Wednesday, March 21, 2007

Genel Başkan Baykal:"Bayrak Sadece Cumhurbaşkanının Önünde Eğilir. Öcalan'a 'Sayın' Diyen Birinin Önünde Bayrak Eğilemez”



CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, sevgili konuklarımız, misafirlerimiz, Türkiye’nin her yerinden Cumhuriyet Halk Partisi Grup toplantısına katılmak üzere buraya gelen çok sevgili vatandaşlarım; hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar) Teşekkür ederim, sağ olun.

Grup toplantılarımızın giderek daha çok ilgi çektiğini, daha coşkulu katılımların gerçekleşmeye başladığını görüyorum. Bunun altında bütün vatandaşlarımızın bir özleminin, bir bekleyişinin yattığını düşünüyorum. Bütün Türkiye, heyecanla bir yeni açılıma, yeni bir oluşuma yönelik coşkusunu, heyecanını hızla yükseltiyor, bunun farkındayım. Bu umutlu bekleyiş, geleceğe yönelik bu coşkulu bekleyiş, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Salonuna da yansıyor, bundan da çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Buraya gelerek bize güç veriyorsunuz, anlayışınızı, özlemenizi bize yansıtıyorsunuz, dolayısıyla Türkiye’ye yansıtıyorsunuz. Türkiye ayağa kalkmaya başlıyor. (Alkışlar) Büyük bir sevinçle, büyük bir mutlulukla bu ayağa kalkışı biz de selamlıyoruz, hepinize yürekten teşekkür ediyoruz. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Mart ayı çok önemli dönüşümlerin, değişimlerin gerçekleştiği, hem doğada, tabiatta hem toplumda hem tarihte çok önemli dönüm noktalarının ortaya çıktığı bir güzel zaman dilimidir. Biz de, Mart ayında acısıyla tatlısıyla böyle günleri yaşadık, değerlendirdik. Kısaca onlara ben de değinmek istiyorum konuşmama geçmeden önce. Önce, tabii Mart ayı, bizim tarihimiz bakımından çok önemli bir büyük oluşumun Çanakkale deniz savaşlarının yıl dönümü oluşu dolayısıyla, 18 Mart günü tarihimizde çok özel, çok seçkin bir yere sahiptir ve 18 Mart, artık sadece bir Çanakkale deniz savaşının anıldığı bir gün olmaktan çıkmaya başlamıştır. Türkiye’nin ulusal bütünlüğü için, bağımsızlığı için, cumhuriyeti için canını vermiş olan bütün şehitlerimizin anıldığı bir şehitler günü hâline dönüşmüştür. Eğer Türkiye, Şehitler Günü’nü kutlamak için bir tarih arıyor idiyse o tarih, hiç kuşku yok ki, 18 Mart günü olmalıydı. (Alkışlar) 18 Mart günü, çünkü bir toplumun bağımsızlığını, kendi kimliğini savunmak için ne kadar büyük fedakârlıkları göze alabileceğini dünyaya göstermiş olması açısından sadece Türkiye için değil, bütün dünya için ibretle değerlendirilmesi gereken bir büyük tarihtir. 18 Martta, gerçekten Anadolu’da bir büyük tarihi gerçek yaşanmıştır ve insanlarımızın, milletimizin, Anadolu’da yaşayan herkesin bağımsız, kendi inançlarına, kimliğine, milliyetine saygı talep ederek bir yaşam arayışı içinde olduğunu ve bunun için en yüksek bedeli gözünü kırpmadan ödemeye hazır olduğunu bütün dünyaya göstermiştir ve o olay, aslında bizim cumhuriyetimizin mayalandığı bir olay olmuştur. 18 Mart günü 1915’te Çanakkale’de sergilenen anlayış, sergilenen fedakârlık, Türkiye’nin bağımsız yaşamak için neler yapmaya muktedir olduğunun ilk işaretini vermiştir ve bizim milli kurtuluş mücadelemiz Çanakkale Meydan Muharebesinde, Çanakkale savaşlarında şekillenmiştir, mayalanmıştır ve milli mücadelemizin kahramanı Mustafa Kemal Atatürk de, Çanakkale savaşlarıyla…(Alkışlar)…nasıl yüksek bir askeri ve siyasi yeteneğe sahip olduğunu, ufkunun vuslatının ne kadar büyük olduğunu, milleti için gerektiği zaman insanlara en güç hedefleri gösterip o hedeflerin gereğini yaptırabilecek bir iradeye sahip olduğunu kanıtlama fırsatı vermiştir. Mustafa Kemal, bir anlamda bir büyük siyasi lider olarak Çanakkale savaşlarında doğmuştur. Türkiye, bütün dünyaya, bağımsız yaşama iradesini Çanakkale savaşlarıyla ortaya koymuştur. (Alkışlar) Tarihimizin en büyük şehitleri o savaşta ortaya çıkmıştır ve şimdi, o günden bugüne şehitlerimizi Çanakkale savaşları etrafında anmayı sürdürüyoruz. Bu vesileyle ben, hem Mustafa Kemal Atatürk’e hem Çanakkale savaşlarında canını vermiş olan o on binlerce vatandaşımıza, on binlerce insanımıza ve ondan sonra Türkiye’nin milli bağımsızlığı için, ulusal cumhuriyetimizi ayakta tutmak için gözünü kırpmadan Türkiye’nin bütünlüğü için içeride, dışarıda canını vermiş olan bütün şehitlerimize saygılarımızı sunuyorum, ruhlarını saygıyla selamlıyorum, Allah rahmet eylesin ve bütün şehitlerimizi, bir daha Türkiye’de böyle olayların yaşanmaması, bize güzel bir yurt emanet ettikleri, huzur ve barış içinde yaşayabileceğimiz bir bağımsız cumhuriyeti bize sağladıkları için minnetle, şükranla selamlıyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu yıl 18 Mart kutlamalarının bütün Türkiye’de yaygın bir ilgiyle gerçekleştiğine tanık olduk. Her zamankinin ötesinde, sıradan bir törensel anlayışın ötesinde içtenlikle sahiplenilerek Türkiye’nin bütün coğrafyalarında toplumun her kesiminin heyecanla sahip çıktığı, katıldığı coşkuyla değerlendirilen bir gün oldu. Bunun tabii derin bir anlamı olduğunu gözden kaçıramayız, yani insanlarımız sadece geçmişte gerçekleştirilmiş olan büyük kahramanlıkları, bizim daima iftiharla anacağımız çok büyük komutanlarımızı, şehitlerimizi, subaylarımızı yad etmek için, sadece onlara olan duygularımızı ifade etmek için bu yaygın değerlendirmeyi gerçekleştirip gerçekleştirmediklerini sorgulamak durumundadır. Elbette geçmişe olan şükranımızı hep birlikte ifade ediyoruz, ama 18 Mart’ı kutlarken her birimizin yüreğinin içinde bir ...., Allah göstermesin benzer tehlikeler, tehditler ortaya çıkabilir, çıkarsa yine biz yurdumuzu aynı inançla savunuruz anlayışını dünyaya yansıtmaya çalışıyor. (Alkışlar) Hiç kuşku yok ki, 18 Martı coşkuyla kutlarken hepimizin yüreğinin içinde güzel yurdumuzu acaba tehlikeye sürüklemekte olan yanlış birtakım uygulamalar yapılıyor mu? Türkiye üzerinde acaba bazı tehditler, bazı planlar sürdürülüyor mu, ülkemizi içeriden bizi birbirimize düşürerek bölmek isteyenler, komşularımızda gerçekleşen olayları Türkiye’de sahnelemek isteyenler acaba fırsat bulabilecekler mi kaygısının, korkusunun yatmadığını söylemek mümkün değildir. Hepimiz, tarihimizden güç alarak, ama günümüzde gerçekleşen tehlikeleri ve tehditleri kavrayarak, anlayarak Türkiye’nin üzerindeki oyunları görerek, tarihimizden güç alarak bugünü değerlendiriyoruz. Ben, bu anlayışla 18 Marta bakıyorum ve 18 Martın Çanakkale’de, Anıtkabir’de, Türkiye’nin her yerinde yüz binlerce insanımızın heyecanla, coşkuyla sahiplendiği bir gün olduğuna bakarak Türkiye Cumhuriyetini kimse bölemeyecektir, Türkiye üzerindeki oyunların tümünü çıkmaza sokacağız. (Alkışlar) Bu gücü bu günden aldığımızı söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, yarın Nevruz. Nevruz bir başlangıç. Doğanın sürekli değişiminin kendi içinde geçici bir başlangıcı. Gece ve gündüz eşit olacak, dünya kuzey kürede yeni bir coğrafya ortamına doğru, bahara doğru günlerin uzadığı, havaların ısındığı bir ortama doğru geçici olarak yönelecek. Bu, elbette doğanın uyanması, baharın gelmesi ve yeni bir umudun yeşermesi, yeni bir güzelliğin ortaya çıkması, yeni bir bereketin başlaması heyecanını, umudunu da beraberinde getiriyor. Bu duygular içinde biz kendi coğrafyamızda, nevruzu büyük bir coşkuyla, heyecanla, umutlarımızı dile getiren bir gün olarak kutluyoruz. Bu anlayış, bu duygular içinde bütün vatandaşlarımızın, bütün insanların nevruzunu içtenlikle kutluyorum ve herkese güzel bir bahar başlangıcı, güzel bir yeni dönem diliyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, nevruz, maalesef bir süreden beri Türkiye’de bir umut, güzellik ve sevgi günü olarak yaşanması gerekirken, bir gerilim, kaygı, korku günü hâline dönüştürülmek isteniyor. Bunu hep beraber etkisiz kılmak zorundayız. Kimsenin, bizi, nevruz vesilesiyle, birbirimize düşürmeye hakkı yoktur. Buna hiçbirimiz fırsat vermemeliyiz. Bu konuda çeşitli tertiplerin, oyunların ortaya atıldığını görüyorum. Gerçek dışı iddiaların etrafında bir heyecan, telaş ve husumet yaratılmak istendiğini görüyorum. Bunlardan büyük üzüntü duyuyorum, ama halkımızın sağduyusunun bu olayları aşmaya yeteceğinden hiç kuşku duymuyorum. Millet olarak biz, üzerimizdeki bu oyunları bozacağız, Türkiye’de de bizi birbirimize düşürmek isteyenleri, nevruz vesilesiyle bir tartışma, bir çatışma, bir çekişme, bir kavga ortamı yaratmak isteyenleri etkisiz kılacağız, kılmak zorundayız. Bu konuda herkesin sağduyulu davranması, herkesin birbirine iyi duyguyla, sevgiyle yaklaşması gerektiğine inanıyorum. Bu anlayış içinde ben de, tüm milletimizin nevruzunu bir kez daha yürekten kutluyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugün yine Yaşlılar Haftası, çok önemli bir gün. Türkiye’nin toplumsal yapısı içinde, nüfus yapısı içinde çok köklü değişimler yaşanıyor. Genç bir milletiz. Vatandaşlarımızın ezici çoğunluğu genç, ama giderek yaş uzuyor, sağlık ve teknoloji dolayısıyla yaş uzadıkça yaşlıların toplum içindeki yeri, oranı giderek daha çok artıyor. Bu, beraberinde önemli sorunlar getiriyor, sosyal güvenlik sorunları getiriyor, sağlık sorunları getiriyor, bakım sorunları getiriyor, üretim sorunları getiriyor, işsizlikle ilgili bunların yansımaları oluyor. Bütün bunları biliyoruz, ama bugün, herhalde şunu hep birlikte söylemeliyiz ki, bugün, yaşlılarımız, bizim toplumumuzun bugünlere gelmesine, emeğiyle, alın teriyle, çabasıyla katkı vermiş olan çok değerli insanlardır. Onların emekleri ve katkılarıyla bugüne geldik. Geçmişin takdirini yapmakta yanlışlık içinde bulunamayız. Geçmişte bu toplumun ayağa kalkması için, ekonomimizin gelişmesi için, ülkemizin barışı için, üretimi için katkıyı vermiş olan bütün insanlara daima bir derin şükran duygusu içinde olmak zorundayız. Onların sorunlarına sahip çıkmak durumundayız. Yaşlılarımız, hepimizin üzerinde emeği olan insanlardır. Kimisi anamızdır, kimisi babamızdır, kimisi akrabamızdır, kimisi komşumuzdur, ama hepsi bizim toplumumuzun bir parçasıdır. O insanları onurlu bir yaşama, başı dik şerefli bir biçimde etrafından sevgi görerek, ailesinden, çevresinden sevgi ve takdir görerek yaşadığı bir ortama ülkemizi ulaştırmak zorundayız. Bu konuda büyük eksikliklerimiz var. Maddi sorunlarımızdan kaynaklanan eksiklikler var, anlayış zafiyetinden kaynaklanan eksikliklerimiz var. Bunları biliyoruz, bunları hep beraber aşacağız. Giderek daha yaşlı bir toplum hâline dönüşmekte olduğumuz gerçeğini bilerek yaşlılarımızı da, elbette toplum olarak her türlü katkıyı, desteği vereceğiz, onları saygıyla selamlayacağız, millet olarak onlara şükranımızı daima ifade etmekten geri durmayacağız. Ben, bugün de, Türkiyemize, milletimize büyük hizmet vermiş olan, toplumun her alanında, tarlasında, tezgâhında, bürosunda, ailesinin içinde, çoluğuna bakarak, çocuğuna bakarak, şimdi torununa bakarak hizmet vermekte olan, toplumun içinde yer tutmuş olan bütün yaşlı vatandaşlarımızı derin bir saygıyla selamlıyorum. Allah onlara uzun versin. Onları çok daha iyi yaşatmak boynumuzun borcudur. Hepsine sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, hızla konuşmaya çalışıyorum, çünkü Meclis Başkanımızın yeni düzenlemesi bizi zaman bakımından çok sıkıntıya soktu. Yani, bir saatin içine girmek durumundayız. Türkiye, çok tartışmaların yaşandığı, pek çok konunun ortaya çıktığı ve çok ayrıntılı açıklamalar yapmamızı gerektiren bir dönemin içinden geçiyor. Maalesef, bu ayrıntıları bu salonun dışında yapan çok fazla bir platform, zemin de yok. Görev buraya düşüyor, vatandaş da bizden bekliyor, ulaşmaya çalışıyoruz, o nedenle hızlı konuşuyorum. Beni anlayışla karşılamanızı diliyorum.

Geride bıraktığımız hafta önemli tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar Cumhuriyet Halk Partisinin ortaya attığı iddialardan bir ölçüde kaynaklandı. O iddialarla ilgili yapılmış olan bazı açıklamaları ve bazı açıklamaların hiç yapılamamış olmasını dikkatinize getirmek zorundayım.

Değerli arkadaşlarım, ne olmuştu? Geçen hafta, hatırlayacaksınız, biz çıktık dedik ki, bir bankacılık öyküsü anlattık. Bir bankanın bir şubesinde belli bir tarihte görev almış bir insanın nasıl bir kariyer tırmanışı içine girdiğini, hangi aşamalardan geçtiğini ve bugün nerede bulunduğunu anlatmıştık. Bir bankamızın, İstanbul’daki Valide Sultan Şubesi’nde başkanlık yapan, müdürlük yapan bir bankacımızın, o zamanki belediye kadrosuyla yakın ilişkiler içine girerek, belediyenin mali faaliyetlerinin merkezi hâline şubesini dönüştürerek, belediye-banka ilişkilerinden güç alarak nasıl bir tırmanış içine girdiğine dikkati çekmiştik. Hatırlayacaksınız şunları söylemiştik: İstanbul belediyesiyle ilgili çok ciddi iddialar ortaya atılmıştır. Bu iddialar kapsamında İstanbul’da belediyelerin bir havuz oluşturdukları söylenmiştir. Bu havuza çeşitli belediye kaynaklarından aktarımlar yapıldığı iddia edilmiştir ve çeşitli ihalelerden elde edilen kaynaklar yine belli bir hesapta toplanmıştır. Bu hesaplardaki paralar değişik kişilerin üzerinden geçirilerek bağlantıları bir gölgeli ortama çekildikten sonra belli merkezlerde belli siyasi amaçlar için kullanılmıştır diye bir iddia vardır. Bu iddianın merkezinde yer alan işte bu bankadır, o bankanın başındaki bu kişidir demiştik ve olayları da ortaya koymuştuk çok net bir şekilde ve bu kişinin İstanbul Belediyesindeki bu karanlık malî operasyonlar içinde üstlendiği sorumluluklar sonucunda bugün Başbakanlık örtülü ödeneğinin sorumlu yöneticisi hâline getirildiğini anlatmıştık ve bu kişinin kendisini üniversite mezunu olarak sunup bir sahte belgeyle üniversite mezunu olarak takdim edip bankanın genel müdür yardımcılığına getirildiğini ve daha sonra bunun ortaya çıkması sonucunda da yargılanıp mahkûm olduğunu ve bu mahkûm olan, yargılanan, evrakta sahtekârlık yaptığı yargı kararıyla kesinleşmiş olan kişinin,şimdi Türkiye’de örtülü ödenekten sorumlu yönetici hâline bugünkü iktidar tarafından getirildiğini söylemiştik. Şimdi, bizim bu iddialarımız karşısında Sayın Başbakan hiçbir şey söylemedi, ilgili kişi hiçbir şey söylemedi, ama AKP yöneticileri “bunları kanıtlamayan namerttir” dedi. “Belgesini çıkarın, belgesini gösterin” dedi.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu arkadaşlarımıza istedikleri belgeleri göstermek istiyorum. (Alkışlar) Bu, değerli arkadaşlarım, İstanbul Valisinin Başbakanlık makamına yazdığı yazıdır. İstanbul Valisinin Başbakanlık makamına 9 Nisan 1999 tarihinde yazdığı yazı budur. Sayısı 99-GZ.28’dir. Değerli arkadaşlarım, bu yazıda İstanbul’un Sayın Valisi diyor ki: Belediyenin çeşitli uygulamalarını anlatarak, kasıtlı olarak devlete ödenmesi gereken verginin ödenmediğini, ayrıca kartların güvenlik sistemlerinin kasıtlı olarak BELBİM A.Ş. çalışanlarınca devreden çıkartılarak günlük bilgisayar veri çıkışlarının raporlarının alınmadığını, böylece her ay yaklaşık üç dört trilyona yakın paranın partiye yakın firmalar tarafından havuz hesaplarına aktarıldığını. “Havuz” lafının, benim bildiğim kadarıyla ilk kez resmî bir belgeye geçişinin örneğidir. Başbakanlığa yazılan yazıda, İstanbul’un Valisi, o andaki belediye başkanının uygulamalarıyla ilgili olarak bunu söylüyor. Her ay yaklaşık üç dört trilyona yakın paranın partiye yakın firmalar tarafından havuz hesaplarına aktarıldığını, bu hesaplardan da adı geçen partinin kuryeleri vasıtasıyla paranın partiye ve Recep Tayyip Erdoğan’a gittiğini içeren dosyanın araştırılması istenmektedir. (Alkışlar) Şimdi, bu gereği için Başbakanlık makamına ve Maliye Bakanlığına, bilgi için İçişleri Bakanlığına gönderilmiştir. İmzasıyla, sayısıyla belge bu. Belge, al sana belge. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, burada vali diyor ki, “bir havuz hesabı oluşturdular, orada topluyorlar” diyor, “bunu inceleyin” diyor. Valinin bu uyarısı üzerine konu incelemeye alınıyor. Mülkiye müfettişleri konuyu bir yandan inceliyor, vergi kaçakçılığı boyutuyla ilgili olarak da hesap uzmanları konuyu inceliyor, oraya intikal ediyor. Hesap uzmanları izliyor ve vergi kaçakçılığı olduğunu tespit ediyorlar. Mülkiye müfettişleri, bu konunun takip edilmesi ve konunun yargıya intikal ettirilmesi gerektiğini karar altına alıyorlar ve konu yargıya intikal ettiriliyor. Yargıda lüzumu muhakeme kararları alınıyor ve çeşitli kararlar çıkıyor. Mesela, Danıştay’dan sanıklar: Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Mustafa Açıkalın, aynı yerde Genel Sekreter; Adem Baştürk, yardımcısı; İdris Naim Şahin, yardımcısı ve tüm kadro için diyor ki; “İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile bağlı ve ilgili kuruluşlarının çeşitli ajanslar vasıtasıyla başta falan televizyon kanalı olmak üzere, televizyon kuruluşlarına kaynak oluşturmak amacıyla spot filmler yapılmasına ilişkin ihaleleri mevzuata aykırı olarak yapmışlardır ve bu nedenle bunların hakkında dava açılmasına” diye karar alınıyor. İşte belge…(Alkışlar)

İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının 21 Haziran 2001 tarih ve 34/7/3955-17 sayılı görev emri doğrultusunda tevdi raporlarının düzenlenmiş olduğu ve düzenlenen bu raporlarda- yine tekrar okuyorum- “Büyük Şehir Belediye Başkanı Belediyesi -eski belediye başkanı, çünkü 2001’de çünkü bu oluyor- Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi ve sosyal bir görüşten kaynaklanan bir amaçla cürüm işlemek için devasa bir teşekkül oluşturduğu ve bu teşekkülün liderliğini belediye başkanı seçildiği 1.4.94 tarihinden 6.11.98 tarihine kadar fiilen ve aktif bir şekilde söz konusu tarihten bugüne kadar ise perde arkasından sürdürdüğü” diye söylüyor ve bu nedenle bunun yargıya intikal ettirilmesini öneriyor. Yargıya intikal ediyor. Yargı çeşitli aşamalarda bunu inceliyor. O arada, bir, DSP affı çıkıyor. İki, iktidar değişikliği oluyor ve bu yargı süreci doğru dürüst işletilip sonuçlandırılamıyor.

Değerli arkadaşlarım, bugün karşı karşıya bulunduğumuz manzara, ortadaki bu büyük iddiaların yeterince incelenip sonuçlandırılamamış olmasından kaynaklanan bir manzaradır. Bu konuda bir tereddüt yoktur. Eğer DSP affı çıkmamış olsaydı, eğer iktidar olanaklarıyla yargı süreci çeşitli biçimlerde engellenmemiş olsaydı -eğer gerekirse ona da ayrıntılı şekilde gireriz- bugün bambaşka bir tabloyla karşı karşıya kalacaktık. Şimdi, bütün bu operasyonlarda, bu niye yargı kararı çıktı, çıkmadı, onu bir tarafa bırakıyorum, ben başka bir şey söylüyorum, bütün bu operasyonlarda böylesine ciddi işi taa Danıştay engelini de aşarak, her türlü belediye başkanı dokunulmazlığını aşarak inceleme noktasına getirecek kadar önemsenen operasyonların arkasında bir kişi var, malî boyutuyla ilgili bir kişi var. O kişi, işte o belediye hesaplarının bulunduğu bankanın şube müdürüdür. O şube müdürü birdenbire bir büyük atılım yapıyor ve genel müdür yardımcılığına atanıyor. Neyle atanıyor? Üniversite mezunu diye doğru olmayan bir belgeye dayalı olarak, itiraz üzerine konu inceleniyor, evrakta sahtekârlık yapmış bu diyorlar ve bu mahkemeye gidiyor ve mahkeme de bu konuda net, kesin hüküm veriyor. Yani, mahkemenin bu konuda verdiği hüküm de çok açık bir biçimde ortadadır. Bu da, bununla ilgili, bu kişiyle ilgili herhangi bir tereddüdün bulunmadığını bize açık bir biçimde ortaya koymuştur. İşte onun belgesini isteyenlere de şimdi o belgeyi sunuyorum. Ankara Dokuzuncu Ağır Ceza Mahkemesinin kararı. Bu kararda diyor ki: “Sanık falan kişinin sahte resmî belge düzenlemek suçundan eylemine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 342/1’inci maddesi gereğince suçun işleniş şekli, özellikleri, kastın yoğunluğu, sanığın kişiliği dikkate alınarak takdiren iki yıl ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına.” Bu da Dokuzuncu Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/0005 Esas ve 2002/000107 karar nolu kararıdır. Bu da onun belgesi. Yani, o kişi mahkûm olmuştur, ama o arada yine Rahşan Affının, affedersiniz DSP affının uygulanmasıyla ile ilgili gelişmeler sonucunda bu infaz edilmemiştir, bu hüküm infaz edilmemiştir ve beş yıllık bir süre içinde benzer bir suç işlememesi anlayışıyla kendisi bir üç aylık bir mahkûmiyete tabi tutulmuştur.

Değerli arkadaşlarım, yani bugün, Başbakanın en yakınında en güvendiği malî işlerini emanet ettiği kişi, evrakta sahtekârlıktan yargı kararıyla mahkûm olmuş bir kişidir. Bu konuyla ilgili bizim iddialarımızın belgesi de vardır, dayanağı da vardır. Bütün bunlarla ilgili hiç kimsenin, hiçbir şüphe ifade etmesine imkân verecek bir durum kesinlikle yoktur ve durum çok açıktır değerli arkadaşlarım. Şimdi, ben, AKP yetkililerine soruyorum: “Bunu ispatlamayan namerttir” diyordu. Peki, ispatlarsak sen nesin? Sen nesin?.. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, böyle iddialı sözlerle meydan okumak güzeldir, ama bir dayanağı olacak. “Namerttir” dedin mi, kimse ispatlayamayacak. Eğer ispatlarsa, o zaman senin mertliğin kuşkulu hâle gelir. (Alkışlar) Yani, tabii bu güç bir durum. Taraflar susuyor, Başbakan susuyor, birisine görev vermişler, “konuş, bizi savun” demişler; neyi savunacak, nasıl savunacak, savunulabilir gibi değil.

Değerli arkadaşlarım, acı bir tablodur. Bu, bir Türkiye manzarasıdır. Bu, bir AKP fotoğrafıdır. Yani, bula bula koca Türkiye’de devletin en önemli, en dürüstlük gerektiren, çünkü Sayıştay denetimi yok, yargı denetimi yok, senin sütüne havale edilmiş, Başbakansın diye senin sütüne havale edilmiş. (Alkışlar) Bu yoksul milletin trilyonlarca lirasının başına koca 70 milyonun içinden bula bula evrakta sahtekârlıktan mahkûm olmuş birisini mi getiriyorsun? Niye getiriyorsun? Bu, sadece bir tayinle ilgili takdir hatasından mı ibarettir, acaba bir zihniyetin yansıması mıdır? (Alkışlar) Yani, niye bu böyle oluyor? Canım bilmiyordum, üzüntü duydum, çok affedersiniz, bir daha olmaz falan mı diyorlar? Hayır. Ne yaptığını biliyor herkes, bile bile yapıyor. Böyle bir kadroyla çalışmanın bu memleketin hayrına olabileceğine inanmak mümkün mü? Böyle bir kadronun eline bu milletin parası pulu emanet edilebilir mi? Edildi. Yanlış yapıldı değerli arkadaşlarım, yanlış. Bu gerçeği görüyoruz, bunu anlatmaya çalışıyoruz.

Bakınız geride bıraktığımız günlerde bir başka konu çok yakından halkımızı, toplumumuzu ilgilendiren bir konu olarak ortaya çıktı. Başbakanın Avustralya’da bir radyo mülakatında, milletimizi rencide edecek bir üslupla bir değerlendirme yaptığı görüldü. Başbakanın konuşmasında iki kez, Türkiye’de 30 bin kişinin ölümünden doğrudan sorumlu sayılması gereken bir kişi hakkında konuşurken “sayın” diye bir özel saygı ifadesini kullandığına tanık olduk.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, dikkat ediniz iki defa diyor. Olabilir, bir insan, çok nazik birisidir, önüne gelen herkese “sayın” diyordur Rahmetli Ecevit gibi ve o kargaşa içinde dikkat etmeden böyle birisine de bir defa ağzından böyle bir şeyi kaçırmış olabilir, böyle bir durum var mı? Yok. Niye yok? İki yönden yok. Bir, herkese karşı nazik ve saygılı bir ifade kullandığını söyleyemeyiz. (Alkışlar) Tam tersine memleketin en masum, namuslu, temiz insanlarına en ağır hakaretleri, en acımasız suçlamaları vicdanını hiç sıkıntıya sokmadan yapabilen bir insan “Ananı al da git” diyor şikâyet eden vatandaşa, çiftçiye. Gelmiş köylü, derdini anlatacak “Al ananı da git.” Yeni yeni de laflar. Nereden buluyor çıkarıyor bu lafları. Yani, böyle bir laf da yok bizim Türkçemizde. Ona öyle diyor. “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyor. Herkese hakaret etmekte hiçbir beis görmüyor, ama 30 bin kişinin kanı üzerinde olan bir kişiden bahsederken “sayın” diyor, yetmiyor birazdan bir “sayın” daha diyor.

Değerli arkadaşlarım, o arada da sadece “sayın” demekle kalmıyor, o katil tarafından şehit edilmiş olan insanlara “kelle” diye nitelemede bulunuyor. Şimdi, bu neyin ifadesidir, neyin yansımasıdır? Bir psikolojinin mi, bir siyasetin mi? Bir kişiliğin mi, neyi yansımasıdır bu? Ya da bir rastlantı mıdır? Kesinlikle bir rastlantı değildir. Bir şeyin yansımasıdır bu. Dil, ayniyle insandır, üslubu beyan ayniyle insan. Ne var burada? Tabii bunu görünce hepimizin aklına ne geliyor? Sayın Başbakanın, Türkiye’de yaşanmakta olan olaylarla ilgili hangi anlayışta olduğunu ister istemez hatırlıyoruz. Yani, “alt kimlik, üst kimlik” tartışmalarını hatırlıyoruz, Diyarbakır’da yaptığı konuşmaları hatırlıyoruz, “Türkiye’de bir eyalet sistemi uygundur” deyişini hatırlıyoruz, Terörle Mücadele Yasası’nı getirip 6’ncı maddesinde “Sayın” dediği kişiye af çıkarmaya yönelik bir madde yerleştirmiş olduğunu hatırlıyoruz. Eve Dönüş Yasası çıkarmış olduğunu hatırlıyoruz, bütün bunları birden hatırlıyoruz. Bu neyin ifadesi deyince, aklımıza bunlar geliyor. Bu bir dil konusu, bir ifade konusu olmaktan çıkıyor, bir siyaset anlayışının simgesi hâline geliyor.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının ağzına bunu söylemek hiçbir şekilde yakışmıyor. (Alkışlar) Başbakanın böyle bir söylemi kullanmış olmasını, Türkiye’de bu uğurda canını kaybetmiş olan şehitlerimize saygısızlık sayıyorum, yaşayan 72 milyona saygısızlık sayıyorum. (Alkışlar) Eğer o “sayınsa” bu millet ne? Bu millet ne? (Alkışlar) Bir başbakanın kafasında, eğer böyle bir kişiye “sayın” diye bir yer ayıracak bir zihniyet, bir anlayış varsa, sen millete nasıl bakıyorsun o zaman? Başbakan derhal milletten özür dilemelidir, derhal özür dilemelidir. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, daha dün DTP’nin yöneticileri aynı söylemi dile getirdiler diye mahkûm oldular, mahkûm edildi. Peki Başbakan söyleyince ne oluyor? Başbakan çıkıp hangi zihniyetle söylediğini anlatmalıdır, özür dilemelidir eğer inanmıyorsa, öyle değilse ya da o anlayışta olduğunu söylüyorsa onu söyleyecek cesareti sergileyebilmelidir, evet “sayındır” diyebilmelidir, söylediğine sahip çıkmalıdır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, böyle bir şey olmaz. Bakın bunu söyledik, yine AKP’nin malum yöneticileri, ık mık, bin bir dereden su getirerek kıvırmaya çalışıyorlar. Hiç kıvırmayın, “belge” diyorsunuz işte size belge, burada bu, Başbakanın söylediği laf burada. (Alkışlar) Eğer itiraz eden varsa, dinleriz. AKP’nin yöneticisi diyor ki: “Canım, böyle kayıtlar delil kabul edilmez.” Yani, mahkemeye düşerse delil kabul edilmezmiş bunlar. Bu neyin kaydı? Bir radyo mülakatının kaydı. Radyo mülakatını yapan yaşıyor, o mülakatı dinleyen insanlar yaşıyorlar, onun kaydı yaşıyor, şimdi Başbakanı savunmak isteyenler neyin arkasına saklanıyorlar, ona dikkatinizi çekiyorum. Böyle bir zafiyet, böyle bir acz Allah kimsenin başına vermesin.

Değerli arkadaşlarım, şimdi tabii gündemimizin temel konusu Cumhurbaşkanlığı seçimi. Cumhurbaşkanlığı seçimine hızla yaklaşıyoruz ve bu konu Türkiye’yi çok ciddi şekilde meşgul ediyor. Bu konuda bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak, çok büyük bir görev duygusuyla, uzun bir süreden beri bir çaba içinde olduğumuzu bütün milletimiz biliyor. Biz, uzun bir süreden beri Türkiye’yi, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ülkede bir kırılma konusu olmaması, bir gerginlik konusu olmaması için uyarmaya çalışıyoruz ve iktidarın, Sayın Başbakanın bu konudaki anlayışını, planını kamuoyumuzun bilgisine yansıtmaya çalışıyoruz. Uzun bir süredir ısrarla Başbakan, Cumhurbaşkanı adayı olarak zaman kazanmaya çalışıyor, adaylığını ilan etmekten çekiniyor ve bir emrivakiyle adaylığını Türkiye’ye kabul ettirme planlaması içindedir diye uzun bir süredir halkımızın dikkatini çekiyoruz. Şimdi geldiğimiz noktada bunun çok doğru bir tespit olduğu ortaya çıkmıştır. Başbakanın böyle bir planının olduğu artık anlaşılmıştır ve AKP’nin kendi iç yönetimi, çevresi de bunu ifade etmeye başlamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu yanlış bir yaklaşımdır. Sayın Başbakanının cumhurbaşkanı olmak istemesi doğru değildir. Bakın dikkatinizi çekerim, Başbakanın cumhurbaşkanı olmasının hukuki niteliğine değinmiyorum, bunun doğru bir iş olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Bu doğru değildir, çünkü bir cumhurbaşkanının, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü sahiplenmesi, onu savunması, Anayasaya inanması, Anayasanın özünü benimsemesi ve Anayasal kurumları birbiriyle uyum içinde işletme anlayışında olması gerekir. Cumhurbaşkanından beklenen budur. Cumhurbaşkanı Türkiye’yi temsil edecektir, Türkiye’nin şerefini, onurunu, değerlerini temsil edecektir, Anayasaya inanacaktır, Anayasayı işletecektir, çalıştıracaktır, Anayasal kurumları birbiriyle uyumlu ve iş birliği içinde bulunduracaktır. Anayasaya inanmayan bir insanın cumhurbaşkanı olması doğru değildir. (Alkışlar) Anayasanın özüne inanmayan, “Anayasanın özünü tartışalım” diyen, “tartışmak lazım” diyen bir insanın geleceği yer cumhurbaşkanlığı değildir. Anayasaya inanan insanların cumhurbaşkanı olması lazım. Cumhurbaşkanlığından Anayasayı iptal mi edeceğiz, engelleyecek miyiz, çıkmaza mı sokacağız, böyle bir şey olabilir mi? Bunlar yanlış. Anayasaya karşı senin rezervin vardır, siyasetçi olarak takip et, ama cumhurbaşkanı olarak ben bu Anayasayı işleteceğim diye çıkarsan inandırıcı olmazsın. Bunu anlatmaya çalıştık. Samimiyete çağırdık ve tabii Türkiye’yi temsil edecek bir kişi söz konusu. Türkiye’nin şerefini, onurunu, haysiyetini, vakarını, değerlerini temsil edecek bir insan söz konusu. Onun için dedik ki, Hikmet Yar’ın önünde diz çökmüş bir insan cumhurbaşkanı olamaz, olmamalıdır. (Alkışlar) Canım olmaz, olmaz, Cumhurbaşkanlığında olmaz. “Yasin El Kadı’ya kefilim” diyen bir insan cumhurbaşkanı olmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmamalıdır. Yani, hangi özel ilişkilerin var senin? “Tanırım kendisini.” Niye tanıyorsun kardeşim? Niye tanıyorsun?.. Tanıyacak adam mı yok? “Tanıyorum, kefil oluyorum” diyor. Birleşmiş Milletler, “terörü finanse eden insanlardan birisidir” demiş, El Taliban’ın finansörlerinden birisi olarak dünyaca kabul edilmiş, dünyanın her yerinde, Türkiye dahil, mal varlığı dondurulmuş “ben kefilim” diyor bir siyasetçi ve sonra o cumhurbaşkanı olacak. Ya böyle bir şey olmaz, olmaması lazım. Bunlar aklın, mantığın, sağduyunun gereği. “Türkiye eyaletlerle de yönetilebilir” diyen bir insan cumhurbaşkanı olmaz, olmamalı. Başbakanlık Müsteşarı intihal yaptığından dolayı mahkûm olmuş ise, o insan Cumhurbaşkanı olmamalı. (Alkışlar) Başbakanlık Müsteşarı “Bu Anayasanın değiştirilmesi lazım, cumhuriyetin, laikliğin, milliyetçiliğin dini temellerde yeniden düzenlenmesi lazım” diye düşünüyor ise ve “Seninle beraber geldik, beraber gideriz” diye Başbakan ona sahip çıkıyor ise, o insan cumhurbaşkanı olmamalıdır. (Alkışlar) Bütün bunlar bitti, şimdi bir kez daha işte gördük, daha demin konuştuk. 15 yıldır Türkiye’de 30 bin kişinin ölümünün sorumlusu olan bir kişiye iki defa “sayın” diyen bir insan, cumhurbaşkanı olmamalıdır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız Cumhurbaşkanı olmamalıdır, niye olmamalıdır? Sadece cumhurbaşkanının önünde Türk Bayrağı eğilir, sadece cumhurbaşkanının önünde eğilir Türk Bayrağı. Öcalan’a “Sayın” diyen bir insanın önünde Türk Bayrağı eğilemez değerli arkadaşlarım. (Alkışlar) Eğilemez… Eğilemez… Hangi el, hangi vicdan eğebilir o bayrağı? Cumhurbaşkanı o, onun önünde eğilir, çünkü o en temiz, en ahlaklı, en güvendiğimiz, şerefimiz, onurumuz, haysiyetimiz, milli duygularımız, mefailimiz, tarihimiz, geleceğimiz olacak, öyle birisi gelsin eğelim bayrağımızı. (Alkışlar) Şimdi, Sayın Erdoğan, Parlamentoda çoğunluğum var, onlar da “ biz, o ne isterse, onu yaparız” diyorlar, “ben gelirim” diyecek, olacak, olmaz değerli arkadaşlarım, olmaz. Olmaz, olamaz, olmamalıdır. (Alkışlar) Şimdi bakın, ben, bunu uzun süredir anlatıyorum. Bu milletimizin vicdanında oturdu. Bugün halkımızın ezici çoğunluğu, kesinlikle böyle bir şey istemiyor. AKP’ye oy veren insanlar da istemiyor, çünkü akıl var, mantık var, ama Başbakan isterse, Anayasada böyle, Meclisteki AKP çoğunluğu da “baş üstüne biz emre hazırız” diye topuk vurmuş, selam durmuş, seçilir… Olmaz değerli arkadaşlarım, olmaz. Olmasın… Olmaması demokrasiye aykırı değildir, tam tersine demokrasinin özüne, ruhuna en uygunu olanıdır. (Alkışlar) Demokrasiyi siz bir biçimden ibaret mi sayıyorsunuz, yok mu bir özü? Bir ahlaki özü yok mu, bir siyasi özü yok mu bunun? Biz inkâr ederiz, yok sayarız onu, kılıfa indiririz, prosedüre indiririz, yönteme indiririz bu işi; olmaz, indirmeyin.

Değerli arkadaşlarım, bunu anlatıyoruz. Bunu anlatmayı büyük ölçüde başardığımızı düşünüyorum. Bakın böyle hevesler beslendi, böyle kararlar alındı, ama şimdi geldiğimiz noktada size inanç ve güvenle söylüyorum, böyle bir yanlışlık Türkiye’de olamaz, olmayacaktır, böyle bir yanlışlık olmayacaktır. (Alkışlar) Ben bunu söyleyince “yahu niye böyle söylüyor, neye dayanarak söylüyor” diyorlar. Ben, hiçbir özel istihbarata, bilgiye dayanarak değil, sağduyuya dayanarak, akla mantığa dayanarak, Türkiye’nin siyasi dokusunu, siyasi tarihini bilinçli bir şekilde özümsemiş olmama dayanarak böyle bir şey olmayacaktır diyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, ben bunu söyleyince pek çok kişi kızıyor, ama size şunu söyleyeyim: Beni en iyi anlayan insan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Cumhurbaşkanı olmamalıdır diye, olmayacaktır diye yaptığım bu değerlendirmeleri, en iyi anlayacak olan kişi Başbakanın kendisidir. Bizzat Başbakan en iyi şekilde bilmektedir ki, anlamaktadır ki, ben, doğruyu söylüyorum, olması gerekeni söylüyorum ve o da bunun gereğini yapacaktır değerli arkadaşlarım. (Alkışlar) Bir görev yapıyoruz. Bu sonucu elbirliğiyle sağlayacağız. Bazıları diyor ki, “yahu bu CHP ne yapmaya çalışıyor? İkili düşünüyor. İşte olmamalıdır” diyor ve “olmamalıdır diyerek onu olmaya tahrik ediyor. O olursa, siyaset açısından bizim lehimize bir durum olur diye düşünüyor ya da olmazsa falan…” bunların hiçbir ciddiyeti yoktur. Bunu değerlendiren arkadaşlara çok ciddi saygım var. Kendileri siyasetimizi çok izliyorlar, çok ilginç değerlendirmeler yapıyorlar, ama inançla söylüyorum ki, biz, burada yüreğimizi açtık, içimizden ne geçiyorsa onu söylüyoruz. Hiçbir başka taktiğimiz, stratejimiz, hesabımız yoktur. Bir şeye inanıyoruz, olmaması gerekiyor, olmaması Türkiye’nin yararınadır. Kimin yararınadır hiç onunla meşgul değilim. Olması bizim yararımıza mıdır, değil midir hiç onunla meşgul değilim, olmaması Türkiye’nin yararınadır, Türkiye’nin yararına olan her şey de Cumhuriyet Halk Partisinin yararınadır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, umarım önümüzdeki bir aylık süre, bu gelişmelerin, bu bekleyişimizin haklı olduğunu gösterecek birtakım açılımlarla gelişecektir. Bunun doğru bir tespit olduğunu hep birlikte göreceğiz. Biz, hiçbir küçük parti hesabının peşinde değiliz. Türkiye sıkıntıya girmesin, böyle bir oluşumu Türkiye taşıyamaz, iyi olmaz. Anayasamız, hukukumuz, demokrasimiz, ülkemizin yararları, iç barışımız, kardeşliğimiz hangi ölçüyü kullanırsanız kullanın hiçbir ölçü açısından Başbakanın cumhurbaşkanı olma ısrarı, inadı iyi ve yararlı olmaz. Bütün bunu bilerek bizim görevimizi yapmamız lazım. Biz, yapıyoruz, olmaması gerektiğini anlatıyoruz, olmamasının şartlarını gerçekleştirmeye gayret ediyoruz, halkımızı bu konuda daha duyarlı bir noktaya çekmeye çalışıyoruz. Hep beraber yaşayacağız, göreceğiz. Ben, bu konudaki mücadelemizin tıpkı 1 Mart tezkeresi konusunda verdiğimiz mücadele gibi, Türkiye açısından tarihi bir önemi olduğuna inanıyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, o zaman da bu çok konuşulmuştu, tartışılmıştı, hatta bize diyorlardı ki: “O kadar karşı çıkmayın, bırakın AKP 65 bin Amerikan askerinin Güney Doğuya yerleşmesine izin versin. Bu onun bitişi olur. Türkiye Orta Doğu bataklığına, terörüne bulaşırsa, Türkiye’de iktidar işbaşında kalmaz. Niye karşı çıkıyorsunuz?” diyorlardı. O zaman da diyorduk ki, bizim ilk düşüneceğimiz şey Türkiyemizin bütünlüğüdür, Türkiyemizin yararıdır. Türkiye’ye zarar verecek hiçbir şeyden biz parti menfaati bekleyemeyiz ve bu anlayışla görev yaptık ve o zaman başardık. Şimdi, aynı anlayışla görev yapıyoruz, inanıyorum şimdi de başaracağız. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız dördüncü yılı tamamlanıyor Irak’taki işgalin. Dört yıl geçti, tablo ortada, acılar ortada. Bırakınız Türkiye’ye o tezkerenin vereceği zararı, böyle bir tablonun sorumlusu olmayı içimize sindirmemiz hiçbir zaman mümkün değildir. Bunun sorumluluğunu, vebalini taşımamız mümkün değildir. Nasıl olur da bir iyi niyetli Türk vatandaşı, Irak’ta ortaya çıkan bu acı tablonun, bu utancın sorumlusu olmaktan zevk alabilir, yarar umabilir, böyle bir şeyi düşünmek mümkün mü? Bunu engelledik. Ayrıca, tabii çok daha önemli olarak Türkiye’yi bölecek olan, Türkiye’nin bölünmesine yol açacak olan bir büyük kararı o girişimle engelledik. 65 bin Amerikan askeri gelecek, Türkiye’nin Güney Doğusuna yerleşecek, en hassas coğrafyamıza. Düşünün şimdi, orada duruyor ve Nevruz kutlamaları oluyor, orada oluyor, burada oluyor; böyle bir şey olur mu değerli arkadaşlarım? Yani Türkiye’yi çok tehlikeli bir sürecin içine sokacak bir gelişmeyi önledik. Bundan da övünç duyuyorum, kıvanç duyuyorum. Gerçekten tarihi bir olaydı. Şimdi, yine gelecekte Türkiyemize çok zarar verebilecek, ülkemizi büyük sıkıntılara sokabilecek bir olumsuzluğu önlemek için büyük mücadele veriyoruz ve bu mücadeleyi başarıya götüreceğimize inanıyorum, güveniyorum. Hiç merak etmeyin, laik, demokratik cumhuriyetimizi, ulusal bütünlüğümüzü bundan sonra ebediyen yaşatacağız, bu konudaki tehlikeleri, tehditleri hep beraber ortadan kaldıracağız. (Alkışlar) Bakınız Çanakkale savaşlarının yıl dönümünü geride bıraktık. Orada bütün dünyaya gösterdik ki, Çanakkale geçilmez. Değerli arkadaşlarım, Çanakkale geçilmez, tamam da Ankara da geçilmemelidir. (Alkışlar) Yani Çanakkale’yi geçemeyenlerin, çeşitli vesilelerle Ankara’ya uzanabilmeleri hiçbir şekilde kabul edilemez. Kendi amaçlarına, kendi hesaplarına Ankara’yı kullanabilir bir noktaya gelmeleri hiçbir şekilde kabul edilemez. Çanakkale’yi savunduk, Ankara’yı da savunacağız, hattı müdafaa yok sathı müdafaa var, satıh da bütün vatandır, bütün Türkiye’dir. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, konuşmamız gereken başka konular var, ama süremiz yetmiyor. Bu çerçevede sadece şuna değineyim, iki dakikalık zamanımız var. Yargı, siyasetin işgaline maruz kalma tehlikesi içindedir. Yargıtay’da, Danıştay’da ve Sayıştay’da bilinçli bir şekilde sürecin işlemesi, yetkili organların görev yapması engellenmektedir. Yargıtay’da 23 tane yüksek yargıç temyiz üyesi ihtiyacı vardır. Yasa, derhal 20 gün içinde seçim yapılmasını öngörmektedir. Aylar geçmiştir, yasa işletilmiyor, seçim yaptırılmıyor. Niye? Hele bekleyelim, Çankaya’yı bir alalım, ondan sonra yargıyı da alırız, onun hazırlığını yapalım. Danıştay aynı şekilde, seçimi tamamlanmıyor, Sayıştay aynı şekilde. Değerli arkadaşlarım, olmaz, olmaz… Yargıtay’ı, Danıştay’ı, Sayıştay’ı bir saygın, bağımsız Anayasa kurumu olarak içine sindiremeyen bir zihniyetin cumhurbaşkanlığında yeri yoktur. (Alkışlar) Yolsuzluklar aldı başını gidiyor, Ali Dibo Hatay’dan Sinop’a sıçradı. Sinop’ta AKP eski il başkanları ve sağlık sisteminin yöneticileri el ele vermişler 100 trilyonlarca liralık bir büyük soygun çarkı orada döndürülüyor ve şimdi en son olarak söyleyeyim, İstanbul Ataköy’de, Ataköy Marinanın bulunduğu yerde şimdi bir büyük soygun gerçekleşmek üzeredir. TOKİ eliyle, bir hafta içinde ihale ilanı yapılmıştır. 15’inde ilan 22’sinde, yarından sonra ihale, iki üç milyar dolarlık olduğunu herkesin bildiği bir arazi şimdi ora da gözden çıkarılacaktır ve kimin alacağı bellidir, hepsi bilinmektedir. Basınımız bunu daha önceden de vurgulamıştır. Ben de buraya bunu getiriyorum. Derhal o ihale iptal edilmelidir. Göz göre göre bir büyük soygun, Ataköy Marina’da bir avuç insana ki, kim olduklarını incelediğiniz zaman AKP milletvekillerinin yakınlarına kadar geliyorsunuz, orada bir tezgâh götürülmektedir. Yolsuzluk, soygun, AKP’yi içeriden, dışarıdan, tabandan, tavandan çürütmektedir. Bütün bunların hesabını önümüzdeki seçimde hep beraber göreceğiz.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum, başarılar diliyorum. (Alkışlar)