Wednesday, March 28, 2007

Genel Başkan Baykal: "Başbakan, Bana 'Sen Kimsin" Diyor. Ben Allah'ın Fani Bir Kuluyum. Klmlik Problemim Yok, Ama Senin Ne Olduğunu Biliyorum”


-“Sen Öcalan'a sayın dedin mi demedin mi? Bu senin kafandaki karışıklığı yansıtıyor mu, yansıtmıyor mu? Terörle mücadele yasasına, onu affetmeye yönelik maddeyi koydun mu koymadın mı? Onun etrafındaki çevrelerle flört ediyor musun, işbirliği yapıyor musun yapmıyor musun? Bunları cevapla”

-"Cumhurbaşkanlığı konusunda halkın çoğunluğu adına diyoruz ki sakın ha ihtirasının kurbanı olma, Türkiye Cumhuriyetiyle hesaplaşmak üzere oraya gelmeye kalkma"

-"Türkiye, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı dönemini taşıyamaz"

-“Hala aday yok. Dünya basını bu manzaraya bakarak, “Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimi bir hayalet seçimi” diye yazılar yazıyor”

-"Dini kullandılar, şimdi de demokrasiyi kullanıyorlar. Demokrasiyi, yanlış işlerin kılıfı haline getirmeye çalışıyorlar"

-"Anayasamızın özüne ve demokrasiye en büyük sıkıntıyı verecek olan, Başbakanın Cumhurbaşkanı olarak seçilmesidir"

-"Cumhurbaşkanı, kafasında devletin temelleriyle ilgili hiçbir problem olmayan bir insan olacak. 'Ben, Türk Milletinin bir parçasıyım' demekten gocunmayan bir insan olacak"

-"Herkes bilsin ki Başbakanın Cumhurbaşkanı olmayı istemesi için hiçbir teşvike ihtiyaç yok. O istiyor zaten. Onun tahrike, teşvike ihtiyacı yok"

-"Başbakanlık Müsteşarı, intihal yaptığı için mahkum olmuştu. Şimdi başbakan da geçen yüzyılın Babıali kavgalarından aparmalarla konuşuyor. Çukur, irtifa, seviye diyor. Seviye önemli bir söz. Sadece coğrafi bir deyim olarak anlaşılamaz, kültür, ahlak, dürüstlük seviyeleri var”


İletişim Koordinatörlüğü (Ankara)- CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, "Cumhurbaşkanlığı, bir kapkaç seçimi olmamalıdır", kimin seçileceği açıkça tartışılabilmelidir" dedi.

Genel Başkan Baykal, CHP TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi; "Anayasamızın özüne ve demokrasiye en büyük sıkıntıyı verecek olan, başbakanın cumhurbaşkanı olarak seçilmesidir. Erdoğan Anayasanın özünü içine sindirememiştir.

Biz 2002 seçimleri sonrası tehlikeyi gördük, Türkiye'yi, anayasal rejimin rotasından çıkarmaya yönelik bir arayışın içine girilmemesi, anayasal vazonun kırılmaması, laik, demokratik cumhuriyetin ilkeleriyle oynanmaması" uyarısında bulunduk. Bugünde uyarıyoruz. Bazıları CHP'nin, Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasını istediğini, bu nedenle tahrik etmeye, kızdırmaya yönelik bir politika izlediğini öne sürüyorlar. Herkes bilsin ki Başbakanın cumhurbaşkanı olmayı istemesi için hiçbir teşvike ihtiyaç yok. O istiyor zaten. Onun tahrike, teşvike ihtiyacı yok. Ama biz olmamalı diyoruz. Türkiye'de vatandaşların ezici çoğunluğu, Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olma ihtimalinden rahatsız. Biz samimiyetle Başbakanın cumhurbaşkanı olmasının Türkiye'de gerilimi, sıkıntıyı artıracağına inanıyor ve Türkiye'yi sakınmak, korumak için bu ihtimale karşı herkesin duyarlılığını artırmaya çalışıyoruz. Bu çağrımızın nedeni sadece milletimizi ve iktidarı uyarmaktır. Biz bu sözlerimizi milletimize, iktidara yönelik olarak söylüyoruz.

Demokratik görevimizi yapıyoruz. Bu görevin yapılması lazım. Türkiye böyle sessizce teslim alınabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik tuzağın bu kadar aciz, bu kadar duyarsız, dikkatsiz bir kamuoyu ortamı içinden yürütülmesine göz yumulabilir mi? Böyle bir şey olmaz, olmamalıdır, olmayacaktır. Bunu anlatmak CHP'nin görevidir. Bunu, bütün gücümüzle yapıyoruz. Cumhurbaşkanı, kafasında devletin temelleriyle ilgili hiçbir problem olmayan bir insan olacak. 'Ben, Türk milletinin bir parçasıyım' demekten gocunmayan bir insan olacak. Biz, milyonlarca vatandaşımız, halkın çoğunluğu adına Başbakan’a diyoruz ki sakın ha ihtirasının kurbanı olma, sakın ha Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmak üzere oraya gelmeye kalkma. Bu, bizim samimi anlayışımızdır, görevimizdir. Bu görevi yerine getiriyoruz."

CHP'nin, aylar önce Erdoğan'ın niçin cumhurbaşkanı olmaması gerektiği konusunda 35 gerekçe ortaya koyduğunu belirten Baykal, bunların hiçbirisine yanıt verilemediğini söyledi. Baykal, "(Ne biçim manzara o Hikmetyar'ın dizinin dibinde) demişiz. O fotoğrafa dikkatle bakın, normal bir yanına oturma değil. Bacağına sarılmış, vücut diliyle sadakatini, bağlılığını ortaya koyuyor. Şimdi o insanı biz laik demokratik cumhuriyetin cumhurbaşkanı yapacağız. Vallahi benim içime sinmiyor" dedi.

Başbakan Erdoğan'ın, BM kararıyla terörü finanse ettiği tespit edilmiş Yasin El Kadı'ya 'kefil olduğunu" da hatırlatan Deniz Baykal, şunları söyledi; "Uluslararası basında çıkan haberlere göre, Başbakanın meşhur danışmanı, Yasin El Kadı'ya ait bir vakfın hesabına 60 bin ABD Doları transfer etmiş. Daha sonra bu meşhur danışmanın annesi, 250 bin dolar transfer etmiştir. Başbakan, bu transferi yapan kişiyi yanında danışman olarak tutuyor; o transferin yapıldığı vakfın başkanı El Kadı'ya kefil oluyor, sonra Türkiye Cumhuriyeti'nde cumhurbaşkanı olmak istiyor... Olmaz, olmamalıdır."

CHP genel Başkanı Baykal, Başbakan Erdoğan'ın, bir konuşmasında terör örgütü elebaşı Öcalan'a iki kez "sayın" dediğini, şehitler için ise "kelle" ifadesini kullandığını belirterek, "Bu işin hukuk boyutu var, ama bence asıl önemli olan siyaset boyutudur. Başlatılan inceleme sonucunda ne karar alınacak, hep beraber görürüz. Biz onlarla meşgul değiliz. Ama Türkiye'de bir önemli siyaset adamının, cumhurbaşkanı adayının böyle bir sözü telaffuz edip etmediği önemlidir" dedi.

Başbakan "o sözleri kazayla söylediyse bunu açıklayarak özür dilemesi gerektiğini" ancak bunun yapılmadığını hatırlatan Deniz Baykal, Erdoğan'ın, kendisine "Sen kimsin?" dediğine dikkat çekerek şunları söyledi; "Ben Allah'ın fani bir kuluyum. Yetmiyor mu? Kimlik problemim, kompleksim yok. Erdoğan'a kimliğini sormuyorum, çünkü kimliğini biliyorum, kim olduğunu biliyorum”

Erdoğan'ın, eleştirilere cevap verme yerine, saldırıda ve hakarette bulunduğuna dikkat çeken Baykal, “Erdoğan'ın Müsteşarı, intihal yaptığı için mahkum olmuştu. Şimdi Başbakan da geçen yüzyılın Babıali kavgalarından aparmalarla, 'Seviye konuşmuyoruz, o da bir irtifa ifade eder' diyerek, çukur ima etmeye çalışıyor. Çukur, irtifa, seviye, bunlar coğrafi kavramlar. Başbakan'ın seviye telakkisi coğrafi çerçevenin dışına çıkmış değil. Başbakan, kadastro, arsa terminolojisi içinde olaya bakıyor. Seviye önemli bir söz. Sadece coğrafi bir deyim olarak anlaşılamaz, kültür, ahlak, dürüstlük seviyeleri var. Seviye deyince bunları beraber düşünmek lazım. Başbakan kızgın. Saldırarak bunlara cevap vereceğini zannediyor. Sen Öcalan'a sayın dedin mi demedin mi, bu senin kafandaki karışıklığı yansıtıyor mu yansıtmıyor mu, Terörle Mücadele Yasasına, onu affetmeye yönelik maddeyi koydun mu koymadın mı, onun etrafındaki çevrelerle flört ediyor musun, işbirliği yapıyor musun yapmıyor musun? Bunları cevapla. Bunların cevapları yok. Benimle ilgili iddian varsa ortaya koyarsın, cevabını da alırsın."

Görüşlerini açıklarken yanlış işleri yapanların, bunları bazı kutsal kavramların arkasına saklamaya çalıştıklarını belirten ve bunlardan birinin din olduğuna dikkat çeken Baykal, yanlış işleri, dinle meşrulaştırmak istediklerini söyledi. Baykal, "Kurtuluş Savaşımızı, İngiliz işgalini, dini fetvalarla engellemek istemişlerdir. Dini kullandılar, şimdi de demokrasiyi kullanıyorlar. Demokrasiyi, yanlış işlerin kılıfı haline getirmeye çalışıyorlar" diyen Genel Başkan Baykal’ın grup konuşması şöyle;

“Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, sevgili misafirlerimiz, konuklarımız, Türkiye’nin her yerinden Cumhuriyet Halk Partisi Grup toplantısını izlemek üzere aramıza gelmiş olan çok değerli vatandaşlarım, sevgili partililerim, sevgili milletim; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Bugün, yine çok yoğun bir katılım görüyorum, büyük bir ilgi ve coşku görüyorum. İçinden geçmekte olduğumuz günlerin harareti vatandaşlarımıza da yansıyor, sizlere de yansıyor. Sizler de, Türkiye’ye yönelik sevginizi, sahiplenme duygunuzu, ülkemizin geleceğine yönelik ilginizi, kaygınızı bu buluşmalarda ortaya koyuyorsunuz. Aramızda yurdumuzun değişik yerlerinden gelmiş insanları görüyorum, muhtarlarımızı, görüyorum bu toplantımıza katılan sevgili muhtarlarımızı. (Alkışlar)

Ayrıca ve özel olarak selamlıyorum, hepiniz hoş geldiniz, hepiniz şeref verdiniz, hepinize teşekkür ederim. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugün 27 Mart. Türkiye tarihi bir cumhurbaşkanlığı seçimi süreci içinden geçiyor. Birkaç hafta sonra, Türkiye’de cumhurbaşkanlığıyla ilgili gelişmelerin ne olacağını hep birlikte göreceğiz. Bütün Türkiye, Türkiye’nin dışında pek çok dünya ülkesi, Türkiye ile ilgili olan her çevre, acaba, Türkiye bu konuda ne yapacak, nasıl bir doğrultu içine girecek, nasıl bir karar alacak bunu büyük bir ilgiyle izliyor. Bu konuyu değerlendirirken dikkatimizi çeken bir temel nokta şu: Seçime bu kadar yakın bir noktaya gelmiş olmamıza rağmen ve bu seçim Türkiye’de büyük bir ilgi ve heyecan yaratmış olmasına rağmen, hâlâ ortada hiçbir cumhurbaşkanı adayı resmen yok. Bu, gerçekten dünyanın hiçbir ülkesinde karşılaşılmayacak olan bir tabloyu ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi her ülkede olağanüstü önemli bir seçimdir. Bu seçimi sadece o seçimi yapacak olan parlamentonun üyeleri değil, bütün millet yakından ve haklı olarak izler, herkesin bu konuda bir söyleyeceği söz vardır, ama kimsenin söz söylemesine fırsat vermemek için, sanki hiç böyle bir seçim yapılmayacakmış gibi günler geçiriliyor, adaylar ortaya çıkmaya cesaret edemiyor, seçime mi gidiyoruz, bir dayatmayla mı karşı karşıya kalacağız belli değil, garip bir tablo. Dünya basını bu manzaraya bakarak, “Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimi bir hayalet seçimi” diye yazılar yazıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bu hiçbir şekilde kabul edilebilir bir tablo değildir. Bu, demokrasiye uygun değildir; bu, vatandaşlarımıza saygı anlayışıyla bağdaştırılabilir değildir; Anayasamızın özüne uygun değildir. Bunun altında ancak bazı olumsuzluklar yatıyor olabilir, kaygılar, endişeler, mahcubiyetler, kaçışlar yatıyor olabilir. Bir cumhurbaşkanlığı seçimi kaçılarak yapılmaz, iddiayla yapılır, hukukunu sergileyerek, iddianı ortaya koyarak, talebini ortaya koyarak yapılır. Kimse iddia sergilemiyor, kimse talep yapmıyor, meydan, gün geçsin diye sessizce günün geçirilmesini isteyenlerin yönlendirdiği biçimde işliyor. Böyle bir tuhaf iş olabilir mi? Türkiye cumhurbaşkanı seçimi yapıyor, kimin cumhurbaşkanı olacağı belli değil.

Değerli arkadaşlarım, bu garip bir tablodur. Bunun altında, tekrar ifade ediyorum, eziklik yatmaktadır, eziklik. İddia, başı dik, kendine güvenen bir anlayış, cumhurbaşkanlığı seçimi karşısında çok net, çok açık bir şekilde talebini ortaya koyar. Talep konulamıyor. Son anda bu işi alıp götürür müyüz diye konuya yaklaşılıyor.

Tabii dikkati çeken bir başka nokta şu: Bu konu, iktidarın “aman konuşmayalım, aman gün geçirelim, son gün gelsin o zaman yapacağımızı yaparız” anlayışıyla gidiyor, ama Türkiye de bu konuyla derinden ilgili, herkes meraklı, herkes, acaba şöyle mi olur, böyle mi olur, öyle olursa ne olur diye derin bir kaygı, endişe içinde, bu da var. Bir yandan büyük bir tartışma yaşanıyor, bir yandan kimse ortaya çıkıp ben adayım deyip adaylığını sahiplenemiyor, savunamıyor, ortaya koyamıyor. Bu bir paradoks, bu bir çelişki ve içinde bulunduğumuz tablo buraya yansıyor.

Değerli arkadaşlarım, bakınız biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda uzun bir süreden beri ciddi bir çaba içindeyiz. Önce, Türkiye’yi böyle bir tabloya doğru sürüklenmekten alıkoyabilmek için, bu politikayı birilerinin bilinçli olarak götürdüğüne dikkati çekebilmek için büyük gayret gösterdik ve herkese dedik ki, aman ha, bu fevkalade önemlidir. Cumhurbaşkanlığı bir kapkaç seçim olmamalıdır. Ne olacağı, kimin seçileceği açıkça konuşulabilmeli, tartışılabilmelidir ve bu çerçevede biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, cumhurbaşkanlığı konusunu Türkiye’nin gündeminde tutuyoruz, sürekli bu konuda değerlendirmelerimizi aktarıyoruz. Bunu niçin yapıyoruz? Niçin bu çaba içindeyiz?

Değerli arkadaşlarım, bunun doğru anlaşılması gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi, cumhurbaşkanlığı seçimi konusuna nasıl ve niçin bakıyor? Biz, Başbakanın, eğer Türkiye’yi bu konuda ilgisini, dikkatini dağıtarak, bir olupbittiye getirebilirse, cumhurbaşkanı olma niyetinde olduğunu görüyoruz ve bu niyetimizi de açıkça ortaya, Sayın Başbakanın bu niyetini de açıkça ortaya koymuş bulunuyoruz. Şimdi, niyet artık aleniyet kazanmıştır. Sayın Başbakanın cumhurbaşkanı olmayı arzu ettiği, bunun fırsatını aradığı çok açıktır. Bu, kamuoyumuzun bilgisine, bilincine yansıtılmıştır. Şimdi, biz buna niye karşı çıkıyoruz? Niye bu konuda bir tepki içindeyiz? Bunun doğru anlaşılması lazım. Bazıları tabii, bu olayı sıradan bir siyasi çekişme, bir kişisel sürtüşme gibi anlama ve yansıtma eğilimi içine giriyorlar. Sanki Başbakanla ana muhalefet partisinin lideri arasında bir kişisel çekişme var, bir kavga var, hazımsızlık var, bu ihtimal karşısında biz kişisel duygularımızın etkisi altında, bireysel bir kavga anlayışı içinde buna karşı çıkıyoruz zannediyorlar ya da konuyu böyle takdim etmeye bazıları çalışıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, şunu herkesin çok iyi bilmesini istiyorum: Bizim kişilerle hiçbir ilgimiz yoktur. Kişilerle hiçbir özel tartışma, çekişme, kavga anlayışı içinde olamayız, olmamız söz konusu değildir. Biz burada bir görev yapıyoruz. Bir büyük tarihi görev yapıyoruz, o görevin gereğini yerine getiriyoruz. Falan kişiyle, filan kişiyle Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanının bir kavga içinde olması, bir özel, kişisel çekişme içinde olması söz konusu değildir.

Değerli arkadaşlarım, hatırlayacaksınız, seçimlerden sonra biz, AKP Genel Merkezini ziyaret ettik. O zaman AKP yöneticilerini kutladık, kendilerine başarılar diledik ve seçimlerin gereğinin yerine getirilmesi için, kişisel hiçbir duygunun etkisi altında kalmadan, Türkiye’de demokratik rejimin, milli iradenin, halk iradesinin, seçmen iradesinin işlemesini sağlayabilmek için elimizden gelen her türlü demokratik katkıyı inançla verdik. O zaman bu tartışıldı. Onu tartışanlar olayı bir kişisel sorun gibi algılayarak tartışıyorlardı. Biz, olaya, bir rejim konusu diye bakıyoruz. Bizim için önemli olan halkın iradesidir, milletin iradesidir. Millet seçime girmiş, tercihini yapmış, onun gereğinin yerine getirilmesi lazım. Bunun önündeki engellerin kaldırılması lazım. Bu anlayış içinde hiç tereddüt etmeden 2002 seçimlerinden sonra demokratik hak kısıtlamalarını ortadan kaldırmak için ciddi bir gayret gösterdik. Ne o zaman birisine özel bir destek veriyorduk, ne şimdi karşı çıkarken özel bir duyguyla, düşmanlık duygusuyla hareket ediyoruz, bunlar söz konusu değildir. Ortada bir siyasi, milli sorumluluğun gereği yerine getirilmektedir. Bunun çok iyi anlaşılmasına ihtiyaç var. Bizim sorunumuz, konumuz, hiçbir şekilde kişisel değildir. Başbakanla böyle bir duygusal gerginlik içinde olmamız hiçbir şekilde söz konusu olamaz, bunun çok iyi anlaşılması lazım. Aynı şekilde bu bir parti kavgası da değil. Cumhuriyet Halk Partisi – AKP kavgası değil, dikkatinizi çekerim, biz AKP ile kavga etmiyoruz. Bir cumhurbaşkanlığı planının Türkiye için yanlış olacağına ilişkin kanaatimizi anlatmaya çalışıyoruz. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bizim verdiğimiz mücadelenin aslında bir demokrasi ve anayasa mücadelesi olduğunu herkesin çok iyi anlamasını istiyorum. Bizim verdiğimiz mücadele bir demokrasi ve anayasa mücadelesidir. Anayasamızın özünün, hukukumuzun temellerinin, devletimizin özünün demokratik kurallar içinde sahiplenilmesini gerçekleştirmeye yönelik bir mücadelededir. Yani, hiç kuşku yok, bizim mücadelemiz, cumhurbaşkanlığı seçiminin Anayasaya uygun olarak, demokratik kuralları uygun olarak yapılması anlayışına dayanmaktadır. Bu konuda herhangi bir tereddüt olamaz. Elbette Anayasanın öngördüğü şekilde, elbette Türkiye Büyük Millet Meclisinin oyuyla, seçimiyle bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacaktır. Bu konuda bir tereddüt yoktur. Bu seçimin doğru bir seçim olması, Anayasaya uygun bir seçim olması, Anayasanın biçimine değil, sadece özüne de uygun bir seçim olması, Anayasamızın ilkelerini de yansıtan bir seçim olması bizim temel amacımızdır. Demokrasiyi sıkıntıya sokmayacak, demokrasiyi gerginliklere sürüklemeyecek bir seçim olması bizim temel kaygımızdır.

Değerli arkadaşlarım, Anayasaya uygun olarak yapılabilecek bir seçimle cumhurbaşkanı olması söz konusu olabilecek belki yüz tane insan vardır. Yüz tane insan, Anayasaya uygun olarak, demokrasiye uygun olarak, yetkili organ tarafından seçilebilir. Bunların içinde Anayasamıza ve demokrasiye en büyük sıkıntıyı, Anayasamızın özüne ve demokrasiye en büyük sıkıntıyı verecek olan seçim, Başbakanın cumhurbaşkanı olarak seçilmelidir. Bu en büyük sıkıntıyı yaratır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunu niçin söylüyoruz? Niçin böyle bir iddiamız var? Nedir bu iddianın dayanakları? Çok açık, Sayın Başbakan, Anayasamızın özünü içine sindirememiş, eline fırsat geçtiği zaman, yetki bulduğu zaman, ortamı uygun hale dönüştürdüğü zaman bu konuda Anayasamızın özüne aykırı açılımlar yapmaya kararlı bir siyasi şahsiyet olarak ortaya çıkmıştır. Bu konuda bizim tereddüdümüz yok. Bakınız 2002’de o bahsettiğim ziyarette, biz o zaman Başbakana dedik ki: Parlamentoda üçte ikiye yakın bir çoğunluğunuz var. Hükümeti kuracaksınız ve Türkiye’yi siz yöneteceksiniz. Millet böyle karar verdi, biz bunu saygıyla karşılıyoruz. Yalnız size şunu söylemek istiyoruz: Bakın, Türkiye’nin bu kadar sorunu var; borçları var, yolsuzluk var, işsizlik var, o zaman Annan Planı çıkmamış, önümüzde Kıbrıs sorunu var, Avrupa Birliği konusu var pek çok konu var. Bu konularda biz, size ulusal yararlar doğrultusunda katkı da veririz, yanlış uygulamalarınız karşısında demokratik hakkımızı kullanır, tartışmamızı yaparız, bu konularda hiçbir tereddüt yoktur, hayırlı olsun dedik. Ama, şuna dikkat edin dedik: Bakın geçmiş deneyler bize bunu gösterdi. Biz, bunu bir ciddi tehlike olarak görüyoruz. Sakın ha, Türkiye’nin Anayasal rejimini rotasından çıkarmaya yönelik bir arayışın içine girmeyiniz dedik. Sakın ha, Türkiye’nin Anayasa vazosunu kırmayın, rejim vazosunu kırmayın, laik, demokratik cumhuriyetin ilkeleriyle, kazanımlarıyla sakın ha uğraşmayın, sakın ha onunla oynamayın dedik. Bunu o zaman söyledik. Bunu niye söylüyoruz? Canım, var böyle bir süreç, böyle bir potansiyel var. Türkiye bu işi daha noktalayamadı, biliyoruz, farkındayız ve sizin şu ana kadarki yaklaşımınız, söyleminiz, içinden geldiğiniz siyasi kültür, haklı olarak bunu gündeme getiriyor. Size bunu daha şimdiden ortada hiçbir şey yokken, herkesin sevinç ve mutluluk içinde olduğu bu noktada size bunu hatırlatmayı görev biliyoruz dedik. Bize merak etmeyin “olur” dediler. Biz de dedik ki, bu aşamada “merak etmeyin, hiçbir şey olmaz” demek kolaydır, yarın başınız derde girer, şikâyetler artar, vatandaş tepki göstermeye başlar, yolsuzluklar çıkar, bunalırsınız, sıkılırsınız ve ondan sonra böyle bir ideolojik özünüze dönerek bir açılım yapma arayışı içine girersiniz. Sıkıntı genellikle o üç yıldan sonra ortaya çıkar dedik. Bunu da aynen böyle 2002 yılındaki o görüşmemizde kendilerine ifade ettik. Şimdi, geldiğimiz noktada bunu gördük değerli arkadaşlarım. Gerçi şu sırada cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla “aman, kimseyi tedirgin etmeyin, kimseyi rahatsız etmeyin, böyle bir kaygının hiçbir temeli yokmuş gibi özenle, dikkatle davranın” denilmektedir, bunu görüyoruz. Ama, bunun ötesindeki niyetleri, bunun ötesindeki hazırlıkları, geçmişte eline fırsat geçtiği zaman neleri yaptıklarını da çok iyi biliyoruz ve o dikkat içinde cumhurbaşkanlığı gibi Türkiye’de rejimin temel direği konumundaki bir makamın, Anayasayı içine sindirmiş, laik cumhuriyetle problemi olmayan, güven veren bir anlayışın elinde bulunmasını Türkiye’nin istikrarı, rejimimizin geleceği ve halkımızın mutluluğu açısından bir büyük sorumluluk olarak görüyoruz ve bunu anlatmaya çalışıyoruz. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir sürü gerekçe söyledik. Sayın Başbakan, Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilmeyecek maddelerle ilgili tartışma talebini resmen ortaya koymuştur. Anayasamızın özüyle ilgili bir arayış içinde olduğu ortadadır. Uyguladığı kadrolaşma anlayışı ortadadır. Başbakanlık Müsteşarının anlayışı, zihniyeti ortadadır. Milli Eğitim Bakanının uygulamaları ortadadır. Bütün bunları hepimiz görüyoruz. Eline fırsat geçtiği zaman ne yapacağıyla ilgili anlayışını biliyoruz. Şimdi, Anayasa Mahkemesinin oluşumu, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu, üniversite rektörlerini atayacak, üniversiteleri yönlendirecek kuruluşun oluşumu cumhurbaşkanının yetkisiyle işleyecektir. Böyle bir yetki Anayasaya güven veren, Anayasayı kavramış, Türkiye’nin cumhuriyet birikimine sahip çıkma kararı tartışma götürmez, Türkiye’nin tarihine, cumhuriyetine, ulusal bütünlüğüne inanmış, Mustafa Kemal Atatürk’e inanmış bir anlayışın elinde olmalıdır. (Alkışlar) Olmazsa Türkiye rahatsız olur, hepimiz rahatsız oluruz, millet rahatsız olur. Biz, bu tartışmayı kendi adımıza yapmıyoruz. Türkiye’de böyle bir ihtimalden tedirgin olan milyonlarca vatandaşımız adına bunu yapıyoruz. (Alkışlar) Yani, niçin Türkiye’de şimdi vatandaşlarımızın ezici çoğunluğu,”Aman sakın ha, Başbakan oraya çıkmasın” diyor, niye diyor? İşte, biz onların sözcülüğünü yapıyoruz, onlarına adına konuşuyoruz, onların duyarlılıklarına dile getiriyoruz. O çok önemli bir olaydır. AKP’ye oy vermiş vatandaşların bile önemli bir kısmı “Sakın ha, Başbakan oraya çıkmasın” diyor. Bakanlar tabii “gözünün içine bakıyorum, o ne söylerse onu yaparım” diyor. Milletvekilleri “o ne söylerse onu yaparım” diyor, ama, AKP’ye oy vermiş vatandaşlarımız “olmasa iyi olur” diyor. Bu boş mu? Onların hepsi Türkiye’nin barışını, huzurunu, istikrarını düşündükleri içini bunu söylüyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bunun bir defa, bu temel dayanaklarını herkesin çok iyi kavramasını istiyorum. Biz, samimiyetle Başbakanın cumhurbaşkanı olmasının Türkiye’de gerilimi artıracağına, Türkiye’yi sıkıntıya sokacağına inanıyoruz ve Türkiye’yi sakınmak için, korumak için bu ihtimale karşı herkesin duyarlılığını harekete geçirmeye çalışıyoruz. Bizim bu konuşmalarımızın, çabalarımızın hedefi sadece milletimizi ve iktidarı uyarmaktır. Biz, bu sözlerimizi milletimize yönelik olarak söylüyoruz, iktidara yönelik olarak söylüyoruz. “Başbakan ne söylerse yaparım” diyenlerin olayın bu tarafını da dikkate almasını sağlamak için bunları söylüyoruz. Demokratik görevimizi yapıyoruz. Bu görevin yapılması lazım. Böyle sessizce Türkiye teslim alınabilir mi? Türkiye, cumhuriyete yönelik tuzağın bu kadar aciz, bu kadar duyarsız, bu kadar dikkatsiz bir kamuoyu ortamı içinden yürütülmesine göz yumabilir mi? Böyle bir şey olmaz, olmayacaktır, olmamalıdır. Bunu anlatmak, Cumhuriyet Halk Partisinin görevidir, biz de bunu bütün gücümüzle yapıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, geldiğimiz noktada artık bu oturmuştur. Yani, aklı başında herkes, vatanını seven herkes, açık bir zihniyetle Türkiye’yi düşünerek olaya bakan herkes, “evet, bu olmamalıdır” diyor. Bu aşamaya gelinmiş olması önemlidir. Yani kimse bir sıkıntı istemiyor. Siz Başbakanken yargıyla kavga edeceksiniz, üniversiteyle kavga edeceksiniz, Danıştay’la kavga edeceksiniz ve ondan sonra cumhurbaşkanı olup ben, seninle hesaplaşırım anlayışı içinde oraya geleceksiniz. Böyle bir şey olmaz, bu doğru değil. Bunda Türkiye’ye yarar yok. Cumhurbaşkanı, ülkenin bütünlüğüne sahip çıkacak, ülkenin tümlüğüne sahip çıkacak, cumhurbaşkanı kafasında devletin temelleriyle ilgili hiçbir problem olmayan bir insan olacak, ben, Türk milletinin bir parçasıyım demekten gocunmayan bir insan olacak. (Alkışlar) Efendim, olmasa da olur, bir de bunu deneyelim, olmaz, olmamalıdır, olmayacaktır. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bazıları da diyorlar ki “CHP, aslında onun oraya geçmesini istiyor. Onu tahrik etmek için, kızdırmak için, onu engelliyor gibi gözükmeye çalışıyor, sert konuşuyor, o da kızsın geçiversin.” Önce, şunu herkes bilsin ki: Sayın Başbakanın cumhurbaşkanı olmayı istemesi için hiçbir teşvike ihtiyacı yoktur. O, o konuda zaten en yüksek istem düzeyindedir. O bakımdan hiçbir tereddüt yoktur, o istiyor zaten, onun teşvike ihtiyacı yok, tahrike ihtiyacı yok. Böyle konular psikolojik tahlillerle cevaplandırılacak konular değildir, yani kızdırdı da cumhurbaşkanı oldu. Böyle bir şey olmaz. Bunlar tarihin objektif dengeleri ve kuralları içinde şekillenir ve şimdi cumhurbaşkanlığı noktasında biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, milyonlarca vatandaşımız adına ve Türkiye’deki halkın çoğunluğu adına diyoruz ki, sakın ha, ihtirasının kurbanı olma, sakın ha Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmak üzere oraya gelmeye kalkma. (Alkışlar) Bu, bizim samimi anlayışımızdır, bu bizim görevimizdir, tarihi görevimizdir, Cumhuriyet Halk Partisinin görevidir, bu görevin gereğini yapıyoruz. Türkiye’nin biz, önündeki tehlikelere, tehditlere karşı en duyarlı hareket etmesi beklenen siyasi partisiyiz, bu görevimizi yapıyoruz ve milletimiz de bu görevi yaptığımızı görüyor, bunun önemini çok iyi anlıyor ve Cumhuriyet Halk Partisinin koyduğu doğrultuda Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla bir krize sürüklenmemesini temenni ediyor.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda gerekçelerimizi biz taa bütçe görüşmesinden beri aylar öncesinden bütün Türkiye’ye söyledik. 34 tane madde saydım ben, 34 tane madde. Bu maddelerin bir tanesiyle ilgili cevap alamadık. Yani bir kişi çıkıp da, bu doğru değil, sen gerçek dışı şeyler söylüyorsun demedi. Söylediğimiz her söz belgeli. Bu konuda niçin olmaması gerektiğine ilişkin her tespitimiz sağlam dayanaklara dayanıyor ve kimse de, canım, buradan bu çıkmaz demiyor. Koyduğumuz gerekçelerin her birisi, cumhurbaşkanlığı bakımından önemli, etkili, bunları söylemişiz, tekrar tekrar söylemeye gerek yok.

Anayasanın özüne inanmıyorsun, Anayasanın özünü tartışmaya açmak istiyorsun. Cumhuriyete karşı bir kadrolaşmayı fırsat bulduğun her yerde denemişsin. Şimdi, cumhurbaşkanlığı gibi olağanüstü yüksek yetkiler senin eline verilirse, Türkiye büyük sıkıntıya girer. Olmamalısın, senin uygulamaların bunlar demişiz. Sen, Türkiye’nin şerefini temsil edeceksin demişiz. Ne biçim manzara o, Hikmetyar’ın dizinin dibinde oturmuşsun, böyle görüntü olur mu demişiz. (Alkışlar) Yani o resme bir dikkatli bakın, normal bir yanda oturma, yer bulamadığından oturma değil, başka bir şey o. Bacağına sarılmış, vücut diliyle sadakatini ortaya koyuyor, bağlığını ortaya koyuyor. Şimdi, o insanı biz alacağız, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetinin cumhurbaşkanı yapacağız, benim içime sinmiyor. (Alkışlar)

Yasin El Kadı’ya garanti vermiş kefil olmuş. Kim Yasin El Kadı? Terörü finanse ettiği Birleşmiş Milletler kararıyla, bırakın Birleşmiş Milletler kararını Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu kararıyla terörü finanse ettiği tespit edilmiş, mal varlığı dondurulmuş, terörü destekleyen birisi. Şimdi, buna Başbakan garanti veriyor.


Değerli arkadaşlarım, bakınız Arnavutluk’ta kısa bir süre önce, yılbaşında El Kadı’nın bütün mallarına, varlıklarına el konuldu. Amerikan Hazinesi, El Kadı’nın ismini 38 kişiyle birlikte teröristler listesinde yayınladı. Uluslararası basında çıkan haberlere göre, Başbakanın meşhur danışmanı, Yasin El Kadı’ya ait bir vakfın hesabına 60 bin Amerikan Doları transfer etmiş. Daha sonra bu meşhur danışmanın annesi, 250 bin dolar transfer etmiştir. Başbakan, bu transferi yapan kişiyi yanında danışman olarak tutuyor, bu transfer yapılan vakfın başkanı, Yasin El Kadı’ya kefil oluyor ve sonra Türkiye Cumhuriyetine cumhurbaşkanı olmak istiyor. Olmaz… Olmaz… Olmaz, olmaz… (Alkışlar) Olmamalı.

Değerli arkadaşlarım, bakın son zamanlarda bu konuda ilginç bir tartışma gelişti, bu “sayın” tartışması. Görüldü ki, Başbakan, 30 bin vatandaşımızın kanının izleri ellerinde olan bir kişiye, bir konuşmasında iki kez “sayın” demiştir. Yani, iki kezi vurguluyoruz şunun için: Ağzından kaçıvermiş bir söz değil, bilinçli olarak söylemiş, sonra bir daha söylemiş. Zihnî işleyişinde böyle bir söylemi tedirginlikle karşılamasına yol açacak bir kurgulama yok “sayın” diyebiliyor. Ona “sayın” demiş, bu memleketin bağımsızlığı, ulusal bütünlüğü, şerefi, haysiyeti için canını vermiş olan insanlara da “kelle” demiş. (Alkışlar) Şimdi, bu ortada. Türkiye’de bazı DTP’liler “sayın” deyince ona mahkemeye veriliyor, yargılanıyor ve mahkûm oluyor. Şimdi, Başbakanın iki kez “sayın” dediği ortada. Bu işin hukuk boyutu var, ama bence asıl önemli olan hukuk dışındaki siyaset boyutudur. Hukuk boyutu yargı -bugün, dün öğrendik- bir soruşturma başlatmış, konuyu inceleyecek. O incelemenin sonucunda ne karar alınacak, onu hep beraber göreceğiz. Ama bence, o, o kadar önemli değil, şu nedenle önemli değil: Belki diyebilirler ki, efendim beş yılı geçti. İşte, eski ceza konulu, beş yıl zamanaşımı vesaire… Biz onlarla meşgul değiliz. Türkiye’de bir önemli siyaset adamının, cumhurbaşkanı adayının böyle bir sözü telaffuz edip etmediği, bu önemlidir. Amerika’da bir cumhurbaşkanı adayı söz konusu olsa idi, böyle bir telaffuzun kanıtlanması halinde, hiçbir şekilde bu adaylığını ortaya koyması mümkün olmazdı. (Alkışlar) Siz düşünebiliyor musunuz, kazara Amerikan Başkanı Bush, El Kadı hakkında “sayın” diyecek, bilmem Saddam hakkında “sayın” diyecek, Taliban hakkında “sayın” diyecek, Usame Bin Ladin hakkında “sayın” diyecek, böyle bir şey olabilir mi? Bu söylenmiş. Canım, kazayla söylenmiş. Kazayla söylenmişse, çıksın desin ki, kazayla söyledim, özür diliyorum. (Alkışlar) Çok mu zor? Bunu kazayla söyleyen bir insan, gülerek der ki, ya, bu yani başıma gelecek bir şey, çok özür dilerim, kusura bakmayın der, biter. Samimiyetini de görürüz, biter. Söyleyemiyor, lafını geriye alamıyor. Söyledi, söylediği ortada. Özür dile, özür dilemek de yok. Canım, önemi yok bunun, böyle şeyler olur.

Değerli arkadaşlarım, o sözün elbette önemi var. Nasıl olmasın, 30 bin şehit vermiş aileye, sen, “kelle verdin” diyorsun, böyle bir şey olabilir mi? (Alkışlar) Bu milletin temel duygularına, değerlerine bir açık saldırı değil mi? Bu saldırıyı Türkiye’nin hazmetmesi mümkün mü? Sessiz kalıp bunu içine sindirmesi mümkün mü? Başbakanın keyfi bozulmasın diye bunu yok sayması mümkün mü? (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu söylendi. Ayıp, yanlış. Ama, asıl önemli olanı şu: Bu sözler, Başbakanın bu konulardaki zihin karışıklığını yansıttığı için ayrıca bir özel önem taşıyor. Sıradan gelip geçmiş bir anlık bir yanlışlık olmanın ötesinde Başbakanın zihnî halini, bu konudaki anlayışını, zihniyetini yansıttığını millet gördüğü için, 70 milyon birdenbire zaten var olan tereddütlerinin somutlaştığını bu ifadede fark ettiği için işte o zaman bu olağanüstü bir önem taşıyor. Bu mahkeme kararıyla falan değiştirilebilecek bir şey değil. Şimdi, bu zihnî kargaşa nereden geliyor? Değerli arkadaşlarım, bakınız şöyle bir hatırlayınız: Daha en son örneği söyleyeyim size: Terörle Mücadele Yasasını geçirmeye çalıştılar geçen yıl, içinde bir 6’ncı madde vardı. 6’ncı maddeyi bir inceledik, orada diyor ki: “Terörist başı, terör örgütünün kurucusu…” “terörist başı” demiyor, ben diyorum “terör örgütünün kurucusu da” diyor, “Pişmanlık Yasasının imkânından yararlanabilir.” Bu, kanuna konulmuş olan bir madde. Terörle Mücadele Yasası’nın 6’ncı maddesi “terör örgütünün kurucusu da Pişmanlık Yasası’ndan yararlanabilir” diye madde var. Sorduk kim bu terör örgütünün kurucusu, Türkiye’de kaç tane terör örgütünün kurucusu var? Daha ince, daha münasip bir hukuki tarif olabilir miydi? İşte koymuşlar “terör örgütünün kurucusu…” Bize, ık mık, işte olurdu, olmazdı falan… Olmaz diyorsanız, hiç karışmıyoruz, çıkarın da görelim dedim. Hiçbir şey yapmayacağız biz dedim. Madem “burada böyle bir sakınca yok” diyorsunuz, çıkarın bunu hep beraber görelim. Korktular, çıkaramadılar. Tabii, şimdi, o maddeyi oraya kim koydu? O maddeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine kim gönderdi? Altında kimin imzası var? Terör örgütünün kurucusunun da tahliyesinin kapısını açabilecek olan, belli bir zaman süreci içinde bir hukuk mücadelesiyle, o maddeyi oraya kim koydu? Başbakanın imzasıyla geldi. Şimdi, vatandaşlar bunu kafasında tutuyor, ben de tutuyorum, ben de. Ben, Başbakana haksızlık yapma, saygısızlık yapma arayışı içinde değilim, ama bunu unutmam mümkün mü? Senin imzanla bunun geldiğini ben unutur muyum? (Alkışlar) İmzalamışsın göndermişsin, aklımda o duruyor. Aklımda, senin gidip “28 tane kimlik var, Türkler de o alt kimliklerden birisidir” dediğini biliyorum. Diyarbakır’a gitmeden önce ne gibi hazırlıklar yaptığını, orada ne söylediğini biliyorum. Barzani’nin seni “Aman Türkiye’de iktidara Tayyip Erdoğan gelsin” diye desteklediğini biliyorum. Talabani’nin seni desteklediğini biliyorum. (Alkışlar) Şimdi, sen bu ortamda çıkıp bir de “Sayın Öcalan” diyerek bir konuşma yaptığını görünce insanlar, “haa bunun kafası karışık” demeye başlıyorlar. Olay bir kelime olmanın ötesine geçiyor, bir zihniyeti yansıtan bir ifade oluyor. Şimdi, biz bunları ortaya koyduk. Bunun cevabı var, ya söylemedim dersin veyahut da bunun söz konusu olmadığını inandırıcı biçimde ortaya koyarsın. Hiç böyle bir şey yok. “Millet beni bilir. Ben, terörist başıyla beraber mi olurum” falan falan, afaki yuvarlak laflar. Bak o yasayı sen göndermedin mi arkadaş, göndermedin mi? Bu vaka değil mi? Şimdi, bu manzara karşısında Başbakan çok rahatsız oldu, çok canı sıkıldı, sinirlendi, kızdı ve bize saldırmaya yöneldi. Bize ne söylüyor? “Sen, bu teröristler daha tam ortaya çıkmadan önce Mecliste onların dostları, arkadaşları olan milletvekilleriyle aynı çatı altında bulundun” diyor. “İşte Meclis albümü” diyor, “belge” diyor.

Değerli arkadaşlarım, hiç kuşku yok, elbette, yani bunun tartışılır bir tarafı yok, ama gerçek şudur ki: Biz, terör konusunda tavrı netleşmemiş hiç kimsenin Parlamentoda yer almasına destek vermeyi bilinçli olarak bütün siyasi hayatımız boyunca reddetmişiz. Bu konuda çok tutarlı bir çizginin içinden geçiyoruz. Kimsenin bize, terörle ilişkisi olan herhangi bir çevreye himaye verdiğimizi söyleyemez, bu çok açık, çok net. Başbakanın bu ithamı beni kızdırmıyor, çünkü doğru değil. Başbakan bu iddiayı ilk kez söylemiyor, daha önce de söylemişti, ama o defa “işte, sen bu olurken Grup Başkan Vekili idin partide. Sen onları aldın” demişti. Ben çıktım dedim ki, Başbakan yalan söylüyor. Tabii Başbakana yalan söylüyor demek ağır bir iddia, bir itham. Hemen mahkemeye verdi, mahkeme incelemesini yaptı, “Baykal haklıdır” dedi. Elimde yargı kararı var, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı var. Başbakanın, bu konudaki ithamının haksız olduğu bu şekilde ortaya çıkmıştır. Şimdi, Başbakan, bu lafa “Genel Sekreterdin” diye söylüyor. Yani, bu iş olduğu zaman, 91 seçimlerinde Parlamentoya onlar girerken benim genel sekreter olduğumu söylüyor. Türkiye’nin siyasi hayatını da bilmiyor, onu da izlemiyor, ne konuştuğunun da tam farkında değil. Eline yazmışlar vermişler, o da söylüyor. Genel Sekreter de değildim, grup başkan vekili de değildim, böyle bir işbirliğine ta başından beri kararlı olarak hep karşı çıktım, bütün siyasi hayatım boyunca da karşı çıktım. (Alkışlar) Şimdi, biz, buna karşı çıkıyoruz, Başbakanın iddiasının bizi etkileyen hiçbir tarafı yok, hiç onunla meşgul değiliz, çünkü doğru değil, gerçek dışı bir beyan. Başbakan, bizim bu suçlamalarımız karşısında rahatsız oluyor ve savunmayı cevap verme yerine mukabil hakaret ve saldırı yapma yolunda arıyor. İşte, bizim hakkımızda bir seviye, irtifa tartışması açmaya çalışıyor. İşte, “çukur, irtifa, seviye…” Baktım, ne söylüyor bu diye, söylediği geçen yüzyılın Babıâli kavgalarında kullanıla kullanıla çürümüş bir eski söylemi, yani orijinal değil, intihal. Yani, söylediği laf aparma, daha Türkçesi ile ifade edeyim intihal, yani Başbakanlık Müsteşarı intikal yaptığı için apartma yaptığı için mahkûm olmuştu, şimdi Başbakan da böyle 20’nci Yüzyıl, geçen yüzyılın Babıâli kavgalarından apartmalarla işte “seviye konuşmuyorum, çünkü o da bir irtifa ifade eder” falan diye “çukur” ima etmeye çalışıyor.

Değerli arkadaşlarım, bu “çukur, irtifa, seviye” bunlar coğrafî kavramlar, yani Başbakanın seviye telakkisi coğrafî çerçevenin dışına çıkmış değil. Başbakan, kadastro, arsa terminolojisi içinde olaya bakıyor. Tabii seviye önemli bir söz, sadece coğrafî bir deyim olarak anlaşılamaz, bir kültür seviyesi var, bir ahlak seviyesi var, bir dürüstlük seviyesi var, seviye deyince bütün bunları beraber düşünmek lazım. (Alkışlar) Başbakan, velhasıl çok kızgın, saldırarak bunlara cevap vereceğini zannediyor. Bunların cevabı değil Sayın Başbakan. Sen, Öcalan’a “sayın” dedin mi, demedin mi? Bu senin kafandaki karışıklığı yansıtıyor mu, yansıtmıyor mu? Sen, daha önce Terörle Mücadele Yasası’na, onu affetmeye yönelik maddeyi koydun mu, koymadın mı? Sen, onun etrafındaki çevrelerle flört ediyor musunuz, etmiyor musun? Onlarla işbirliği yapıyor musun, yapmıyor musun? Sorular bunlardır, bunların cevabını ver. Bunların cevabı yok. Bunların cevabı, vay, sen işte “seviye” bilmem “irtifa” falan değildir. Bunların cevabını sen verirsin, benimle ilgili varsa bir iddian söylersin, o iddianın cevabını da alırsın. Benimle ilgili bir iddia koyamıyor, koyduğu iddialar mahkemeden geriye dönmüş olan iftiralardır.

Değerli arkadaşlarım, Başbakan, işte bu tartışmaları falan konuşurken, bunları tabii konuşacağız, milletimiz de bu konunun aslını merak ediyor, o nedenle bu konuları ben de tartışmak istiyorum. Başbakanın ruh hâline yansıtan bir açıklama da, yine bu geride bıraktığımız günlerde ortaya çıktı. Bana, “sen kimsin?” diyor. Yani, Allah’ın fani bir kuluyum, yetmiyor mu? (Alkışlar) Yani “sen kimsin?” Bu, hangi ruh halidir? Bunu duyunca aklıma şu geldi: Hani böyle suçüstü yakalanan bazı insanlar vardır kontrollerde falan, polis hemen “belgeni çıkar” falan diye üstüne gider falan. Ona “ben kimim, sen biliyor musun? Sen kimsin”? derler ya, bu ruh hali içinde Başbakan. Yani, orada yakalanmış “sen kimsin?” diyor. Sen bırak benim kim olduğumu, sen, sana sorulanlara cevap ver. Benim bir kimlik problemim yok. Benim kimlikle ilgili bir sıkıntım yok, bir kompleksim yok. Herkese saygım var, sana da saygım var, herkese saygı duyduğum gibi sana da saygı duyarım. Senin kimliğini sormuyorum, çünkü senin kimliğini ben biliyorum zaten, biliyorum. (Alkışlar) Bunların hepsi Başbakanın sıkıntısını yansıtan değerlendirmeler, ama gerçek açıktır ki, Başbakan cumhurbaşkanı olmak istiyor, cumhurbaşkanı olamayacağını görmeye başladı. Cumhurbaşkanı olmaya kalkmasının yaratacağı sorunları, sıkıntıları sezmeye başladı. O nedenle diyorum ki, ben, bu itirazımı yapıyorum, şikâyetlerim olmaması gerektiğini anlatıyorum, niçin olmayacağını söylüyorum, bunları en iyi anlayacak kişi bizzat Başbakanın kendisidir. En iyi Başbakan, niçin olmaması gerektiğini biliyor ve benim bu konudaki söylemimin haklılığını o da kavrıyor. O nedenle ben diyorum ki, cumhurbaşkanı olamaz, olmayacaktır. (Alkışlar) Türkiye, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı dönemini taşıyamaz. Bütün bu özelliklerini bildiğimiz bir insanın, Türkiye Cumhuriyeti sancağı önünde eğilemez, eğilemez. (Alkışlar)

Cumhurbaşkanının önünde sancağımız eğilir, çünkü o cumhurbaşkanı tarihi, geleceği, 70 milyonu, bütün güzelliklerimizi, değerlerimizi temsil eder, ama Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu diye, o sancak onun önünde eğilemez, o nedenle olmayacak. Olmaması gerekiyor, hep beraber oldurmayacağız, hep beraber bunu başaracağız. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu demokrasinin zaferi olacak. Bunun başarılması bilmelisiniz, demokrasinin zaferi olacak, Anayasamızın zaferi olacak, cumhuriyetimizin zaferi olacak, tarihimizin zaferi olacak, Mustafa Kemal Atatürk’ün zaferi olacak. (Alkışlar) Hep beraber bu dönemi yaşıyoruz. Görevimizi yapıyoruz, gerçekleri anlatıyoruz, Türkiyemize sahip çıkıyoruz, Anayasamıza sahip çıkıyoruz. Elbette Meclis seçecek, elbette Anayasamıza göre seçecek. Anayasamıza göre seçimle ilgili bir problem olursa, Anayasa Mahkememiz o konuda karar verecek. Her şey hukuka uygun, her şey Anayasamıza uygun, her şey demokrasiye uygun, cumhuriyete uygun olarak gidecek.

Değerli arkadaşlarım, bakınız böyle yanlış işleri yapmaya çalışanlar, genellikle bu yanlış işleri kutsal bazı kavramların arkasına saklamaya çalışırlar. Yani, yaptığı yanlış işi gözden kaçırabilmek için onu bir başka büyük kutsal kavramın bir parçası hâline dönüştürmeye çalışır. Mesela, nedir böyle kullanılan, çok sık kullanılan bir kavram? Dindir. Yanlış işleri dinle meşrulaştırmak isterler. Nedir bunun bir örneği? Mesela bizim milli mücadelemizi dinî fetvalarla engellemek istemişlerdir. Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, İngiliz işgalini dinî fetvalarla kamufle etmek istemişlerdir. Bu bir gerçektir. Ne ilişkisi var Türkiye’nin bağımsız yaşamak isteyen, milli mücadeleyi vermek isteyen, İngiliz hegomanyasını, Yunan işgalini sona erdirmek isteyen insanların bu mücadelesinin önüne din adına senin çıkmaya ne hakkın var? (Alkışlar) Çıktılar ama, çıktılar… Çıkarlar… Elin İngilizi gelir, İslamiyeti, “bu Müslüman topraklar bağımsız olsun” diyenlere karşı kullanır, kullanmışlardır. Dini kullandılar, şimdi demokrasiyi kullanıyorlar değerli arkadaşlarım. Demokrasiyi yanlış işlerin bir kılıfı hâline getirmeye çalışıyorlar. Çok dikkatli olmak lazımdır. Demokrasi, evet demokrasi, ama yanlışı meşrulaştırması demokrasinin söz konusu olamaz. Doğruyu arayacağız, demokratik çerçeve içinde demokratik usullere, Anayasanın kurallarına, hukukuna saygı göstererek doğruyu elde edeceğiz, ama doğruyu elde edeceğiz. Yani, usul, her türlü yanlışı meşru hale getirmez. Usul, esas sorumluluğunu kesinlikle ortadan kaldırmaz. O nedenle, hepimizin bu konuda duyarlı ve dikkatli olmamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, cumhurbaşkanlığı konusu önümüzdeki haftaların da temel konusu olacak. Giderek olay yaklaşıyor, önümüzde en çok üç hafta var. Bu üç hafta içinde biz dikkatimizi, duyarlılığımızı ayakta tutacağız.

Geride bıraktığımız günlerde önemli bazı gelişmeler oldu. Birisi bugün ortaya çıktı. Biliyorsunuz, yargı konusunda bir büyük oyun oynanıyor idi ve bunu hep birlikte bu kürsüde ben, arkadaşlarımız ve bu konuda kamuoyumuzun duyarlı çevreleri harekete geçtiler ve bu yanlışa karşı bir büyük mücadele verdik. Olay nedir? Yargıtay’da 24 tane üye boş, 9 üye Danıştay’da boş, bunların seçiminin yapılması lazım. Seçimi yapacak olan organ Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu, ama onun yapabilmesi için Adalet Bakanının, onlara “gündeminiz budur” demesi lazım. Adalet Bakanı bunu demiyor, yetkili kurul seçim yapamıyor. Seçim olmayınca Yargıtay’da 24 tane Yargıtay üyesi boşluğu devam ediyor. Ne zaman devam ediyor? Yargıtay, dünyanın en ağır iş yükünün, dosya yükünün altında ezilirken. Yargıçlarımız evlerinde gece gündüz, tatil bayram dinlemeden dosyaları çözmeye çalışırken ve kadro yetersizliğinden dolayı işler iyice artmışken, bütün bunlara rağmen geçen yıl binin üzerinde dosya zamanaşımına uğrayarak adalet yerine getirilmeden kapatılmışken, 24 tane Yargıtay üyesi bekleniyor, seçim engelleniyor. Kıyameti kopardık, biliyorsunuz ve en son olarak da bugün Genel Sekreterimiz Sayın Sav, Grup Başkan Vekilimiz Sayın Kemal Anadol ve Partimizin Anayasa ve Adalet Komisyonu üyeleri, hukukçu arkadaşlarımız Adalet Bakanından randevu istediler, üç dört gün önce randevu istediler. Bugün saat 12.30’da o randevuya gidecekler idi. Giderken sevindirici bir haber aldık. Sayın Adalet Bakanı, Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluyla temas etmiş ve seçimin 15 Nisanda yapılmasını karar altına almışlar. Ha şöyle, haa. Olması gereken bu, doğruyu yapalım. (Alkışlar) Kaçmanın, kaytarmanın imkânı yok, bunu taşımaz Türkiye. O güvenle bunu söyledik, o güvenle bu konuda çabalarımızı sergiledik. Hukuk fakültelerimizin dekanları, Danıştayımızın başkanı, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulumuz, hepimiz hep beraber buna sahip çıktık ve bugün bu konuda bir taahhüt ilan edildi. 15 Nisan, yani çok geçtir, gönül ister ki derhal yapılsın. İşi epeyce uzatıyorlar, ama Adalet Bakanının sözüne güveniyorum ve 15 Nisanda bu seçimin yapılacağını umut ediyorum ve bunu olumlu bir gelişme olarak dikkatinize sunuyorum.

Aynı şekilde, bakın olumlu olmayan bir başka gelişme: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Türkiye’nin üye önerisi. Orada görevini yapan çok değerli bir yargıcımız var, Rıza Türmen. Çok sevilen, çok başarılı, saygın bir yargıç. Hükümet, işte dönem, süre bitmiş, yeni dönem için bir hâkim seçimi söz konusu, hükümetin aday önermesi lazım. Hükümetimiz aday önermiş, adaylardan birisi Rıza Türmen, iki isim daha var. O arada bir gazete, Danıştay cinayetinin azmettiricileri arasında yer aldığı iddiasına konu olan bir gazete “Sakın ha, bunu veremezsin” diye yayın yapmış ve hükümetimiz de, o gazetenin talimatı doğrultusunda Rıza Türmen gibi bu işi en başarılı şekilde yapan bir yargıcımızı listenin dışına çekmiş, başka üç kişiyi önermiş, şimdi onların arasından birisi seçilecek. Önerilenlere bakıyorsunuz, bunların her birisi, bu cumhuriyetle, Anayasamızla, yazılarıyla kanıtlanmış şekilde, tıpkı Başbakanlık Müsteşarı gibi problemi olan bir insan, onlardan birisi mesela orada. Bütün bunlar neyi gösteriyor arkadaşlar? İşte, bütün bunlar Tayyip Erdoğan’ın niçin cumhurbaşkanı olmaması gerektiğini gösteriyor. Aslında odur olay, aynı olay. (Alkışlar) Burada bu, bu şekilde kendisini göstermiş.

Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız günlerde bir yandan yolsuzluklar, bir yandan iktidar mensuplarının çoluk çocuklarının birdenbire bir ekonomik atılım gerçekleştirme durumunda olduklarına ilişkin haberler hepimizin gündemini yakından meşgul etti. Türkiye, tabii bunları dikkatle izleyecek. Yani, basınımızda da çıktı. Gerçekten rahmetli Adnan Menderes’in Başbakanlığı sırasında yurt dışında eğitimini tamamlamış oğlu gelip bir arkadaşıyla bir iş kurmak üzere izin istediğinde Adnan Menderes’in söyledikleri, elli yıl önce söyledikleri, aslında bütün siyasetçilerin kulağına küpe olması gereken sözlerdir. Yani, elli yıl önceki Adnan Menderes’e bakınız, şimdi geldiğimiz noktadaki tabloya bakınız. Sadece bu dürüstlük, yolsuzluk, eş dost, aile kollama, devlet olanaklarını yakınlarına peşkeş çekme falan uygulaması bakımından değil, laiklik, cumhuriyet sevgisi, Atatürk sevgisi bakımından da, yani Menderes dönemini bunlarla mukayese ettiğimiz zaman arıyoruz, arıyoruz, bunu bilmenizi istiyorum. Gerçekten onu çok daha özletir bir noktaya koyacak bir anlayışın içine doğru bunların girdiklerine tanık oluyoruz.

Avrupa Birliği ile ilgili Roma Anlaşmasının imzalanışının 50’inci yıl dönümünü kutlandı. Tabii bu tören, aslında çok ibret verici bir tören oldu. Türkiye Başbakanı, Dışişleri Bakanı bu törenlere çağırılmadı. İki yıl önce çağrılmıştı, 2004’teki törenlere çağrılmıştı, ama şimdi çağırılmadı ve yayınlanan bildiride ne Türkiye’den söz ediliyor, ne genişlemeden söz ediliyor böyle bir manzara. Almanya Başbakanı elli yıl sonra bile Türkiye’nin tam üye olmasının söz konusu olmayacağını açık bir şekilde ortaya koydu, böyle bir tablonun içindeyiz. Yani, bu iktidar iş başına geldiği zaman Türkiye’nin önünde bir Avrupa Birliği geleceği duruyor idi, o perişan olmuştur. Yanlış yönetilmiştir ve Avrupa Birliği konusu bir fiyaskoya döndürülmüştür. Çok açık, çok net bir biçimde bu bir kez daha ortaya çıktı ve bugün, şimdi Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerine bu gerçekler karşısında nasıl yaklaşmak lazım, ne olacak durum, Gümrük Birliği ile tablo nedir bakanlar bunu tartışır hale geldiler.
Değerli arkadaşlarım, bu, Cumhuriyet Halk Partisinin bu konuda izlediği politikanın, zamanında yaptığı uyarıların ne kadar yerinde olduğunu gösterdi. Avrupa Birliği ile çok muhabbet tez ayrılık getirdi. Gereksiz, hak edilmemiş, temeli olmayan, oldu bitti havası, ciddiyetsiz, sorumsuz, gerçeklerden uzak bir yaygara Avrupa Birliği işini bugün çıkmaza soktu, sorumlusu da bunlardır. Avrupa Birliği yüzlerine gözlerine bulaştı, Türkiye’deki yolsuzluk işleri çığırından çıktı, ekonomi, işsizlik, tarımın, çiftçinin hali en büyük sorun olmaya devam ediyor, böyle bir tablonun içinde şimdi cumhurbaşkanlığı seçimini bir an önce arkamıza alalım ve yeni bir iktidar kurmak için Türkiye’de hepimiz bütün gücümüzle çalışalım diye bekliyoruz.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum, başarılar diliyorum. (Alkışlar)