’dan 2003’e kadar bir huzur ve sükunet içinde sıfır terörle yaşamayı başardı.

Değerli arkadaşlarım, şimdi Kuzey Irak Türkiye ile iyi geçinmek istiyorsa, mutlaka kendi içindeki terör hareketinin etkisizleştirilmesi zorunluluğunu içine sindirmelidir. Bunu yapabilirse kendisi yapmalıdır, kendisi yapamıyorsa, Amerika yapabilirse Amerika yapmalıdır, ama ne kendisi yapamıyorsa ne Amerika yapmıyorsa bırakmalıdır, Türkiye yapmalıdır. (Alkışlar) Bakın Suriye ile o zaman dostluk, arkasından bir gerginlik dönemi içinde girdik, şimdi Suriye ile gayet iyi ilişkilerimiz var. Ekonomik ilişkilerimiz, ticari ilişkilerimiz. İlişkileri bozacak bir olay yok. Niye yok? Çünkü, bir ur temizlendi. İlişkiyi bozan o iltihap dağıtıldı, ufunet ortadan kaldırıldı. Şimdi, Irak’la da bu ufunet ortadan kaldırmak lazım. Canım aldırma, görmemezlikten gel, yokmuş gibi davran, mümkün değildir, Bunun çözülmesi lazım, önce bunun çözülmesi lazım. Önce PKK konusunun çözülmesi lazım, ondan sonra bu bölgede her türlü iyi niyetli ilişkinin, dostluğun gelişmesinin şartlarının yaratılması lazım. Bu mümkün, olması gereken bu.

Değerli arkadaşlarım, PKK Irak’a yerleşecek, oradan her türlü terör desteğini sürdürecek, vur kaç ekipleri gelecek, Türkiye’de mayınlama yapılacak, sabotajlar yapılacak, adam öldürmeler yapılacak, sonra Irak’a kaçılacak, Kuzey Irak’a kaçılacak ve biz ne oluyor dediğimiz zaman Irak’a, ya gücümüz yetmiyor, kusura bakmayın. Aman ha, sakın sen de hiç bu işe girme diyecek, ya da bana diyecek ki, öyle diyorlar, bu sorun siyasi çözülür. Bu sorunu siz çözeceksiniz.

Bırakın çözelim. Hayır, hayır, siyaseten çözün. Nasıl çözeceğiz siyaseten? Ne istiyorlarsa vermeye başla. Bu sistem bir beş yıl sonra Türkiye’yi çok daha sıkıntılı bir noktaya getirir, bu ilişkiler düzeni, bu anlayış tarzı, bu yaklaşım tarzı bir süre sonra Türkiye’yi çok sıkıntılı bir noktaya getirir. Niye o noktaya geldiğimizi de anlayamayız. Tıpkı Irak’ta beş yıl öncesiyle bugün arasında nasıl bir fark varsa, yanlış politika götürülürse, Allah göstermesin, Türkiye de o sıkıntıların içine sürüklenebilir. Siyasetçilerin duyarlı olması lazım, dikkatli olması lazım, bilinçli olması lazım, vatansever olması lazım, siyasetçilerin ülkenin tehlikelerini görmesi lazım. (Alkışlar) Bizde hep günü kurtarmak için durumu idare edin, şikâyet söylemeyin, suyuna gidiverin, ne istiyorlarsa hı deyiverin deniliyor. Biz bunu yaptıkça sorun çıkmıyor zannediyoruz, ama bir tünelin içine gidiyoruz. Bir tünelin içine giriyoruz, bir süre sonra çok sıkıntılı bir tabloyla karşı karşıya kalıveriyoruz.

Değerli arkadaşlarım, geçen hafta ortaya çıkan işaret bu idi. Tabiî çok vahim bir şekilde şu kendisini gösterdi ki: Türkiye’nin bu en temel konusunda, yani güvenlik, ulusal bütünlük, terörle mücadele konusunda Türkiye’nin en önemli kurumları arasında bir uyum, anlayış birliği, ortak değerlendirme söz konusu değildir. Bu tabii çok acı bir tablodur. Bu kopukluk manzarası vahim bir manzara oluşturmuştur. Türkiye’nin bir an önce bu konularda el ele vermesine, ilgili yetkili kurumlarının tümünün bu konudaki anlayışlarını birbiriyle paylaşmasına ve ortak bir ulusal güvenlik politikasının çıkarılmasına ve kararlılıkla milletçe uygulanmasına ihtiyaç vardır. Bunu önemsemeden, ben kısa devre temaslarla, falan ülkeden Amerika’dan falan kişiyle şunun aracılığıyla konuştum, yaptım diyerek ayrı siyasi ilişkilere, flörtlere, temaslara girerek bir yere gidemezsiniz, giderseniz ortalığı karıştırırsınız. Türkiye bu son dönemden bu gözlemleri yaparak çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bizim bir etnik gerginlik, bir etnik çatışma ortamından mutlaka uzak durmamız lazımdır. Türkiye’nin durması lazımdır, bölgemizin sakınılması lazımdır bütün bu yaşanan olaylara rağmen. Bakınız Türkiye, geride bıraktığımız dönemde çok ağır olaylar yaşadı. On beş yıl boyunca çok ciddi bir bölgesel çatışma yaşadık. Bunu iç savaş diye niteleyenler var, düşük yoğunluklu iç savaş diye Genelkurmay Başkanının, eski Genelkurmay Başkanının değerlendirme yaptığını biliyoruz. Otuz bin evladımızı kaybettik bu mücadelede, ama şunu herkesin değerlendirmesini istiyorum: Türkiye bu kadar büyük, bu kadar uzun süreli, bu kadar kapsamlı, bu kadar büyük kayıplı bir çatışmanın, savaşın, iç savaşın içinden geçtiği hâlde, bu olaya Türkiye’nin hiçbir yerinde bir etnik çatışma gözüyle kimse bakmadı. Hiçbir yerde kimse bu olaya, bir Kürt-Türk çatışması demedi. Türkiye’nin köyünde de demedi, kasabasında da demedi, şehrinde de demedi, doğusunda da demedi batısında de demedi, kuzeyinde de demedi güneyinde de demedi, hiç kimse bunu kondurmadı, öyle algılamadı, öyle düşünmedi, öyle nitelemedi. Bir etnik savaş diye bunu tarif etmedi, bir Kürt-Türk çatışması diye kesinlikle görmedi. Ne dedi? PKK çatışması, PKK dedi, PKK. (Alkışlar)

Çünkü, olay o idi, çünkü olay o idi. Olayı hiç kimse bir etnik kimliğin mücadelesi olarak görmedi, görmemiz mümkün değil. Bu haklı değil, bu yanlış, bu tehlikeli, bu haksız, bunu hepimiz kavradık, böyle davrandık. Hiç kimse öyle görmedi Türkiye’de. Ama, düşünün, bakın Amerika’da ikiz kulelere saldırı oldu. Çok acı bir olay, terörün ne kadar dünyada en korunmuş ülkeler de bile nasıl tehlikeli sonuçlar alabileceği vahim bir şekilde ortaya çıktı. Dramatik bir tablo, ama o tablodan sonra Amerikan Başkanı Bush “İslami terör” dedi. Bakın ne kadar yanlış bir değerlendirme. Teröre “İslami terör” dediğiniz an çok yanlış bir iş yaparsınız. Hem gerçeği çarpıtırsınız hem de çok tehlikeli, çok sakıncalı bir istikamete girersiniz. “İslami terör” denildi. İslami terörle ne alakası var? Biz de Müslümanız, Türkiye’de terör var mı? İslami terör dışarıdan zorlamak için buraya getirilmiş birkaç Hizbullahçının dışında Türk milletinin bir dini terör anlayışı var mı? Kesinlikle yok. 1 milyar 400 milyon Müslüman dünyada yaşıyor, ezici çoğunluğunun yok. Söylenmez, söylenmemeli.

Değerli arkadaşlarım, bakın Irak’ta bir olay var. Şimdi, Türkiye hangi sıkışıklıkların içine giriyor. PKK’yı meşrulaştırmak olayı Irak’taki etnik kimlik maskesinin altına PKK’yı yerleştirmek çok tehlikeli, Türkiye’yi çok karıştıracak vahim gelecekte gelişmelere temel atmak anlamına gelir. O nedenle bizim de, Amerika’nın da, Kuzey Irak’taki yetkililerin de, Bağdat’taki yetkililerin de kim terör yaparsa yapsın, soydaşım da olsa, bir büyük komşuna karşı terör yapılması karşısında harekete geçmeni gerektirir. PKK terörünü birlikte etkisiz kılmak zorundayız. (Alkışlar)

Bölgede barış PKK’yı görmezlikten gelerek değil, PKK’yı önce elbirliğiyle etkisiz kılarak sağlanır. Var mısınız? Karıştırma onu. İşte orada iş kopuyor, orada iş kopuyor. Var mısınız PKK’yı elbirliğiyle etkisiz kılalım, iyi niyetle, herkes kendi katkısını versin, hep beraber burada PKK’yı etkisiz kılalım, ondan sonra bu bölgede her türlü demokratik gelişmeyi, dostluğu, barışı, kardeşliği, ekonomik refahı birlikte sağlayalım, kimliğe saygıyı hep beraber gerçekleştirelim, var mısınız bunu yapalım? Bir küçük şey istiyoruz ya, bir küçük şey istiyoruz. Bir terör örgütü olarak PKK’yı birlikte etkisiz kılalım, başka hiçbir şey istemiyoruz. (Alkışlar)

Yoo sen PKK’yı allayıp pullayıp, cilalayıp, makyajlayıp, Kuzey Irak deyip, içeride siyasallaşma deyip bize yerleştirirsen iyilik yapmış olmazsın, çünkü o terörü bırakmış değil. Terörü bırakıp terörü reddedip Türkiye’yi bölme konusundaki siyasi projesini ortadan kaldırıp bir yeni arayış içinde ortaya çıkmış değil. Canım, çıkmasa sen idare et, yani sen geleceği düşünme, ona teslim ol. Bu yanlış değerli arkadaşlarım. Bu noktada Türkiye dikkatli olmak zorundadır, duyarlı olmak zorundadır. Maalesef, Türkiye’yi yönetenler bu konuda bu duyarlılık içinde, bu dikkat içinde değildir, olay da buradan kaynaklanmaktadır. (Alkışlar)

Yani çok mu zor, Kuzey Irak için oradaki PKK’lılara, kardeşim burası Irak, burada bizim bir düzenimiz var. Türkiye bizim büyük komşumuz. Türkiye ile biz iyi ilişki içinde olmak istiyoruz. Geçmişte Türkiye’den çok yarar gördük. Bizim elimizden tuttu, her türlü desteği verdi. Gelecekte de biz Türkiye ile işbirliği içinde ancak daha ilerleyebiliriz. O nedenle bizim büyük komşumuz Türkiye ile ilişkimizi bozmaya hakkınız yok. Biz buna izin vermeyiz, ya çekin gidin buradan veyahut da bizim kurallarımıza uyun demesi çok mu zor? Irak’a bunu dedirttirmek çok mu zor? Bunun için bir şey gerekiyor, bunun böyle olmasını Amerika’nın istemesi, Irak’ın istemesi, Kuzey Irak’ın istemesi gerekiyor. (Alkışlar) Eğer oralarda bu istek yoksa, onlara bizim uymamız gerekmiyor. Bizi yönetenlerin onlara uyması gerekmiyor, kusura bakmayın, biz bu konuda çok hassasız, sizi buraya bekliyoruz demesi gerekiyor. Olay budur değerli arkadaşlarım. Bu, Türkiye’yi önümüzdeki günlerde çok meşgul edecek ana konu. Umarım, bir büyük yanlış yapmayız. Hükümet bir arayışa giriyor dışarıdan esen rüzgârların etkisiyle, ama içeride milletçe bir tavır sergileyince hepimiz durumu idare etmek gereğini duyuyor, frene basıyor, biraz daha sükûneti sağlamaya çalışıyor, tekrar aynı şekilde. İşimiz gücümüz yok artık hükümet nerede ne hatayı yapacak, onu kollayacağız. Yani biz hükümetimize güvenmek istiyoruz, ona destek olmak istiyoruz, onunla birlikte bu bölgede sorunlarımızı çözmek istiyoruz. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız bunu şimdilik noktalıyorum. Bu yeni Yargıtay yasasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu fevkalade önemli bir konu. Bunu şu anda konu Adalet Komisyonunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Yargıtay Kanununda Değişiklik Yapılmasına yönelik bir kanun tasarısı. Sıradan bir kanun tasarısı gibi gözüküyor, ama inceleyince AKP iktidarının neyin peşinde koştuğunu, ne yapmaya çalıştığını çok açık bir şekilde görüyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz bir süre önce bölge mahkemeleri, istinaf mahkemeleri kurulmasına yönelik bir kanun çıktı, yani ilk aşama mahkemeler, bidayet mahkemeleri ve yukarıda Yargıtay temyiz, bu ikili sistemin araya bir bölge idare, bölge mahkemeleri kurarak, istinaf mahkemeleri kurarak üçlü sisteme dönüştürelim diye bir yasa çıktı. Fakat bu yasa ile ilgili şu ana kadar ciddi her hangi bir alt yapı hazırlığı yapılmamıştır. Yani bu yasanın yürütülmesi için hâkim sorununun çözülmesi lazımdır, nerelerde, kaç tane bölge mahkemesinin kurulacağının kararının alınması lazımdır, bunun yerlerinin tutulması lazımdır ve burada görev yapacak olan hâkimlerimizin, savcılarımızın eğitilmesi lazımdır, bu konularda hazırlanması lazımdır, bunların hiçbirisi yapılmış değildir. Şu anda Adalet Bakanlığı kaç yerde istinaf mahkemesi kurulacak sorusuna resmî bir cevap verebilmiş değildir, Adalet Bakanı da kaç yerde kurulacağını bilmiyor ve Türkiye’de yargı mensuplarımız bakımından da ilginç bir tablo var. Yargıtay’dakiler dahil olmak üzere, Türkiye’nin yargı sisteminde bütün Türkiye’de birinci sınıf 2 122 hâkim var, 570’de savcı var. Türkiye’deki bu kadronun, Yargıtay’ın ve mahkemelerimizin şu andaki iş yükünü karşılamaya yeterli olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bakın son günlerde çeşitli olaylar, bu deprem yargılamaları dolayısıyla konu gündeme geldi ve birdenbire görüldü ki, yargı sistemimizi yeterince çalıştıramadığımız için zaman aşımına uğradığından dolayı pek çok dosyanın gereği yerine getirilememiştir. Bakınız işte burada bir vatandaşımız, o infial içinde, o kırgınlık içinde. Binlerce insan, binlerce dosya gereği yapılamadığından dolayı zaman aşımına terk edilmek durumunda kalıyor. Bunu yetkili Yargıtay üyelerimiz, daire başkanlarımız ifade ediyor. Yani Türkiye’de yargı sistemi yükün altında ezilmiş. Şimdi, buna bir yük daha çıkaracağız. Ne yükü? Ara kademe yükü. Yani, ara kademeyi koyduğumuz zaman iki olan inceleme aynı kadro tarafından üç defa elden geçecek, aynı iş üç defa yapılacak. İtirazlar, herkes umutla Yargıtay’a gönderdiği dosyasını önce bölge istinafa gönderecek, bölgede sonuçlandığı zaman yine aynı şekilde bir umut deyip yukarıya gönderecek ve deney şunu göstermiştir ki: Bölge mahkemesi ihdas etmek, Yargıtay’ın ya da üst mahkemenin yükünü azaltmıyor. İdari yargıda bunu yaşadık gördük, idari yargıdaki tablo da bu. Şimdi böyle bir manzara var. Ama, Yargıtay Birinci Başkanı da, adli yıl açılış konuşmasında, bu tabloyla bu istinaf mahkemelerini, ara mahkemeleri kuramayız, bunu 2010 yılına ertelemeliyiz diye talep yaptı. Yargıtay Başkanımız da, 2010 yılına bu bölge mahkemesi ihdasının ertelenmesini, bu arada işte yargıç yetiştirme konusunda çalışmalar yapılmasını falan öneriyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi bulunduğumuz noktada istinaf mahkemeleri yürürlüğe girmiş değildir, temyiz incelemesine gelen dosyalarda bir azalma söz konusu değildir, yeni mahkemeler kurulsa bile Yargıtay’ın yükünün azalıp azalmayacağı, azalsa ne kadar azalacağı belli değildir. Bu istinaf mahkemeleri de kurulmuş değildir şu anda, hatta ne zaman kurulacağı belli değildir, ama sanki istinaf mahkemeleri kurulmuş, sanki Yargıtay’ın iş yükü çok ciddi ölçüde azalmış ve artık temyizde Yargıtay’da görev yapan hâkimlere ihtiyaç kalmamış gibi bu yasa Yargıtay’ın budanmasını öngörmektedir. Yani bu yasayla, şu anda Yargıtay’ın yükü azalmış sayılarak kadro daraltılması yöntemi uygulamaya konulmak istenmektedir.

Değerli arkadaşlarım, şu anda var olan Yargıtay’daki dosya yükünün temizlenmesi için üç dört yıla gerek vardır. Böyle bir ağır iş yükü altında Yargıtay’ımız. Şimdi, şu anda yüksek Yargıtay’ımızda 250 yargıç kadrosu var, yüksek yargıç, temyiz üyesi kadrosu vardır. Yargıtay Kanununun 29’uncu maddesine göre, üye boşalmasında eğer sayı ona çıkarsa, bu 250 kişinin on tanesini aşan bir boşluk, emeklilik dolayısıyla, vefat dolayısıyla, işten ayrılma dolayısıyla ortaya çıkarsa, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun iki ay içinde seçim yapma zorunluluğu vardır. On eksik olursa iki ay içinde seçim yapacak. Eylül 2006’dan bu yana, yani beş buçuk aydır Yargıtay’daki boş üye sayısı 10’nun çok üzerinde, bizim hesabımıza göre 22 şu anda, 22 üye boş olduğu halde ve Yargıtay Birinci Başkanlığınca eksiklik ve ihtiyaç Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna iki kez bildirildiği hâlde Kurulun Başkanı olan Adalet Bakanı kurulu toplayıp Yargıtay üye seçimini yapmamakta ısrar etmektedir. Beş buçuk aydır yasa ihlal edilerek Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay’a seçmek zorunda olduğu üyeleri seçme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Kurulun teşekkülü için Adalet Bakanı kendisi bu iş toplamıyor, Kurulun teşekkülü için müsteşarını da göndermiyor. Ona yetki verse, sen git bunu yap dese o da olacak, onu da yapmıyor ve böylece yasanın açık hükmü hem Adalet Bakanı hem de müsteşarı tarafından çiğnenerek, bir anlamda, maalesef görev, yetki kötüye kullanılmış oluyor. Şimdi, bunun sıradan bir ihmal, sıradan bir savsaklama olarak anlaşılması mümkün değildir. Bu, bilinçli bir tercihin sonucu olarak ortaya çıkan bir durumdur. Ayırtısına girmek istemiyorum, perde arkasına girmek istemiyorum, çok yaralayıcı söylentiler ortadadır Yüksek Yargının yapısıyla ilgili, ama sadece bu olay, yasa emrettiği halde beş buçuk aydır Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun toplanıp 22 tane temyiz üyesini seçmeme konumunda tutulmasının anlaşılması mümkün değildir, ya da bu yeni kanun maddesini görünce bunu anlıyorsunuz. Bu tablo içinde bu önümüze gelen kanun maddesinin değerlendirilmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, getirilen madde, getirilen yasa, bu 22 üye seçilmiyor, 250 olan üye sayısı, getirilen yasa, temyizdeki Yargıtay üye sayısının 150’ye düşmesine kadar seçim yapılmamasını öngörüyor. Yeni kanun geliyor, kanunda diyor ki, şu anda 250 eksiği 22 kadro var, bırakın o 22’yi yapmayı, kanun öngördüğü hâlde 150’ye kadar yapmayalım, bunun yetkisini bize verin diyor. Bunun yetkisini kanunla almaya çalışıyor. 150’ye indirmeye çalışıyor. Niye? Henüz kurulmamış olan istinaf mahkemeleri kurulmuş da, temyizin iş yükü azalmış da, temyiz üyesi yargıçlara ihtiyaç kalmamış da onun gereğini yapalım diye bakıyor. Sadece şu anda elindeki dosyaları tamamlamak için üç dört yıla ihtiyacı var Yargıtay’ın.

Değerli arkadaşlarım, getirilen kanun, bir, Yargıtay’daki üye sayısının azaltılmasını öngörüyor, iki, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısının zaman içinde değişmesine yönelik bir teklif getiriyor. Anlaşılan, şu andaki Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı bu iktidarı mutlu etmiyor, öyle anlıyoruz. Yani şu andaki Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı onları mutlu etmiyor ki, görevini yapmasını engelliyorlar, yeni buna yasal bir kılıf bulabilmek için Yargıtay’daki üye sayısı 150’ye ininceye kadar yapılmamalı diyorlar ve bu arada bu seçimi yapacak olan Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını nasıl değiştiririz diye düşünüyorlar, bunu sağlamaya yönelik bir teklif getiriyorlar. Şimdi, şu cinliğe bakınız değerli arkadaşlarım, getirilen teklife bakınız. Şu ana kadar Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri nasıl seçiliyor? Yargıtay’ın büyük genel kurulu toplanıyor, yani o 250 civarındaki üye toplanıyor ve onlar kendi aralarında her boş yer için üç tane isim seçiyorlar, yani her Yargıtay üyesi üç ayrı adaya oy kullanıyor, falan kişiden kaynaklanan boşluk için şu üç kişi, filan kişiden kaynaklanan için şu üç kişi diye isimleri hazırlıyor, seçiyor, o seçim Cumhurbaşkanının önüne geliyor, Cumhurbaşkanı da o üç kişiden birisini atıyor hâkim olarak, temyiz üyesi olarak. Şimdi getirilen şu: Yıllarca bu böyle gitmiş, bunu böyle yapmayalım diyorlar. Nasıl yapalım? Her Yargıtay üyesi, her boşluk için gereken üç kişiye oy veriyor ya, bunu üç kişiye vermesin bir kişiye versin, her Yargıtay üyesi bir kişiye oy versin ve onları sıralayalım, oradaki üç kişi gitsin Cumhurbaşkanının önüne. Yani diyelim, mesela bir seçime 150 tane temyiz üyesi katılsa, o 150 üyeden 75 tanesi A ismine verse, 74 tanesi B ismine verse, bir kişi C ismine oy verse, Sayın Cumhurbaşkanı o C’yi seçme hakkına sahip olsun diyorlar. Yani, Yargıtay’ın çoğunluğunun tercihi Cumhurbaşkanının önüne gidecek her aday için aranmasın, Yargıtay üyelerinin çoğunluğu olmadan da bazı Yargıtay üyeleri o listenin içinde yer tutabilsin, Sayın Cumhurbaşkanı uygun görürse onu atayıversin. Böylece Yargıtay’ın iradesinin yerine yeni Cumhurbaşkanının iradesi tercih edilerek, ona hareket imkânı sağlayacak şekilde bir tablo oluşturuluyor.

Değerli arkadaşlarım, ne diyorduk biz? Neye itiraz ediyorduk Cumhurbaşkanı seçiminde Sayın Tayyip Erdoğan’ın aday olmasına, niçin itiraz ediyorduk? Senin bu anlayışınla Cumhurbaşkanlığı yetkileri bir arada gitmez, giderse Türkiye karışır diyorduk, Türkiye’yi sıkıntıya sokarsın diyorduk. Sen kavgacı bir insansın, sen Yargıtay’la kavgalısın, Üniversite ile kavgalısın, Anayasanın özüyle kavgalısın, sana o yetkiler verilmez, yanlış olur, sen isteme diyorduk. (Alkışlar) Şimdi, açıkça gözüküyor, Yargıtay’dan rahatsızız, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulundan rahatsızız, Yargıtay’ı bir süre seçim yapmadan bu şekliyle tutalım, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu benim emrimde bir kurul değil, onun yapısını değiştireyim, daha sonra Cumhurbaşkanlığı ile birlikte Yargıtay’ı ayarlarız.

Değerli arkadaşlarım, bunların düşünüldüğü bir ülkede demokrasi, hukuk devleti, hak, hukuk işler mi? Güven işler mi? İnsan hakları saygı görür mü? Hukukun şartları yerine getirilir mi? Güven olur mu? Barış olur mu? Kardeşlik olur mu? Manzara bu, zihniyet bu, bir kez daha burada ortaya çıkıyor.

Değerli arkadaşlarım, bu çok tehlikeli bir yaklaşım. Bu nasıl sakıncalı bir manzarayla karşı karşıya bulunduğumuzu bize açık bir şekilde gösteriyor. Buna mutlaka bir çare bulmak zorundayız. Yani, Türkiye, bu gidişi durdurmak zorundadır, ne gerekirse yapmak zorundayız. Cumhurbaşkanlığı bu oluşumun o nedenle kritik bir parçasıdır. Cumhurbaşkanlığının uzlaşmayla seçilmesi mecburiyeti bu nedenle vardır. Biz, bunu kendi siyasi hesaplarımız için söylemiyoruz, Türkiye’nin Anayasasını işler kılabilmek için, yargının bağımsızlığını güvence altında tutabilmek için, üniversitenin hukukunu koruyabilmek için istiyoruz. (Alkışlar) Bu yasa çıkmamalıdır değerli arkadaşlar. Bu yasayı önlemek için bütün gücümüzle çalışacağız. Bunun haklı bir nedeni yoktur. Bu, tamamen belli siyasi ihtiyaçlara yönelik bir düzenleme olarak önümüze gelmiştir. Ne böyle bir ciddi ihtiyaç var, ne bunu haklı kılan bir durum var, tam tersine Türkiye’nin şimdi güçlü bir Yargıtay’a, iş yükü altında ezilmekten sıyrılmış, yıllarca dosyaların beklediği bir durumdan çıkmış bir Yargıtay’a ihtiyacı var. Bunun için Türkiye’de Yargıtay’ın takviye edilmesine, desteklenmesine ve güçlenmesine ihtiyaç var.

Değerli arkadaşlarım, bakınız bu zihniyet artık kendisini saklayamaz hâle geldi. Bir süreden beri bu doğrultuda birtakım işaretler ortaya çıkıyordu, şimdi çok tehlikeli bir boyut kazandığını görüyoruz. AKP artık devleti, devletin etkilerini, devletin gücünü kendi çıkarı için kullanmaya başlamıştır, kendi partizanca çıkarı için kullanmaya başlamıştır. AKP, kendi derin devletini kurmaya başlamıştır. Paralel devletini, gizli devletini, devlet içindeki devletini oluşturmaya ve kurmaya başlamıştır. Çok tehlikeli bir gelişmedir. Bu gelişme artık inkâr edilemez hâle gelmiştir. Bakınız bunun çeşitli emarelerini, işaretlerini hep gördük. Bir süre önce, hatırlarsınız, Başbakan çıktı, medyanın Başbakanı da eleştirmeye cesaret edebildiği günlerde, yani şöyle bir uzunca bir nostaljik geçmişte sinirlendi Başbakan…(Alkışlar) ve dedi ki, ‘bakın buraya’, medyayı ve patronları hedef alarak “elimde dosyalarınız var, yeri ve zamanı gelince bunları açıklayacağım, unutmayın” dedi, bir. Bir süre sonra aynı sözleri bir daha tekrar etti, bir süre sonra tepkiler çıkmaya başladı “şantaj mı yapıyorsun, elinde ne varsa gereğini yap, çık söyle, ne saklıyorsun” denildi, “ağaçta meyve daha ham” dedi, “olgunlaşınca koparacağım” dedi. “Acele etmeyin, günü geldiği zaman yaparım” dedi. Şantaj politikası, Başbakan düzeyinde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, bırakınız Türkiye’nin medya patronlarını, büyük medya kuruluşlarını sade bir vatandaşa yönelik olarak bile tarihimiz boyunca yapılmamış olan bir şey. İlk kez bir Başbakan, şantaj, kamuoyu önünde, milyonların önünde “dosyan var, gereğini yaparım” dedi ve maalesef bu yaklaşım Türkiye’de rejimin işleyişini çok ciddi şekilde olumsuz etkileyecek bir süreci başlattı ve çok daha somut müdahaleler, şikâyetler, girişimler yapıldı ve birden bire Türkiye’deki medya haritası değişti, medya topografyası değişti. Yeni yeni medya kuruluşları, bir kısmı TMSF’den, bir kısmı başka yerlerden, yeni sermaye grupları, yeni girişimler birden bire. O kimin, dedikodunun bini bir para. Ne oluyor? Bir yeni beyin yıkama düzeni, sistemi Türkiye’de oturtulmak isteniyor. İçeriden, dışarıdan, yerli yabancı hep birlikte el birliğiyle bir yeni medya düzeninin şekillenmekte olduğuna tanık olduk. Türkiye’nin en önemli özel sektör kuruluşu Odalar ve Borsalar Birliği’nin Sayın Başkanı Hisarcıklıoğlu kendi oda mensuplarıyla konuşmalarında sık sık şunu söylemeye başladı: “Bize sesinizi çıkardığınız zaman üzerimize geliyorlar ve sen getir bakalım defterlerini, getir bakalım bilançolarını, getir bakalım kayıtlarını, müthiş bir baskı altındayız” diye şikâyet etmeye başladı. Kime diyor defterini getir diye? Yolsuzluk yapana mı? Hesabı karışık olana mı? Hayır. Sesini çıkarana.

Yani, bizim maliye mevzuatımızda, vergi mevzuatımızda hükümeti eleştirenlerin dosyalarına daha bir dikkatle bakılır diye bir düzenleme mi var? Bizim mevzuatımızda kişi takibatı bile yapılmaz, sektör takibatı yapılır, yani bir sektöre girilir, o sektördeki herkese adaletli bir şekilde yaklaşılır ve ne varsa ortaya çıkarılır. Hayır. Şimdi, selektif, şimdi adrese postalanmış denetim mekanizmaları, devlet kudretinin kullanılması.

Değerli arkadaşlarım, bunun çok ağır örneklerini hep yaşıyoruz. Tabii içimiz hicranla dolu bu konuda. Bu bir demokrasi meselesidir, Anayasa meselesidir, hukuk meselesidir. Biz arkamızda bunca yıllık demokrasi deneyimi var, iktidarı halkın oyuyla değiştirdiğimiz tarihten günümüze 60 yıla yakın süre geçti, 57 yıl geçti, 57 yıl sonra en temel basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, demokrasi problemleriyle karşı karşıyayız hem de öyle falan kanunun filan maddesindeki yanlışlık şeklinde değil, keşke öyle olsa, sistemi özüyle çökerten, insanları konuşamaz hâle getiren bir ağır baskının altına Türkiye alınmış durumdadır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugünkü Türkiye ortamında hiçbir babayiğit çıkıp artık Maliye Bakanını şikâyet edemez, Başbakanı şikâyet edemez. Türkiye tarihinde bu kadar şikâyet edilmeyi hak etmiş bir Maliye Bakanı gelmemiştir, hesabını verememiş bir Maliye Bakanı, hesabını verememiş bir Başbakan…(Alkışlar) …hakkında dört defa af yasası çıkarttıran bir Maliye Bakanı, yolsuzluk dosyaları, Meclisin Adalet Komisyonunda tozlu raflarda bekletilen bakanlar, başbakan, ama çıkıp birisi bunun hesabını Türkiye’de artık soramaz değerli arkadaşlarım, soramaz. (Alkışlar)

Tek umut milletin bu gerçeği kavramasıdır. Bizim görevimiz bunu anlatmak, anlatacağız, sonuna kadar anlatacağız. Acaba, bizi nasıl sustururlar, onu da arıyorlar, onun tertiplerini yapıyorlar, tezgâhlarını kuruyorlar, yok bilmem banka kredileri, hesapları nereden giriyor, nereden çıkıyor onlarla uğraşıyorlar. Uğraşsınlar, bir biz kaldık, bir de namuslu, dürüst birtakım insanlar, yazarlar, aydınlar ve sağduyusuna güvendiğimiz halkımız, bu acı bir tablo değerli arkadaşlarım. (Alkışlar) Bakın şimdi bu manzara içinde en son gelişme:

Ortada bir televizyon kanalı var, Kanal Türk. Yiğit, vatansever bir avuç insan, para pul peşinde değil… (Alkışlar) … onun bunun gözüne girme peşinde değil, inandığı gerçekleri gözü kara bir şekilde söyleme anlayışıyla ortaya çıkmış kanalını kurmuş, yayınını yapıyor ve millet de birdenbire oh be diye, ya bunu söyleyenler de varmış, ne güzel diye bir nefes alma borusu gibi zevkle bunu izliyor bir süredir. Olur mu öyle şey, sana söyletirler mi bunu, hemen devletin bütün kurumları, devletin bütün organları, Maliye Bakanlığının bütün teşkilatı, vergi denetim elemanları hepsi Türkiye’de sanki tek yolsuzluk yapan, vergisini vermeyen, usule aykırı malî ilişkiler içinde bir kurum var, o kurum da bu kurummuş gibi bütün devlet teşkilatı üzerinde, 14 tane ekip aynı anda araştırma yapıyor. Hukuka aykırı, görevlendirme ilgili daireden değil Ankara’dan yapılıyor, Ankara görevlendirmeyi yapıyor. Geleneğe aykırı, usule aykırı, ne kadar ilgili kuruluş varsa hepsinin üzerine çullanmışlar, yetmemiş değerli arkadaşlarım, en son geldiğimiz noktada vergi denetim elemanı bir yazı yazmış, tüm bankalara, bankacılık sistemine diyor ki: “Bu kuruluşun, bu kuruluşla ilgili şu şu kuruluşların ve şu şu kişilerin bütün banka hesap hareketlerini, EFT’ler dahil olmak üzere hısım akrabasına para gönderdiyse onlar, geleni çıkanı, bütün 94’ten bu yana her şeyiyle çıkarın ve 15 gün içinde bana bildirin.” Şimdi, bütün Türkiye’de bütün bankalar işi gücü bıraktı, Cüneyt Arcayürek’in malî durumunu araştırıyor.

Değerli arkadaşlarım, bu kimseye yakışmıyor. Cüneyt Arcayürek, Türkiye’de demokrasi mücadelesinin tarihiyle özdeş bir insan. (Alkışlar) 3 milyarlık aylığıyla ailesini kimseye muhtaç olmadan geçindirmenin dışında hiçbir hesabı olmayan Türkiye’nin kırılamayan namuslu, ahlaklı bir kalemi. (Alkışlar) Hasta yatağında canıyla uğraşıyor şu sırada. İki gün önce telefon ettim, hasta, geçmiş olsun demeye. Şimdi, bu insanı devletin Maliye Bakanlığı, kendi hakkında dört defa af çıkaran Maliye Bakanı, bütün dosyaları ört bas eden Maliye Bakanı, bunca dedikodu ortalıkta ayyuka çıkmışken, hiçbirisiyle ilgilenmeden Cüneyt Arcayürek’in bütün bankalardaki hesaplarının peşine, koş koşa bildiğin kadar, bak nereye varacaksın bakalım. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu ayıptır, ayıp. Bilmem bir şeyi ifade ediyor mu? Bunun anlamını umarım, hâlâ kavrayabilecek olan insanlar vardır muhataplarımız arasında. Ayıptır, ayıp… Ne olacak, o iktidara sen çakılmak üzere mi geldin? Gideceksin, çaren yok gideceksin. (Alkışlar) Hayır gitmeyeceğim. Şimdi, bu korku iktidara egemen olmaya başladı. Başbakan geçenlerde çıktı, hâlâ dilinin altında o var “Sakın ha, koalisyon olmasın” diyor. Koalisyon korkusu yüreğine girmiş “Sakın ha koalisyon olmasın” diyor. “Bırakın biz böyle götürelim” diyor. Koalisyon korkusu yüreğine düşmüş. Artık senin çaren yok, sen, sana verilmiş olan müstesna bir fırsatı, ne yazık ki kullanamadın, kullanamadın heba ettin, şimdi böyle ağlayarak, yalvararak bir yere varman mümkün değil, o iş bitti artık, senin hakkında millet hükmünü verecek. (Alkışlar)

Başka ne diyor? “Kayayı güçlükle zirveye çıkardık, aman ha kayıp aşağıya inmesin” diyor. İnecek, kim çıkardı onu? Sen o yüzde 34 oyla mı çıkardın zannediyorsun onu. O seçim kanunun sonucu o kaya dediğin şey, o parlamentodaki üçte iki. O bugün var, yarın yok, yarın görürsen ne olduğunu. (Alkışlar)

Yine çıkmış toplamış belediyelerini, parti yöneticilerini onlara diyor ki; “Aman ha, kömürleri bizzat kendiniz götürün verin. Kömürleri bizzat verin, vatandaşın eline teslim edin, sizin verdiğinizi bilsin vatandaş” diyor. O verilen kömür kimin kömürü? Devletin kömürü, devletin kömürü, milletin kömürü. Bir Başbakan o kadar aciz bir hâle düşmüş ki, artık devletin kömürünü belediye başkanının, AKP’li il, ilçe başkanının vatandaşa dağıtmasından medet umar hâle gelmeye başlamış. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de çok değerli bazı gazeteci dostlarımız da diyor ki: “CHP sen de dağıt” diyor. Yani, Türkiye’de sosyal devlet kayboluyor, hukuk kayboluyor, sadakaya mecbur bırakılmış insanlar, ezik insanlar, onuru zedelenmiş insanlar ülkesi hâline dönüşüyoruz, bu yanlıştır, bunu değiştirmek lazım diye bir büyük toplumsal tepki karşısında, bir değerli arkadaşımız bize “Sen de dağıt, sen niye dağıtmıyorsun?” diyor. “Çık sokağa, sen çıkmıyorsun” diyor. “Sen medyadan şikâyet ediyorsun” diyor. Evet, şikâyet ediyorum medyadan, medyadan şikâyet ediyorum, etmeye devam edeceğim. O, onun alternatifi değil. Ben de dağıtacağım. Neyle dağıtacağım? O neyi dağıtıyor zannediyorsun sen? O, fakfuk fonundan, milletin, fakir fukaranın parasını dağıtıyor kendi partizanları aracılığıyla. (Alkışlar) O, milletin kömürünü dağıtıyor, devletin kömürünü dağıtıyor, milletin hakkını dağıtıyor. Kendi lütfüymüş gibi veriyor ve sen de bunu uygun görüyorsun. Rica ederim… Rica ederim…

Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi çaresizliğin getirdiği noktadır. Bakınız şimdi en son bu çerçevede, erken seçim muhabbeti açıldı. Kim açtı? Başbakan açtı. “Mayıstan sonra konuşuruz.” Niye mayıstan sonra konuşuyorsun? Erken seçimi konuşacaksak gel şimdi konuşalım. Şu an itibariyle imkân var. Mayısın başında, iki buçuk aydan üç aya yakın süre var, seçimi yapmak mümkün. Gel şimdi kararlaştıralım, mayısın başında seçimi yapalım, o Meclis toparlansın ve yeni Cumhurbaşkanını o seçsin. Erken seçim diyorsan, kasımda yapmak şart değil ise, gel mayısın başında yapalım. Hayır. Ne istiyorsun? Şu bir daha elime geçmeyecek olan parlamentodaki şansı Cumhurbaşkanı seçimi için kullanayım, ondan sonra da erken seçime gideyim. Ondan sonra niye erken seçime gidiyorsun? Güneş görmüş kar gibi eriyorum diyor, eriyorum diyor, eriyorum. (Alkışlar) Antalya’da Beydağının tepesindeki mayıs güneşini görmüş kar nasıl erirse, ben de eriyorum diyor, o yazı çekemem diyor, bir an önce, bir an önce diyor. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu, AKP’nin bu konularda ne kadar samimiyetsiz, ne kadar kendi günlük çıkarını devletin menfaatinin üzerine geçirerek takip etme kararlığında olduğunu ortaya koyan bir manzara. Eğer seçim yapılacaksa yapalım. Hâlâ şu an itibariyle şans var, şu an itibariyle Türkiye’nin Cumhurbaşkanı seçiminden önce bir genel seçim yapma şansı var. Hazirana gidelim, temmuzda yapalım, ağustosta yapalım, millet tatile gittiği zaman yapalım. Bu kurnazlıklarla kimse bir yere gidemez. Zulümle iktidar olunmaz. (Alkışlar) Cüneyt Arcayürek’le uğraşarak iktidar olunmaz. (Alkışlar) Dürüst medya baskı altına alınarak iktidar kalınmaz. (Alkışlar) Devletin kömürü ona buna dağıtılarak iktidar olunmaz. (Alkışlar) Temelinde haram yatan iktidarla millete hizmet olmaz. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, hepinize teşekkür ederim, saygılar sunarım. (Alkışlar)