Saturday, March 28, 2009

GENEL BAŞKAN DENİZ BAYKAL GÜNCEL OLAYLARI DEĞERLENDİRDİ VE GAZETECİLERİN SORULARINI YANITLADI


-“Maalesef ilk kez bu seçim kampanyasında bugüne kadar pek tanık olmadığımız yakışıksız, hukuka aykırı, haksız suçlamalar piyasaya sürüldü. Bu suçlamaları ortaya atanlar kendi isimlerini kullanmaya cesaret edemediler. El altından, bel altından saldırı yapmayı tercih ettiler. İş artık gizli CD dağıtmak noktasından çok açık bilbordlara afiş asmaya kadar getirildi...”

-“Başbakan’ın bu kampanyada borçluların dürüst olmadıklarını, krizde sıkıntıya giren firmaların da beceriksizlikten sıkıntıya girdiğini söylemesi çok sorumsuzca yapılmış, çok yanlış ve haksız değerlendirmelerdir...”

-“CHP olarak bizim bu kampanyada ekonomik kriz ve yolsuzluklarla kararlı mücadelemiz sonucu Hükümet köşeye sıkıştığını hissetmiş, inkar ettiği, yok saydığı, teğet geçti dediği krizi kabul etmek ve CHP!nin önerileri doğrultusunda adım atmak gereğini duymuştur...”

-“Önerilerimiz üzerine arabalardan alınan ÖTV ile kolaylık getirildi. Ama traktörlere yönelik olarak böyle bir kolaylık yok. Traktörlere de vergi kolaylığı getirilmelidir. Aynı şekilde gübre, zirai ilaçla ilgili olarak da KDV indirimine ihtiyacı vardır. Mazottan alınan ÖTV’nin kaldırılmasını da ta başından beri ısrarla öneriyoruz...”

-“Demokrasiyi askeri darbeden kaynaklanan tehditler karşısında sahiplenmek güzel bir şey. Ama demokrasiyi iktidarın içinden kaynaklanan demokrasiye sığmayan uygulamalarla, dayatmalarla, zorlamalarla, tehditlerle, şantajlarla, devlet olanaklarını kullanmayla, para kullanmayla, tehdit yapmakla tehlikeye maruz bırakmaya da hayır denilmeli. Çünkü, o da başka bir demokrasi tehdididir. Türkiye bu yeni demokrasi tehdidini kavramak ve buna karşı tedbir almak zorundadır....”

-“Efendim asker müdahale etmesin başka bir mesele yok. Elbette etmesin. Asker müdahale etmesin. Sende etme kardeşim. Sende etme. İktidar olarak etme, idare olarak etme, parayla etme, tazyikle etmek, tehditle etme, etme. Ederim ben. Yanlış. O demokrasi zafiyetidir. Buda ortaya çıktı...”

-“Artık darbe kanalıyla demokrasi tehdidi Türkiye’de gündemden düşmüştür. İsabet olmuştur. Türkiye bunu başarmıştır. Ama şimdi başka demokrasi tehditleri var. Demokrasiye yönelik başka tehditler var. O tehditlerle de mücadele etmek zorundayız...”

-“Mafyayla darbeyi, mafyalaşmayla darbeyi, terörle mücadeleyle mafyalaşmayı, terörle mücadele ile darbeyi gerçekte olmadığı halde öyleymiş gibi göstererek ve bunun üzerine bir miktarda hesaplaşma duygusu, intikam alma arayışı, ben sana gösteririm sen bana falan tarihte yapmıştın şimdide ben sana yapacağım yaklaşımı eklediğiniz zaman işte ortaya bugünkü yargılama çıkıyor. Bu maalesef acı bir tablodur...”

-“Gücü yeten gücü yetene. Şimdi denk geldi böyle yapıyoruz. Türkiye’nin ihtiyacı bu değil. Türkiye’nin ihtiyacı gücü gücü yetene anlayışının olamayacağı, hukukun işleyeceği bir noktaya gelmek. Biz bunun için geçmişle hesaplaşalım, eçmişteki yanlışlıkların üzerine bunun için yürüyelim diyoruz...”

-“Bir helikopterin ülkemiz içinde belli bir noktada düşmüş olması halinde yerini dahi tespit etmekte günlerce gecikilmesini makul karşılamak mümkün değildir. Bu olay bize çok çarpıcı bir biçimde böyle kazalar karşısında ne kadar hazırlıksız, donatımsız bir noktada bulunduğumuzu göstermiştir...”

-“CHP olarak biz bu konuda, TBMM’de herhangi bir suçlayıcılık anlayışının tamamen ötesinde, bütün partilerin katılacağı ve elbirliğiyle bu kazada ne gibi eksiklikler oldu, ne gibi yetersizlikler var, ne yapılabilir diye harekete geçeceğiz. Milletvekili arkadaşlarım bu konuyu TBMM’ye taşıyacaklar.”


GENEL BAŞKAN DENİZ BAYKAL’IN BASIN TOPLANTISI...

“Değerli arkadaşlarım, seçim kampanyasının sonuna yaklaştığımız bugünde bir genel değerlendirmeyi birlikte yapmak için basın toplantısını düzenledim.


Önce biraz önce helikopter kazasında enkaza ulaşılmak üzere olduğuna ilişkin haber dolayısıyla memnuniyetimi ifade etmek istiyorum. Yapılan açıklamadan enkazın yerinin tespit edildiğini ve enkaza ulaşılabilmesi için ekiplerin oraya yönlendirildiğini öğrendik. İnşallah hiç gecikmeden kaza mahalline biran önce ulaşılır. Ve inşallah bu kazaya maruz kalan insanların yaşatılma umudu ortaya çıkar. Bu ümit ve temenni içindeyim.


Bu vesileyle bu dolayısıyla altını çizmemiz gereken birkaç noktanın bulunduğunu düşünüyorum. Bu olay bize çok çarpıcı bir biçimde böyle kazalar karşısında ne kadar hazırlıksız, donatımsız bir noktada bulunduğumuzu göstermiştir. Gerçekten daha kazanın ortaya çıktığı ilk andan itibaren yapılan açıklamaların birbiriyle çelişir olması, gerçekleri yansıtmadığının kısa bir süre içinde ortaya çıkmış olması, böyle olaylar karşısında resmi yetkililerin nasıl, kimler tarafından, ne şekilde açıklamalar yapılacağı konusunda bir hazırlığın yapılmadığını bize göstermiştir. Buradan alınması gereken derslerden ilki herhalde bu olmalıdır. Bilgi kirliliğine fırsat vermeyecek bir dikkat ve özen içinde bulunma zorunluluğu var. Ayrıca tabi böyle kazalar karşısında güç iklim koşulları, doğa koşulları sözkonusu olabiliyor. Bu durumlarda bu engelleri aşacak etkin teknolojik donatımın hızla kaza mahalline ulaşılmaya imkan verecek istihbarat imkanlarının mutlaka gerçekleştirilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Yani bir helikopterin ülkemiz içinde belli bir noktada düşmüş olması halinde yerini dahi tespit etmekte günlerce gecikilmesini makul karşılamak mümkün değildir. Yani günün teknolojik imkanlarının ne kadar yaygın olduğunu biliyoruz. Cep telefonları fevkalade yaygın. Cep telefonları aracılığıyla sinyal alma imkanı belli merkez için sözkonusu. Yani şuanda var olan teknik olanaklar en etkili şekilde kullanıldı mı, kullanılmadı mı umarım buda incelenecektir, incelenmelidir. Çünkü baz istasyonlarını harekete geçirerek, hızla harekete geçirerek sonuç alma imkanı belki daha kolayca, daha hızlı bir şekilde sonuca ulaşma imkanı sağlanabilirdi. Bu konularda çeşitli uyarılar uzmanlar tarafından dile getirildi. Seyyar baz istasyonlarının bölgeye taşınması ve var olan cep telefonlarının onlardaki sinyallerin kullanılması yoluyla yerin tespiti çalışmaları yapıldı mı, yapılmadı mı bunları bilmiyoruz. Ama şu anlaşılıyor ki, çok daha hızlı, çok daha etkili bir çalışma zorunluluğu vardır. Herkesin cebendeki telefonla o telefon çalışmasa dahi dinlenebildiği, ortam dinlemesi yapılabildiği bilindiğine göre yani bir helikopter kazasında pek çok cep telefonu bulunduğu halde oralara ulaşılamamasını izah etmek mümkün değildir.


Ayrıca tabi helikopterlerin hele böyle güç koşullarda uçuş yapan helikopterlerin, güç iklim koşullarında uçuş yapan helikopterlerin işte bir siyasi partinin genel başkanını taşıyan bir helikopterin kalktığı ilk andan son ana kadar güzergahının belli merkezler tarafından izlenmesi mümkün olabilmelidir. Yani lokasyon tespitine elverişli bir aracın, bir aletin helikopterin içinde bulunduğu anlaşılıyor ama o aletin helikopter yere sert bir düşüş yapmadan indiği için ya da düğmesine pilot basmadığı için çalışmadığı ifade ediliyor. Buda makul gözükmüyor. Yani sürekli çalışması güvence altına alınabilir. Belli hava koşullarındaki uçuşlarda hiç olmazsa bu yapılabilir. Buna benzer önlemlerin üzerinde durulması ve düşünülmesi gerekiyor. Eğer bir teknolojik donatım eksikliği sözkonusu ise bunun mutlaka hızla telafi edilmesi lazımdır. Türkiye coğrafyası zor bir coğrafyadır, dağlık bir ülkemiz var. iklim koşulları Türkiye’de ağırdır. Helikopter ve uzak kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Bundan sonra böylesine kazalara yönelik olarak bir hazırlık ihtiyacı kendisini gösteriyor.


Bize şimdi gelen bilgiler mesela enkazın aranan bölgenin, şuana kadar aramanın yapıldığı bölgenin tam tersi istikamette, 20 kilometre kadar daha ters istikamette bulunduğunun ortaya çıktığını gösteriyor. Yani iyi niyetle yapılan gayretler, pek çok kişinin seferber olması, biran önce bu konunun çözülmesi ihtiyacı, bu konudaki gecikmenin pek çok insanın hayatına malolacağının açıkça görülüyor olması tabi çok büyük bir gerilim yarattı. Bu konuda pek çok kişi koştu, çalıştı ama çok büyük yanlışlıkları yaptığımızda ortaya çıkıyor.


Yani bunları üzüntüyle tespit ediyorum. Herhangi bir eleştiri için söylemiyorum. Tabi hepimiz çok büyük üzüntü içindeyiz. Bir genç siyaset adamı büyük güçlüklerle mücadele veren bir insan siyasi hayatını bugüne kadar belli bir çabayla, fedakarlıklarla, çileyle taşımış, getirmiş olan bir insan şimdi hayatını kaybetmiştir. Bu dramatik bir olaydır. Onunla birlikte gazeteci arkadaşımız kaybetmiştir. Onun çalışma arkadaşları, pilotumuz. Yani tabi hazmedilmesi, doğal karşılanması mümkün olmayan bir manzara ama böyle olayların bir daha ortaya çıkması ihtimali karşısında mutlaka çağdaş teknolojinin en ileri örneklerini Türkiye’ye taşımalıyız. Bu takım insanların bu gecikmelerden dolayı kaybedilmiş olması gibi bir tabloyu Türkiye olarak artık taşımamalıyız. Bunu çok önemli bir nokta olarak görüyorum. Ve milletvekili arkadaşlarıma bu konuda bir meclis araştırması yapılmasının bütün partilerin katılacağı ve elbirliğiyle bu kazada ne gibi eksiklikler oldu, ne gibi yetersizlikler var, ne yapılabilir. Bir rapora bağlanmasını ve biran önce Türkiye’nin bu konuda elbirliğiyle bir çözüm oluşturmasını bekliyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu konuyu TBMM’de herhangi bir suçlayıcılık anlayışının tamamen ötesinde konunun bundan sonra çözüme kavuşmasını sağlayacak bir araştırmanın, gerçeklerin ortaya çıkarılmasının, sorgulamanın, neyin eksik, neyin noksan olduğunun görülmesinin bir ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bu doğrultuda harekete geçeceğiz. Milletvekili arkadaşlarım bu konuyu TBMM’ye çözümünü sağlamak üzere başvuracaklardır. Yani bu konuda havacılık kongrelerinde bazı kararlar alındığını bize arkadaşlarımız aktardır. O kararları yaşama geçirmemiz lazım. Bu konuya böyle bir yapıcı, iyi niyetli bir anlayışla girmek gerekir diye düşünüyorum.


Biran önce inşallah ulaşılır ve inşallah orada bir yaşam umudu hepimizi rahatsız edecek derecede azalmış olsa da inşallah bir yaşam umudunu orada yakalamak imkanını buluruz.


Değerli arkadaşlarım, kampanyanın en son aşamasındayız. Son iki gün bu acı olay, trajik olay dolayısıyla kampanyalara ara verildi. Çok iyi oldu, çok doğru oldu. Ben bütün siyasi partilerimize teşekkür ediyorum. Gerçekten böyle bir anlayış ve uyum sergiledik. Yoğun, hızlı, sert, çatışmacı bir kampanya yaşanırken birden bire yaşamın gerçeklerini bize bu acı olay birden hissettirdi ve herkeste bunu doğru yorumladı. Hepimiz mitinglerimizi, siyasi çalışmalarımızı askıya aldık. Bir anlamda böylece bize bir erken noktalanmış kampanya ile bu işi bitirmek gerekiyor imiş. Böyle bir tabloyla karşı karşıya kaldık.


Bu kampanya bugüne kadar yerel seçimlerde alışık olmadığımız türden yoğun bir kampanya olarak gerçekleşti. Yani bir yerel seçimde Türkiye’de iktidarın seçim kampanyasını bütün illere taşıma biçiminde bir kampanya götürdüğü bundan önce çok sık rastlanan bir durum değildir. Sanıyorum bugün basında Sayın Mesut Yılmaz’ın bir açıklaması vardı. Yani ben diyordu yerel seçimde sadece kendi seçim bölgeme gider oradaki yerel seçim dolayısıyla bir konuşma yapardım. Böyle il il gezip, dolaşıp bütün Türkiye’yi ayağa kaldırmaya yönelik bir yerel seçim çalışması yaptığımı hatırlamıyorum demişti. Gerçekten geçmiş dönemlerde yerel seçimlerin bugün yaşadığımız türden bir yoğun siyasal kampanyanın hedefi haline gelmediğini biliyoruz. Bu defa niye böyle oldu? Bu defa Sayın Başbakan bu tercihi yaptı. Biz buna daha sonra katılmak durumunda kaldık. Başbakanın olayı politize etme, bütün illerde işte kapsamlı mitingler yapma ve o mitinglerde bugüne kadar rastlananların çok ötesinde bir üslupla yer yer kırıcı, saldırgan bir üslupla, ser bir mücadele açma anlayışında olduğunu görünce buna katılmak durumunda kaldık.


Şimdi bu kampanya seçim meydanlarında son 1,5 ayın hükümet tarafından kullanılması şeklinde geçti. Halbuki Türkiye’nin çok önemli konuları vardı. Ekonomik sorunlar, ekonomik krizin gelişimi, kriz dolayısıyla kapanan işyerleri, işsiz kalan insanlar ve üretimin ciddi olarak her yerde aksamaya başlaması gibi önemli sorunlar, konular var olmasına rağmen seçim kampanyası hükümet açısından öncelik kazandı ve hükümet meydan mitinglerinde büyük ölçüde zaman değerlendirdi. Bu çalışmanın belki bir yararı şu noktada ortaya çıkmıştır. Başbakan kampanyanın bir aşamasında Cumhuriyet Halk Partisine yönelik olarak bazı değerlendirmeler yaptı. Cumhuriyet Halk Partisinin bu seçime girerken benimsediği temel anlayışın iki noktada gerçekleri topluma aktarmak olduğunu herhalde herkes gözlemlemiştir. Biz bu kampanyada vatandaşlarımıza iki temel noktayı anlatmaya çalıştık. Bunlardan birisi ekonomik kriz, ekonomik krizin önemi, ekonomik krizin biran önce önlem gerektirmekte olduğu ve ekonomik krizin tarımdan sanayiye, hizmet sektörüne kadar nasıl gelişmekte olduğunu, işsizlik olayının ne kadar ciddiyet kazandığını topluma yansıtmak, toplumun bu konudaki duyarlığını ayağa kaldırmak. Toplumun bu konudaki talebini iktidara göstermek. Birinci amacımız buydu. O nedenle gittiğimiz her yerde, bütün konuşmalarımızda biz ekonomik sorunları konuştuk, ekonomik sıkıntıları konuştuk, işsizliği konuştuk. Kapanan fabrikaları, kapanan işyerlerini konuştuk. Tarımın sıkıntılarını konuştuk.


İkinci temel nokta olarak bu kampanyada ta işin başında kararlaştırdığımız bir noktadır bu. Yolsuzlukları Türkiye’ye anlatmak, yolsuzlukların nasıl nitelik değiştirdiğini, yaygınlaştığını ve yolsuzlukların nasıl siyasal bir anlam taşıdığını, sadece yolsuzluk yapan kişilerin işi olmanın ötesinde bir yönetim anlayışıyla nasıl beslendiğini, nasıl bağlantılı olduğunu anlatmak. Bu iki noktayı kendimize temel görev olarak kabul ettik ve seçim kampanyası boyunca gittiğimiz her yerde bütün toplantılarımızda bu iki gerçeği anlattık. Çok yararlı bir çalışma oldu. Bunun bir olumlu sonucu Başbakanı ülkenin bu gerçek gündemindeki ciddi meselelere çekme sonucunu doğurması oldu. Başbakan bu konularla meşgul değildi. Bunları anlatmıyordu. O başka gerginlikler yaratmaya ve içi boş tartışmaları tahrik etmeye dayalı bir kampanya anlayışını götürüyordu. Fakat bizim bu konudaki ekonomik sorunları konuşmadaki ısrarımız karşısında Başbakan bir çare biliyorsanız söyleyin, eğer çareniz yoksa da konuşmayın. Çareyi söyleyin eğer uygulamazsam siyasi hayatımı bitiririm dedi.


Biz ona siyasi hayatını bitirmesini önermemiştik. Sadece tedbir almasını söylemiştik. Ama o böyle bir gerilim içinde, bir meydan okuma anlayışı içinde böyle bir söylemi tercih etti. Bizde ona yönelik olarak çaremizi söyledik. 7 tane madde söyledik hatırlayacaksınız. Bu maddeler bizim ilk kez söylediğimiz maddeler, önerilerde değildi. Biz Eylül ayında, 2008 Eylül ayında ekonomik krizin giderek derinleşmekte olduğunu ve bunlara karşıda şu önlemlerin alınması gerektiğini düşünüyoruz diye bir açıklama yapmıştık. O zamanda 9 tane madde söylemiştik. Ama Başbakan bizi çağırınca bizde o 7 maddeyi ifade ettik. Başbakan hatırlayacaksınız çok kızdı, sinirlendi, büyük tepki gösterdi, hakaret etti. Bir tartışma yaşandı aramızda. Ama iki hafta geçtikten sonra bizim oradaki önerilerimizi uygulamaya başladı.


Şimdi bu önemli bir tablodur. Yani seçim kampanyasından icraat çıkmıştır. Cumhuriyet Halk Partisinin seçim kampanyasındaki ülkenin gerçek sorunlarına sahip çıkma konusundaki ısrarından kaynaklanarak kampanya içinde tedbir söke söke alınmıştır. Bu çok önemli bir olaydır. Yani bir suçlama, bir tartışma ötesinde somut bir çözüme kampanya baskısının Cumhuriyet Halk Partisi kampanyada izlediği politikanın yol açmış olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. O gerginlikler içinde, o meydan okumalar içinde birde baktık Cumhuriyet Halk Partisinin o 7 önerisinden iki tanesi hayata geçirilmiştir. Bundan büyük memnuniyet duyuyorum. Olması gereken buydu. Tabi çok geç kalınmıştır. Kampanya üslubu içinde ben bunu iktidarın ampulü geç yanmıştır diye ifade ediyordum. Geç kalınmıştır. Geç kalınmanın da ağır bir bedeli olmuştur. Doğrudur bunlar. Ama o kampanya sayesinde hükümet köşeye sıkıştığını hissetmiş, inkar ettiği krizi, yok saydığı, teğet geçti dediği krizi kabul etmek ve Cumhuriyet Halk Partisinin önerileri doğrultusunda adım atmak gereğini de duymuştur. Ben bundan çok mutluluk duyuyorum. Yani Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidarı böyle bir noktaya getirmiş olmak bizim açımızdan çok sevindiricidir.


Ayrıca Başbakan bakımından harekete geçmiş olmakta o verdiği söz karşısında kendisi için daha uygun olmuştur. Yani ne çare biliyorsanız söyleyin uygulamazsam siyasi hayatımı bırakırım diyor idi. Artık uygulamaya başladığına göre siyasi hayatını bırakmasına gerek yoktur.


Böyle bir uzlaşma sağlanabilmiştir kampanyanın içinden. Fakat tabi bu bir başlangıçtır. Atılması gereken adımların ne yazık ki çok küçük bir kısmı ancak atılabilmiştir. Atılması gereken yeni adımlar vardır. Onları da ben belirtmeyi görev sayıyorum. Çünkü onları da sağlayabilirsek üzerimize düşeni yapmış olabiliriz. Önce bir defa hükümet banka kredi kartlarıyla ilgili olarak bir, hükümet demeyelim de Ziraat Bankası. Ziraat Bankası bankaların kredi kartlarının faizleriyle ilgili bir karar alma ihtiyacını hissetmiştir ve 4 küsurdan 3 küsura sanıyorum tavan faizini, aylık tavan temerrüt faizini indirmiştir. Bu karar tabi birkaç açıdan önemlidir. Önce bir defa öyle anlaşılıyor ki, bu karar şunu gösteriyor ki Ziraat Bankası yönetimi Sayın Başbakanın kredi kartı borçlularının dürüst olmadığı konusundaki kanaatini paylaşmıyor. Bu ortaya çıkmıştır. Kredi kartı borçlularının dürüst olmadığını Başbakan ifade ediyordu. Ama Ziraat Bankası yönetim kredi kartı borçlularının iyi niyetli, köşeye sıkışmış çeşitli ekonomik gelişen sıkıntılar dolayısıyla borcunu ödeyemeyen insanlar durumuna düştüğünü görerek, yani onların dürüstlüğüyle ilgili bir kuşku ifade etmeden bir tedbir arayışı içine girmiştir. Doğru yönde atılmış bir adımdır. Tabi bunun daha doğrusu iktidarın sadece bankaların kendi takdirleriyle değil bütün bankaların azami temerrüt faizi oranlarını Merkez Bankasının alacağı kararla düşünmesini sağlamak olmalıdır diye düşünüyorum. Yani Ziraat Bankasından kredi kartı alanlar bu noktada, başka bankalardan alanlar farklı noktada. Bu bir uyumsuzluk yaratıyor, tutarsızlık yaratıyor. Bunun çözülmesi lazımdır. Bunun içinde hükümetin üzerine düşen görevi yerine getirmesi lazımdır.


Gene banka borçlarının daha uzun vadede ödenmesine yönelik kararları bu banka almıştır. Ziraat Bankası almıştır. Bunu da gene yaygınlaştırmak lazım. Borçların ödenmesi konusunda bir rahatlatıcı, ferahlatıcı yaklaşımı denemeye ihtiyaç vardır. Atılan adım yeterli değildir. Daha kapsamlı bir şekilde atmaya ihtiyaç var.


Önemli olarak bizim ısrarla üstünde durduğumuz şu noktaya bir kez daha herkesin dikkatini çekmek istiyorum.


Son haber sizlerle paylaşayım. 5 kişi ölmüş, Evet Allah rahmet eylesin ölenlere hep birlikte rahmet diliyoruz.


Evet, ekonomik tedbirlerle ilgili olarak mutlaka üstünde durulması gereken bir noktayı tekrar belirtmek istiyorum. Bu ciddi bir ihtiyaçtır ve bu sağlanacaktır. Yani Türkiye’de bunu ertelemek mümkün değildir. Türkiye’de çalışan insanların üzerinden alınan sigorta primlerinin ve stopajın, verginin oranı dünyanın en yüksekleri arasındadır. Türkiye’nin şartları ekonomiyi, üretimi teşvik etmeyi gerektiriyor. Ekonomik üretimi arttırmayı gerektiriyor. Kalkınmaya mecbur bir ülkeyiz. Kalkınma yatırımla olur. Yatırım beraberinde istihdamı getirir. İstihdamın maliyetini olabildiğince asgariye indirmek temel amaç olmalıdır. Halbuki Türkiye’de istihdamın maliyeti kalkınmış ülkelerdekinden daha da yüksektir. Bu yanlış bir tercihtir. Sadece mali mülahaza ile, para toplama kaygısı ile istihdamın üzerinden vergi alınmasını anlayışla karşılamak mümkün değildir. Bu normal zamanlarda da yanlış bir tercih, yanlış bir uygulama idi. Ama bir kriz döneminde bu yanlış uygulamayı sürdürmenin kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Ülke zaten krize girmiş. Krizdeki bir ülkede insan çalıştırmanın üzerine bu kadar ağır bir yükün yüklenmesi çok büyük bir yanlıştır. Biran önce istihdam üzerindeki bu yüklerin azaltılması sağlanmalıdır. Bu Türkiye’de kriz karşısında sadece tüketim açısından değil üretim açısından da bir rahatlamanın sağlanmasını gerçekleştirecektir. Bunu çok önemli sayıyoruz.


Gene aynı şekilde biz bir kredi garanti fonu önermiştik. Kredi garanti fonu şuanda pek çok kobi ve kuruluş için fiilen tıkanmış olan kredi mekanizmasının açılması anlamına gelecektir. Bankalar kredi vermekte çok çekingen davranıyorlar. Kendilerince haklı nedenleri vardır. Krediyi geriye almakta güçlükle karşılaşacağı kaygısı içinde bankaların kredi vermekte gönüllü olmadığını biliyoruz. Bunu rahatlatacak yöntem kredi garanti fonu yaklaşımıdır. Eğer bir kredi garanti fonu ortaya atılacak olur ise inanıyorum ki bankaların kredi verme konusunda daha rahat davranmaları, daha esnek davranmaları mümkün olacaktır. O nedenle bu kredi garanti fonuna da dikkati çekmek istiyorum.


Gene üçüncü bir nokta Cumhuriyet Halk Partisinin önerileri istihdam üzerindeki vergiler. Kredi garanti fonu. Şimdi de üçüncü nokta tarıma yönelik desteklerin daha anlamlı hale dönüştürülmesi. Yani bakınız; arabalardan alınan ÖTV ile kolaylık getirildi. Ama traktörlere yönelik olarak böyle bir kolaylık yok. Yani hemen bunu yapmak lazımdır. Traktörlerden de arabalardan alınmayana benzer vergi kolaylığı, vergi anlayışı getirilmelidir. Aynı şekilde gübre, zirai ilaçla ilgili KDV konusunda bir indirim ihtiyacı vardır ve mazottan alınan ÖTV’nin biz kaldırılmasını ta başından beri ısrarla öneriyoruz. Bu vesileyle bu ortamda bu da dikkate alınmalı ve değerlendirilmelidir diye düşünüyorum.


Yani bu seçim kampanyasından sadece siyasi polemik, kavga, tartışma, kırıcı sözler kalmamalıdır. Bu seçim kampanyasından halkın yaşamını etkileyecek somut önemli politikaların çıkmış olmasını da sağlayabilmeliyiz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz buna katkı yapmaya çalıştık. Şuana kadar bazı mütevazı adımlar o sayede belki atıldı. Ama bunu genişletmek lazımdır. Bu üstünde durduğumuz üç noktada; yani tarıma yönelik, istihdama yönelik ve kredi garanti fonu kurulması noktalarında ve kredi kartı borçlularının sadece Ziraat Bankasının anlayışıyla değil, bütün bankalarda ortak bir anlayışla bir rahatlamaya kavuşturulması ihtiyacı vardır. Ve kobilere bu çerçevede daha çok destek verme, sahip çıkma şansı olabilecektir.


Bu tabi Başbakanın bu kampanyada bir borçlulara yönelik dürüst olmadıkları iddiası ve gene krizde sıkıntıya giren firmaların beceriksizlikten sıkıntıya girdiği iddiası çok sorumsuzca yapılmış değerlendirmelerdir. Çok yanlış ve haksız değerlendirmelerdir. Çok güç koşullarda işletmelerini kurmuş ve yaşatmakta olan firmaların bu güç koşulların ortadan kaldırılması konusunda bir anlayış talep etmek haklarıdır. Başbakanın bu konuda daha onları anlayan bir üslup içine girmesine ihtiyaç vardır. Kredi kartı borçlularıyla ilgili olarak da, işletmeleri sıkıntıya giren işadamları konusunda da söyledikleri maalesef gerçekleri yansıtmıyor.


Değerli arkadaşlarım, benim bu kampanyayla ilgili olarak dikkatinizi çekmek istediğim ana temel noktalar bunlar. Şimdi gene bu kampanyaya yönelik belki şu gözlemi de yapabiliriz. Maalesef ilk kez bu kampanyada bugüne kadar pek tanık olmadığımız yakışıksız, hukuka aykırı, haksız suçlamalar piyasaya sürülmek istendi. Bu suçlamaları ortaya atanlar kendi isimlerini kullanmaya cesaret edemediler. Ama el altından, bel altından saldırı yapmayı tercih ettiler. Bunu kamuoyumuz umarım tepkiyle karşılayacaktır. Gene aynı şekilde iş artık gizli CD dağıtmak noktasından çok açık bilbordlara afiş asmaya kadar getirildi. Yani çok garip, çok yakışıksız uygulamalar yaşandı. Bütün bunlar tabi bu kampanyadan çıkarılması gereken dersler arasında yerini alıyor.


Son gelen bilgide 3 kişiye daha ulaşılamamış. Ulaşılamayanlardan biri Yazıcıoğlu deniliyor. Yani onun akıbetiyle ilgili bir net tablo yok demektir bu. Evet bu önümüzdeki saatler içinde bu konuda daha güvenilir, sağlam bilgiler herhalde gelecektir.


Evet şimdi kampanyanın sonundayız. Bu seçime giderken vatandaşlarımızın işte vatandaş kimlik numaralarını bulunduran nüfus cüzdanlarıyla oy kullanma mecburiyetinin talep edilmiş olması. Seçimde göreceğiz ne kadar kişinin belki anayasanın kendisine tanıdığı oy kullanma hakkından mahrum olması sonucunu doğuracaktır. Bu eğer böyle bir şey olursa çok acı bir manzaradır. Ve bu bir yönetim zafiyetidir. Hiçbir şekilde başka türlü izah edilemez. Bu nüfus cüzdanıyla ilgili kararı alan yönetimdir. Onun uzantısı olarak iş buraya kadar gelmiştir. Her şey zamanında gereken biçimde ele alınıp yönetilemediği, uygulanamadığı için bugün Türkiye pek çok kişinin oy kullanamadığı bir tabloyla belki karşı karşıya kalacaktır. Zaten seçmenlerle ilgili, zaten vatandaş sayısıyla ilgili, seçmen kütükleriyle ilgili bunca sorun yaşanırken birde bunun üstüne eklenmiş olması çok üzüntü verici olmuştur. Umarım vatandaşlarımız büyük ölçüde bu eksiği telafi etmişlerdir. Ve gene umarım saat değişikliğiyle ilgili alınmış olan kararda Pazar günü oy kullanmada bir sıkıntı yaratmaz. Herkes zamanında oy kullanmak imkanını bulur.


Bu seçimlerin herkese, milletimize, siyasi partilerimize, vatandaşlarımızın her birisine, tümüne, Türkiye’ye hayırlı olmasını diliyorum. Bir kampanyayı acısıyla, tatlısıyla, dramatik, trajik olaylarıyla, bir siyasi parti genel başkanının maruz kaldığı bu büyük helikopter kazasıyla noktalama durumuna geldik. Hayırlı olsun. İlginize de teşekkür ediyorum. Soracağınız sorular varsa onlara da cevap vermeye hazırım.


Soru: Konuşmalarınızda sandıktan başka çare yok demiştiniz sık sık. iddianameye yansıyan kuvvet komutanlarının darbe yapacağı bilgisi daha önce size ulaştığı için mi o vurgulamayı yapıyordunuz?


Deniz BAYKAL- O sözlerimin bir özel istihbarata dayalı değerlendirme olmadığını söylemeliyim. Ama siyaset adamları tabi içinde bulundukları ortamın gereklerini, o ortamda kendisini gösteren anlayışları, eğilimleri bilinçli ya da bilinçsiz olarak değerlendirirler, sözlerine, açıklamalarına toplumun içindeki genel iklim, ruh hali bir şekilde yansır. Yani ben Türkiye’de siyasetin artık tartışma götürmez bir biçimde çağdaş demokratik anlayış temelinde yürütülmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda zaten yıllarca hep birlikte büyük mücadeleler verdik. Ama şimdi o mücadeleler sonucunda demokrasinin seçim ve sandık temeli tartışma götürmez bir biçimde kabul görmüştür. Bu konuda bir tereddüt artık Türkiye’de yok. Fakat seçim ve sandık temeli demokrasiyi güvence altına almaya yetmiyor. Yani seçim her yerde var. Tek parti döneminde de seçim var. İşte Ortadoğu’daki ülkelerin her birisinde seçim var. Geçmişte Weimar dönemi Almanya’sında da seçim vardı. HİT’ler o seçim ortamında seçildi geldi. Yani seçim ve sandık artık demokrasiyi güvence altına almıyor. Onun başka gerekleri var. O gereklerin ortaya çıkması lazım. Yani o gereklerinde yaşama geçmesi lazım. Yani nedir o yaşama geçmesi gereken gerekler? Bakın bizim gene kampanyamıza yönelerek bazı gözlemler yapayım. Mesela hükümetin emrindeki idarenin seçim karşısında tarafsız bir konumda olması güvence altına alınmalıdır. Yani bir tek parti döneminde olduğu gibi idare adamlarının, Valilerin, Genel Müdürlerin, siyasi parti amaçlarına hizmet eder noktada olması demokratik anlayışın tümüyle dışındadır ve demokrasiyi ciddi olarak tehdit etmektedir. Sosyal yardım anlayışının işte seçim öncesinde Tunceli’de gördüğümüz biçimde dramatik bir şekilde ihlal edilmesi, oralardaki buzdolabı, çamaşır makinesi dağıtımları ve bunların idare aracılığıyla yapılmış olması demokratik bir anlayışta hiçbir şekilde bağdaştırılamaz. Demokrasinin çocukluk hastalıkları arasında yer alan bize oy vermezseniz hizmet vermeyiz yaklaşımının Türkiye’de bu seçimde gündeme getirilmiş olması çok büyük bir demokrasi ayıbıdır. Yani buna benzer çok ciddi zafiyetlerin Türkiye’de yaşanmakta olduğunu ve bugün Türkiye’de içinde bulunduğumuz rejimin, içinde bulunduğumuz siyasal çerçevenin demokratik bir rejim, demokratik bir çerçeve olduğu konusunda artık güven çok ciddi şekilde ve haklı olarak kaybolmuştur. Yani bu çok garip bir olaydır. Demokrasiyi askeri darbeden kaynaklanan tehditler karşısında sahiplenmek güzel bir şey. Ama demokrasiyi iktidarın içinden kaynaklanan demokrasiye sığmayan uygulamalarla, dayatmalarla, zorlamalarla, tehditlerle, şantajlarla, devlet olanaklarını kullanmayla, para kullanmayla, tehdit yapmakla tehlikeye maruz bırakmak o da başka bir demokrasi tehdidi. Türkiye şimdi bu yeni demokrasi tehdidini kavramak ve buna karşı tedbir almak zorundadır. Efendim sandığa gidiyoruz, oy kullanılıyor her şey demokratik. Yok öyle şey. Efendim asker müdahale etmesin başka bir mesele yok. Elbette etmesin. Asker müdahale etmesin. Sende etme kardeşim. Sende etme. İktidar olarak etme, idare olarak etme, parayla etme, tazyikle etmek, tehditle etme, etme. Ederim ben. Yanlış. O demokrasi zafiyetidir. Buda ortaya çıktı.

Yani artık Türkiye bir askeri müdahaleye karşı bir demokratik bilinci etkili bir şekilde sahipleniyor. Çok sevindirici bir olay. Bizde bunu her vesileyle dile getiriyoruz, anlatıyoruz. Ama demokrasiye yönelik çok ciddi tehditler var. Ve bunun sonucunda bugünkü tablonun demokratik bir tablo olduğunu söylemek giderek güçleşiyor. Türkiye’de basın kendi tam demokratik olmayan şu yakın tarihimiz içinde dahi değerlendirildiği zaman bugünkü seviyesiyle, bugünkü özürlük ve tartışma şansıyla geçmiş mukayese edildiği zaman maalesef bir geriye gidişin, basın özgürlüğü bakımından geriye gidişin sözkonusu olduğunu görüyoruz. AB komisyon başkanı dün Cumhurbaşkanımıza basın özgürlüğünün önemini anlatıyor. Ne kadar şaşırtıcı bir manzara. Ne kadar üzüntü verici bir tablo. Türkiye basın özgürlüğü dersi almayı hak eden bir ülkemi? 1950’lerde biz bu konuda adımlar attık. Yani 2009 yılında Türkiye Cumhurbaşkanına AB komisyon başkanı basın özgürlüğü önemlidir diye uyarı yapıyor. Niye yapıyor? Basın özgürlüğü olmadan demokrasi olur mu? O basın özgürlüğünün kısıtlanmasının altında ne yatıyor? Hangi anlayış yatıyor? Demokratik bir anlayış mı o? Bu konular ortaya çıktı.

Yani artık darbe kanalıyla demokrasi tehdidi Türkiye’de gündemden düşmüştür. İsabet olmuştur. Türkiye bunu başarmıştır. Ama şimdi başka demokrasi tehditleri var. Demokrasiye yönelik başka tehditler var. O tehditlerle de mücadele etmek zorundayız. Eğer gerçekten demokrasi istiyorsak, eğer kendimiz için demokrasi, kendi egemenliğimizi sürdürmek için demokrasi, demokrasinin olanaklarını, fırsatlarını kendi dünya görüşümüzü topluma dayatmak için istiyoruz noktasını aşmışsak gerçekten demokratik, çoğulcu bir anlayış içine girmişsek o zaman bu tür demokrasi tehditlerini de ortadan kaldırmak zorundayız. Ve şuanda Türkiye’nin gündeminde de bu var.

Soru: 2. iddianameyle ilgili olarak partinizi ilgilendiren değerlendirmeler var...


Deniz BAYKAL- Kapsamlı bir şekilde incelediğimi söyleyemem. Ama şu izlenimimi herhalde paylaşmam mümkündür. Bu iddianamenin ve daha önceki iddianamenin çok problemi var. Ona kuşku yok. Yani çok problemi var. Bu problemlerin ne oldukları aşağı yukarı yapılan tartışmalarla ortaya çıkmıştır. Yani onları yok sayma hakkı hiçbirimizde yok. Onları küçümseme hakkı hiçbirimizde yok. Onlar önemli değil canım bu daha önemli deme, bir pazarlık yapma, barter yapma, yanlışlıklarla önemli olduğu düşünülen konular arasında denge kurma hakkımız yok. Hukukta böyle bir şey olmaz. Hukuk bunu kabul etmez. Çok ciddi zafiyetler var. Hiç kuşku yok. Ve bu zafiyetlerde zaten adil yargılama anlayışına ters düşen uygulamalar olarak, insan hak ve özgürlüklerine tamamen karşı uygulamalar olarak madde madde tespit edilmiştir. Yani yetkisiz telefon dinlemelerinden yola çıkarak delil üretmeden, sanıktan yola çıkıp delile gitmeye kadar ya da belli kişilerle pazarlık yapıp şunu şöyle işte seni tahliye edelim tekliflerinin yapıldığının artık herkesin ağzına düşmüş olması, bir gerçek olduğunun görülmesi, mahkeme tutanaklarına bunların geçmeye başlaması karşısında bu iddianameyle ilgili çok haklı tereddütler var o ayrı. Ama ben şu temel noktaya kamuoyumuzun dikkatini çekmek istiyorum. Türkiye’de geçmişimizle hesaplaşma, geçmişimizde yapılmış olan ve gelecekte de yapılabilecek olan bazı temel yanlışlıklar konusunda hukuki işletme iradesini, hesap sorma iradesini ortaya koymanın ben çok yerinde, çok doğru olduğunu düşünüyorum. Hangi noktalarda buna ihtiyaç var? Şu noktalarda ihtiyaç var. Bir; Türkiye’de devlet otoritesi, devlet yetkisi, kamu yetkisi maalesef o yetki sahiplerinin kendi özel hesaplarına, çıkarlarına yönelik olarak o yetkileri kullanması şeklinde yer yer çığırından çıkarılmıştır. Yani devlet gücünden yola çıkarak bir hukuk dışı fiili, yarar, çıkar arayışına giren odaklar, çevreler, çeteler ortaya çıkmıştır. Bir mafyalaşma devlet otoritesinden yola çıkarak bir mafyalaşma kendisini göstermiştir. Bu mafyalaşma gerçek mafyalarla işbirliği şeklinde olmuştur. Onlardan ayrıca yürümüştür. Böyle bir olayı vardır. Bizim böyle bir sorunumuz var. Bu bugünün sorunu değil. Geçmişten beri var, şuanda da var. Gelecekte de muhtemelen olur. Buna karşı hukukun bayrağını yükseltmek lazımdır. Buna karşı ciddi bir hesap sormaya ihtiyaç vardır. Bu böyle olayların içine girmiş olanları ciddi şekilde sorgulamak ve gerçekleri ortaya çıkarmak, hesabını da bunlardan sormak lazımdır. Bu bir ana konudur. Birinci temel nokta bu. Türkiye’de devlet gücünün bir yeni aşamaya getirilmesi bu doğrultuda bir adım atılmasına bağlıdır. Bu olamamalıdır. Birinci temel nokta bu.


İkinci temel nokta şu; Türkiye terörle mücadele konusunda çok ciddi hukuk ihlalleri yapmıştır. Buda Türkiye’nin bilinen bir gerçeğidir. Terörle mücadele büyük bir sorundur. Bu mücadeleyi götürmenin çok güç olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama bu güçlükler maalesef yer yer çok açık hukuk ihlallerine işi götürmüştür. Bu da bizim devlet düzenimizin inceleyip, irdeleyip çözmemiz gereken bir temel konusudur. Terörle mücadelede hangi yanlışlıklar yapılmıştır? Niçin yapılmıştır? Kimler tarafından yapılmıştır? Hangi düzeyde bu yanlışlıklar yapılmıştır. Bunları görmemiz ve bunlara fırsat vermeyecek bir noktaya gelmemiz lazım. Terörle mücadele konusunda yapılmış olan yanlışlıklarla ilgili bir böyle bir yargı düzeninin, yargı sisteminin sağlıklı bir şekilde işletilmesi o açıdan çok doğal karşılanmalıdır. İkinci nokta bu.


Üçüncü; Türkiye’de çok uzun süre son zamanlara kadar bir askeri darbe tablosu var olmuştur. Gerçekleşenleri biliyoruz. Ama o gerçekleşenlerin ötesinde belki ayrı arayışlar, niyetler, projelerde şekillenmiş olabilir. Türkiye’nin bu darbe konusunda da bir netleşmeye ne vardır, ne yoktur bunu doğru anlamaya ihtiyacı vardır. Bu konuda da bir çalışma yapılması çok doğaldır.


Şimdi bunlar tamamdır da bunların her birisi kendi başına ciddi konulardır. Şimdi bu konulardaki ihtiyacının hepsini bir tarafa getirerek, hepsini birbiriyle bağlantılı kılarak mafyayla darbeyi, mafyalaşmayla darbeyi, terörle mücadeleyle mafyalaşmayı, terörle mücadele ile darbeyi gerçekte olmadığı halde öyleymiş gibi göstererek ve bunun üzerine bir miktarda hesaplaşma duygusu, intikam alma arayışı, ben sana gösteririm sen bana falan tarihte yapmıştın şimdide ben sana yapacağım yaklaşımı eklediğiniz zaman işte ortaya bugünkü yargılama çıkıyor. Bu maalesef acı bir tablodur. Yapılması gereken şey hepsini birbirinden ayırmaktır. Kendi içinde her birisini ciddiyetle incelemektir. Sağlam kanıtlarla, delillerle, bağlantılarla bu konuyu çözmektir. Yoksa bunların hepsini aynı torbanın içine yerleştirerek birbiriyle haklı, haksız bağlantılar kurarak bir yere varmak mümkün değildir. Bakınız şimdi bu kadar önemli, temel, ciddi konulara yönelik dikkate alınması gereken tespitler, iddialarla hiç alakası olmayan ithamlar, suçlamalar, karalamalar iç içe geçirilmiş halde. Yani günlerdir Uğur Dündar isyan ediyor. Haklı olarak isyan ediyor. Tanık mıdır, sanık mıdır, neyle suçlanmaktadır? Yani ne anlamı var? Tabi Uğur Dündar hakkına sahip çıkacak konumda bir insan. Sesini duyurma gücüne sahip bir insan. O noktada yapılmış olan yanlışlığı bütün toplum öğrenebiliyor. Ve hepimiz büyük bir tepki duyuyoruz, infial duyuyoruz. Ama ona benzer daha nice haksızlıklar var. Nice yanlışlıklar var. Yani bunlar olabilir mi? Canım bunları bir şey yapalım. Arada bir pazarlığa tabi tutalım. O mu önemli, bu mu önemli? İşte biraz ondan, biraz ondan. Böyle bir hukuk olur mu? Böyle bir düzen olur mu? Yani bu hiçbir şekilde kabul edilebilir bir olay değil. Yani o nedenle hukuk çevrelerinin işte adil yargılama ve insan hakları konusundaki uyarıları çok önemli. Türkiye’de 75 tane baro ayağa kalktı. Olmaz böyle şey dedi. Sami Selçuk ben hayatımda böyle iddianame görmedim dedi. Şimdi o iddianame yürüyor. Yürüyor işte her tarafından bir şeyler çıkıyor, yaşıyoruz, görüyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hakimleri böyle şey olmaz diyor. Alman Hakimler Kurulu hayretlere düşüyor bu yargılama karşısında. Böyle bir şey olabilir mi? Gücü yeten gücü yetene. Şimdi denk geldi böyle yapıyoruz. Türkiye’nin ihtiyacı bu değil canım. Türkiye’nin ihtiyacı gücü gücü yetene anlayışının olamayacağı, hukukun işleyeceği bir noktaya gelmek. Biz bunun için geçmişle hesaplaşalım diyoruz. Geçmişteki yanlışlıkların üzerine bunun için yürüyelim diyoruz. Senin keyfini hoş tutmak için, senin intikam duygunu tatmin etmen için, senin hesaplaşma ihtiyacına cevap vermek için, senin kafana göre bir toplum şekillendirme, projene omuz vermek için söylemiyoruz bunu. Gerçekten hukuk için söylüyoruz. Eğer hukuk için söylüyorsan o zaman hukuka saygı gösterirsin. Her noktada sahip çıkarsın.


Yani maalesef bu tablo böyle yürümeye devam ediyor. Bundan tabi büyük üzüntü duyuyorum. Yer yer çok ciddi itirazlar yükseldi, tepkiler yükseldi. Ama o yükselmesi gereken itirazların daha önemli bir kısmı toplumumuzun bilgisine yansımış değildir.


Evet Ergenekon’u da konuştuk, her şeyi konuştuk. Peki hadi bakalım seçimler hayırlı olsun herkese. Teşekkür ederiz.