Thursday, April 26, 2007

Genel Başkan Baykal; “Gül de, Sayın Erdoğan Gibi Milli Görüş Rahleyi Tedrisinden Geçmiştir. Orada Şekillenmiştir”


-“Abdullah Gül’ün anlayışı, duyguları, düşünceleri milli görüş ortamının, ikliminin eseridir. Ama, Gül’ün, özellikle bu son dönemdeki uygulamaları, onu milli görüş çizgisinden top yekûn teslimiyet çizgisine çekmiştir”
-“Artık böyle Hıristiyan kulübü Avrupa Birliği, yok İslam Dinarı, Amerika’ya, Avrupa Birliğine, İsrail’e meydan okuyan tavırlar, bunların hepsi bitmiştir. Şimdi, askerlerimize çuval geçiren o acı elim olay karşısında sesi soluğu çıkmayan süklüm püklüm bir Dışişleri Bakanı vardır”

-“Başbakan Erdoğan, Gül Cumhurbaşkanı, Arınç Meclis Başkanı, böyle bir tablonun, Türkiye’nin gerçeğine de, ihtiyaçlarına da uymadığını, Anayasasının değerlerini sahiplenemeyeceğini, Türkiye’de rejimin işleyişini her türlü kontrol, fren, denge mekanizmalarının dışına çekeceğini ve bunun çok ciddi sıkıntılar, sakıncalar doğurabileceğini görüyoruz”

-“Bilmeliyiz ki, Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı adayı olmadıysa, olamadıysa millet onu kabul etmediği içindir”

-“Sizlerden aldığım güçle, daha aylar öncesinden, kafaların arkasındaki niyetler daha netleşmeden olmaz, olmayacaktır, olmamalıdır deme gücünü sizlerden almıştım”

-“Hiç kuşku duymayın, o Tandoğan Meydanı’nda bir araya gelen bir milyon insan, O büyük güç, o büyük birikim önümüzdeki büyük seçimde de zaferin sağlanmasını güvence altına alacaktır”

-“Cumhurbaşkanlığı kapalı devre ve AKP’nin kendi iç işi gibi algılanmış ve öyle yönetilmiştir”

İletişim Koordinatörlüğü (Ankara)- Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal, Grup toplantısında, son siyasi gelişmeleri değerlendirdi.


Genel Başkan Deniz Baykal’ın Grup toplantısında yaptığı konuşma şöyle:



Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlarım, sevgili misafirlerimiz; hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Sizlerle, Cumhuriyet Halk Partisi Grup toplantısında bir arada olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Bugün, yine çok önemli bir gelişmenin hemen ertesinde bir aradayız. Türkiyemizi yakından ilgilendiren çok temel bir konuyla ilgili gelişmeyi hep birlikte değerlendireceğiz Ben, bütün vatandaşlarımı, bu aşamaya hep birlikte gelmeyi sağlamış olan bütün vatandaşlarımı sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. Türkiye’de yeni bir noktada bulunduğumuzu ve bu noktadan sonraki gelişmeleri, yine hep birlikte yönlendirmeye devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin en son aşamasına geçmiş bulunuyoruz. Adaylık belirlemeyle ilgili tartışmalar son noktaya geldi. Yarın saat 24.00’e kadar adaylık ilan etme imkânı vardır, fakat AKP yönetiminin Cumhurbaşkanlığı tercihi netleşti. Bu adaylık konusunda durumun artık aydınlığa kavuşmakta olduğunu bize gösteriyor. Bu tablo üzerinden bir değerlendirme yapmak imkânımız doğmuştur, bunu birlikte gerçekleştireceğiz.


Değerli arkadaşlarım, önce, Cumhurbaşkanlığı konusunu konuşurken görev başında bulunan 10’uncu Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer’e, bir kez daha şükranlarımızı, saygılarımızı ifade etmek istiyorum. (Alkışlar) Gerçekten, Türkiyemizin çok güç bir döneminde çok muhtaç olduğumuz anlayışı, bir yaklaşımı, bir duyarlığı Çankaya’da kararlılıkla, tutarlılıkla, cesaretle sürdürdü ve yedi yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminin en son aşamasına geldi. Geride bıraktığımız dönemde çok büyük sorunlar yaratabilecek olan gelişmeler, Sayın Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığının katkılarıyla denetim altına alınabilmiştir. Çok önemli tarihî bir işlev yerine getirilmiştir. İnanıyorum, milletimiz şükran duygularını daima ifade edecektir. Öyle anlaşılıyor ki, gelecekte Sayın Ahmet Necdet Sezer’in bir Cumhurbaşkanı olarak değeri çok daha da iyi anlaşılacaktır. (Alkışlar) Tarih de, hiç kuşku duymuyorum, Sayın Ahmet Necdet Sezer’i, ülkemizin çok seçkin, çok başarılı, Anayasayı özümsemiş, devletin temel konularını, sorunlarını kavramış, görevini başarıyla yapan bir Cumhurbaşkanı olarak onu kaydedecektir, değerlendirecektir. Bu aşamada ne zaman bir Cumhurbaşkanlığı konusu konuşma ihtiyacıyla karşı karşıya kalsak, hemen aklımıza, doğal olarak var olan Cumhurbaşkanımıza olan şükran duygularımızı ifade etmek geliyor. O nedenle, bugünkü konuşmada da, Cumhurbaşkanımıza saygılarımı sunarak başlamak istiyorum. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanlığı makamının önemi, özelliği ortada, genel olarak önemi, özelliği ortada, ama içinden geçmekte olduğumuz dönemde, yani Parlamentoda toplumun üçte birlik desteğiyle, üçte ikilik bir Parlamento çoğunluğu oluşturan bir siyasi partinin, Anayasa, Türkiye’nin tarihî gelişimi ve dönüşümü konusundaki tereddütleri gerçeği karşısında, Cumhurbaşkanlığı konusunun önemi, değeri çok daha fazla ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı bizde, rejimimizin bir anlamda hem temsil bakımından hem de yönetiminde yanlışlıkların engellenmesi açısından çok önemli fren yetkileri olan, yanlışa engel olma şansına sahip, en yukarıdan yanlışa engel olma şansına sahip, en tehlikeli yanlışları önleyebilme şansına sahip fevkalade önemli bir yönetim noktası. Cumhurbaşkanlığı bu bakımdan çok büyük önem taşıyor, hele yanlışlığa eğilimli bir siyasi iktidarın iş başında bulunduğu dönemlerde, Cumhurbaşkanlığının değeri, önemi çok daha artıyor. Geride bıraktığımız dönemde, zaten Cumhurbaşkanlığı bu açıdan çok büyük önem taşıdı. Önümüzdeki dönemde bu ihtiyacın çok daha yüksek bir biçimde ortaya çıkacağına inanıyorum. Bu önümüzdeki döneme yönelik görevimizi, sorumluluğumuzu çok daha artıran bir tabloyla karşı karşıya kalacağımızı bize ifade etmektedir.


Değerli arkadaşlarım, Türkiye bir hukuk devleti. Türkiye, gelenekleri olan, kurumları oturmuş, demokratik bir mekanizmayı yıllarca başarıyla işletmiş bir parlamenter rejim Türkiye. Geleneğimiz var, kurumlarımız var, hukukumuz var, Anayasamız var, bu çerçevede içinde Türkiye, önüne gelen sorunları çözecek. Hükümetler gidecek, hükümetler gelecek; Cumhurbaşkanları gidecek, Cumhurbaşkanları gelecek; seçimler yapılacak, parlamentonun yapısı değişecek, yeni parlamentolar ortaya çıkacak; bütün bunların çerçevesi kuralı Anayasamızda yerini almış durumda. Hepimiz, Anayasamızı, ülkemizin temel referans noktası olarak görüyoruz ve onun önemini, değerini biliyoruz ve onu işletmek istiyoruz. Anayasamızın tabii iki yönü var, iki boyutu var. Birisi koyduğu mekanizmalar var. Her bir iş nasıl yapılacak, onun mekanizmasını koymuş Anayasamız, o işleyecek. O mekanizmalar doğru işleyecek, Anayasa nasıl öngördüyse o şekilde işleyecek. Her önemli konu, her yetkili organ tarafından kararlaştırılacak. Bu konularda hiçbir tereddüt yok, ama Anayasamızın bir özü var, Anayasamızın ilkeleri var, Anayasamızın sahip çıktığı değerler var, bunlar da işleyecek. Anayasamızın özüyle mekanizması birlikte işleyecek. Anayasamızın öngördüğü mekanizmalar, Anayasamızın özüne, içeriğine, değerlerine, ilkelerine uygun bir biçimde işleyecek, ideali bu, güzeli bu, doğrusu bu, yapmamız gereken bu. Ama, bu konuda zaman zaman sıkıntılar çıkıyor. Zaman zaman Anayasamızın mekanizmalarıyla Anayasamızın değerleri arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. İşte bu, toplumda çalkantılara, tartışmalara, krizlere yol açıyor. Böyle tablolar karşısında ne yapacağız? Yine Anayasamıza sahip çıkarak, Anayasamızın özünü de, mekanizmalarını da birlikte sahiplenerek milletimizi, halkımızı ikna ederek, halkımızın desteğini alarak o uyumu, o bütünleşmeyi gerçekleştireceğiz. Bizim görevimiz, sorumluluğumuz budur, bunu yapmak durumundayız.


Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı fevkalade önemli bir makam. Burada süresi biten bir Cumhurbaşkanının yerine bir yeni Cumhurbaşkanının seçilmesi söz konusu. Zaman, süre, bizi bu aşamaya getirdi. Bu noktada Cumhurbaşkanı seçilirken, maalesef içinden geçmekte olduğumuz şu Cumhurbaşkanlığı arayışı süreci içinde, maalesef Cumhurbaşkanlığı konusu toplumun bilgisi, katılımı, değerlendirmesi içinde şeffaf, içtenlikli bir yaklaşım içinde ele alınamamıştır. Bu Cumhurbaşkanlığı süreci başından beri kapalı devre, AKP’nin bir iç işi gibi algılanarak götürülmek istenmiştir; ana gözlem budur, temel nokta budur. Seçilecek kişi Cumhurbaşkanıdır. 72 milyonun Cumhurbaşkanıdır. Sadece Parlamentoda belli bir siyasi partiye oy verenlerin değil, Parlamentoda bütün partilere oy verenlerin, Parlamentoya girememiş partilere oy verenlerin, sandık başına gitmeyen kimselerin, oy verme hakkına sahip olmayan kimselerin, hepsinin Cumhurbaşkanıdır. Bu özellikte bir seçim yapılması söz konusudur. Türkiye’de 72 milyon insan var, bir tane Cumhurbaşkanı seçilecek. Böyle bir Cumhurbaşkanlığını bir kapalı devre, bir partinin kendi iç işi gibi algılamak yapılabilecek en büyük yanlıştı. Maalesef, bu konu, ilk kez böyle algılanmıştır, ilk kez, dikkatinizi çekerim. Bundan önce daima Cumhurbaşkanlığı konusu, toplumun düşüncelerini açıkça ifade edebileceği, seçilmek isteyenlerin çok açık bir biçimde destek aradıkları, bir demokratik oluşum süreci içinden geçmiştir. Şimdi ilk kez, AKP, bize demiştir ki: “Cumhurbaşkanını biz seçeceğiz.” Olaya böyle başlanmıştır. Bu yanlış bir başlangıçtır. Seçilecek olan Cumhurbaşkanı Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olacaktır. Ona, siz oy vererek seçiyor olabilirsiniz, ama adayınızı toplumla paylaşmak, onun değerlendirmelerini almak, toplumla iş birliği içinde bu süreci götürmek durumunda idiniz. Bu olmamıştır. Kapalı devre ve AKP’nin bir kendi iç işi gibi Cumhurbaşkanlığı seçimi algılanmıştır ve öyle yönetilmiştir. Bunun tabii uygun olmadığı görülüyor. Bunun altında şu yatıyor: Parlamentoda bizim Cumhurbaşkanını salt çoğunlukla seçecek bir çoğunluğumuz vardır. O nedenle kimseye ihtiyacımız yoktur. Biz, bunu kendi iç işimiz gibi götürebiliriz diye düşünmüşlerdir.


Değerli arkadaşlarım, işte bu temel yanılgıdır. Bir defa hukuken Parlamentoda salt çoğunlukla Cumhurbaşkanı seçilmesi, bizim Anayasamız açısından kabul görmemiştir. Bu konuda çok ciddi bir iddia vardır. Anayasamız, daima Parlamentoda üçte iki bir çoğunluğun, kimin Cumhurbaşkanı olacağı konusunda mutabakat sağlamasa bile, ama mutlaka Cumhurbaşkanı seçimine katkı vermek üzere Parlamentoda bulunmasını gerekli görmektedir. Fakat, bir dayanışma arayışı, maalesef AKP’de kendisini göstermemiştir. Niçin göstermemiştir? Niçin böyle içe kapalı bir tavır tercih edilmiştir? Bunun altında ne yatıyor? Bunun altında Sayın Başbakanının kendisini Cumhurbaşkanı olarak seçtirme düşüncesi yatıyor. Başbakan değerlendirmiştir ki, eğer toplumu katmaya kalkarsak, muhalefeti katmaya kalkarsak, diğer partilerle iş birliği içinde bir Cumhurbaşkanı arayışına yönelirsek, bunun en kesin sonucu olarak benim Cumhurbaşkanlığı adaylığım gündemden düşer. Hâlbuki ben Cumhurbaşkanı olmak istiyorum. Ben, ancak kendi partimin, kendi parti militanlarımın, kendi parti milletvekillerimin bu işi sadece kendi başlarına götürmesi hâlinde güvence altına alabilirim diye bir değerlendirme yapmıştır ve Cumhurbaşkanlığı seçimini toplumla, siyasi partilerle, milletvekilleriyle paylaşmaktan kaçınmıştır. Bu işin temelidir değerli arkadaşlarım. Eğer, Sayın Başbakan Cumhurbaşkanı olma kararını almamış olsa idi, inanıyorum ki Cumhurbaşkanlığı seçimi daha başlangıçtan çok daha katılımcı, çok daha demokratik, çok daha istişareleri öngören, değerlendirmeleri alan, toplumun nabzını tutan bir yaklaşım içinde sürdürülebilir idi. Sürdürülememiş olması, Başbakanın yapmış olduğu kişisel hesap yüzündendir. Başbakan, Cumhurbaşkanı olma kararını almıştır, bu kararı toplumla paylaşarak gerçekleştirmenin mümkün olmayacağını değerlendirmiştir, hele muhalefetle bu konuda bir mutabakat sağlanamayacağını görmüştür ve bunu bir emrivakiyle, bir olup bittiyle topluma dayatabileceği hesabı içine girmiştir. O nedenle süreci kapatmıştır. Çok yanlış olmuştur, çok yanlış olmuştur. Bu yanlış bir emsal getirmiştir. Cumhurbaşkanlığı gibi bütün milleti ilgilendiren bir önemli seçimin Türkiye’de ancak bir azınlığa, üçte birlik azınlığa dayalı bir siyasi partinin iç işi gibi algılanmış olması, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin Türkiye’de Anayasal düzenimize getirdiği ilk önemli tahribattır. Böyle bir gelenek başlatmıştır. Çok yanlış bir uygulama içine girmiştir. Bunu üstelik, hem kapalı götürmüştür hem de kimseye hiçbir şey söylemeden, kendi milletvekillerine dahi hiçbir şey söylemeden sürdürmeyi tercih etmiştir. Bu, çok yanlış, çok tehlikeli bir yaklaşım olmuştur. Daha bir saat öncesine kadar –ki, yarın akşam adaylık bitiyor- Türkiye’de bir tek kişi, gerçek seçilme şansı olan bir Cumhurbaşkanı adayı kimdir konusuna, ne basınıyla ne milletvekilleriyle ne toplum örgütleriyle ne sendikalarıyla ne işveren kuruluşlarıyla, toplumun hiçbir kesiminin hiçbir cevap verme imkânı yoktur. Tamamen toplumun bilgisi dışında bir oluşumla bu iş sürdürülmüştür. Bu, tabii çok yanlış bir tercihi ortaya koymuştur. Meclis devre dışında kalmıştır, kime oy vereceğini milletvekilleri bilemez haldedir son noktaya kadar, kimin seçileceği belli değildir, çok da yanlış bir uygulama kendisini göstermiştir, yönetim kurulları seçme yetkisini bir tek kişiye vermişlerdir, milletvekilleri “genel başkan ne talimat verirse ben onu seçeceğim” diye seçme hakkını devretmiştir. Bütün bu süreçte çok dramatik bir biçimde 23 Nisan Milli Egemenlik günlerine rastlamıştır, yani hakimiyetin millette olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisin milli egemenliğin tecelligâhı olduğu düşünülen, söylenen bir ortamda ne Millet Meclisinin ne milletvekillerinin en önemli olayla ilgili hiçbir, tercihi bırakınız, bilgi sahibi dahi olmadığı ortaya çıkmıştır.


Değerli arkadaşlarım, biz, Sayın Başbakanın adaylık planlaması içinde olduğunu teşhis ettik ve bu teşhisimizi kamuoyuyla paylaştık. Kamuoyuna, önce bunu anlattık, kamuoyunu önce bu noktada uyardık. Dikkat edin, bu şekilde bu sürecin götürülüyor olmasının altında Başbakanın Cumhurbaşkanlığı arayışı var dedik. Bu tereddütle karşılandı başlangıçta, hatırlayacaksınız. Bazıları inandırıcı bulmadı, bir süre sonra Cumhuriyet Halk Partisinin bu teşhisi, yani Başbakanın aslında Cumhurbaşkanı olma hazırlığı, hesabı, çabası içinde olduğu tespiti toplum tarafından kabul gördü. Böylece, Başbakanın adaylığını gizleyerek son noktaya kadar Türkiye’yi taşıyıp son noktada adaylık ilan edip adaylığı alıp götürme projesi işletilemedi. Bunu bir siyasi parti olarak çok önemli bir görev yerine getirerek sağlamaya katkı verdiğimizi düşünüyorum. Bu sayede Türkiye, Başbakanın Cumhurbaşkanlığı sürpriziyle karşı karşıya kalmamıştır, çünkü olay önceden teşhis edilmiştir, anlatılmıştır, topluma bu konuda bir duyarlık kazandırılmıştır. Hem biz, Başbakanın Cumhurbaşkanı seçilme planını deşifre ettik hem de bunun olamaz, olmaması gereken, yanlış bir karar olduğunu Türkiye’ye anlatmayı başardık. (Alkışlar) Bizim kanaatimiz buydu, bu kanaatimizi toplumla paylaştık ve toplum bizi haklı buldu; “Evet, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmaması gerekir” noktasına millet geldi. Konu bütün boyutlarıyla ele alındı, konuşuldu, tartışıldı ve bu konuda ortak bir anlayış ortaya çıktı. Bunun sağlanmış olmasını fevkalade önemli sayıyorum.


Değerli arkadaşlarım, bizim itirazlarımızın hangi noktalarda toplandığı açık, burada tekrar etmeme gerek yok, ama asıl temel nokta, Cumhurbaşkanı olacak kişinin Anayasaya inanması gerektiğini düşündük, Anayasayı sahiplenmesi gerektiğini düşündük, Anayasayı savunması gerektiğini, Anayasayla bütünleşmesi gerektiğini düşündük ve Başbakanın, Anayasa karşısındaki tavrının bunun tam tersi olduğunu çok açık bir şekilde gördüğümüzü millete anlattık ve bunu saklamak da mümkün değil. Başbakanın, Anayasayla ilişkisi, maalesef bir sahiplenme, uyum ve onu savunma ilişkisi değildir, eline geçecek ilk fırsatta Anayasaya yönelik kafasındaki projeleri artık bütün millet görmeye başlamıştır. Bunun olamazlığını anlatmaya çalıştık ve bu da sanıyorum toplumda haklı bir tespit olarak görüldü. Ayrıca, Anayasanın kurumlarla olan ilişkisi, yargıyla ilişkisi, üniversiteyle ilişkisi, Silahlı Kuvvetlerle ilişkisi, muhalefetle ilişkisi, bir Cumhurbaşkanının sergilemesi gereken ilişki olmadığı ortada, bu da kendisini net bir şekilde gördü. Başbakanın, hesabı verilmemiş dosyalarının bulunduğu, hakkında bu kadar dosyası olan, daha yargıdan aklama aşamasına gelememiş olan bir kişinin Cumhurbaşkanı olmasının kabul edilemez olduğu. Bunlar çok sağlam, inkâr edilmez gerekçelerdi ve Başbakanın şu ana kadar sergilediği tutumun niteliği de, bu Cumhurbaşkanlığı süreci sırasında daha da netleşmiştir. Nedir bu tutum?


Başbakanın siyasi üslubu, artık hepimiz görüyoruz ki, demokratik bir üslup olmaktan çok uzaktır. Başbakan, despotik bir siyaset üslubuna sahip bir insan olarak ortaya çıkmıştır. Yani dayatmacı, olup bittici, kanaatlerini empoze etmeyi tercih eden bir yaklaşım içinde olduğu Başbakanın bu süreç içinde ortaya çıkmıştır. Bütün bu nitelikleriyle Başbakanın Cumhurbaşkanı olmasının mümkün olmadığı, Türkiye’nin bunu taşıyamayacağı, demokratik rejimin çok ağır bir tahribat göreceği ve demokratik rejimimizin, Anayasamızın böyle bir Cumhurbaşkanlığı karşısında çok ciddi gerilimlerin ortaya çıkmasına neden olacağı, bütün bunlar değerlendirildi ve kendisine anlatıldı. Keşke bunu bizim ifade ettiğimiz noktada Başbakan kavramış olsaydı, yani biz bunları ifade ettiğimiz zaman şahsen biz kendisiyle çatışıyoruz diye sinirlenip kızıp tepki gösterdi, aslında bunu değerlendirmesi, anlaması ve önemsemesi gerekirdi, yapması gereken o idi. Siyasi süreç içinde, siyasi mekanizma içinde kendi Cumhurbaşkanlığını ana muhalefetle müzakere ederek, tartışarak, bugün geldiği olmayacağı noktaya siyaset süreci içinde gelmemeyi içine sindirebilmiş olsaydı, çok daha kendisi için de uygun olurdu. Biz, bunu öngörerek söylüyorduk. Ama o, bizi aşabileceğini ve bir oldu bittiyle bunu gerçekleştirebileceğini düşündü, fakat geldiğimiz noktada artık Sayın Başbakan da değerlendirdi ki, Türkiye, onun Cumhurbaşkanlığını kabul etmiyor, etmeyecek. Bu konudaki ısrarın, inadın Türkiye’de çok kaygı verici gerilimlere yol açacağı ve bunun çok ağır sonuçlarının olacağı net bir biçimde ortaya çıktı ve bugün geldiğimiz noktada artık Başbakan da, Cumhurbaşkanı adayı olmadığını ilan etmek durumunda kaldı. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bu önemli bir gelişmedir. Parlamentoda üçte ikilik çoğunluğu olan bir partinin genel başkanı, toplum içinde medya, iş dünyası, çeşitli toplum örgütleri, birtakım yöntemlerle susturulmuş, etkisiz kılınmış, böyle bir manzaranın içinde bir, eğer parti genel başkanı, bir başbakan, Cumhurbaşkanı olma iddiasını takip edip sonuçlandıramıyor ise, bunun çok iyi değerlendirilmesi lazımdır. Bu, Türkiye’deki demokratik toplumsal sürecin kendisini bütün engellere, güçlüklere rağmen kabul ettirmeyi başarmış olduğunu bize göstermektedir. Bugün, Sayın Tayyip Erdoğan, bilmeliyiz ki Cumhurbaşkanı adayı olmadıysa bir saat önce, bu, millet onu kabul etmediği içindir. (Alkışlar) Milletin Cumhurbaşkanlığı anlayışına Başbakan uygun olmadığı içindir. Bu uyumsuzluk, millet tarafından tespit edildiği içindir. Bu çok önemli bir olaydır. Bu sonucun alınması Türkiye’de demokrasinin bir zaferidir, bir başarısıdır, hiç kuşku yok. (Alkışlar) Bu sonucun alınmasına toplumun her kesimi çok büyük katkı yapmıştır. Pek çok kesimi umursamamıştır, pek çok kesimi görmezlikten gelmiştir, pek çok kesimi cesaret edememiştir, ama buna cesaret edenler, bunu önemseyenler, Anayasanın özünü kavrayanlar, bunun için açıktan tavır takınanlar, düşüncelerini söyleyenler, konuşanlar, tartışanlar ve nihayet 14 Nisanda Ankara’da, meydanda toplanan o bir milyon insan bu sonucu almıştır. (Alkışlar) Bunun çok net bilinmesi lazımdır. Kimse bunu gizlemeye kalkmasın. Bu, o yüz binlerce insanın emeğine haksızlıktır. Bu, demokrasiye inanıp inançlarını, ilkelerini, susturulan siyaset, susturulan toplum karşısında inançla ifade ederek, mücadelesini başarıya götürmeyi sağlayan o milyonlarca insana haksızlıktır, yanlışlıktır. (Alkışlar) Gerçekten bir büyük demokrasi dersi verilmiştir. Çoğunluğum var, istediğim gibi alır götürürüm, Anayasada kurallar yazılı, kime ne, bu işlememiştir. Demokrasinin özü, demokrasinin ilkeleri, demokratik duyarlılıklar devreye girmiştir ve etkili olmuştur. Bu çok büyük bir olaydır.


Değerli arkadaşlarım, bu olaya dikkatinizi çekiyorum. Bu olay, çok büyük bir başarıyı güvence altına almıştır. Bundan sonraki büyük başarılar da yine buradan çıkacaktır. (Alkışlar) Bundan sonraki Türkiye’nin demokratik atılımları da yine oradan çıkacaktır. O Tandoğan Meydanı’nda bir araya gelen bir milyon insan, hiç kuşku duymayın, siyaset sürekli bir iştir. O büyük güç, o büyük birikim önümüzdeki büyük seçimde de zaferin sağlanmasını güvence altına alacaktır. (Alkışlar) Yani halkın sesi etkili olmuştur, halkın gücü etkili olmuştur ve bir büyük demokrasi dersini topluma, ilgili herkese milletimiz vermiştir. Bu büyük oluşuma şu grup salonunda toplanmış olan siz değerli arkadaşlarımın katkısına da teşekkür etmeden bu konuyu kapatırsam yanlışlık yapmış olurum. (Alkışlar) Sizlerden aldığım güçle, daha aylar öncesinden, daha bu konuda proje ortaya çıkmadan, kafaların arkasındaki niyetler daha netleşmeden bunu ortaya koyup olmaz, olmayacaktır, olmamalıdır deme gücünü sizlerden almıştım. (Alkışlar) Aradan geçen aylarca zaman dilimi içinde pek çok çevre, oradan oraya savruldu, ama biz hiçbir zaman savrulmadık. Bu meydan, şu kürsü, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olamayacağının ilanının dışında bu konuda hiçbir yanlışa karışmadı. Çok açık bir biçimde burada, o inancımızı ifade ettik, bugün de bu sonuç ortaya çıkmıştır. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, bu bir demokrasi başarısıdır. Bundan büyük mutluluk duyuyorum. Buna katkılarınız dolayısıyla sizlere teşekkür ediyorum. Hepimizin katkısı, hepimizin emeği vardır. Türkiye’de Anayasanın özünü, ilkelerini hep beraber savunmuşuzdur. Anayasa saygısını, cumhuriyet duyarlılığını hep beraber ayakta tutmuşuzdur ve bunu millete mal etmişizdir. Milletin desteğiyle bu sonucu güvence altına almışızdır.


Cumhurbaşkanlığı süreci içinde yaşanan tehlike, sadece Başbakanın adaylığından ibaret değildir. Son günlerde bir başka tehlikeyle de karşı karşıya kaldık. O tehlike, Başbakanın ifadesiyle söylüyorum, sürpriz aday tehlikesi idi. Hatırlayacaksınız, Başbakan, artık kendisinin aday olamayacağını görmeye başladıktan sonra “sürpriz bir aday çıkarmaktan” söz etmeye başladı. Sürpriz aday söylemi epeyce ortaya çıktı. Bu da Türkiye için, cumhuriyetimiz için, rejimimiz için, hukuk devletimiz için çok ciddi bir sakınca idi. Bu sakıncayı da bertaraf etmiş olduğumuzu memnuniyetle görüyorum.


Değerli arkadaşlarım, tabi sürpriz aday, dün Meclis Genel Kurulunda da ifade ettim, en sakıncalı, en tehlikeli bir oluşum olarak kendisini gösteriyor idi. Eğer öyle bir olay olsa idi, bu sadece Cumhurbaşkanı konusunda seçme yetkisini taşıyan Parlamentomuzun saygınlığına çok ciddi bir darbe vurmakla kalmayacaktı, Cumhurbaşkanlığı makamı da artık saygınlığını çok ciddi şekilde kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı. Bu konudaki açık, kararlı, net tavrımız ve öyle umut ediyorum ki, kamuoyumuzun bu konuda sergileyeceği görülen duyarlık caydırıcı etkisini göstermiştir. Bu tehlike de o şekilde bertaraf edilmiştir.


Değerli arkadaşlarım, bakın, bu süreç içinde pek çok şeye tanık olduk. Demin kısaca değindim, geçtim. Başbakanın despotik üslubu, demokratik değil, despotik üslubu. Bunun örneğini dün Mecliste verdim, bir kez daha burada vurgulamak istiyorum.


Değerli arkadaşlarım, bakınız, medya üzerinde nasıl bir büyük kuşatmanın sürdürülmekte olduğunu biliyoruz. Türkiye’deki zaten sayıca çok fazla olmayan etkin medya gruplarının her birisine yönelik kuşatma ve sindirme projeleri kararlılıkla ve üzüntüyle ifade etmeliyim, etkili olarak işletilmektedir. Gazetelerin hangi manşeti atacağına, bilerek söylüyorum değerli arkadaşlarım, bilerek söylüyorum, Başbakanın basın müşaviri karar verebilmektedir. Başbakanın basın müşaviri, o haberi öyle görmeyin, böyle görün demektedir ve maalesef öyle görünmektedir. Bu, çok acı bir tablo. Böyle bir tespiti yapmaktan büyük ıstırap duyuyorum. Türkiye gibi koca bir ülkenin, Anayasasıyla, demokratik birikimiyle, demokratik geleneğiyle, basın özgürlüğü mücadelesiyle, on yıllarını vermiş yığınla insanın fedakârlıklarıyla, nihayet Anayasasına basın özgürlüğünü güvenceli bir şekilde yerleştirmiş bir ülkenin, şimdi çeşitli kuşatmalarla diz çökertilip talimatla, Başbakanlık basın sözcüsünün talimatıyla manşet atar konuma düşürülmüş olmasından acı duyuyorum, ıstırap duyuyorum. (Alkışlar) Tablo bu değerli arkadaşlarım.


Bu, açık gerçek, kimse inkâr edemez. Meydan okuyorum, meydan okuyorum, buna “hayır, öyle olmuyor” diyecek baba yiğiti görmek istiyorum. (Alkışlar) Böyle gitmez değerli arkadaşlarım. Bu, bir rejim konusudur, rejim; basın konusu değil, rejim sorunudur. (Alkışlar) En son örnek, ilgili genel yayın yönetmeni ifade etti, oradan biliyorum. Bilgilerim sadece ondan ibaret değil, başkalarını da biliyorum, ama şimdi burada bir genel yayın yönetmeninin kendi ifadesine dayalı olarak söylüyorum. Açıyor Başbakanlığın basın sözcüsü, Türkiye’nin ikinci en büyük satan gazetesinin genel yayın yönetmenine, diyor ki: “Cumhurbaşkanının konuşmasını küçük gör kardeşim.” Evet. “Küçük gör” diyor. “Cumhurbaşkanının konuşmasını küçük gör” diyor. Taşra baskısında büyük çıkmış. “Onu küçültün” diyor. Genel yayın yönetmeni tartışıyor, direniyor, ama Başbakanlık basın müşaviri daha etkili oluyor ve birden o taşrada manşette olan haber, büyük kentlerde eteklerine indiriliyor gazetenin. Ayrıca diyor ki Başbakanlık basın müşaviri “Şu şu yazarların işine son verin.” “Olur mu, böyle bir şey yanlış olur falan” denilince, “kardeşim, o zaman sütununu değiştirin, görünmez yerlere alın” diyor. Şimdi, bu böyle oluyor mu, olmuyor mu? Oluyor. Niye kimsenin sesi çıkmıyor? Niye kimsenin sesi çıkmıyor kardeşim? Ne hakla oluyor? Nasıl oluyor? Bunu söyleyen bir devlet memuru, Başbakanlık basın sözcüsü. Gücünü kimden alıyor? Kim, ona bunu söyletiyor?


Şimdi, bunu söyleyen insanın, demokrasiden, milletten, milli iradeden, millete saygıdan, insan hak ve özgürlüklerinden söz etmeye hakkı var mı? Bütün bunların hepsi boş laf hâline gelmiyor mu?


Değerli arkadaşlarım, çok acı bir tablo. Gerçekten bugün, Türkiye’de medya çok ağır bir kuşatma altındadır, çok ağır bir kuşatma altındadır. Bundan kimsenin rencide olmasına gerek yoktur; bu ayıp Türkiye’nin ayıbıdır. Bunun mağduru da gazetecilerdir, basın mensuplarıdır. Ama, gönül istiyor ki, o mağdurların da buna “hayır” diyecek bir cesareti ortaya çıksın. (Alkışlar)


Değerli arkadaşlarım, şimdi böyle bir siyaset anlayışı Türkiye’de egemen. Medyayı susturmuş, iş dünyasını yıldırmış, toplumsal kuruluşları tehdit etmiş böyle bir büyük baskı ve kuşatma Türkiye’nin üzerinde. Bu arada Türkiye bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıyor ve Cumhurbaşkanlığı konusunda ortaya çıkacak olan tablo, hiç kuşku yok, bu çerçevede önem taşıyor.


Değerli arkadaşlarım, şu ana kadarki süreç içinde halkımız, başta Cumhuriyet Halk Partisi, demokrasiye inanan toplum güçleri, fevkalade etkili ve başarılı olduk, çok büyük bir görev yaptık. Bir önemli tehlikeyi, yani Anayasaya açıktan meydan okuma kararı içinde ortaya çıkacak bir adayın, parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak oraya gelmesi dayatmasını önlemeyi başardık. Kendi emir ve kumandası altında bir uzantısını, bir kapı kulunu oraya yerleştirme projesini etkisiz kılmayı başardık. Bunların hepsi önemlidir, hepsi değerlidir. Türkiye’deki demokratik potansiyelin ne kadar büyük olduğunu ortaya koymaktadır ve gelecek için de hepimize büyük umutlar vermektedir. Bu birikimle biz, Türkiye’de çok iş yapacağımıza inanıyorum, var olan güçlükleri de bu birikimle aşacağımızdan hiç kuşku duymuyorum. (Alkışlar) Önümüzdeki dönem için büyük sorunlarımız var, büyük görevlerimiz var. Siyaset sürekli bir iştir. Siyaset, bir noktada hiçbir zaman bitmez. Şimdi, Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Cumhurbaşkanlığı seçiminde belli mücadeleler yaptık, belli noktalara geldik. Ortaya çıkacak olan tabloyu göreceğiz, bu tabloyu değerlendireceğiz ve bu tablodan sonrası için de biz, biliyoruz ki, görevimiz daha da ağırlaşmış olarak çalışmak zorundayız. Bu sürekli bir iştir. Bugün, Cumhurbaşkanlığı tablosu iki konunun sonucudur. Bir, 2002 seçimlerinin sonucu, ikincisi de bugünkü Anayasal düzenimizin sonucu. Şimdi, önümüzdeki dönem için biz mücadelemizi sürdürmek zorundayız. Milli görüş anlayışı içinde düşünceleri, değerleri, anlayışı şekillenmiş bir kadronun birisinin Başbakanlıkta, birisinin Cumhurbaşkanlığında bir arada bulunuyor olmasının, hiç kuşku yok, Türkiyemize, Anayasamıza, ulusumuzun geleceğine yönelik çok haklı tehlikeleri, tehditleri ortaya çıkardığı bir gerçektir. (Alkışlar) Bunu her beraber görüyoruz. Bu tespiti yapıyoruz. Bu tespit karşısında görevimiz var, o görevimizi yerine getireceğiz. Görev, bu konuda kararlılıkla halkı, toplumu bu tehlikeye karşı uyarmak ve böyle bir tehlikeyi Türkiye’de etkisiz kılmak için gerekli dengeyi, yeni yapılanmayı ortaya çıkaracak gayreti sergilemek.


Değerli arkadaşlarım, Sayın Gül’ün aday olacağı anlaşılıyor. Sayın Gül’ün önünde bazı handikaplar var. O handikaplara dikkatinizi çekmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Sayın Gül de, Sayın Tayyip Erdoğan gibi milli görüş rahleyi tedrisinden geçmiştir. Orada şekillenmiştir. Anlayışı, duyguları, düşünceleri milli görüş ortamının, ikliminin eseridir. Ama, şunu da kabul etmek durumundayız ki, Abdullah Gül’ün, özellikle bu son dönemdeki uygulamaları, onu milli görüş çizgisinden top yekûn teslimiyet çizgisine çekmiştir. (Alkışlar) Yani, artık böyle Hıristiyan kulübü Avrupa Birliği, yok İslam Dinarı, Amerika’ya, Avrupa Birliğine, İsrail’e meydan okuyan tavırlar, bunların hepsi bitmiştir. Şimdi, askerlerimize çuval geçiren o acı elim olay karşısında sesi soluğu çıkmayan süklüm püklüm bir Dışişleri Bakanı almıştır. (Alkışlar)


Sayın Gül Dışişleri Bakanı olarak, uygulamalar esas alındığı zaman açıkça görülmektedir ki, Türkiye’yi çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya bırakmıştır. Bu dönem, dış politika bakımından büyük yanlışlıkların yaşandığı bir dönemdir. Avrupa Birliği projesi yanlış yönetim yüzünden iflas etmiştir, çıkmaza girmiştir ve bu Sayın Gül’ün döneminde olmuştur. 17 Aralık belgesini birlikte imzalamışlardır. Burada bayram yapmışlardır. Şimdi, Avrupa Birliği tıkanmıştır. Irak politikası çıkmaza girmiştir. Irak politikası, yine o anlayış etrafında şekillenmiştir. Kıbrıs’ta sorunlar ortadadır. Bütün bunlar açıkça gözükmektedir. Ama, garip bir manzaranın var olduğuna da dikkatinizi çekmek istiyorum. Ortada çok somut başarısızlıklar var, ama Sayın Gül’ün sevimli üslubu, yumuşak ve daima gülen mütesebbim çehresi ve alttan alan üslubu, sanki her şey yolunda gidiyormuş gibi bir izlenim yaratmayı başarmıştır. Bunu görüyorum, ama bu gerçeği değiştirmiyor. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunları, o güzel yüz, tatlı dil değiştirmiyor. Şimdi, böyle bir manzarayla karşı karşıyayız. Tabii Sayın Gül’ün, seçim eğer sonuçlanırsa, önünde tarihî büyük sorumluluklar, büyük görevler düşecek. Bir defa Cumhurbaşkanı seçim sürecinin kapalı devre götürülmüş olması, sadece o uygulamayı yapan Başbakana ve AKP’ye değil, seçilecek olan kişiye de çok ciddi sıkıntılar getirmektedir. Bunun görülmesi lazımdır ve seçilecek kişinin derhal siyaset üslubunu, AKP’nin bu kapalı devre, dayatmacı siyaset üslubunun dışına çıkarma doğrultusunda harekete geçerek, bir yeni sınav vermek mecburiyeti vardır. Yani, oraya Başbakanın emir ve kumandası altında, Refah Partisi kadrolarının bir parçası, bir uzantısı olarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamına çıkılamayacağını önce Abdullah Gül’ün anlamasına ihtiyaç vardır. (Alkışlar) Ve bu olayın bir AKP’nin kendi iç işi, bir mutfak konusu olamayacağını idrak etmesine, olayı bu şekilde ele alma çabalarını kararlılıkla reddetmesine, yepyeni bir kimlikle ortaya çıkmasına ihtiyaç vardır, bunu yapmak zorundadır. Oraya gelirken bunu yapmak durumundadır, eğer gelmeyi kararlılıkla sürdürüyor ise, eğer gelebilirse de, geldikten sonra artık Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olmak zorunda olduğunu unutmamak durumundadır. Eğer unutacak olursa, hiç merak etmesin, ona bunu hatırlatacak olanlar vardır. (Alkışlar) Eğer bunu unutacak olursa, onun gereğini yapacak olanlar Türkiye’de vardır. Türkiye’de açıkça ortaya çıkmıştır ki, cumhuriyetimize, Anayasamıza laik, demokratik düzenimize halkımızın ezici çoğunluğu inançla sahip çıkmaktadır. (Alkışlar) Ve Türkiyemizin bu temel kimliği kimsenin lütfu olarak değil, iktidardakilerin hoşgörüsü sonucu değil, milletimizin kararlılığı sonucu güvence altındadır. Biz, böyle bir tablonun Türkiye bakımdan sakıncalı olduğuna inanıyoruz.


Yani, Başbakan Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, Bülent Arınç Meclis Başkanı, böyle bir tablonun, Türkiye’nin gerçeğine de uymadığını, ihtiyaçlarına da uymadığını, Anayasasının değerlerini de sahiplenemeyeceğini, Türkiye’de rejimin işleyişini her türlü kontrol, fren, denge mekanizmalarının dışına çekeceğini ve bunun çok ciddi sıkıntılar, sakıncalar doğurabileceğini görüyoruz. Bunu ta başından beri gördük, bu konuda çok ciddi bir görev yaptık ve bu konuda milletimizin önemli bir kesiminin duyarlılığını ortaya çıkarmayı başardık. Şimdi, bu mücadele devam edecektir.


Türkiye’de demokrasi işleyecektir. Türkiye’de hukuk işleyecektir, Anayasa işleyecektir, bizim işimize gelse de işleyecektir, gelmese de işleyecektir. (Alkışlar) Ama, biz, ülkemizin yararına olmadığını gördüğümüz işleyişler karşısında, yine Anayasamızdan aldığımız güçle görevimizi yapacağız, milletimizi uyaracağız, milletimizi harekete geçireceğiz, milletimizin desteğiyle durumu düzeltmeye çalışacağız, yapılması gereken iş budur değerli arkadaşlarım. (Alkışlar) Bunu hep beraber başaracağız. Bunu başarırken tabii gönül istiyor ki, Türkiye’de demokrasi işlesin, yani basın özgürlüğü olsun, talimatla manşet atılamasın. Televizyonlar, gazeteler yayın yaparken, “acaba, Başbakanlıktan ne denir” diye korkmasın. Bunu sağlayacağız değerli arkadaşlarım, Türkiye’de basın özgürlüğünü yaşama taşıma mücadelemizi, gerekirse, medyanın destek eksiğine rağmen, başarıya ulaştıracağız. Türkiye buna layıktır, onu hep beraber gerçekleştireceğiz. (Alkışlar)


Sayın Gül aday olarak belirlendi. Kendisini kutluyorum, adaylığı hayırlı olsun. Bundan sonra, umut ediyorum, adaylığını Parlamentonun bir ortak sorumluluğu hâline dönüştürme konusunda üzerine düşeni yapar. Bunu bir AKP adaylığı hâlinde sürdürmeyi öncelikle kendisi reddeder. Bunu kendisine hatırlatmayı görev biliyorum. Kendisini bir AKP adayı mantığı içinde sürdürecek olursa, seçilirken de AKP adayı olur, eğer seçilmeyi başarırsa da, Anayasa Mahkemesinden Cumhurbaşkanlığına kadar her noktada önünde çok ciddi sorunlar, engeller kendisini gösterir. Onun önünde Türkiye’nin yaşadığı tabloyu görerek, ülkemizi barış ve istikrara kavuşturmak için bir fırsat çıkmıştır. Artık, AKP kimliğini bir yana bırakarak, cumhuriyet hükümetinin ve Türkiye Cumhuriyetinin, Anayasamızın içtenlikle sahibi hâline dönüşme konusunda samimi bir çabayı sergileyeceği güvenini Türkiye’ye vermek durumundadır. Bunu verirse kendisi de kazanır, Türkiye de kazanır, ama emir-kumanda altına girerse, ama AKP partizanlığının bir uzantısı hâline Çankaya’yı dönüştürmeye kalkar ise, bundan kendisi de, Türkiye de büyük zarar görür. Biz, büyük bir iyi niyetle, demokratik bir hoşgörüyle Türkiye’ye, Türkiye’nin yararlarına sahip çıkan, Türkiye’nin huzurunu, barışını isteyen bir sorumlu anlayış içinde gelişmeleri bu noktaya getirdik, bundan sonraki dönemde de aynı anlayışla görevimizi yapmaya devam edeceğiz.


Hepinize teşekkür ediyorum, sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)