Thursday, October 18, 2007

Genel Başkan Baykal CHP Grup toplantısında, ''Hükümetin, terörle mücadele politikası iflas etti''


-Deniz Baykal Hükümeti, bir milli terör politikası oluşturma konusunda harekete geçmeye çağırdı.
-''Başbakan olarak Dubai'de, 'Irak'a müdahale etmeyeceğim' diye anlaşma imzalayacaksın, bugün tezkere göndereceksin. Hangisine inanalım''

-“Tezkereye ''evet'' diyeceğiz. Bu bir milli dayanışma fırsatıdır”

-''Artık Irak, şu tercihi yapmak zorundadır: PKK mı, Türkiye mi? Bu tercihi yapmadan hem PKK, hem Türkiye diyerek, şu ana kadar idare edilmiştir. Ona maalesef hükümetimiz göz yummuştur''

-''ABD'nin çok önemli bir siyasi zemininde, tartışmalı tarihi dönem için, hiç aldırmadan, gerçeklere gözünü yumarak, Türkiye gibi bir müttefiki en ağır şekilde karalayacak bir suçlamayı, nasıl rahatlıkla yapmakta olduklarını üzüntüyle gördük''

-“Hem PKK'yı himaye eden Irak yönetimi, hem de Türkiye. Hayır, bu mümkün değil. Artık bıçak kemiğe dayandı. ABD’de bilsin, Türkiye, bundan sonrasını taşıyamaz”

-''Referanduma 'dur' denilmesi lazım. Bunu söylemek CHP'nin de, başkalarının da görevi''

-“Eğer 21 Ekimde referandum olursa, bu saçmalığa, hiçbir aklı başında vatandaşın alet olmaması gerekir. Hayırda, asıl şimdi hayır vardır''

-Genel Başkan Baykal Başbakan Erdoğan’a seslenerek, “Cebine parasını koyup, birisini bağlamak için ortaya çıkmış olan dişli milletvekillerinin, İstanbul'un rantına rant katma mücadelesine dur demeye senin gücün yetmiyor mu? Yoksa haspaya yakışıyor mu diyorsun? Bizimki olunca olur öyle mi?'' dedi.


İletişim Koordinatörlüğü (Ankara) - Genel Başkan Deniz Baykal CHP Grup toplantısında,''Hükümetin, terörle mücadele politikası iflas etti'' dedi. Hükümeti milli terör politikası oluşturma konusunda harekete geçmeye çağıran Genel Başkan Baykal, terör, referandum ve AKP’nin politikaları konusunda görüşlerini şöyle açıkladı;


TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

CUMHURİYET HALK PARTİSİ

Grup Başkanlığı

CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL’IN; 16.10.2007 TARİHİNDE

GRUP GENEL KURUL TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum, geçmiş Ramazan Bayramınızı kutluyorum. Milletimizin daha nice mutlu Ramazan Bayramları idrak etmesini diliyorum. Bu bayram biraz buruk bir bayram oldu, acılı bir bayram oldu, ama, hayatın içinde acısıyla tatlısıyla bütün bu olaylar var. Hepimize düşen görev, bu olaylar altında ezilmemek, olayları doğru değerlendirmek, kaynaklarını, kökünü doğru anlamak ve geleceğe daha umutlu bir şekilde yönelebilmenin gereklerini yerine getirmek, geleceği geçmişten daha iyi bir biçimde biçimlendirebilmek, hepimizin görevi bu.

Değerli arkadaşlarım, geldiğimiz noktada yeni ve tarihî bir sürecin ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. AKP İktidarının birinci dönemi bitti. 22 Temmuzda seçimler yapıldı, yeni bir parlamento oluştu. Hükümet görevini tekrar üstlendi, şimdi AKP’nin ikinci dönem iktidarıyla karşı karşıyayız. Daha bu iktidarın ilk günlerinden itibaren Türkiyemizin bugüne kadar izlenen politikaları artık sürdüremez hâle geldiğini gösteren birbiri ardından çok önemli gelişmeler ortaya çıkmaya başladı. Türkiye bugün, dış politika alanında, terörle mücadele konusunda bugüne kadar izlediği politikayla bir sonuç alamayacağını yaşayarak görmeye başlamıştır. Tabii bizler, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda iktidarı ta başından beri uyarıyorduk. İzlenmekte olan politikanın Türkiye’yi istenen sonuçlara götüremeyeceğini, büyük sıkıntılarla Türkiye’ye karşı karşıya bırakacağını anlatmaya çalışıyorduk, ama, hükümet büyük bir özgüven içinde politikasını sürdürüyordu. Bu politikası sürdürdü. Şimdi geldiğimiz noktada artık anlaşılmıştır ki, bu politikayla bir yere gitmek mümkün değildir. Terör politikasıyla hükümetin bir yere gitmesi mümkün değildir. Dış ülkelerle ilişkisini şimdiye kadar sürdürdüğü gibi, bundan sonra da sürdürmeye devam etmesi artık mümkün değildir. Aynı yolda devam ederse, Türkiye dünyada saygınlığını da, inandırıcılığını da, etkinliğini de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. O nedenle artık Türkiye bir karar noktasına gelip dayanmıştır. Pek çok şeyin köklü olarak değişmesi kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bu hükümet, ta başından beri terör olayını doğru değerlendiremedi. Terörün arkasındaki siyasi projeyi kavramak istemedi, kavramadı. O proje doğrultusunda yapılan çalışmaları doğru değerlendiremedi ve terör konusunda çok savsaklayıcı, çok geçiştirici, örtbas edici bir politikayı dört yıl, dört buçuk yıl boyunca sürdürdü. Bu hükümete Türkiye teslim edildiği zaman fiilen sıfır terör vardı. Terör tehdidi fiilen ortadan kalkmıştı. Hâlâ Anadolu’nun orasında burasında ufak tefek birtakım olaylar oluyordu, ama o olayların artık ateşi alınmıştı, belkemiği çökertilmişti, terör inişe geçmişti, bir teslimiyet aşamasına gelmişti. Şimdi, o zamandan bu yana, 2002 sonundan itibaren Amerika’nın Irak’a yönelik askerî müdahalesinin artık bir netlik kazanmaya başlamasıyla ve 2003 Martında müdahalenin fiilen gerçekleşmesiyle yepyeni bir tablo ortaya çıkmıştır. Bu tabloyu hükümet kavrayamamıştır, doğru değerlendirememiştir, bu konuda üzerine düşeni zamanında yapmamıştır, yapamamıştır, tam tersini yapmıştır. Bu tablo karşısında hükümet yıllarca karşımıza gelen en ağır olayları dahi beklenen, gereken şekilde değerlendirmekten sistemli olarak kaçınmıştır. Çuval olayı karşısında tamamen geçiştirici, Türkiye’nin kimliğini, kişiliğini, onurunu sahiplenen, Türkiye’ye yönelik haksızlıklar karşısında teslim olmayacağımızı ortaya koyan bir yaklaşımı, maalesef hükümete sergileyememiştir ve terör konusunda çok ters uygulamalar yapmıştır. Eve Dönüş Yasası getirmiştir hemen gelir gelmez, tam tersi gerekirken Eve Dönüş Yasası getirmiştir. Şimdi, bakın, tezkere getirme noktasına geliyoruz. Eve Dönüş Yasasının altındaki terör teşhisiyle tezkere çıkarmak isteyen bir hükümetin terör teşhisi arasında nasıl bir ilgi olabilir. Siz, Eve Dönüş Yasasını getirirken Türkiye’nin bu noktaya geleceğini hesaba kattınız mı? Böyle bir öngörüde bulundunuz mu? Hayır. Onlar umut ediyorlardı ki, Amerika, kendilerine “Eve Dönüş Yasası çıkar” diyecek, bunlar da yasa çıkaracak ve terör tehdidi ortadan kalkacak. Eve Dönüş Yasası çıkarıldı, cezaevinden Kandil’liye, Kandil’liden Gabar Dağına bir üçgen kuruluverdi. Daha geçenlerde askerî yetkililer, “maalesef terör örgütüne katılımları azaltamadık” diyor. Sen, cezaevindekileri salıverirken nasıl azaltmayı düşünüyorsun? Cezaevinde tutulmuş olan teröristleri sen tahliye ederken, nasıl olur da terör örgütüne katılımın azalacağını umut edebilirsin? Bu ters politikalar, bu hükümet tarafından sistemli bir şekilde götürülmüştür. Efendim, bu hükümet şimdi tezkere öneriyor. Aynı hükümet, bir süre önce Dubai’de bir anlaşma yapıp “verin 1 milyar doları, Kuzey Irak’la hiç ilgilenmeyeceğiz” diyen hükümet değil mi? Bu imzayı atan kişi, şimdi Dışişleri Bakanı değil mi? Yani o imzayı atarken Türkiye’nin Irak’a terör nedeniyle müdahale etmek zorunda kalabileceğini, böyle bir ihtimalin bulunabileceğini aklınıza hiç getirmediniz mi? 1 milyar dolar karşılığında Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından bu kadar önemli bir konuda, bu kadar vurdumduymaz bir angajmana, taahhüde nasıl içinizi yatırdınız? Bunların hepsi çelişki, bunların cevabı yok, tutarsızlık bunlar. Dubai’de “Irak’a müdahale etmeyeceğim” diye anlaşma imzalayacaksın ve şimdi tezkere göndermek zorunda kalacaksın, hangisine inanalım? Bugün, sen onu yaparken, bak, Cumhuriyet Halk Partisi o zaman çıkıyordu “sakın ha” diyordu, “yanlıştır. Günü bugünden ibaret zannetme, siyaset, uluslararası ilişkiler, bölge, terör, yarın yepyeni manzaralar sergilemeye başlar. Bu, Türkiye’nin önemli bir şansıdır, önemli bir imkânıdır. Kuzey Irak’a müdahale etme yetkimizi hiç kimseyle pazarlık konusu yapmamalıyız, tutun o hakkı” diye Cumhuriyet Halk Partisi o noktada size uyarılar yapıyordu. Yine yaşanan olaylar karşısında AKP iktidarı bize “arada sırada yaşanan üzüntü verici olaylar” açıklamasını yapıyordu. Terör, bir tehdit, tırmanıyor, bunu görüyoruz. Bunun arkasında ciddi bir proje var. Ne yaptığını biliyorlar. Himaye edenler de niye himaye ettiğini biliyor. Sen, söylenen laflara, dudaktan çıkan, ağızdan çıkan laflara o kadar kulak asma, niyete bak, amaca bak, uygulamanın hedefini göre, dış politika bunu gerektirir, kendini aldatma, aldatmaya devam ettiler. Dediler ki: “Ardada sırada yaşanan üzüntü verici olaylardır. Abartılı yorumlardan kaçınmak gerekir.” Başbakanın sözleri bunlar. “Abartılı yorumlardan kaçınmak gerekir “ terör politikasının temel dayanaklarıydı hükümetin. Bu konuda muhataplarıyla sık sık görüşüyordu. Bu görüşmelerde hep mutabık kaldılar. Diploması jargonuyla, işte “Irak’lı muhataplarımıza, yetkililerimizle, Kuzey Irak’lı yetkililerle konuştuk, mutabık kaldık” diye açıklamalar yaptılar. Ankara’da mutabık kaldılar, New York’ta mutabık kaldılar, Washington’da mutabık kaldılar. Ne mutabık kaldılar? Terörü etkisiz kılma konusunda mutabık kaldılar. Ne oldu, o mutabakatlar ne oldu? O mutabakatlar, Türkiye’de terör tehdidinin giderek gelişmesine göz yuman bir iktidar tablosu ortaya koydu ve bugün geldiğimiz noktada, artık, o politikayı sürdürmek mümkün olmaktan çıkmaya başladı. Hatta son bir görüşmesinde Başbakan, Başkan Bush’la görüşmesinde “Başkan Bush’u çok kararlı gördüm terörle mücadelede” diye Bush adına Türkiye’ye kefalet verdi. Yine hatırlayınız, daha kısa bir süre önce terörle ilgili bir tartışma yaşadık. Neydi bu tartışma? “Efendim, içeride 3.500 terörist var, dışarıda 1 500 terörist var. İçerideki teröristler bitti de sıra Irak’a mı geldi?” Kim söylüyor bunu? Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı söylüyor. Ne zaman söylüyor? Daha dün diyecek kadar yakın bir geçmişte söylüyor. Ne oldu?.. Ne oldu?.. Onu söyleyen Başbakan mı terör konusunda doğru politika götürüyordu, bugün bu noktaya gelen Başbakan mı terör konusunda doğru politika götürüyor? Bunu sormamız gerekmiyor mu? Bu tutarsızlıkların bir anlamı yok mu? Terör konusundaki bu zikzakların, bu çelişkilerin, bu tutarsızlıkların Türkiye’nin terör tehdidinde bir mesafe kaybetmiş olmasının, terör tehdidinin giderek tırmanmış olmasının altında yatan bir temel neden olduğunu söylemeyecek miyiz? (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, yine terör konusunda çok değerli zaman “Özel Temsilcilik Mekanizması” diye bir mekanizma ortaya konularak harcandı. Özel Temsilcilik icat edildi. Terörle mücadele için yepyeni icatlar bunlar, o icatlarla bir yılı aşkın zaman kaybedildi. Sonra anlaşma dönemi geldi, “Irak’la anlaşmalar yapılacak” denildi ve en son olarak da ABD Başkanıyla Başbakanın buluşmasından bir çare umar noktaya geldik.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de terör konusunda, maalesef çok yanlış tavırlar sergilenmiştir. “Terör artışı yok” iddiasını Başbakan, kamuoyuna defalarca söylemiştir “grafikler öyle göstermiyor” demiştir, “terör artışı yok” demiştir. Terör artışı çok tehlikeli biçimde 2002’den itibaren net bir biçimde 2002’den itibaren net bir biçimde kendisini göstermiştir, ama Başbakan, bu gerçeğe gözünü yummuştur ve daha sonra sınır ötesi operasyon olasılığı önerisi ortaya çıkmaya başlayınca yine iktidar çevreleri “24 defa sınır ötesi operasyon yapıldı, bakın hâlâ sonuç alınmadı. Yapmaya gerek yok” demiştir. Şimdi, bu yaklaşımı sürdüren iktidar, maalesef olayı denetim altına alamamıştır. Reddettiği bir politikaya sürüklenmek durumunda kalmıştır. Ama, bu politikayı kararlı, etkili, inandırıcı bir şekilde götüreceği konusunda, ne yazık ki, yeter güveni veriyor değildir. Bu da, Türkiye’nin terörle mücadelesinde önemli bir problem olarak karşımızdadır. Yani siz yıllarca terörü yanlış teşhis eden bir yaklaşım içinde politika götüreceksiniz, o politika iflas edecek, peki deyip onun tersi bir politikayı “ben de götürürüm” diyeceksiniz, onu deneyeceksiniz ve onda başarılı olacaksınız, etkili olacaksınız. Bu konuda elbette toplumun çok ciddi kaygıları vardır. Bakınız, geldiğimiz noktada, artık, Türkiye’nin PKK terörünü Irak sınırları içinde himaye etme politikasına sessiz kalma, bunu içine sindirme şansı kalmamıştır. Türkiye, Irak’ın, PKK terörünü kendi topraklarında himaye etmeye, PKK terörüne yataklık yapmaya devam etmesini seyirci kalarak izleme şansını artık Türkiye kaybetmiştir. Terörle mücadelenin en temel gereği terörü himaye eden ülkeleri terörü edemez bir noktaya getirmektir. Bunu doğal karşıladığınız anda terörle mücadelede en büyük zafiyetin içine girersiniz. O nedenle bizim bundan sonraki dönemde önce Irak ve Kuzey Irak yetkililerine, PKK’yı artık orada himaye etmelerinin mümkün olmadığına ikna etmek, bunu onlara göstermek ve kabul etmek zorunluluğumuz vardır. Yani önümüzdeki dönemin harekât hedefi, sadece yakalayabildiğimiz PKK’lıları etkisiz kılmaktan ibaret olmamalıdır. Bunu ötesinde Irak yetkililerini PKK terör örgütünü himaye etmekten vazgeçirmeyi başaracak bir anlayış içinde harekât planlanmalıdır. O nedenle hedef PKK’dır, ama PKK’yı himaye eden siyasi otoriteye bu himayenin çok ağır bir bedeli olacağını gösterme gibi bir görevimiz ve sorumluluğumuz da vardır. Bunu başarmazsanız, gel, burada yakalayabildiğini yakala diyerek, yakalayabildiğini yakalayıp yakalayamadığının hâlâ himaye edilmesine devam edilmesini kabul etmek Türkiye için mümkün değildir. O nedenle bu politikanın hedefini, kapsamını, amacını belirlerken bütün bunları dikkate almak lazımdır. Artık, Irak şu tercihi yapmak zorundadır: PKK mı, Türkiye mi? (Alkışlar) Irak, bu tercihi yapmaya zorlanmalıdır. Bu tercihi yapmadan hem PKK hem Türkiye diyerek şu ana kadar idare edilmiştir ve buna, maalesef bizim hükümetimiz göz yummuştur. Çok daha önceden çok daha kararlılıkla anlatılması gereken bir noktaydı. Bunun hazmedilmiş olması, bu konuda Irak’ı cesaretlendirmiştir. Bunu değiştirmek lazımdır. Irak’a Türkiye’nin dostluğu önemlidir, Türkiye’nin dostluğu değerlidir. Bizim Irak’taki kardeşlerimizle barış içinde, güvenlik içinde birlikte birbirimizin kalkınmasını, refahına, istikrarına destek vererek yaşama konusunda hiçbir tereddüdümüz yoktur. Irak’ı biz, çok değerli bir komşumuz olarak kabul ederiz. Irak’ta yaşayan insanlar bizim de kardeşlerimizdir. Onların tümünü, Irak’taki herkesi Türkiye kardeş olarak bilir, ama Irak’tan da Türkiye ile kardeş muamelesi bekleriz, Türkiye Cumhuriyetine kardeş muamelesi bekleriz. Bunu talep etmek de bizim hakkımızdır. İyi komşuluk anlayışının gereği olarak bunu sergilemek de Irak’ın boynunun borcudur.

Değerli arkadaşlarım, bakınız önümüzdeki dönem içinde yeni bir noktaya geliyoruz. Artık, bu hükümet dahi, Kuzey Irak’a bir askerî müdahale kararını alma noktasına gelmiştir. Bundan sonra çok ciddi değerlendirmelerle yürüme mecburiyeti vardır. Bundan sonra Irak’a, demin söylediğim gibi, PKK mı, Türkiye mi, bunu anlatmak lazımdır. Hem PKK hem Türkiye, artık o politika yok. Aynı şekilde Amerika Birleşik Devletlerine de, Kuzey Irak’ın ve Irak’ın PKK’yı himaye etme politikasına mı destek vereceksiniz, yoksa müttefikiniz Türkiye Cumhuriyetine mi destek vereceksiniz? (Alkışlar) Amerika da, artık, bu konuda karar almak durumunda olduğunu kavramalıdır, Amerika’ya da bu anlatılmalıdır. Canım, hem PKK’yı himaye eden Kuzey Irak ve Irak yönetimi hem de Türkiye, Türkiye ile her türlü iş birliği. Hayır, mümkün değil. Mümkün değil, artık, bıçak kemiğe dayandı. Türkiye, bundan sonrasını taşıyamaz, Türkiye’nin bundan sonrasını taşımasını kimsenin talep etmeye hakkı yoktur. Türkiye, bu konularda kendisinden kimsenin bekleme hakkı olmayan bir geniş anlayış, esneklik ve sabır göstermiştir, tevekkül göstermiştir, hatta biz, bunu teslimiyet göstermiş diye tepkiyle karşılıyoruz. Ama, artık yeter. Bundan sonra Türkiye mi, yoksa PKK’yı himaye eden Kuzey Irak yönetimleri ve buna göz yuman bir Irak yönetimi mi? Irak’ta istikrar istiyoruz, güvenlik istiyoruz, huzur istiyoruz. Irak’taki, Bağdat’taki otoritenin, yetkililerin Irak’ın bütün sınırlarına egemen olmasını istiyoruz. Türkiye’ye karşı hiçbir düşmanlığın oradan kaynaklanmasına izin vermemesini istiyoruz. (Alkışlar) Hem bunu yapamam hem bunu yapmayacağım hem de sen bunu hazmedeceksin. İşte, bu olmaz, bu Türkiye’den istenemez.

Bakınız, değerli arkadaşlarım, olayın bu niteliğini biz ta başından beri biliyorduk. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konularda çok tutarlı bir politika götürdük. Bakınız, önce 2002 yılında, 2003 demiyorum, Amerika askerî müdahaleyi yaptıktan sonra demiyorum, daha Amerika’nın Irak’a askerî müdahale yapacağının netlik kazanmaya başlamasıyla birlikte, 2002 Aralığından itibaren bu kürsüde, Cumhuriyet Halk Partisi iki şeyi söyledi: Irak’taki bu yanlış savaşa girmeyelim, bunun karargâhı olmayalım, bunun cephesi olmayalım. Askerlerimizi Orta Doğu’da bu proje esnasında harekete geçirmeyelim. Bu, bizim işimiz değil dedik, aman dikkatli olalım. Ama, aynı zamanda bir şey daha söyledik. Dedik ki, 2002 Aralığından itibaren: Türkiye, derhal Orta Doğu’nun karışacağı anlaşıldığına göre, hemen sınırımızın güneyine önemli miktarda askerî birlik yerleştirmelidir, çünkü Irak sınırımız savunulabilir bir sınır değildir. Irak sınırının güvenliği sağlanmadan Türkiye bir savaş ortamında, terör ortamında güvenlik içinde olamaz, Türkiye’nin güvenliği bu konuda yeni bir tedbiri gerektirmektedir. Derhal geçmişte sık sık yaptığımız gibi önemli sayıda askerî gücümüzü sınırın güneyine, ovaya indirelim. Ovadan itibaren Türkiye’nin savunma hattını bir sağlık kordonu gibi tesis edelim, geçişleri denetim altına alalım. Patlayıcıların geçmesine, mayınların geçmesine, C4’lerin geçmesine, teröristlerin geçmesine izin vermeyelim. Sınırımızın güvenliği ancak böyle alınır. Burada otorite kayboluyor, savaş var burada. O savaş ortamında terör örgütleri fırsatı kullanır ve Türkiye’ye her türlü saldırıyı rahatça yapar. Buna olanak vermeyin dedik ve derhal oraya askerî birlik yerleştirin. Bunu bir türlü anlatmayı başaramadık. Şimdi, bakın, hangi noktaya geliyoruz. Bunu 2002 Aralığında söylemişiz, şimdi 2007’nin Ekim ayındayız, beş yıl geçmiş ve Türkiye askerî harekât konuşuyor. Nasıl askerî harekât konuşuyoruz? Vur kaç mı yapacağız? Kandil’i mi bombalayacağız? Ne yapacağız, onların riskleri ne, bunların riskleri ne, bunları konuşuyoruz değil mi? Eğer bunu yapmış olsaydık o ortamda, sağlam bir şekilde arkasını Türkiye’nin askerî ve ekonomik gücüne yaslanan bir askerî yerleşimi Irak’ın kuzeyine, sınırımızın hemen altına güvenli bir şekilde o zaman yerleştirmiş olsaydık, bilmenizi isterim ki, ne bizim askerimizin başına çuval geçirilebilirdi ne bizi rahatsız eden hukuku çiğneyen olup bittiler Irak’ın değişik yerlerinde yapılabilirdi ne de PKK terörü bu kadar azmak imkânını bulurdu. Tedbir oydu. O zaman, efendim “AB kızar, Amerika hoşlanmaz, itirazlar gelir. Kimseyi üzmeyelim” diye bu yola başvurulmadı.

Değerli arkadaşlarım, ciddi bir ülke kendi çıkarları kaçınılmaz kıldığı noktada birilerini kızdırmayı göze alabilen ülkedir. (Alkışlar) Eğer bir ülke, kendi çıkarları tehdit altına girse dahi, herhangi bir ülkeyi kızdırmaktan korkuyor ise, o ülkenin kendi milli çıkarlarını takip etmesi mümkün değildir. (Alkışlar) Güçlü ve ciddi ülke olmak demek, dünya ile kavga etmek demek elbette değil, ama bıçak kemiğe dayandığı zaman, kendi milli çıkarların kaçınılmaz kıldığı zaman, o üzülebilir, bu kızabilir kaygısıyla milli çıkarlarını takip etmekten korkmayan ülkedir. (Alkışlar) Şimdi, o zaman korktuk, üzmeyelim dedik, yapmadık, ne oldu şimdi? Bakın şimdi yapıyorsunuz. Yanlış olmuştur. CHP size o zaman söyledi, Cumhuriyet Halk Partisi size onu söyledi. Cumhuriyet Halk Partisi bunu söylediği anda o tedbir alınmış olsaydı, hem bu süreç bu şekilde yaşanmazdı hem bugün, Türkiye bambaşka bir noktada olurdu. Şimdi, bu şartlar altında yapılacak müdahale ne olur, ne getirir, ne götürür onu tartışma durumundayız. Ayrıca şunu da hatırlatmadan geçemiyorum: Geride bıraktığımız dönemde iki kez Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisini ve AKP iktidarını “gelin, bu terör konusu çok tehlikeli bir şekilde tırmanıyor. Bu konuyu Parlamento zemininde, bir milli platform olarak elbirliğiyle birlikte konuşalım diye çağrı yapmıştır. Olağanüstü Meclisi toplantıya çağırma girişiminde bulunmuştur, ama maalesef iki defa da buna gerek yok anlayışı içinde AKP, bu teklifimizi reddetmiştir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi terör konusunun askerî boyutunu, ekonomik boyutunu, diplomatik boyutunu, siyasi boyutunu kapsamlı bir şekilde müzakere vererek bir ulusal terörle mücadele politikası ortaya koymayı hâlâ başaramamıştır. Başbakan kendi danışmanlarıyla istişare ederek, o yanlış politikaları götürdü, götüre götüre şimdi çıkmaza girdi ve “bir başka politikayı götürmeye hazırım” diye açıklamalar yapıyor. Ne ölçüde hazırdır, ne ölçüde götürecektir bunu yaşayacağız göreceğiz. Ama, aklımıza bu tereddütlerin geldiğini, bu soruların ortaya çıktığını söylemeyi kendime bir görev olarak görüyorum.

Değerli arkadaşlarım, terör konusunda bizim yepyeni bir anlayışa girmemiz lazım. Terör, partileri aşan bir sorundur, hükümetleri aşan bir sorundur ve geldiğimiz noktada açıkça ortaya çıkmıştır ki, Türkiye’de terör konusu bu hükümeti aşmıştır. Terör konusu karşısında bu hükümet aşılmıştır. Çok net, çok açık. Bu hükümetin terör konusundaki politikaları, o politikaların varsayımları çökmüştür. Şimdi, yeni bir politika, yeni bir terör politikası ortaya koymaya ihtiyaç var. Bu, sadece teknik bir olay değildir, Meclisten tezkere geçsin, o tezkereden sonra hükümet Silahlı Kuvvetlere “Haydi sen müdahale et” desin, ondan ibaret değildir bu iş. Bu politikanın dört başı mamur ele alınması ve konuşulması lazım. Bütün boyutlarıyla tartışılması lazım ve hükümeti aşan bir milli politika olarak dünyaya konulabilmesi, söylenebilmesi lazım. Buna ihtiyaç var, hükümet bu ihtiyacı da kavramış değil, Tam tersini yıllarca yaptı, şimdi yaptıklarının tersini “ben uygulayacağım” diye ortaya çıkıyor. Senin politikan iflas etti. Sen, şimdi oturup bir özeleştiri yapacaksın ve Türkiye’de iktidarıyla muhalefetiyle Türkiye bu konuyu milli bir platformda ele alacak, konuşacak ve bir ortak terör politikası ortaya koyacağız ve o politikayı hep beraber uygulayacağız ve hep beraber destekleyeceğiz bunu. Buna ihtiyaç var. Devlet içinde birbirine tuzak kurarak, onu bunu suçlama vesilesi yaparak bir politika izlenmesi suretiyle Türkiye’nin bu tehdidin altından kalkması mümkün değildir. Olay ciddidir ve hükümeti böyle bir milli terör politikası oluşturma konusunda harekete geçmeye çağırıyorum. Biz, terör konusunda en doğru değerlendirmeleri yapmış bir parti olarak, hükümetin böyle bir arayışa girdiğini gördüğümüz anda ona her türlü desteği vermeye hazırız, politikaya da katkı yaparız, uygulamasına da. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bayram günleri çok acı geçti. Milletçe sarsıldık ve terör ve şehit sorununun artık alışılabilen, sıradanlaşmış bir konu olmaktan çıkmaya başladığına tanık olduk. Bu, bir mutlak zorunluluktu. Türkiye’nin terörle mücadelesi için bu sağlanması gereken bir şeydi. Yani terör sıradan bir trafik kazası gibi haber olmaya başladı, şehitler yine aynı şekilde umursanmaz bir şekilde toplumca sıradanlaştırılmak istendi. Böyle bir kültür ortaya çıkıyordu. Bu, Türkiye’nin terörle mücadelesinde en sakıncalı tablodur. Bunun mutlaka değişmesi gerekiyordu. Bunu değiştirmek için biz üzerimize düşeni yapma kararını aldık ve o doğrultuda bayram ortamındaki o acı olaylar dolayısıyla harekete geçtik ve Türkiye’de terör konusunda bir ulusal duyarlığı ayağa kaldırmaya çalıştık. Bugün memnuniyetle görüyorum, televizyonlarımız, medyalarımız ve saire herkes bu konuya ilgi duymaya başlamıştır, büyük destekler seferber edilmiştir. Bundan memnuniyet duyuyorum. Terörle mücadele böyle olur, elbette öyle olacak. Yani teröre dudak bükerek, şehitleri bilmem küçümseyerek, yok sayarak, onlara aldırmayarak terör mücadelesi olmaz. Bu mücadele bir bütündür. Onu anlamamız lazım ve o duygular içinde konuya sahip çıkmamız lazım. Bunu sağlamak da bizlerin görevimizdi. O doğrultuda ciddi bir çaba yaptık ve başarılı bir noktaya geldiğimizi memnuniyetle görüyorum. Bayram günlerinde son dönemde şehit olan 15 vatandaşımızı ve Silahlı Kuvvetlerimizin verdiği şehitleri, köylerinde, evlerinde ziyaret etmek üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu bir sistemli program uyguladı. Milletvekili arkadaşlarım her birisi kendi bölgelerindeki şehit ailelerini ziyaret ettiler. Onlara, ben, duygularımızı anlatan bir mektup verdim. Hepimiz adına, bütün milletimiz adına, 70 milyon adına, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri, o şehit ailelerini köylerinde, evlerinde ziyaret ettiler, duygularımızı anlattılar, yalnız olmadıklarını, dayanışma içinde olduğumuzu ve onların ortaya koyduğu fedakârlığın bizim için ne kadar değerli olduğunu takdir ettiğimizi açıkça gördüler. Bu gayrete katılan milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Gerçekten çok yararlı oldu. Bana çok sıcak dönüşler geldi. Büyük bir memnuniyet rüzgârı esti. Ben, arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Elbette şehitlerimizi hiç unutmayacağız, onlara sahip çıkacağız. Terörle mücadele ancak böyle bir dayanışmayla başarıya ulaştırılır.

Yine o çerçevede ben de, bayramın birinci günü Şırnak, Beytüşşebap Beşağaç Köyünü gittim. Orada şehit olmuş 12 vatandaşımızın ailelerini ziyaret ettim, köylerinde gördüm. Onlarla birlikte konuştuk, ağlaştık, dertleştik, o büyük acıyı, trajediyi bir kez daha yaşadık. Pırıl pırıl bir gencimiz, okulu doğru dürüst değil, öğretmeni doğru dürüst değil, eğitimi doğru dürüst değil, o koşullarda Hakkâri Lisesinden mezun olmuş bu Beşağaç köyünde bir gencecik evladımız, üniversite giriş sınavlarında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesini kazanmış. Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden biri, en değerli fakültelerden birisi, orayı kazanmış. Köyüne gidip köyünde arkadaşlarıyla, komşularıyla işte başarısını konuşacak, onun mutluluğunu yaşayacak ve orada da birkaç kuruş bir kanal kazma faaliyeti içinde yevmiye ile para kazanacak, o parayı da okulda harçlık yapacak. Bu anlayışla köyüne gitmiş bir evladımızı sabahleyin kanal kazmak üzere yola giderken orada nasıl hunharca vurduklarını hep birlikte ağlaşarak dinledik. O çocuğun babasını, iki kız bir erkek, üç kardeşini o çocukları da görerek… Korkunç bir olaydı, yani dedim ya, bayramların böyle acısı da var, tatlısı var; bu defa acısı rastladı. Ama acısını da yaşamasını bilmek, o konuda o dayanışmayı sergilemek, orada ruhumuzu onların duygularıyla yıkayabilmek de çok önemli bir arınma fırsatıydı. Bunu birlikte yaşadık. Bu vesileyle ben, hem Beşağaç Köyündeki şehit vermiş ailelerimizi hem Türkiye’de bu mücadele içinde şehit olmuş bütün ailelerimize ve bütün vatandaşlarımıza minnetçe ödediğimiz bu ağır bedelin boşuna olmadığını, bunun hepimizin bu memlekette bağımsız olarak yaşama irademize güç kattığını ve bu mücadeleyi mutlaka başarıya ulaştırma kararlılığı içinde olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız günlerde Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinde Ermenilerin, Ermeni lobisinin arkasında durduğu bir karar tasarısı oylandı ve kabul edildi. Bu tabii çok önemli bir olay. Yani, Türkiye’ye yönelik büyük haksızlıkların bir yenisi olarak ortaya çıktı ve Amerika gibi çok önemli bir ülkede, o ülkenin çok önemli bir siyasi zemininde, parlamentosunda böyle bir tartışmalı tarihî dönem için hiç aldırmadan, gerçeklere gözünü yumarak, Türkiye gibi bir müttefiki en ağır şekilde hakarete maruz bırakacak, karalayacak bir suçlamayı nasıl rahatlıkla yapmakta olduklarını üzüntüyle gördük. Bu tabii çok acı bir olay, yani çok düşündürücü bir manzara. Bundan sonrası için buradan alınması gereken çok ciddi dersler var. Yani Amerika’da bu karar tasarısı çıkarsa, korkarım, bu başka ülkelere de örnek olacaktır, başka ülkelerde de hızla benzer karar tasarıları çıkacaktır. Amerika’da da “Efendim, bu Temsilciler Meclisinin kararı. Bu yürütmeyi bağlamaz. Başkan buna aldırmaz” tesellilerinin bir geçerliliği olmadığını da ifade etmek istiyorum. Bunu bir Temsilciler Meclisi duyarlı olarak, bir kongre duyarlılığı olarak Başkanın dikkate almasını resmen talep ediyorlar. Korkarım, gelecekte Başkan, o 24 Nisan açıklamalarında bu kararı da dikkate alarak “soykırım” sözünü kullanmaya başlayacaktır. Canım, kullanırsa kullansın diyerek bir yere varamayız. Eğer böyle bir yaygın süreç işler ve bütün parlamentolarda bu kabul görür ise, buna tarihen kanıtlanmış, yerleşmiş, kökleşmiş bir vakıa değerlendirmesi yaparlar. Tarihen gerçekleşmiş, kanıtlanmış bir vakıa, tarihen tespit edilmiş bir vakıa, bir olgu hükmünü verirler. Eğer o hüküm verirse, yargı organları da bunu kararlarında kullanmaya başlar. Nitekim İsviçre’deki bir mahkeme, “tarihen tespit edilmiş olgudur” diyerek benzer kararları, o zamana kadarki kararları, daha Amerika olmadan İsviçre hukukunun kararlarına mesnet yapmıştı. Bu tehlikeli bir süreçtir. İşin bir tarafı bu, bir başka tarafı şu: Üzüntü verici olan olay, oraya değerli arkadaşlarımız da gittiler, onlardan raporları aldım ve ayrıntılı şekilde tabloyu görme fırsatını elde ettim. Öyle anlaşılıyor ki, Amerika’nın bu kararı almasına neden olan pek çok gerekçe var, ama en önemli gerekçelerden birisi, “Merak etmeyin, Türkiye bir şey yapamaz.” gerekçesidir ve Amerika’daki müzakerelerde bu fevkalade sık kullanılmıştır. Diğer yandan Amerika’nın geçmiş sekiz eski Dışişleri Bakanı bir araya gelerek “Sakın ha yapmayın, Türkiye çok ciddi kararlar alır ve Amerika ile ilişkiler zarar görür” uyarısını yapmıştır. Şimdi, Amerikan kamuoyu ikiye bölünmüş durumda. Bir grup diyor ki, Türkiye ciddi karar alır, eski Dışişleri Bakanları; bir grup diyor ki “Hiçbir şey yapamaz, biz biliyoruz Türkiye’yi.” Şimdi, Türkiye ne yapacak? Bu olayı geçiştirme şansı artık kalmadı. Bu olayda Türkiye hiçbir şey yapamazlar tezine haklılık kazandıracak bir tavır içinde olursa, artık, Türkiye’nin dünyada etkinliği de, saygınlığı da çok ciddi şekilde darbe yer. Bakın, Deveciyan, Fransa’da, biliyorsunuz Başkanın danışmanı idi. O meşhur Ermeni olaylarını yok diye ilan etmenin suç sayılmasını öngören kanun teklifi görüşülürken “Türkler hiçbir şey yapmaz” dedi. “Buradan hiçbir şey çıkmaz, merak etmeyin” dedi. Gerekçe olarak da, 2001 yılındaki karar karşısında Türkiye’nin takındığı teslimiyetçi tavrı gösterdi. Kıyameti kopardılar “ilişkilerimiz zedelenir” diye, ticaretimiz üç kat arttı, “hiçbir şey olmaz” dedi Deveciyan, şimdi Amerika’da aynı şey söyleniyor. Artık, bu konu, Türk dış politikasının saygınlığının, ciddiyetinin test edileceği, sınava sokulacağı bir olay hâline gelmiştir. “Nereden koparsa kopsun, inceldiği yerden kopsun” diye nutuk atmakla iş bitmiyor. Eğer bu karar, Temsilciler Meclisinden de resmen geçer ise, Türkiye’nin bunu seyretmesi, bu karara tepki göstermesinin yol açacaklarından çok daha büyük sakıncaları içermektedir. Herkesin bu hesabı çok iyi yapması gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar Türkiye’de politikanın bir kırılma noktasına gelmekte olduğunu bize gösteriyor. Kırılma sadece dış politika konularında değil, ekonomide de bir kırılma tablosu hızla gelişiyor. Onu daha sonra konuşacağız, ama o konuda bizim uzun süreden beri yaptığımız tespitlerin ne kadar haklı ve doğru olduğu giderek anlaşılıyor. Şimdi, hükümet yine orada da çok ciddi açmazlarla karşı karşıyadır. Çok önemli tercihler yapmaya sürüklenmektedir. Daha netleşmedi, bakın birbiri ardından toplantılar yaptılar, hâlâ önümüzdeki dönemle ilgili politika parametreleri söylenebilmiş değildir. Kamuoyu avutuluyor, geçiştiriliyor; ne YPK toplantısında ne hükümetin üç aylık eylem planı açıklamasında önümüzdeki dönemin ekonomisinde ortaya çıkan sorunlarla ilgili bir anlamlı yaklaşım yoktur. Bunu girmeyeceğim şimdi, ama sadece altını çizmekle yetiniyorum. Ekonomide de Türkiye bir karar noktasına geliyor.

Değerli arkadaşlarım, önümüzde bir Anayasa referandum oylaması var ve Anayasa değişikliğiyle ilgili paketin ikinci müzakeresinin bugün yapılması söz konusu. Bir yeni noktadayız. Değerli arkadaşlarım, bu konunun nasıl bir hukuk garabeti oluşturduğunu, nasıl çelişkilerle dolu olduğunu, nasıl anlamsız olduğunu defalarca anlattık. Şimdi düşününüz, bugün ayın 16’sı. Bu Kanun konuşulacak, ikinci oylaması yapılacak. Eğer geçerse, yarın Cumhurbaşkanı imzalayacak ve Resmî Gazete’de yayımlanacak, 17’sinde yürürlüğe girecek. Bu Kanun’la ilgili dün radyo ve televizyonlarımızda siyasi partilerin propaganda konuşmaları gerçekleşti. Yani referanduma sunulacak olan Anayasa değişikliği paketinin lehinde ya da aleyhinde resmî televizyon konuşmaları başladı, yapılıyor, ama daha kanun çıkmış değil. Dün konuştu arkadaşlarımız, kanun henüz çıkmadı, nasıl çıkacağı da belli değil. AKP, bilbordlara “evet deyin” diye. Evet diyelim de, kanun nerede? Canım, mühim değil, sen onu ne düşünüyorsun, sen onu bırak. (Alkışlar) Bu da, işte bizde AKP usulü demokrasi. 21’inde oylama yapılacak, sandığa gidilecek, bugün 16’sı, kanun daha belli değil. Türkiye’nin hukuku diyor ki: “Referanduma sunulacak olan Anayasa değişikliği önerisi 120 gün boyunca halk tarafından tartışılır.” 120 gün önceden netleşir, oylamadan çıktıktan sonra ancak 120 gün sonra referanduma çıkar. Onu kısalttılar, 40 güne indirdiler. İyi, peki 40 gün sonra. 17’sinde kanun netlik kazanacak, 21’inde oy kullanacağız, 4 gün. Var mı bizim hukukumuzda böyle bir şey? Bu memlekette YSK diye bir organ var mı? YSK diye bir organ var mı?.. Yüksek Seçim Kurulu, aynı zamanda bütün bu hukuki, demokratik, Anayasal, yasal ilkeleri dikkate alarak takvim belirlemek durumunda değil mi? Alacağı kararı bekliyoruz. Peşin fikirleri suçlama yapmıyorum, ama milletin içindeki feryadı dile getiriyorum, feryadı. (Alkışlar) Türkiye’yi, hukukun bu kadar çiğnendiği, demokrasinin bu kadar çiğnendiği bir iktidar kadrosunun kafasına estiği gibi düğmeye bastığın anda referandum, öyle de olsa referandum, böyle olsa referandum diye millet iradesiyle alay ettiği bir tabloya seyirci kalmak mümkün mü. (Alkışlar) Umut ediyorum, YSK buna izin vermeyecektir. Buna izin verilmez, böyle bir şey olmaz. Oy verme süreci başlamış Eylülün 11’inde, Ekim 16’sındayız, bir aydır oy kullanılıyor. Canım, onlar sayılmaz ya, boş ver onları. Kim oluyor onlar. Atıver onları. Zaten sınırın dışından gelmişler, sınırın dışına atıverelim mi diyeceğiz? Böyle bir şey olabilir mi? Bir kişinin bile oyu kıymetli değil mi? Bir kişinin oyunun bile bir önemi yok mu? Nasıl bir referandumdur ki, vatandaşlarımızın bir kısmının oyunun hiçbir anlam taşımamasını içimize sindirerek demokrasiyi Türkiye’de geliştirmek istiyoruz. Böyle bir şey olur mu? Saçma, baştan aşağı saçma. Umarım, Yüksek Seçim Kurulu buna izin vermeyecektir; umarım, Parlamento da bu saçmalığa kökünden, temelinden bir çözüm bulma gereğini yeniden değerlendirecektir. Buna ihtiyaç var. (Alkışlar) Öyle de olur, böyle olur diyerek olmaz bu işler. Bu referandumun noktalanması lazım, bu referanduma dur denilmesi lazım. Bunu söylemek Cumhuriyet Halk Partisinin görevi de, başkalarının da görevidir. (Alkışlar) Yani AKP’nin bu olup bittilerine teslim olarak, onun her dediğine evet diyerek, onun, muhalefet partilerini kullanmasına göz yumarak bir yere varamayız. Herkesin bu konuyu yeniden değerlendireceğini umut ediyorum. Bu süreç noktalanmalıdır, noktalandıktan sonra da artık yeni bir süreç yeniden değerlendirilerek ele alınmalıdır. Sadece ertelemeyle de olayın özünü çözmek mümkün değildir. Gerçekten garip bir olay, 40 gün olması gereken bu propaganda 4 güne inmiş. Daha kanun netleşmeden Sayın Kılıçdaroğlu, Grup Başkan Vekilimiz, dün televizyonda anlatıyor, diğerleri konuşuyor, neyi konuşuyorsunuz? Oy verme başlamış, hâlâ nasıl olacağı belli değil… Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye’yi bu kadar mahcup hâle düşürmeyi nasıl insanlar içine sindirebilir? Yani hukuk bilinci hiçbir şekilde uğramamış bir ülke gibi Türkiye’yi tarif etmelerine nasıl göz yumarız? Başbakan diyor ki: “Referandum kültürüne alışsın herkes.” Referandum kültürü yaygınlaşacak! Yani bu konuda Başbakana söylenmesi gereken çok şey var. Onları kendi zemini içinde söyleyeceğiz de, Başbakan bu konuyu konuşurken dedi ki televizyonda gazetecilerle görüşmesinde “Referandumu yerel düzeyde de yapalım” dedi. Şimdi, tabii yerel düzeyde referandum, birdenbire oradaki o anlayışlı gazeteci kadrosunu dahi ciddi şekilde tedirgin etti. Ya buna seyirci kalıyormuşuz gibi bir manzara olur diye arkadaşlar rahatsız oldular “Efendim, ne demek istediniz, o muydu bu muydu” diye konuyu tekrar değerlendirmesini talep ettiler. Başbakan da, galiba, yerel düzeyde referandum kapısını açmanın egemenliği parçalamak anlamına geleceğini, milli egemenliğin yerel egemenliklere dönüştürülmesi anlamına gelebileceğini görmüş olmalı ki, “Canım, benim söylediğim, mesela, adam –aynen kendi sözlerini okuyayım- “kalkıyor birisi, parası pulu var, yüklü. Burası yeşil alan. Ben, bu yeşil alanı kalkayım, imara açayım. Bu işi de bağlar mı? Bağlar.” Ne demekse bağlamak. “Bu işi bağlar mı? Bağlar. Ama, benim yeşil alanım burası, halkın sahip olduğu bir yer. Halkın iradesi olmadan birilerine peşkeş çekiliyor.” Kim çekiyor? Çekenler halkın iradesiyle oraya gelmedi mi? Belediye başkanı seçilmedi mi? Belediye meclisi seçilmedi mi? Yani ne demek istiyorsunuz? Ne yapacağız? Her belediye meclis kararı için referandum mu yapacağız? İşin temelini bir ilkeye bağlayacaksın. Yani senin gücün yetmiyor mu? Cebine parasını koyup birisine bağlamak için ortaya çıkmış olan dişli milletvekillerinin…(Alkışlar) …İstanbul’un rantına rant katma mücadelesine dur demeye senin gücün yetmiyor mu? Ha, yetmiyor mu? Yoksa, hastaya yakışıyor mu diyorsun? Yani bu da geçen haftanın bir komik tablosu idi. “Yerel referandum” diyor, “İstanbul’un rantı” diyor… O İstanbul ki, on dört yıldır siz götürüyorsunuz, siz yönetiyorsunuz. Bak, bir yağmur yağdı, ortalık birbirine girdi, can kaybı yaşandı, doğrudan ve dolaylı sel baskınlarından dolayı. Alt yapıyı yapmamışsınız, İstanbul’u bir mega köy hâline dönüştürmüşsünüz, yıllardır belediye başkanı olarak oradasınız, sizin sorumluluğunuz altında yönetilmiş, şimdi gelinen noktada İstanbul bir yağmura teslim olmuş. Perişan insanlar, trafik felç, bu tablo içinde bize diyor ki: “Yerel referandum koyalım, bazı güçlü milletvekillerinin imar planı tadiline engel olalım.” Gel de inan.

Değerli arkadaşlarım, tezkere Çarşamba günü gelecek. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz tezkereye evet oyu vereceğiz, tezkereyi destekliyoruz, çünkü bu milli dayanışma noktasıdır. Bu, elbette hep birlikte sergilememiz gereken bir kararlılıktır. Bunu birlikte yapacağız, ama dediğim gibi olay, sadece tezkerenin geçmesiyle bitmiyor, elbirliğiyle milli bir terörle mücadele politikası ortaya koyup elbirliğiyle bunu uygulamalıyız. Bunu ihtiyaç var, AKP bundan kaçıyor.

Ayrıca, bu referandum konusundaki tavrımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bu, hukuk açısından bir garabettir, çelişkiler yumağıdır. Hiçbir ciddiyeti yoktur. Bu, hırsla, kızgınlıkla Başbakanın etrafındakilere bağırıp çağırarak yaptırdığı hukuken malul, siyaseten tutarsız, demokrasiden uzak bir dayatmasıdır, bir zorlamasıdır. Buna hiçbir vatandaşımın “evet” demeyeceğini umut ediyorum. Buna “hayır” demek, en azından buna katılıp oy vermemek her vatandaşımızın görevidir diyorum. (Alkışlar) O nedenle ben, bu referandumun yapılmasına Yüksek Seçim Kurulumuzun izin vermeyeceğini umut ediyorum, vermemesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun noktalanması gerektiği inancındayım. Eğer bunu başarabilirsek en güzeli olur, eğer bu başarılmazda 21’inde oylama olursa, bu saçmalığa hiçbir aklı başında vatandaşımızın alet olmaması gerekir. Ya referanduma hiç katılmaması gerekir. Milletin 200 trilyonluk parasını harcayacak, gereksiz yere Türkiye’yi mahcup etmek üzere harcayacak bu girişime kimsenin alet olmaması gerekir. Eğer birileri girip “ben mutlaka oy kullanacağım” diyorsa, orada kullanılacak oy “hayırdır.” Hayırda, işte asıl şimdi hayır vardır.

Hepinize teşekkür ederim, sevgiler, saygılar sunarım. (Alkışlar)