Thursday, March 22, 2007

Genel Başkan Baykal Uyardı; “Susuz Hayat Olmayacağına Göre, Var Olan Suyu Yakalamak Ve Değerlendirmek Durumundayız”


-“Türkiye desteklemeden tarımını kalkındıramaz. Dünyada tarımı kalkınmış olan ülkelerin tümü tarımını desteklemiştir ve desteklemeye devam etmektedir”
-“Türkiye tarımını kalkındırmadan hiçbir ekonomik ve sosyal sorununu çözemez”

-“Son 2,5 ayın içinde İstanbul’da 11 otobüs yakıldı, belli semtlere otobüs seferleri yapılamıyor. Ne yatıyor bunun altında? Sen tarımı ihmal edersen, tarıma destek olmazsan, tarımda yaşayan milyonlarca insanın karnını doyurmasına, çoluğuna, çocuğuna bakmasına ve kentteki insanlara destek vermesine, onlar için bir dayanak oluşturmasına fırsat bırakmazsan Türkiye çözülür,dağılır ve çözüldüğü zamanda böyle acı tablolar ortaya çıkar”

-“Kalkınma çiftçiden, tarımdan, köylüden, toprağa, suya sahip çıkmaktan başlayacaktır, başlamalıdır”

-“Bugün dünyanın kuraklık tehdidiyle karşı karşıya kalmasının asıl sorumlusu sanayileşmiş, kalkınmış ülkelerdir. Onların sorumsuzca doğayı tahrip eden uygulamaları bugün bu karbondioksit salınımlarının artmasına, ozon tabakasının delinmesine ve bir küresel iklim değişikliği tehdidinin, kuraklık tehdidinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.”

-“İnsanların dünyayı tüketim temposu, tüketim biçimi, yaşayış biçimi maalesef bizi kuraklık tehlikesiyle ve iklim değişiklikleri tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır”

-Türkiye Sulama Kooperatifleri Merkez Birliği Başkanı Uysal Genel Başkan Baykal’a konuşmasının sonunda bir plaket verdi.



İletişim Koordinatörlüğü (Ankara)– CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Susuz hayat olmayacağına göre, var olan suyu yakalamak ve değerlendirmek durumundayız” diye uyardı

Dünya su günü dolayısıyla Türkiye Sulama Birlikleri Merkez Birliği, Ziraat Mühendisleri Odası ve Türkiye Odalar Borsalar Birliği’nin düzenlediği toplantıya katılan Genel Başkan Baykal bir konuşma yaptı. Konuşmasının sonunda Türkiye Sulama Birlikleri Merkez Birliği Başkanı Halis Uysal’ın verdiği plaketi alan Genel Başkan Baykal görüşlerini şöyle açıkladı;

“Saygıdeğer konuklar hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. Dünya su günü dolayısıyla Sulama Birlikleri Merkez Yönetimin Ziraat Mühendisleri Odamızın ve Türkiye Odalar Borsalar Birliğimizin işbirliği içinde gerçekleştirdikleri bu programa katılmaktan, sizlerle beraber olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Konuşmasının sonunda plaket alan Genel Başkan Deniz Baykal görüşlerini şöyle açıkladı;

Bu programda dünya çapındaki iklim değişikliklerinin, kuraklık tehlikesinin ve dolayısıyla su yönetimi konusunun ön plana çıkarılması ana tema olarak ortaya konulması çok yerinde bir tercih olmuştur. Gerçekten içinde bulunduğumuz ortamda dünya çapında bir su duyarlığının, su dikkatinin, kuraklık tehlikesinin yaygın bir biçimde algılanmaya başlandığını ve bu konulara giderek yükselen bir ilginin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu tabi aslında olumlu bir gelişme olarak belki değerlendirebilir. Ama bence bu şuana kadar, bugünlere kadar sürdürülen duyarsız, olumsuz politikaların, uygulamaların dünyayı acımasızca tüketmeyi içine sindiren, toprağı suya karşı gerekli dikkati sergilemeyen, doğal kaynakları kişisel konfor için teknoloji adına çığırından çıkararak tüketmeyi bir ilerleme olarak kabul eden anlayışın bizi getirdiği bir noktadır. Yani şimdi kuraklık sorununu konuşuyoruz. Kuraklık sorunu doğanın kendi dinamikleriyle ortaya çıkan bir sorun olarak anlaşılmamalıdır. Yani niçin kuraklık sorunuyla karşı karşıyayız. Takdiri ilahi, Allah’ın değerlendirmesi ya da doğanın kendi doğal dinamiği bizi bu aşamada kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Hayır bu doğru bir değerlendirme değildir. İnsanların dünyayı tüketim temposu, tüketim biçimi, yaşayış biçimi maalesef bizi kuraklık tehlikesiyle ve iklim değişiklikleri tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.

Yani buna yol açan ozon tabakasının delinmesi ve karbondioksit salınımlarının giderek yaygınlaşması ve bunun yol açtığı küresel ısınma, sera gazı etkisi ve bu ısınmaya bağlı olarak buzulların erimeye başlaması, buzulların erimesinin dünyadaki su akımlarına, sıcak, soğuk su akımlarına yansıması ve bunun sonucunda da dünya ikliminin değişmeye başlamasının temelinde insanlığın, medeniyetin, sanayileşmenin sonucunda ortaya çıkan olumsuzluklar yatıyor. Yani insanların kendi eliyle yarattıkları bir iklim değişikliği tehdidiyle, bir kuraklık tehdidiyle karşı karşıyayız.

Öte yandan hepimiz suyun yaşamla özdeş olduğunu çok iyi biliyoruz. Su yaşamın en temel gereksinmesi. Bugün dünya dışındaki gezegenlerde hayat var mı arayışı sürdürülürken en çok dikkat edilen konu su nerede var, su var mı? Suyun olduğu bir yeri yakaladıkları zaman hayatın başka gereklerini arama noktasına gelecekler. Ama su yoksa hiçbir şey aramaya gerek yok. O nedenle su hayatın en temel maddesidir ve suyun dünyamızda da bugünkü tüketim tempomuzla Türkiye’mizde de artan nüfus ve artan tüketim biçimleri dikkate alındığı zaman yeterli olmadığını, gelecekte daha da çok olmayacağını görmek durumundayız. Yani insaniyetin bu temposu, bu gidişi, bu nüfus artışı, bu tüketim temposu dikkate alınacak olursa Türkiye’de de, dünyada da gelecekte çok ciddi bir su sorunuyla karşı karşıya olacağımız açıktır. Bütün bunlar nereye getiriyor? Su kaynaklarının doğru değerlendirilmesine ve onların doğru yönetilmesi noktasına bizi getiriyor. Susuz hayat olmayacağına göre var olan suyu yakalamak ve değerlendirmek durumundayız.

Tabi bu çerçevede bir büyük umut denizlerin tatlı su değilse bile, bir su kaynağı olarak kullanılabilme niteliğine sahip olmasıdır. Ama burada tabi gene çok uzun dönemli ve stratejik bir değerlendirmeyle söylüyorum. Denizleri tüketmeyi de zaman içinde bir yöntem haline getirmemeye özen göstermek zorundayız. O da çünkü bir insanlık kaynağıdır. O da hepimiz için, gelecek kuşaklar için, insanlığın daha yüzyıllarca sonrası için bir güvencedir, bir sigortadır, bir dayanaktır. O nedenle sorumlu olmak durumundayız, dikkatli olmak durumundayız. Kaynakları en doğru şekilde kullanmak durumundayız. Bu bizim artık canım Allah’ın nimeti, kullan kullanabildiğin kadar, bir sorun yok, bir sıkıntı yok noktasını geride bıraktığımızı bize gösteriyor. Eskiden o noktadaydık. Şimdi artık yönetmek zorundayız. Yönetme mecburiyetinin ortaya çıkması bu sıkıntının kendisini göstermesi demektir. Artık yönetmeden isteyen istediğini yapsın diyerek bir yere varamayız. Kural koyacağız, hedef koyacağız. O hedefi gerçekleştirecek teşkilat kuracağız, yetki belirleyeceğiz, sorumluluk belirleyeceğiz ve bir düzen tutacağız. Düzen tutmadan bu işin götürülmesi mümkün değildir.

Bu çerçeveden baktığımız zaman gördüğümüz şudur; dünyada da doğru dürüst bir düzen yok. Hiç kuşku yok onlarda çok acımasızca bu kaynakları tüketiyorlar. Bugün dünyanın kuraklık tehdidiyle karşı karşıya kalmasının asıl sorumlusu Sayın Gökhan Günaydın’ın da sunuş konuşmasında işaret ettiği gibi bu sanayileşmiş, kalkınmış ülkelerdir. Onların sorumsuzca doğayı tahrip eden uygulamaları bugün bu karbondioksit salınımlarının artmasına, ozon tabakasının delinmesine ve bir küresel iklim değişikliği tehdidinin, kuraklık tehdidinin ortaya çıkmasına doğrudan neden olmuştur. Ama bu bizi bu sorunun kendi açımızdan olumsuz yönlerini yaşamaktan kurtulmamıza yetmiyor. Bu bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Değerli arkadaşlarım, bu yönetim konusuna dikkati çekiyorum. Artık yönetmek durumundayız. Su konumuz var ve buraya baktığımız zamanda ne görüyoruz? Türkiye’de tam bir boşluk var, tam bir başı boşluk var. Türkiye’nin daha bir su kanunu yoktur. Toprak kanunu da yoktur, su kanunu da yoktur. Yani suyu nasıl yöneteceğiz. Su nedir? Bunun cevabını resmi çerçeve içinde verebilmiş değiliz. Bu cevabı belki bu aşamada vermemiş olmamızın kendine göre yararı da vardır. Çünkü yanlış cevaplar verebilirsek, yanlış düzenlemeler yaparsak yanlış sonuçlara da gideriz. Böyle bir düzenleme yapılırken bu konuya bir yeni anlayışla girerken cevaplandırılması gereken ilk soru şudur; su kimindir? Su kime aittir, su nedir, su bir meta mıdır, bir mal mıdır? Birilerinin parayı bastırıp el koyabileceği ve istediği gibi kendi keyfine göre bir ticari mantık içinde, kıtlık şartlarında fiyat yükselterek istediği gibi satabileceği bir emtiamıdır su? Bunun cevabını önce vermemiz lazım. Bunun cevabı bizim açımızdan çok nettir. Su bir mal değildir. Su bir emtia değildir. Su bir toplumsal varlıktır. Bütün toplumun bir varlığıdır. Bu anlayışla olaya bakmamız lazım. Su kimindir sorusuna su hepimizindir, bu hayat hepimizindir, hepimizin su hakkımız vardır. Onun en sorumlu, en uygun şekilde kullanılmasının güvence altına alınmasına ihtiyaç vardır. Suyu nerede kullanacağız? Arkadaşlarım çok güzel anlattılar. Suyu esas itibariyle tarımda kullanacağız. Çünkü tarım hayatın bir başka dayanağı. Su bir çeşit insanlığın, beşeriyetin varlığını sürdürebilmesi için dönüşecek. Su ve toprak gıdaya dönüşecek, tarıma dönüşecek. Onu laboratuarda imal etmeye imkan yok. Onunla tatmin olmaya imkan yok. Vitaminlerle hayatı sürdürmeye imkan yok. Sayın Halil Uysal’ın daha önceki bir konuşmamda da işaret ettiğim gibi doğa kendisini su olarak, toprak olarak ortaya koyuyor. Bunun fotosentez yoluyla dönüşümlerini ikame etme imkanımız yoktur. Hayat doğanın bu özüne saygı göstererek sürdürülebilir. Ve bu yaklaşım içinde baktığımız zaman gördüğümüz nedir? Suyun esas itibariyle hayatın temadiyetini, sürekliliğini, devamını sağlayacak olan gıdaya dönüşmesini güvence altına almak ve bunu da çok sağlıklı, çok dengeli bir düzenleme içinde gerçekleştirebilmek. Elbette su aynı şekilde tüketim açısından, kent yaşamı açısından, kullanım suyu olarak, içme suyu olarak hayati bir önem taşıyor. Elbette sanayiinin gelişmesi açısından gene suyun büyük bir önemi var. Burada projeksiyonda gene Sayın Günaydın çok güzel anlattı. Önümüzdeki dönemde suyun hem tarımsal kullanımının, hem de sanayi kullanımının çok daha yukarı düzeye çıkması kaçınılmaz hale gelecek.

Bu çerçevede baktığımız zaman Türkiye’nin su kaynakları aynı ölçüyle artmıyor. Türkiye’nin işte 110 milyar metreküp olarak bir su varlığı tespit ediliyordu. Devlet Su İşlerinin son çalışmalarıyla o 112 milyar metreküpe çıkarıldı. İşte 112 metreküplük bir su varlığımız var. Nedir su varlığı? Yenilenebilir su varlığı. Yani her yıl ortaya çıkan su varlığı. Yüzey sularıyla ya da yer altı sularıyla esas itibariyle oluşan ve her yıl yenilenen, her yıl aynı miktarda ortaya çıkan bir su varlığı. Bu su varlığı 112 milyar metreküp. Tarım daha çok su kullanacak. Bunun şuanda çok küçük bir kısmını kullanıyoruz. Tamamına yakınını kullansak dahi yetersiz olacağımız bir noktaya geleceğiz Türkiye olarak. Bütün bunların dikkatini şimdiden göstermek ve suyu çok özenli bir şekilde kullanma tekniğini, alışkanlıklarını, ekonomisini, yerleştirmek durumundayız.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de bu çerçevede konuya bakınca çok büyük bir boşluğun, başı boşluğun hatta bulunduğunu görüyoruz. Maalesef tarıma yönelik geride bıraktığımız 10-15 yıllık süre içinde giderek ağırlaşan politikalar, yani tarımı gözden çıkarma sonucunu ortaya koyan, tarımı ihmal eden, tarımı bir ayak bağı gibi, bir yük gibi algılayan, kardeşim bunlarla mı uğraşacağız, bastırırız dövizi dışarıdan ucuza getiriyoruz. Ne bunlarla böyle uğraşmak durumundayız diyen anlayışın bugün bizi getirdiği noktada bu sorunlar giderek dağınık bir yönetim anlayışına teslim edilmiştir. Tarımda bir sürü kurumlar kapatıldı. Kapatılan kurumlar çok ciddi boşluklar ortaya koydu. Varolan kurumların işlevleri değişti. Devlet Su İşleri artık bugün işlevini çok büyük ölçüde kaybetmeye yönelmiş bir kuruluş haline gelmiştir. Toprak su kapatılmıştır. Daha sonra onun işlevini üstlenmeye yönelen Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapatılmıştır ve bu alanlar su konusunu sahipsiz, başı boş bir noktaya getirmiştir. Bu çerçeve içinde elbette bizim önce bir su otoritesini tarif etmemize ihtiyaç vardır. Ve su otoritesinin işlevlerini birbirinden ayrı otoritelerin işlevlerini çok ayrıntılı, çok kapsamlı bir şekilde ortaya koymaya ihtiyaç vardır. Bunu ciddi bir şekilde bir düzenlemeye oturtturmak durumundayız ve Türkiye’deki suya yönelik bakış açımızı bütün unsurlarıyla köklü bir biçimde değiştirmek durumundayız. Tarıma dönük bakış açımızı köklü bir biçimde değiştirmek zorundayız.

Türkiye maalesef tarım ve sulama konusunda çok ağır ihmalin içinden geçiyor. GAP projesi kendi kaderine teslim edilmiştir. Hem su boyutuyla ihmal edilmiştir, hem de tarım boyutuyla ihmal edilmiştir. 1,5 milyon hektarlık bir sulama potansiyeli orada kendi başına unutulmuş, terkedilmiştir ve çok büyük yatırımlar, enerji yatırımına yönelik olarak enerji amaçlı yatırımlar yapıldığı halde toplam GAP yatırımlarının %15’ini oluşturan bir sulama yatırımı gerçekleştirilmemiştir ve bu Türkiye’yi çok ciddi bir sorunla karşı karşıya bırakmıştır.

Bugün Türkiye’nin daha önce yapılmış olan hesaplara göre sulanabilir arazi miktarı 8,5 milyon hektar olarak belirlenmekte. Bu tabi tahkik edilmesi gereken bir şeydir. Zaman içinde yeniden ele alınması gereken bir şeydir. Yani hangi teknolojiyle sulanabilir. Sürekli teknoloji değişiyor. Hangi teknolojiyle bu 8,5 milyon hektara ulaştık. Bugünkü teknoloji çerçevesinde baktığımız zaman sulanabilir arazi miktarının çok daha yukarı bir düzeye çıkması kaçınılmazdır. Ama hala 8,5 milyon diye bakıyoruz. Ama onunla baktığımız zamanda gördüğümüz şudur, şuana kadar Türkiye’nin sulanan arazisi 4,9 hektar civarındadır. Bunun 3,5 milyon hektarını Devlet Su İşleri yapmıştır. 1,3 milyon hektarını da toprak, su ve onun devamı olarak da Köy Hizmetleri onu gerçekleştirmiş. İşte 1 milyon hektarda bir kara sulama diye bilenen halkın kendi çabasıyla sergilediği sulama sözkonusudur. Topu 4,9 mu? 8,5 bile değil belki daha yukarı. E ne olacak? 1,5 milyon GAP’ta duruyor. 1,5 milyonu eklemek mümkün. Yani Türkiye sulamayı yaygınlaştırmazsa, sulama yapmazsa daha doğrumu davranmış olacak? Sulanabilir arazilerini sulamayan bir ülke doğru bir tarım politikası, doğru bir ekonomi politikası mı götürmüş olacak? Hiç kimse o 1,5 milyon hektarın sulanması için gereken paranın bulanamayacağı gibi bir iddiayı lütfen ortaya koymasın. Türkiye’nin bugün ulaştığı harcama kapasitesi karşısında bunların adı bile edilmez. Çok kolayca Türkiye bunu gerçekleştirebilir ve gerçekleştirmek zorundadır. Yani biz kaynakları verimli kullanalım derken toprak kaynaklarımızı verimli kullanmak zorundayız. Bu ne demektir? Ekilebilir toprakların her karışı ekilebilir hale dönüştürülmelidir. Topraklarımızın verimli kullanılması ile ancak biz tarımımızı rekabet kabiliyeti olan verimli bir tarım haline dönüştürebiliriz. Bunun yolu asgarisinden sulamadan geçer. Sulamasını yapmamış olan bir ülkenin rekabet kabiliyeti olan bir tarımsal üretim noktasına gelmesi hiçbir şekilde beklenemez. O nedenle topraklarımızı sulayacağız. Ekilebilir topraklarımızın tümünü değerlendirmeye çalışacağız. Canım bir kısmını değerlendirmeyelim bırakalım diyerek olmaz. Gene Sayın Günaydın burada çok güzel işaret etti. Bugün 5 milyon hektarlık yani üçte biri kadar toplam kullanılan ekilebilir arazinin 5 milyon hektar kadarı kullanılmıyor Türkiye’de. Bu israf. Bu israflarla verimli kullanmak ayrı şeydir. Daha az kullanalım diyoruz. Verimli kullanmak daha az kullanmak değildir. Belki daha çok ama daha üretken kullanmak demektir. Toprağı daha çok kullanacaksın, suyu daha çok kullanacaksın ama verimli kullanacaksın. Halbuki biz öyle bir havaya geldik ki, toprağı kullanmayalım, suyu kullanmayalım, böylece daha iyi olur gibi bir anlayış içindeyiz. Yanlış. Bunu değiştirmek lazımdır. Türkiye’de olaya bu bakış açısını köklü bir biçimde değiştirmemiz lazımdır.

Tabi burada Su Birlikleri, Su Kooperatifleri ilişkisi, bunun yarattığı sorunlar, sıkıntılar Sayın Başkan tarafından dile getirildi. Gerçekten bir yetki karmaşası. Kim muhatap alınacak, suyu kullanan insanı esas almadan, sulamayı yapan insanı su sürecinin içine katmadan anlamlı bir politika götürmek imkanı yoktur. Talimatla su politikası götürülmez. Elbette talimatla götürülecek tarafı vardır. Hedefi konulacaktır, kuralları konacaktır. Ama bunu kullanan insanında mutlaka devrede olması lazımdır. O nedenle Su Kooperatifleri Birliğinin su kullanım politikasının gerçekleştirilmesinde yaşamsal bir önemi olduğu ve olmaya devam etmesi gerektiği çok açıktır.

Burada bize Su Kooperatifleri Birliğimizin çok temel bir şikayet konusu olarak bu elektrik borçları vurgulanıyor. Çok haklı bir konudur. Gerçekten bizim elimizdeki rakamlarda bunu gösteriyor. Bugün TEDAŞ’ın su tüketicisi tarımsal nitelikli abone sayısı 360 bin. 360 bin abonesi var TEDAŞ’ın. Bunların 125 bini TEDAŞ’a borçludur. Borç miktarı 1 katrilyonun üzerindedir.

Şimdi değerli arkadaşlarım, bu borç nasıl oluşmuştur? Gene Sayın Başkanlarımız aktardılar, tarımsal nitelikli su kullanımına yönelik elektrik tarifesi uygulaması maalesef değiştirilmiştir. %30 destek kaldırılmıştır. Bu çiftçinin elektrik tüketimine yapılmış %30’luk bir zam demektir. Zam adı söylenmemiştir ama destek kaldırılmış ve %30 fiyat artışı gerçekleştirilmiştir. Ayrıca tarım ürünlerine yönelik fiyat politikası, pancar paralarının uzun süreler ödenmemiş olması. Bütün bunlar dikkate alındığı zaman ortaya gerçekten çiftçi bakımından bir ödeme kabiliyeti kaybı, ödeme imkanı kaybı tablosu çıkmaktadır. Bu tablonun doğal sonucu olarak da bu borç ortaya çıkmıştır. Bunun çözülmesi bir temel toplumsal sorundur. Yani bunu baskıyla, icrayla, haciz yoluyla çözmeye kalkışmak mümkünde değildir, adaletlide değildir, insaflıda değildir. Yapılması gereken iş; bu yükün üzerinden kaldırılmasını sağlayacak önlemleri almaktır. Çok açık bir şekilde bunun faizlerinin kaldırılması, buna faiz işletilmemesi çok temel bir ilke. Borçların yeniden yapılandırılması ve derhal o %30’luk indirimin çiftçiye yönelik olarak hem de geçmiş borçları da kapsayacak şekilde yürürlüğe konulması ihtiyacı vardır. Bu yapılırsa bu konu çözülebilir diye düşünüyorum. Bunun çözülmemesi çok büyük sorun yaratıyor. Bugün çiftçi sulama mevsiminde sulamasını yapamıyor. Bu yarın tarımsal üretime yansıyacak, üretimin maliyetine yansıyacak. Daha az üretim olduğu için daha yüksek maliyetli olacak, masrafı daha çok olacak. Bu rekabet kabiliyetine yansıyacak. Türkiye daha zarar edecek bu işten. Bunu biran önce kırmak lazımdır. Bu konuda yapılacak şey çok açıktır. Bunun gereği de herhalde hiç şüphe yok ki, bankalarımıza hükümetin gösterdiği ilginin zekatının hiç olmazsa Türkiye’deki 30 milyon çiftçimizden esirgenmemesidir. Böyle bir duyarlığın, dikkatin sergilenmesi halinde Türkiye’de büyük bir ferahlığın ortaya çıkacağını ve bunun ekonomik bakımdan da çok olumlu sonuçlar ortaya koyacağını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, petrol eskiden en stratejik madde konumundaydı. Şimdi giderek artık petrol dışında su ana stratejik madde haline dönüşüyor. Çünkü petrolü ikame etmek mümkün. Önümüzdeki dönemde belki çok ciddi çalışmalar yapılıyor. Petrolsüz bir enerji ortamına geçmemiz mümkün olacaktır. Ama susuz bir yaşam ortamına geçmenin imkanı yoktur ve yavaş yavaş suyunda büyük önem kazandığı anlaşılmıştır. O nedenle suyu bir toplumsal varlık olarak değerlendirelim diyoruz. Tabi buna herkes anlayışla yaklaşmıyor. Yavaş yavaş dikkat ediniz suya bir bölgesel ve global bir varlık olarak yaklaşıp herkesin elindeki suya yönelik taleplerin, ilgilerin, projelerin ortaya çıkmaya başlaması da kaçınılmazdır. Bunu da dikkate almak, bunu görmek ve bunu göğüsleyecek kararlılığı, tedbirleri geliştirmek zorundayız.

Bakınız AB ile ilgili belgelerimizde zaman zaman Türkiye’deki su varlığının yönetiminin bölge çerçevesinde ele alınması olanağı böylece sağlanacaktır ifadelerini sık sık görürüz. Bütün bunlar hafif hafif Türkiye’nin suyuna yaklaşım, Türkiye’nin suyuna affedersiniz sarkma anlamında bir açılımı da ortaya koyuyor. Buna karşı dikkatli olmamız lazımdır. Yani Türkiye su varlığı çok büyük ölçüde kendi coğrafyasından, kendi platosundan kaynaklanan su varlığıdır. Biz kendi coğrafyamızdan kaynaklanan su varlığını komşularımıza gönderiyoruz. Ama bunun ta bütün bölgeyi de kapsayacak şekilde bir genel planlamaya tabi tutulması anlayışı fevkalade tehlikelidir, fevkalade sakıncalıdır. O nedenle kendi suyumuzu bizim kendi ihtiyacımıza göre, şimdiden, kararlılıkla yapılandırmamız, düzenlememiz, örgütlememiz mutlak bir ihtiyaçtır. Başı boş bırakmaya gelmez. Artık başı boş bırakılabilir olmaktan Türkiye’nin su varlığı çıkmıştır. Türkiye’nin su varlığının da çok yüksek olduğunu düşünmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Gene rakamlar ortada. Türkiye’nin su varlığı adam başına 1.700 metreküp ortalama bugünlerde. Dünya çapında 10 bin deniyor. Hadi 7 bin ortalamayı alalım. Onunla mukayese ettiğiniz zamanda bu tatmin edici bir tablo ortaya koymuyor. Şu sırada 3.500 2000’li yıllarda. Ama önümüzdeki dönemde onun çok ciddi şekilde düşmesi kaçınılmaz gözüküyor. Suyumuzun katresine sahip çıkmak zorundayız. Suyumuzun damlasına sahip çıkmak durumundayız. Suyumuzun damlasının kıymetini bilmeye ihtiyacımız vardır ve bu dikkat içinde suyumuzu yönetme mecburiyetimiz vardır.

Değerli arkadaşlarım, bu toplantı gerçekten uygun bir zamanda su konularının ön plana çıktığı bir ortamda gerçekleşiyor. Ama gönül isterdi ki, böylesine önemli konuların ele alındığı bu platformda devletimiz daha etkin bir katılımla yer alsın. Hükümetimizin, bürokrasimizin geniş bir sahiplenme anlayışı içinde bu konu burada ele alınsın. Çünkü muhataplarımız ciddi muhataplardır. Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası, Odalar ve Borsalar Birliğimiz, Sulama Birliklerimiz. Bütün bunlar bu konunun gerçekten muhatap alınması gereken sahibi konumundaki ana kuruluşlardır. Bu kuruluşlarla diyalog kurmak, kamuoyumuzu bu konularda birlikte aydınlatmak öncelikli bir görevimiz, sorumluluğumuz olarak düşünülmelidir. Umarım bu noktalara geleceğiz. Çünkü gerçekten önemli bir konudur ve bu konu kendisini herkese önümüzdeki dönemde de kabul ettirecektir diye düşünüyorum.

Ben Cumhuriyet Halk Partisi adına tarım sorunlarına yönelik anlayışımızı her vesileyle ifade ediyorum. Burada söyleme gereğini duymuyorum. Sizlerde çok yakından izliyorsunuz. Bu konudaki kararlılığımızı bir kez daha önünüzde ifade etmek istiyorum. Türkiye tarımını kalkındırmadan hiçbir ekonomik sorununu çözemez. Sadece ekonomik değil tarımını kalkındırmadan Türkiye hiçbir sosyal sorununu da çözemez. Bir başka temel ilkemi söylüyorum. Türkiye desteklemeden tarımını kalkındıramaz. Dünyada tarımı kalkınmış olan ülkelerin tümü tarımını desteklemiştir ve desteklemeye devam etmektedir. Destekleme olmadan, teşvik olmadan tarım gibi bir olayın kendi başından, üstelik köşeler tutulmuşken kalkınmış, sanayileşmiş ülkeler maliyetleri en düşüğe indirmişken, en ileri teşvikleri uygularken Türkiye gibi toprak varlığı parçalanmış, toprağı yorgun, su kaynakları değerlendirilmemiş, çiftçisi örgütlenmemiş, çiftçisine gerekli finans desteği sağlanmayan bir ortamda yanlış fiyat politikaları götürülürken, IMF’nin, dünya bankasının baskıları altında tarım kendi kaderine terkedilmişken Türkiye’de tarımın kalkındırılması, ayağa kalkması mümkün mü? Böyle bir şey olamaz. Bunu oldurtturmak zorundayız. Oldurtmayıverelim canım tarımla meşgul olma başka işe bakalım. Sen bana söyler misin tarımı bir kenara bırakıp da kalkınmış bir ülke var mı? Japonya gibi ada bile tarımına sahip çıkıyor. İngiltere’si sahip çıkıyor, Amerika’sı sahip çıkıyor, Yeni Zelanda’sı, Avustralya’sı sahip çıkıyor, Fransa’sı sahip çıkıyor. Eskiden bütün Avrupa yiyecek yokluğu içinde, gıda eksikliği içinde ikinci dünya savaşı sonrasında bunalımdaydı. İkinci dünya savaşı işte bugünümüze kadar gelen noktada Avrupa ürün fazlaları, ürün stoklarıyla baş başa. Nasıl oldu? Teşvik politikasıyla oldu, etkili bir tarım politikasıyla oldu. Canım yapmayalım, az gelişmiş ülkelerin tarım kaynaklarını değerlendirelim, biz mi uğraşacağız çiftçilikle, tarımla niye demedi Fransa? Niye demedi Almanya? Biz niye demeyeceğiz Türkiye olarak. Demek zorundayız değerli arkadaşlarım. Demeden bir şey olmaz. Tarımı batırarak sanayii kalkındıramazsınız. Tarımı batırarak Türkiye’de sosyal düzeni kuramazsınız. Bakınız son 2,5 ayın içinde İstanbul’da 11 tane otobüs yakıldı. İstanbul’da belli semtlere otobüs seferleri yapılamıyor. Eskiden kurtarılmış bölgeler vardı. Onun gibi tablolar ortaya çıkmaya başladı İstanbul’da. Ne yatıyor bunun altında? Sen tarımı ihmal edersen, tarıma destek olmazsan, tarımda yaşayan milyonlarca insanın karnını doyurmasına, çoluğuna, çocuğuna bakmasına ve kente gitmiş olan insanlara destek vermesine, onlar için bir dayanak oluşturmasına fırsat bırakmazsan Türkiye çözülür, Türkiye dağılır ve çözüldüğü zamanda böyle acı tablolar ortaya çıkar. Tarım Türkiye’nin istikrarı, dengesi, bel kemiği. Kendisi için bel kemiği, bütün Türkiye için bel kemiği. Herkes için, kentlerde yaşayanlar için bile bir güvence. Canım giderim köyüme uğrarım, memleketime giderim, erzakımı düzerim, sıkıştığım zaman desteğimi alırım gelirim. Kim kime destek verecek şimdi. Bir çay parası bile kalmadı. Kahveye çıktığı zaman arkadaşların çay parasını verecek hali yok. Bunun altında ne yatıyor? Bunun altında çiftçinin tembelleşmesi mi yatıyor? Bunun altında yanlış tarım politikası yatıyor. Yeşil mazot yapacaktınız 5 yıl geçti. Ne yeşili kaldı, ne mavisi kaldı. Mazot işi bitti. Destekler ne oldu? Hepsi bitti. Ete verilen destek, süte verilen prim, fiyatlar, faizler, enflasyonla ölç faizler geçmiş enflasyonla düşündüğün zaman faizlerden daha ağır.

Değerli arkadaşlarım, tarıma yanlış yaklaşılıyor hiç şüphe yok. Tarım onun sonucu olarak bunalıma girmiştir, sıkıntıya girmiştir. Tarımın sıkıntıya girdiği bir ülkede uzun vadeli bir kalkınma, bir üretim, bir sanayileşme sürdürülemez. Ancak ne yapılır? Dışarıdan borç alınır, alınan borçla Türkiye’de faizler yüksek faizle borç alınır. Alınan borçla da ithalat yapılır, tarımın eksik bıraktığı üretimi dışarıdan ithalatla karşılarsın. Sonrada sıcak paraya ihtiyaç olur. Borç yetmez, sıcak para yetmezse eldeki avuçtakini satarsın, sattıklarının parasıyla bir süre idare edersin. O sayede doları düşük tutarsın. Niye? Çünkü bol dolar var. Niye dolar var? Sıcak para var. Niye sıcak para var? Dünyanın en yüksek reel faizi var ondan dolayı. Kim ödüyor faizi? Yiyecek parası olmayan, çay parası olmayan çiftçi ödüyor o faizi.

Değerli arkadaşlarım, bu doğru politika değildir. Bu politikayla bir yere gidilmez. Bu politikayla gün kurtarılır. Günlük istikrar idare edilir. Dolar sabittir bu havayı estirmek mümkün olur. Ama altta işsizlik olur, altta yükselen borç olur, düşmeyen faiz olur. Bir süre sonrada bu dengelerin dünyadaki bir küçük dalgalanmayla sürdürülemeyeceği ortaya çıkar. Sana borç verenler borçlarını geri almaya başlarlar. Sıcak para geri çıkmaya başlarsa borsası da patlar, kuruda patlar, faizi de patlar ve çıkmaza gireriz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye ithalat cennetine döndü ithalat cennetine. Türkiye’de dış ticaret açığı en yüksek açık. Cari açık GSMH’nin %8’inin üzerine çıktı. Niye? Çünkü dış ticaret açığı var. Niye dış ticaret açığı var? Hani ihracat patlıyor, büyük ihracat yapıyoruz. Çok daha fazla ithalat yapıyoruz da ondan. İthal edilen her mal Türkiye’de birilerini işsiz bırakıyor. Türkiye’de gereksiz yere patlayan ithalat organize sanayi çarşılarındaki sanayi merkezlerindeki işyerlerinin kapanmasına, onların işsizleşmesine Türkiye’deki tarımın güçlüklerle karşılaşmasına neden oluyor. Bu Türkiye’nin aleyhine dönen bir çarktır. Kalkınan ülkelere dikkat ediniz hiçbir ülke ithalatını patlatarak dış ticaret açığını yükselterek kalkınmış değildir. Hiçbir ülke. Japonya’dan şimdi Çin’e kadar bakınız. Brezilya’ya kadar bakınız, Hindistan’a kadar bakınız, Avrupa’nın bütün ülkelerine bakınız hepsi ihracat fazlası veriyor. Dış ticaret fazlası veriyor. Biz dış ticaret açığı veriyoruz. Biz ürettiğimizden daha çoğunu tüketiyoruz. Niye? Üretmek isteyenin elini tutuyoruz, ürettirmiyoruz. Ya da dışarıdakini daha ucuza getiriyoruz. Kimse içerdekini almıyor, dışarıdakini alıyor. Bunlar yanlış kurgulanmış bir ekonomi politikasıdır. Günü idame ettirmeye yönelik bir ekonomi politikasıdır ve bunun sonucu da Türkiye çok ciddi bir kaynak israfına yönelmiş durumdadır. Bunları biliyoruz. Buralardan topluca bir çıkışı inşallah hep birlikte gerçekleştireceğiz. Bu çıkışın en temel noktalarından biriside tarımın ayağa kaldırılmasıdır. Tarımın ayağa kaldırılması için yapılacak en önemli işlerden biri Türkiye’deki o yılda 35-40 bin hektar olarak kendisini gösteren sulama yatırımı, o sulanan arazisinin 8,5 milyon hektarın üzerine çıkarılması, daha da yukarı noktalara getirilmesi ve sulanan topraklarıyla, uygun destekleriyle, uygun fiyat politikasıyla, uygun girdi politikasıyla çiftçinin, tarımın yüzünün güldürülmesi, bereketin arttırılması, istihdamın arttırılması ve Türkiye’deki dengenin kurulmasıdır. Bununla bu işe başlamak gerektiğine inanıyorum. Kalkınma çiftçiden başlayacaktır. Kalkınma tarımdan başlayacaktır. Kalkınma köylüden başlayacaktır. Toprağa sahip çıkmaktan, suya sahip çıkmaktan başlayacaktır, başlamalıdır. Ancak böyle bir anlayışla Türkiye’yi refaha taşımak mümkün olur diye düşünüyorum. Ve bu sempozyumu düzenleyen değerli arkadaşlarımı yürekten kutluyorum. Katılan siz değerli çiftçi temsilcilerimizi saygıyla selamlıyorum. Sizin şahsınızda Türkiye’nin o büyük çiftçi kesimine kendi adıma, Cumhuriyet Halk Partisi adına en içten sevgiler, saygılar sunuyorum.

Sunucu- Değerli konuklar plaketlerimizi vermek üzere Türkiye Sulama Kooperatifleri Merkez Birliği Başkanı Halis Uysal’ı kürsüye davet ediyorum.

Halis UYSAL- Değerli katılımcılar bu plaketi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’a vermekten büyük onur ve gurur duyuyorum. Kendilerine bu plaketi kabul ettikleri için sizler adına teşekkür ediyorum.

Deniz BAYKAL- Sayın Başkan bu plaketi bana herhalde önümüzdeki dönemde yapacağımı düşündüğü hizmetler için veriyor. O nedenle bu plaketi bir teşvik plaketi olarak kabul ediyorum. Çok teşekkür ediyorum.