Monday, November 26, 2007

Genel Başkan Baykal Adana Bölge Toplantısında , “AKP İktidarında Türkiye Bir Başka Türkiye Haline Dönüştürülmek İsteniyor”


-“Bir süre sonra biz “Aa yargı ne olmuş Türkiye’de” diyeceğiz. Bunu, Eğitim ve Üniversitelerde “Aa” diyeceğimiz değişiklikler izleyecek. Bu zihniyet çok tehlikelidir.”
-Cumhurbaşkanlığını siyasallaştırırsanız, arkasından yargıyı siyasallaştırma gelir. Üniversiteleri, Eğitimi siyasallaştırmaya başlarsınız. Siyasallaştırmanın ötesinde tarikatlaştırmaya başlarsınız. Ve bu süreç maalesef işliyor. Bu çok kaygı verici bir tablodur”

-“Terörü himaye ederek, teröre sahip çıkarak, teröre kol kanat gererek demokratik siyaset olmaz. Bunu hiçbir şekilde mazur görmemiz mümkün değildir. Terör demokrasiyi çürüten bir kanserdir”

-“Kimsenin etnik kimliğinden, inancından, mezhebinden şikayetçi değiliz. Biz sadece terörden, terör yapılmasından şikayetçiyiz. Terörün ortadan kalkması halinde Türkiye’nin bütün etnik kimliklerinin dostça yaşaması çok doğaldır”

-“Terörü besleyen en temel sosyal afet işsizliktir. İşsizliğin bertaraf edilmesi Türkiye’de terörle mücadele bakımından çok büyük bir aşama olacaktır. İşsizliğin en yoğun yaşandığı yerlerin başında da Güneydoğu Anadolu bölgesi gelmektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin GAP projesi büyük önem taşıyor. Bu proje AKP iktidarında dondurulmuştur, rafa kaldırılmıştır, buzdolabına konulmuştur. Türkiye’nin derhal bu projeyi buzdolabından çıkarması lazımdır”

-“Alevi vatandaşlarımızın çok önemli talepleri ve şikayetleri vardır. İktidarın bunları bir yana bırakarak, göstermelik, şov amaçlı, toplumu tahrik edecek, herkesi birbirine düşürecek projelere yönelmesini iyi niyetli bir yaklaşım olarak görmekte zorlanıyorum”


Değerli arkadaşlarım, hoşgeldiniz. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi olarak Adana’da ilk bölge toplantımızı gerçekleştiriyoruz. Bildiğiniz gibi bu bölge toplantımıza Çukurova Bölgesinin 9 ili, Adana, Mersin, Karaman, Gaziantep, Kilis, Adıyaman, Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye İlleri katılıyor. 9 il bugün Çukurova’da, Adana’da biraraya geliyoruz. Bu vesileyle ben toplantımıza geçmeden Adana’daki basın ve televizyon kuruluşlarımızın değerli çalışanlarını, temsilcilerini selamlamak istiyorum. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.


Adana’da bulunmaktan çok mutluyuz. Adana’yı çok seviyoruz ve her açıdan çok özel bir konumda olduğunu biliyoruz. Ekonomisiyle, sosyal yapısıyla, tarımsal potansiyeliyle ve büyük bir gelecek vaat eden dinamik toplumuyla Adana hepimizin gözbebeği bir kentimiz.


Cumhuriyet Halk Partisi olarak Adana’ya çok özel bir ilgi duyduğumuzu da bu vesileyle ifade etmek istiyorum. Geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi olarak Adana’da çok büyük etkinliğimiz vardı. Daha sonra bu konuda bir güç dönemin içine girdik. Şimdi yeniden Cumhuriyet Halk Partisi olarak Adana’da, Çukurova’da bir atılım ve toparlanma hazırlığı içindeyiz. Geleceğimize bu bölgede büyük bir umutla ve iyimserlikle bakıyoruz, iddia ile bakıyoruz. Belki de bir ölçüde bu duyguların etkisiyle ilk toplantımızı bu bölgemizde, Adana’da gerçekleştiriyoruz.


Türkiye’nin çok önemli tartışmaların içinden geçmekte olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu tartışmalarla ilgili genel değerlendirmelerimizi her vesileyle ortaya koyduk. Bugün burada önem taşıdığına inandığım bir noktaya kamuoyumuzun dikkatini çekmek istiyorum.


Bildiğiniz gibi bu iktidarın Türkiye’de anayasal düzenimize yönelik tavrının toplumun çeşitli kesimleri tarafından kaygıyla izlendiği bir gerçektir. Hepimiz bu iktidarın elindeki olanakları kullanarak Türkiye’nin anayasal düzenini, Cumhuriyetin birikimlerini, Türkiye’nin hukuk yapısını sarsmaya yönelik bir hazırlık içinde olduğu kaygısını hep taşıdık. Bu konuda toplumu uyarmaya çalıştık. Bu noktada çok etkin bir görev yaptık.


Şimdi geldiğimiz şu aşamada kısa bir süre önce ortaya atılan bir proje tekrar bu iktidarın niyetleriyle ilgili olarak ciddi kaygı duymamıza bir kez daha sebep olmuştur. Bu konu Türkiye’de yargının bağımsızlığını ve güvenilirliğini çok ciddi şekilde etkileyecek bir konudur. Kısa bir süre önce bir AKP milletvekili bir kanun teklifi hazırlayarak hakim ve savcıların görev alınmasıyla ilgili yeni bir düzenleme önermiştir.


Değerli arkadaşlarım, bir ülkede rejimin temelinde yargının konumu yatar. Yargı bağımsız, güçler arasında bir dengeyi sağlayabilecek, görevini her türlü siyasi müdahaleden arınmış olarak yapabilecek konumda ise o ülkede hukukun üstünlüğünden söz etmenin temel koşulu, ilk koşulu yerine getirilmiş demektir. Ama böyle bir durum yoksa o ülkede bırakınız demokrasiyi hukuk devleti bakımından çok ciddi tereddütler var demektir.


Şimdi birdenbire Türkiye’de yargıya girişle ilgili, hakimlerin yargı düzeni içinde yer almasını sağlamaya yönelik ilk adım bakımından, bir süreden beri AKP’nin kafasının arkasında sakladığını bildiğimiz niyeti bir kez daha ortaya çıkmıştır. Ve bir kanun teklifi Yozgat AKP Milletvekili tarafından yapılmıştır.


Değerli arkadaşlarım, bir ülkede hakimlerin ve savcıların mesleğe alınışıyla ilgili ciddi bir temel, yasal düzenlemeye ihtiyaç varsa herhalde bunu yapması gereken öncelikle devletin yargı kurumlarıdır, Adalet Bakanlığıdır, hükümettir. Hükümetin, Adalet Bakanlığının, yargı kurumlarının bilgisi ve haberi olmadan, onların dışında bir milletvekilinin Türkiye’de hakimlerin ve savcıların mesleğe alınışı şöyle olsun diye düzenleme yapmaya kalkması ortada bir kaygı duyulan, gözden kaçırılmak istenen bir durumun bulunduğu izlenimini vermektedir ve üstelik bu konu Türkiye’de bir süre önce çok ciddi şekilde tartışılmış bir konudur. Hükümet bu konuda bir düzenleme yapmıştır. O düzenleme Cumhurbaşkanından dönmüştür geçmiş dönemde ve o düzenlemeyle ilgili olarak Yargıtay’ın başkanları biraraya gelmiştir daire başkanları. Çok sert bir açıklama yapmışlardır. Danıştay’ın daire başkanları biraraya gelmişlerdir çok sert bir açıklama yapmışlardır ve Cumhurbaşkanından döndükten sonra hükümet bunu unutmuş gözükmüştür. Şimdi ortalık biraz daha, tartışma konuları değiştikten sonra, yeni bir noktaya Türkiye geldi diye bir değerlendirme yaparak sessizce bir milletvekili aracılığıyla Türkiye’de anayasal düzenin, hukuk üstünlüğünün, rejimin kalbiyle ilgili bir tasarrufu gizlice kamuoyunun dikkati dışında gerçekleştirmek istiyorlar. Üstelik böyle bir özel kanun teklifi tasarı değil, çok kısa bir süre içinde, olağanüstü kısa bir süre içinde, her türlü engeli aşarak komisyondan hızla geçiriliyor ve geçtiğimiz Perşembe günü TBMM Genel Kuruluna indiriliyor. Oradan bu biranda yasalaştırılmak isteniyor. Daha yargı kurumlarının haberi yok. Yargıtay’ın haberi yok, Danıştay’ın haberi yok, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun haberi yok. Yüksek yargı kurumlarının mensupları önemli bir kısmı yurtdışı programın parçası olarak Türkiye dışındalar. Tam bu ortamda bunu bir emrivakiyle gerçekleştirme teşebbüsü var. Şimdi önümüzdeki hafta tekrar gündeme gelecek. Onun için Türkiye’nin dikkatini çekmek istiyorum bu konuya. Gelecek hafta Pazartesi komisyon düzeyinde belki ya da Salı, Çarşamba günü genel kurulda bu konu tekrar gündeme alınacak. Bu çok tehlikeli bir girişimdir değerli arkadaşlarım.


Bakın bu düzenlemenin altında ne yatıyor? Bu düzenlemenin altında Hakimlerin mesleğe girişinde bilgi, beceri, sınav, objektif kriterler değil, mülakat yöntemi getirilmek isteniyor. Yani çocuklar adaylar başarılarını sınavda objektif şekilde ortaya koymuş olsalar dahi mülakatla bunların arasında bir seçme yapılması öngörülüyor. Mülakatı kim yapıyor? Mülakatı bakanlığın kontrolü altındaki bürokratlar yapıyor. Yani listeler siyasetçiler tarafından hazırlanacak, bürokratlara verilecek ve o listeler etrafında mülakatlar gerçekleştirilecek. Ve sonra Türkiye’de yargının yapısı, dokusu zaman içinde bu gelişmenin de katkısıyla, etkisiyle değişmeye başlayacak. Bir süre sonra biz “a yargı ne olmuş Türkiye’de” diyeceğiz.


Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi tuzaktır. Biz bu tuzakları biliyoruz. Bakın eğitimde bu sürdürülüyor. Bilinçli olarak sürdürülüyor. Eğitimde çok sistematik bir şekilde yıllardır bu uygulama götürülüyor. Türkiye belli bir noktaya çekilmek isteniyor. Şimdi yargı aynı şekilde ciddi bir yeniden yapılandırılma anlayışıyla elden geçirilecektir. Tabi bu gelişmeler olurken artık Türkiye’de cumhurbaşkanlığı makamının anayasaya sahip çıkan objektif, güven veren bir anlayışla işleyeceğini umut etmek maalesef gerçekçi olmaktan çıkmıştır. Bu tasarı daha önce cumhurbaşkanlığından dönmüştü. Bu defa herhalde dönmeyecektir ve artık cumhurbaşkanlığı freni de kalkmıştır AKP’nin önünde. AKP projelerini, planlarını ortaya koymaya başlamıştır. Bir süre sonra bu değişikliklerin üniversite düzeyinde ortaya çıktığına tanık olacağız. YÖK’ün yapısıyla ilgili değişiklikler başlayacak önümüzdeki günlerde. Ona göre üniversite yapıları değişmeye başlayacak. Türkiye bir başka Türkiye haline dönüştürülmek isteniyor değerli arkadaşlarım.


Yani bu varolan düzenin olanakları kullanılarak etkili bir şekilde sürdürülüyor. Buna kamuoyumuzun dikkatini çekmek istiyorum. Adana’daki Cumhuriyet Halk Partisinin bu bölge toplantısından Türkiye’de herkesi bu noktada dikkatli, duyarlı olmaya, toplumumuza ve hukuk düzenimize karşı kurulmuş olan bu tuzağa kimsenin düşmemesini sağlamaya çalışıyorum. Bu tuzağa Türkiye’nin dikkatini çekiyorum. Yargının siyasallaştırılmasına yönelik çok ciddi, çok tehlikeli bir projedir. Bu yasa çıktığı zaman Türkiye’de yargı artık AKP’nin siyasi kontrolü altına girmiş olacaktır. Sıradan bir siyasallaşma düzeyinde mi kalacaktır? Yoksa onun ötesinde bir tarikatlaşmanın da yargıya egemen olup olmayacağını sizlerin takdirinize bırakıyorum. Laik Türkiye Cumhuriyetinin en temel kurumu olarak yargı böyle bir tehditle karşı karşıyadır. Bu tehditle sessizce Türkiye başka konuları konuşurken kimseye fark ettirmeden bir olup bittiyle, bir milletvekilinin kanun teklifi sanki görüşülüyormuş gibi yapılarak devletin kurumlarının bilgisi, katkısı değerlendirmesi bile alınmadan bir olup bittiyle Türkiye dayatılmak isteniyor. Muhalefet partisi olarak görevimizi yapıyoruz ve Türkiye’ye bu noktada dikkatli olmasını söylüyoruz. Bu bizim yapabileceğimiz şeydir. Bunun ötesi bizim işimiz değildir. Biz gerçekleri dile getiriyoruz, buna dikkati çekiyoruz.


Değerli arkadaşlarım, Adana’dan bir başka konuya da dikkati çekmek istiyorum. O da son zamanlarda terör konusu hepimizi çok yakından meşgul ediyor. Bu konuyla ilgili çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Terörün dış bağlantıları ortaya çıkmıştır. Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelik terörün nasıl desteklendiği, nasıl beslendiği artık görülmüştür ve buna karşı Türkiye’nin tedbir alma hakkı iç, dış toplumun ve dünyanın her kesiminde kabul görmüştür. TBMM bu doğrultuda önemli girişimler yapmıştır. Hükümete bir sınır ötesi operasyon için gerekli yetkiyi vermiştir. Dünyaya Türkiye’nin maruz kaldığı bu tehdidin haksızlığı anlatılmıştır. Buna karşı Türkiye’nin tedbir alma hakkı kabul ettirilmiştir. Çok uygun bir noktadayız. Şimdi burada kalıcı, Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelik terörün beslenmesini etkili şekilde ortadan kaldıracak, kalıcı biçimde ortadan kaldıracak ciddi tedbirlerin alınmasını bekliyoruz. Bu tedbirlerin alınacağı konusunda yapılan açıklamaları ilgiyle izliyoruz. Ama şu aşamada ortaya atılan düşüncelerin ve önerilerin Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelik terör tehdidini güvenilir şekilde geleceğe yönelik olarak ve kalıcı olarak bertaraf edecek bir ciddiyeti hala göremediğimizi söylemeliyim. Türkiye’nin bir operasyon yapma girişimini gereksiz bırakmaya yönelik iyi niyet beyanları, dayanışma söylemleri, tehlikeyi, tehdidi ortadan kaldırmak için birlikte şikayet etme yaklaşımı dillendirilmektedir. Bunlar memnuniyet vericidir. Ama bunları bizim yeterli saymamız ve bunlarla tatmin olmamız artık gerçekçi değildir. Buna herkesin dikkatini çekmek istiyorum. Elimize geçirmiş olduğumuz bir önemli tedbir şansını boş sözlerle, avutmalarla, oyalanarak gözden çıkarmamalıyız diye düşünüyorum. Böyle bir ihtimal kendisini gösteriyor. Buna sürekli olarak dikkati çekiyorum. Elbette bizde bir müdahaleye gerek kalmadan sorunun çözülmesini, Irak’ın Türkiye’de terörü destekleyen bir coğrafya olmaktan çıkarılmasını tercih ediyoruz, istiyoruz. Ama bu doğrultuda güven verici, somut bir gelişmeyi hala görebilmiş değiliz. Ve bu ortamda işte gerginlik azalıyor açıklamaları, sözleri artık etkin bir önlem konusunda Türkiye’nin bir ciddi takip içinde bulunmasına gerek yok. Konu çözülüyor noktasına bizi getirmeye başladıklarını gösteriyor.


Bu noktada bir uyarı yapma gereğini duyuyorum. Türkiye o sözlerle avutulmayı reddetmelidir ve kalıcı etkin, ciddi önlemler alınmasını beklemelidir. Hala hiçbir PKK lideri Türkiye’ye teslim edilmemiştir. Kuzey Irak’taki PKK varlığını ortadan kaldıracak hiçbir ciddi çalışma yapılmamıştır. Oradaki varlığın dünya kamuoyuna yansımasını önlemeye yönelik tedbirler alınmaktadır. Yani uluslararası medya kandil dağına çıkmasın ona engel olacağız ve böylece mülakat yapılamayacak, oradan mesaj verilemeyecek. Ama orada varlığını sürdürecek, etkinliğini sürdürecek. Yani bu noktada uzun vadede sorunun esası çözülmeden tekrar bu tehlikenin, tehdidin özellikle önümüzdeki baharla birlikte, kış geçtikten sonra tekrar Türkiye’nin önüne gelmesi olasılığı çok yüksektir. Türkiye böyle bir tehlikeye karşı dikkatli olmalıdır diye düşünüyorum.


Tabi biz bu yaklaşımımızı götürürken bir temel noktayı anlatmaya çalışıyoruz. Terör ayrıdır, etnik çatışma ayrıdır. Türkiye hiçbir şekilde bir etnik çatışmanın tarafı değildir. Türkiye’de hiç kimsenin bir etnik çatışma arayışı içinde olduğunu düşünmek doğru olamaz. Bizim bir tek şikayetimiz vardır. Kimsenin etnik kimliğinden, inancından, mezhebinden bir şikayet içinde değiliz. Biz sadece terör yapılmasından şikayetçiyiz. Terörün ortadan kalkması halinde Türkiye’nin bütün etnik kimliklerle dostça yaşaması çok doğaldır. Hepimizin özlediği de budur ve bunun dışında bir arayışımız, bir çabamızda yoktur.


Şimdi bu çerçevede yurtdışına yönelik olarak Türkiye’nin bir etnik kaynaşma komşularımızla, çevremizde yaşayan insanlarla, toplumlarla, etnik kesimlerle sıcak bir ilişki içinde olma arayışı içinde olduğumuzu ortaya koyan bazı öneriler yapmıştım bir süre önce o önerilerimiz büyük ilgiyle karşılandı, onları yakından takip ediyoruz. Gerçekten bizim çevremizde çok sıcak, çok dostça ilişkiler kurmamız lazım. Bu konudaki kararlığımız aynen devam ediyor. Daha da gelişiyor.


Ayrıca Türkiye’de kendi içimizde terörü besleyen kaynakları kurutmaya yönelik yeni ve etkili açılımlar yapmak durumundayız. Bildiğiniz gibi terörü besleyen en temel sosyal afet işsizliktir. İşsizliğin bertaraf edilmesi Türkiye’de terörle mücadele bakımından çok büyük bir aşama olacaktır. İşsizliğin en yoğun yaşandığı yerlerin başında da Güneydoğu Anadolu bölgesi gelmektedir. Burada işsizlikle mücadeleye yönelik ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu çerçevede Türkiye’nin GAP projesi büyük önem taşıyor. Bir süreden beri bu konuya hükümetin dikkatini çekiyorum. Gerçekten bu kritik dönemde öncelikle ele almamız gereken bu proje en çok ihmal edilen proje haline gelmiştir. Halbuki bir zamanlar Türkiye GAP projesiyle yatar, GAP projesiyle kalkardı. Siyasetçiler GAP’ı kaptırırım, kaptırmam tartışmaları yapardı. GAP Türkiye siyasetinin temelindeki ana konuydu ve bunu hak eden bir konumu vardı. Fevkalade büyük etkileri olacak, Türkiye’nin yapısını, dokusunu değiştirecek olumlu yönde bir büyük projeydi. Bu proje heyecanla geride bıraktığımız 10 yıllar boyunca takip edildi. Bunun enerjiyle ilgili yatırımları büyük ölçüde gerçekleştirildi. %75 civarında gerçekleşti enerji yatırımları. Ama maalesef halkın konumunu doğrudan etkileyecek olan tarımsal sulamaya yönelik yatırım bölümü tamamen ihmal edildi. %14 düzeyindedir sulamayla ilgili yatırımların gerçekleşme oranı. Bu bizim hem büyük bir potansiyele sahip olduğumuzu gösteriyor. Hem de akıl almaz bir ihmal içinde olduğumuzu gösteriyor. Türkiye’de 1 milyon 700 bin hektar araziyi GAP projesi sulayacaktır. 1 milyon 700 bin hektar. Düşününüz ki, Türkiye’de sulanabilir arazi miktarı 8,5 milyon hektardır. Yani %20’si Türkiye’nin bütün coğrafyalarındaki sulanabilir toprakların Çukurova dahil, Ege’deki bütün alanlar dahil, Karadeniz’deki alanlar dahil Türkiye’nin bütün sulanabilir topraklarının %20’si sadece GAP projesi içindedir. Ve bunun biz sadece 250 – 260 bin hektarlık kısmını suluyor durumdayız. 1,5 milyon hektarlık bölümü sulanmayı bekliyor. Nasıl sulanmayı bekliyor? Baraj yapılmış, su var, barajdan pirimer kanalda yapılmış. İlk taşıyıcı kanalda yapılmış bir kısmı için. Ama o o kanaldan suyu tarlaya götürerek ikincil kanal ya da üçüncül kanal yapılmamış. Bunların yapılması halinde Türkiye 1,5 milyon hektar araziyi sular. 1,5 milyon hektar Güneydoğu Anadolu’da sulanırsa Türkiye’nin tarımsal üretimi çok ciddi bir katlama yaşar. Çok ciddi bir atılım yapar. Türkiye’deki pamuk üretiminden, buğday üretiminden, mısır üretiminden, pancar üretiminden meyve, sebze üretimine kadar her alanda çok büyük bir atılım yapılır ve bunun maliyeti hiçbir şekilde ürkütücü, gerçekleştirilemez boyutlarda bir maliyet değildir. Türkiye çok daha büyüğünü yapmış ama şimdi en mütevazı yatırımlarla en büyük sosyal faydayı sağlayacağı noktada tıkanmış duruyor. AKP iktidarı işbaşına geldiğinden beri hiçbir ciddi, anlamlı mali destek bu projeye verilmemiştir. Bu proje dondurulmuştur, rafa kaldırılmıştır, buzdolabına konulmuştur. Türkiye’nin derhal bu projeyi buzdolabından çıkarması lazımdır. Tarıma yönelik AKP tavrı bu projenin ihmal edilmesinin altında yatan ana nedendir. AKP yönetimi tarımın kalkındırılması konusuna kuşkuyla yaklaşmaktadır. Dış ekonomik çevrelerde Türkiye’de tarımsal atılım yapılmasından mutlu değillerdir. Çünkü onlar isterler ki ihtiyacınızı karşılayacak tarımsal üretim bizde var, onu alınız. Siz bu işlere girmeyiniz demektedirler. Bu tuzağa düşmemek lazımdır. Bu sulama yapılacak olursa Türkiye çok büyük bir tarımsal atılım yapar. Çok büyük bir istihdam şansı elde edilir. Bölgede işsizlikle mücadele bakımından muazzam bir şans elde edilir. Yüzbinlerce gencimize iş bulunur. Fevkalade önemli bir iştir. Bu noktayı da ayrıca içinden geçmekte olduğumuz bu tartışmaların ışığında önemli bir nokta olarak Adana’dan iktidara duyurmak istiyorum. Yargıdan elinizi çekiniz, GAP’a destek olunuz. Kısaca özetlemek gerekirse iktidar yargıyı siyasallaştırmaya yönelik kanun teklifini biran önce unutmalıdır, bir kenara koymalıdır ve GAP’a sahip çıkmalıdır, Türkiye’nin gerçek sorunlarının çözümü için gerekli katkıyı yerine getirmelidir.


Benim sizlere aktarmak istediğim bunlar.


Soru: Sayın Başkanım, AKP’nin yeni alevi açılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Deniz BAYKAL- Bu konuların Türkiye’de siyasi amaçlı bir tartışma konusu haline gerilmesi hiç uygun değildir. Türkiye’de insanlarımızın alevi vatandaşlarımızın çok önemli talepleri ve şikayetleri vardır. Onların çözülmesi için nelerin yapılması gerektiğiyle ilgili çok ciddi bir bilgi birikimi Türkiye’nin elinde hazırdır. Yani bu noktaları bir yana bırakarak bu konunun gerçekten çözümünü sağlayacak çalışmalar yerine göstermelik, şov amaçlı, toplumu tahrik edecek, herkesi birbirine düşürecek projelere yönelmesini iyi niyetli bir yaklaşım olarak görmekte zorlanıyorum.

Soru: Sayın Genel Başkan, yargıdaki siyasallaşmaya dikkat çektiniz de, tehlikelerine değindiniz. Ancak iktidarın birde üniversitelerde rektör seçimlerini bir mütevelli heyeti aracılığıyla seçilmesiyle bir girişimi var.


Deniz BAYKAL- Evet doğru. Yani kısaca ima ettim. Şimdi önümüzdeki dönemde o geliyor. Genel eğitime yönelik çalışmalar ortada. Şimdi üniversitelerle ilgili olarak bir hazırlık içinde olduklarını düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde YÖK ve Rektörler, sonrada rektörler aracılığıyla fakülteler, dekanlar ve öğretim kadroları gene aynı anlayışta yönlendirilecektir diye bir kaygı içindeyim. Zaten amaçlar belliydi. Bizim geride bıraktığımız tartışmalarda Cumhurbaşkanlığı konusundaki duyarlığımızın altında Türkiye’nin bir hakeme ihtiyacı var. Anayasanın temel kurumları arasında işbirliğinin, koordinasyonun, uyumun anayasanın özüne göre sağlanması gerekir. Bunu yapacak bir cumhurbaşkanına Türkiye’nin ihtiyacı var. Cumhurbaşkanlığını siyasallaştırırsanız arkasından yargıyı siyasallaştırma gelir. Üniversiteleri siyasallaştırmaya başlarsınız. Eğitimi siyasallaştırmaya başlarsınız. Siyasallaştırmanın ötesinde tarikatlaştırmaya başlarsınız. Ve bu süreç maalesef işliyor. Bu çok kaygı verici bir tablodur.


Soru: Şimdi Türkiye’de dikkat ederseniz yani bu konuştuğumuz genel konuların dışında Türkiye’deki seçimlerde daha çok mideye hitap ederek bir seçil yapıldı. Yani vatandaşın midesine. Tüm ülkede kimse yatırım yapamıyor. Ama resmi devlet kurumları açıklıyor diyor ki, istihdam açığı var, kayıt dışı ekonomi var. Peki bu kadar sigorta primlerinin bağlı olduğu bir dönemde sabah bakıyorum başka, öğleden bakıyorum sigorta, akşamleyin stopaj, ertesi gün bilmem ne vergisi. Vatandaş yatırıma yönelmiyor. Yani bir şey yapmak istemiyor. Cumhuriyet Halk Partisinin bu konuda yapmak istediği şey ne?


Deniz BAYKAL- Yani işin özü, temeli bu tabi. Ama bir basın buluşması çerçevesini aşan bir temel konu. Bir miktarda belki aşağıda da konuşuruz birazdan bu konuları. Yani bizim en temel arayışımız Türkiye’deki ekonomik modelin üretime yönelik olarak değiştirilmesini sağlamaktır. Türkiye bugün bir rant ekonomisine göre bütün süreçlerini planlamıştır. Yani kur ona göredir, faizler ona göredir, dış ticaret ilişkileri ona göredir. Hepsi üretimi desteklemeye yönelik olarak değil, tam tersine Türkiye’de faiz düzenini ve faizden para kazanma düzenini teşvik etmeye göre kurgulanmıştır. Türkiye 60 milyar doların üzerinde yıllık dış ticaret açığı veriyor. 100 milyar doların üzerinde Türkiye’de sıcak para girişi var. Türkiye’deki görünür istikrarı sağlayan bu olağanüstü sıcak paranın Türkiye’ye girmiş olmasıdır. Sıcak para Türkiye’ye niçin giriyor? Yüksek faiz için giriyor. Dünyanın en yüksek faizi bugün Türkiye’de elde edilebiliyor. Yani hesabı yaptıkları zaman gerçekten dudak uçuklatan tablolar ortaya çıkıyor. Dolar üzerinden %30 ila hatta yer yer borsayı da dikkate alırsanız, borsayı da kullanması halinde %60’a kadar bir yıllık kazancı bir takım Türkiye’ye giren, Türkiye’ye borç veren çevrelerin elde ettiği görülüyor. Bu tabi Türkiye’nin ödediği bir maliyettir. Yani Türkiye’nin bu maliyeti tarım ödüyor, çalışan insanlar ödüyor, işçi ödüyor, vatandaş ödüyor. Bu düzeni değiştirmek lazım. Yani bu düzen temelinde kur politikası yatıyor. Bu kur politikası borçlanması teşvik eden kur politikasıdır. Ve bu kur politikası işlediği sürece Türkiye giderek daha çok borçlanacak, daha çok dövize mahkum, döviz girişine mahkum. Döviz girişi için kanama yapan, faiz ödeyen bir ülke. Faiz ödediği için yatırım yapamayan bir ülke. Yatırım yapamadığı için istihdamı olmayan bir ülke. Bugün Türkiye’de kalkınma var deniyor ama işsizlik artıyor. Yani işsizlik ve kalkınma ikisi yanyana. Bu ne biçim kalkınma, kimin için kalkınma? Yani Türkiye’de çalışmak isteyen insanların yararlandığı bir kalkınmadan söz etmek imkanı yok. Tarım şikayetçi, esnaf şikayetçi, sanayici şikayetçi. Bunların şikayetçi olduğu bir kalkınma nedir? Türkiye’nin borçları artıyor. Türkiye’de bugün sadece özel sektörün yıllık borcu 130 milyar doların üzerine çıktı şuandaki kümülatif borcu 130 milyar doların üzerinde özel sektör borçlu. Özel sektör niye borç yapıyor? Tasarruf yok. Türkiye’de tasarruf eksik, tasarruf açığı var. Dış ticaret açığı var, cari açık var. Ama burada önemli olan tabi bunlar varda Türkiye’de niye bu siyasete yansımıyor, bu sistem niye işlemeye devam ediyor. Niye işlemeye devam ediyor? Çünkü görünürde o sıcak paranın girişiyle bir yapay istikrar tablosu kendisini gösteriyor. Bu yapay istikrar tablosu içinde dış dünyanın Türkiye’ye o 100 milyar doların üzerine sıcak parayı veriyor olması gerçeği var. Bu sürdürülebilir bir olay değildir. Türkiye kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi haline dönüşebilmiş değildir. Biz hala cumhuriyetin birikimlerinden yararlanarak günü kurtarıyoruz. Sattığımız devlet kuruluşları, özelleştirilen kuruluşlar hep bunun ifadesi. 20 milyar dolar yıllık dışarıdan Türkiye’ye yabancı sermaye geldi diye seviniyoruz. Ama bu yabancı sermaye ne kadar yeni yatırım yapıyor? Bunun tatmin edici bir cevabı yok, ciddi bir cevabı yok. Hiç kimse Türkiye’ye sıfırdan, yeni üretim yapmak üzere yatırım gerçekleştirecek projelerle gelmiyor. Tam tersine kurulmuş olanları alıp Türkiye’nin pazarı paylaşmayı tercih ediyor. Yani bunlar hep Türkiye’nin çok iyi bildiği konular. Bizimde bu konuda ciddi hazırlıklarımız var.


Soru: Efendim iddianame kabul edildi. DTP’nin kapatılmasıyla ilgili, milletvekillerinin çıkışlarıyla ilgili bir şey söylemek ister misiniz?


Deniz BAYKAL- Yani yargı sürecine yönelik bir değerlendirme yapmak uygun olmaz. Ama şu bir açık gerçektir. Demokratik düzen içinde herkes terörü lanetlemek durumundadır. Terörü himaye ederek, teröre sahip çıkarak, teröre kol kanat gererek demokratik siyaset olmaz. Yani bunu hiçbir şekilde mazur görmemiz mümkün değildir. Demokrasiyi çürüten bir kanserdir terör. En temel konu terörü ortadan kaldırmaktır. Terörü reddetmektir. Demokratik süreç içinde yer alacak herkesin terör karşısında bu ortak tavrın içine girmesi mutlak zorunluluktur. Bunu, terörü sahiplenmeyi demokratik bir hak olarak gördüğünüz anda demokrasiyi çığırından çıkarmaya başlamışsınız demektir. Bu tuzağa düşmemek lazımdır.