Saturday, November 10, 2007

Genel Başkan Baykal Hem“Terörle Kararlı Mücadele”Dedi,Hem de Önerilerini Sıralayarak,Teröre Karşı Ulusal,Bütüncül Bir Mücadele Politikası


-“Türkiye dışından PKK'ya gelebilecek desteği ortadan kaldırmaya yönelik bazı önerilerde bulunuyorum. Bu önerilerin hedefi Türkiye sınırları dışında, PKK ile etkileşim içindeki topluma yönelik önlemlerdir.''
-''Amaç, önümüzdeki döneme yönelik olarak terörü etkisizleştirmek, yalnızlaştırmak, terörün etrafındaki ortamı teröre dost olmaktan çıkarıp Türkiye'ye dost durumuna dönüştürmektir. Bu bir dostluk, bir kucaklaşma yaklaşımıdır”

-''Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye'nin artık terörle mücadeleyi sadece bir sınır ötesi operasyon denklemiyle sonuçlandırması söz konusu olmayacaktır'' -''Bu, sınır ötesi operasyon yapma gereğini ortadan kaldıran bir tespit değildir. Türkiye'nin teröre karşı yürüttüğü mücadelenin askeri boyutundan vazgeçilmesi söz konusu olamaz. Alınmasını istediğimiz yeni önlemler askeri mücadelenin alternatifi değildir. Tam tersine Türkiye, ihtiyaç ortaya çıktıkça, gerektikçe, askeri önlemlerle terör mücadelesini sürdürecektir. Sınır ötesi operasyon yapılacaktır, yapılmalıdır”

-“Terörle mücadele devam ederken alınması gereken yeni önlemler var. Bunlardan öncelikli olanlar, Irak'taki Kürt, Arap, Türkmen kökenli gençlerin Türkiye'deki üniversitelerde eğitim görmeleri, Türk televizyonlarının Irak'da izlenebilmesi, Habur kapısına ek Ovaköy'ün de açılması ve Ilısu barajının tamamlanmasıdır.”

-''Terörle mücadeleyi zorunlu kılan şartlar maalesef devam ediyor. Bu şartlar var olduğu sürece af çıkarmak, terörle mücadele iradesini zaafa uğratmak demektir''

-''Kültürel hakların da ötesinde bir şeyler yapmak lazım'' şeklinde bir değerlendirmem yok. Kafamızdaki öneriler, 'kültürel haklar' zemininde, bunu temel alarak gündeme getirilmiş öneriler değil''

-“Bizim bu çerçevede önem vermemiz gereken şey, terörü sıradanlaştırmaktan, terörü olağanlaştırmaktan, terörü meşrulaştırmaktan uzak durmaktır. Terörle mücadelenin temel gereği terörü sıradanlaştırmamak, olağanlaştırmamak ve meşrulaştırmamaktır”

-“DTP kongresiyle ilgili olarak başlatılan soruşturmaya gelince, ''Ben isterim ki hukuk hiçbir zaman siyasete müdahale etmesin. durumunda Ama bunu sağlamak sadece savcıların, yargıçların İşi değildir, siyasetçilerin de işidir ve her milletvekili ettiği yemini hatırlamalı ona sadık kalmalıdır”

-“Türkiye neredeyse bir uluslararası rehabilitasyon merkezi haline geldi. Hastası, sakatı, göçe mecbur olanı, acılı, bunalımlı insanları Türkiye’ye geliyorlar, Türkiye’de sevgiyle karşılanıyorlar, Türkiye’de kucaklanıyorlar, ferahlıyorlar, rahatlıyorlar, sonra isterlerse Türkiye’de kalıyorlar, isterlerse Türkiye dışına çıkıyorlar.”

İletişim Koordinatörlüğü ( Ankara ) - Genel Başkan Deniz Baykal bir basın toplantısı yaptı ve hem “terörle kararlı mücadele” dedi, hem de teröre karşı ulusal, bütüncül bir mücadele politikası önerdi. Genel Başkan baykal’ın açıklamaları ve sorulara verdiği yanıtlar şöyle ;


“Değerli arkadaşlarım, bir süreden beri Türkiye’nin terörle mücadele konusunda çok yönlü, kapsamlı, bütüncül, yeni bir politika oluşturulması ihtiyacını ısrarla vurguluyoruz. Uzun bir süreden beri iktidarı ve ilgilileri Türkiye’nin terörle mücadele konusunda çok yönlü, kapsamlı, bütüncül, yeni bir politika oluşturmaya çağırdık.


CHP olarak böyle bir oluşuma katkı yapmaya hazır olduğumuzu, artık geldiğimiz noktada bunun bir ciddi gereksinme haline dönüştüğünü, bunu daha fazla ertelememek gerektiğini ve bir an önce öyle bir politika oluşumunu elbirliğiyle gerçekleştirmemizin zorunlu olduğunu söylüyoruz. Bir milli terörle mücadele politikası ortaya koyalım diyoruz ve iktidarın artık bu konuyu iktidarı aşan bir nitelik taşıdığını görerek bu çerçevede ele almasını talep ediyoruz.


Ne yazık ki, şu ana kadar bu doğrultudaki çağrılarımız herhangi bir olumlu cevap, yankı bulamadı. Ama biz ısrarla bu çağrılarımızı ifade etmeye gayret ediyoruz. Bu çerçevede geçen Salı grup toplantımızda bu terörle mücadele konusunda yeni düşündüğümüz bütüncül yaklaşımın ne gibi unsurlar içerebileceği konusundaki anlayışımızı ifade etmeye çalışmıştım.


Daha sonra bu çerçevede yaptığım bazı açıklamalar var. Basınımız bu konuyu ilgiyle sahiplendi. Herkese yürekten teşekkür ediyorum. Öyle anlaşılıyor ki, bu konu Türkiye’nin gündemindeki temel konudur. Buna hep birlikte katkı yapmamız lazım. Bu konudaki anlayışımızı şekillendirmemiz ve netleştirmemiz lazım.


Şimdi bu değerlendirmenin altında ne yatıyor? Onu sizlere açmak istiyorum. Yeni bir terörle mücadele politikasına ihtiyaç var diyorum. Çünkü terörle mücadelenin arık yeni bir aşamaya geldiğini görüyorum. Bu aşamanın gereklerini dikkate alarak bir politika ortaya koymamız lazım.


Bundan öncede Türkiye terörle mücadele durumunda olmuştu. Uzun bir terörle mücadele geçmişimiz var. Ama bir süreden beri bu konuda yeni bir aşamada olduğumuzu görüyorum. Daha önce terör 1999 öncesinde bildiğiniz gibi gene yurtdışından destek buluyor idi. Yurtdışından desteklenen bir terörle karşı karşıyaydık ve Türkiye’de terörle mücadeleyi başarıya ulaştırmak yurtdışı desteği etkisiz kılmak, onu ortadan kaldırmak zorunluluğu vardı. Bu teşhisi o zaman yapmıştık ve bu doğrultuda bazı öneriler geliştiriyorduk. O çerçevede çalışmalar yapıldı ve o dönemde yurtdışından teröre verilen desteği ortadan kaldırmaya yönelik bir politika başarıya ulaştırıldı.


Bildiğiniz gibi o zaman Türkiye’deki PKK terörünü Suriye’ye Beka Vadisine ve Şam’a yerleşmiş olan PKK karargahı ve Suriye’nin himayesi destekliyor idi. Bu desteği ortadan kaldırmadan Türkiye’deki terörle mücadeleyi başarıya ulaştırmak mümkün değildi. O nedenle bu desteği ortadan kaldırmayı amaçlayan bir politika götürüldü. Bu politika başarıyla uygulandı. 1999 yılında bilindiği gibi PKK örgütünün lideri ve karargahı Suriye’nin dışına püskürtüldü. Bu doğru bir politikaydı. Sonuç veren bir uygulamaydı.


Şimdi o zamanki tablo şu idi; Suriye yönetimi PKK’nın bir terör örgütü olmadığı iddiasını söylemiyordu. PKK örgütüne açıkça sahip çıkmıyordu. PKK örgütünü himaye diyor gibi gözükmek istemiyordu. Hatta PKK örgütünün Suriye’deki varlığını reddediyordu. Kabul etmek istemiyordu. O varlığı kabul etmenin kendisine ağır sorumluluk yükleyeceğinin fakındaydı.


O nedenle bunu reddeden tavır içindeydi. Ama gerçek biliniyordu. Türkiye bu teşhis doğrultusunda kararlılığını ortaya koyarak bunu kendi olanaklarıyla, askeri yöntemlerle Suriye’deki PKK terör örgütünün karargahını oradan çıkarma kararlılığını ortaya koyunca onlarda yardımcı oldular ve bu çıkarıldı ve sorun böylece yurtdışı desteği o aşamada, Türkiye’deki teröre yönelik yurtdışı desteği ortadan kaldırıldı ve 99 yılından sonra Türkiye’nin terörle mücadelesi yeni bir rahatlama döneminin içine girdi.


Şimdi bu tablo değişmiştir. Şimdi değişik bir tablo var. Şu anda gene Türkiye’de terör yurtdışından desteleniyor ve bu defa yurtdışından destekleyenler PKK’nın bir terör örgütü olduğunu kabul etmek istemiyorlar. Bunu reddediyorlar. Onun bir terör örgütü olmadığını iddia ediyorlar ve ona karşı herhangi bir sorumluluklarını olmadığını söylemeye çalışıyorlar ve bize müzakereyle bu işi halledin diye telkinde bulunmayı tercih ediyorlar.


Bu tabi uluslararası hukuka aykırı. PKK’nın bir terör örgütü olduğu çok açık. Çok net. Ama PKK’nın şimdi yerleştiği ülkenin sorumluları ne yazık ki, onun gerçek bir terör örgütü olduğunu kabul etme konusunda direnç sergileme durumundadırlar. Zorla, son gelişmelerin ışığında, çokta inandırıcı olmadan, şu andaki tedirginliği aşmaya yönelik olarak bazı açıklamalar yapıyorlar ama bunların inandırıcı olduğunu düşünmek mümkün değil. O nedenle birinci temel fark budur. Suriye-Irak farkı bu noktada ortaya çıkıyor.


İkincisi, Suriye’de PKK örgütü Türkiye-Suriye sınırında bir toplumsal dayanışma içinde bulunan bir kesimle işbirliği tablosu içinde değildi. Beka Vadisi Şam’daydı. Ama şimdi Irak’ın kuzeyinde Kürt kökenli Irak vatandaşları ve PKK’yı bir terör örgütü kabul etmeyen Irak yönetimi tabloyu daha da karmaşık hale getirmektedir.


Şimdi bu karmaşık manzara karşısında bizim bunu dikkate alan bir kararlı, bütüncül bir politika ortaya koymamız lazım. Bu çerçevede bizim temel anlayışımız Türkiye’nin terörle mücadele konusunda daima sergilediği kararlılığı aynen bu kez de sürdürmesi anlayışına dayanmaktadır. Terörle mücadele sürekli ve kararlı bir şekilde yürütülmesi gereken bir mücadeledir ve bu mücadelenin ister istemez bir askeri boyutu olacaktır, bundan vazgeçmek herhangi bir şekilde söz konusu değildir. Bunu ihmal etmek söz konusu değildir. Bu konuda ortaya atılacak olan önlemlerin terörle askeri mücadelenin alternatifi olduğu düşüncesi kesinlikle yanlıştır. Üzerinde durulacak olan önlemler varolduğu sürece teröre karşı sürdürülmesi zorunlu olan askeri mücadeleyi bütünleyen, onu destekleyen önemler olarak anlaşılmalıdır.


Öncelikle buna dikkati çekmek istiyorum ve şu görülmüştür ki, bu yeni dönemin koşulları içinde Türkiye’nin terörle mücadelesi sadece bir askeri operasyonla sonuçlandırılabilecek bir mücadele konusu olarak gözükemez.


Yani bir sınırötesi askeri operasyonla terör konusunu, kalıcı bir şekilde çözmenin artık söz konusu olmayacağı, terörün daha uzun yıllar belki 10 yıllar boyunca Türkiye’yi meşgul edecek bir temel konu olduğunu görmek durumundayız. Geçmişe baktığımız zamanda bu böyle, yeni dönemin karmaşık koşulları içinde bu daha da fazla böyle.


Şimdi uzun vadeli mücadeleyi gerektiren bir tablo var. Askeri mücadeleyi sürdürmeyi daima zorunlu kılan şartlar var. Ama bunların ötesinde yeni bir arayış ihtiyacı da var. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin artık terörle mücadeleyi sadece bir sınırötesi operasyon denklemi içine yerleştirerek sonuçlandırması söz konusu olmayacaktır.


Bu sınırötesi bir operasyon yapma gereğini ortadan kaldıran bir tespit değildir. Tam tersine Türkiye elbette ihtiyaç ortaya çıktıkça, gerektikçe ki, PKK askeri kampları Kuzey Irak’ta konuşlandığı sürece buna gerek var demektir. Askeri önlemlerle terör mücadelesini sürdürecektir. Ama bu mücadeleyi sadece sınırötesi operasyon denklemi içine hapsetmek artık mümkün değildir. Sınırötesi operasyon yapılacaktır, yapılmalıdır.


Son gelişmelerin ışında sınırötesi operasyonun artık bütün uluslararası kamuoyu tarafından da yadırganmayacak, makul karşılanacak, Türkiye’nin haklarını korumak için başvurmak zorunda olduğu bir yöntem olarak anlaşıldığını görüyoruz. Uluslararası kamuoyu Türkiye’nin sınırötesi operasyon yapma hakkını kabul etmeye başlamıştır. PKK’nın bir terör örgütü olduğu güçlü ifadelerle kamuoyu tarafından ifade edilmektedir. PKK’nın bir düşman muamelesi görmesi gerektiği gene uluslararası kamuoyunun bir kabulü haline gelmiştir. PKK’ya karşı Türkiye’nin vermek zorunda olduğu mücadeleye askeri çerçeve içinde yardım yapma zorunluluğu kabul görmeye başlamıştır. İstihbarat düzeyinde dahi olsa Türkiye’nin askeri operasyonuna destek vermeyi bir siyasi sorumluluk olarak uluslararası kamuoyu kabul etmeye başlamıştır.


Dün İtalya bu konuda işbirliği yapmamız gerekir demiştir. Ne için işbirliği yapıyorsun? PKK’yla mücadele için. Kim yapıyor? İtalya yapıyor. Ne yapıyorsun? Askeri istihbarat veriyorsun. Kime veriyorsun askeri istihbaratı? Türkiye’ye vereceğim. Türkiye’ye o askeri istihbaratı niye vereceksin? Türkiye’nin çünkü bu konuda bir askeri operasyon yapma hakkını kabul ediyoruz. Bu onu gösteriyor. Türkiye’nin bir sınırötesi operasyon yapma hakkı artık uluslararası kamuoyu tarafından kabul görmeye başlamıştır.


Elbette bizim sınırötesindeki askeri operasyon konusunda başka ülkelerin bize vereceği istihbarata dayandırmayı düşünmemiz söz konusu olamaz, olmamalıdır. Biz onlara güvenerek, onların istihbaratına güvenerek hakkımızı korumaya mecbur bir ülke konumunda olmayız. Bizimde kendi istihbarımız vardır. Bizimde kendi önlemlerimiz vardır. Bizde kendi hazırlığımızı yapacağız.


Burada önemli olan uluslararası kamuoyunun ve pek çok ülkenin; “evet, Türkiye askeri operasyon yapma hakkına sahiptir ve o konuda da yardım etmek bizim görevimizdir. Türkiye’yi tedirgin eden kurum bir terör örgütüdür, bir düşman örgütüdür. Bizim de düşmanımızdır” deme noktasına gelmiş olmasıdır.


Bu noktaya geldikten sonra Türkiye’de askeri operasyonun yapılmaması ancak Türkiye’yi yönetenlerin tercihiyle izah edilebilir ve bu noktaya gelinmiş olmasının iktidara yüklediği çok ağır bir sorumluluk vardır. Bunun altını net bir şekilde çizmek istiyorum. Bu konuda bir tereddüt hiçbir zaman yoktur. Şu anda da olması için bir neden yoktur.


Ama benim şimdi Türkiye için ulusal bir terörle mücadele politikası ihtiyacı var diye 1 yıldır, 2 yıldır üstünde durduğum noktanın açılması ihtiyacını kendisini göstermeye başlamıştır. 2 yıldır biz TBMM’yi terörle mücadele konusunda bir ulusal politika oluşturmak üzere olağanüstü toplantıya çağırıyoruz. Bu çağrılarımız ne yazık ki, gerekli kabule mahzar olmadı. İktidar partisi bu konuda bir işbirliği anlayışı içine girmedi, 2 yıldır girmedi. Biz ısrarla gelin bu konuda birlikte bir politika öğretelim dedik. Olmadı.


Şimdi ne yapmak lazım? Askeri mücadele, sınırötesi operasyon Türkiye’nin hakkıdır. Şartlar bu konuda ortaya çıkmıştır, bundan sonrası artık askeri planlama işidir, askeri zamanlama işidir. Tehdidin net bir şekilde ortadan kalktığı anlaşılıncaya kadar Türkiye bu konuda üzerine düşen herşeyi yapmalıdır. Yapacaktır diye düşünüyorum.


AMA ŞİMDİ ŞUNU DA İFADE EDİYORUM Kİ, GELİN BUNUN ÖTESİNİ DE DÜŞÜNELİM. GELİN BUNUN ÖTESİNE DE BAKALIM. BUNUN ÖTESİNE BAKALIM DERKEN, KONUYU BEN TÜRKİYE DIŞINDAN TÜRKİYE’DEKİ PKK ÖRGÜTÜNE YÖNELİK DESTEK KONUSUNU, TÜRKİYE DIŞINDAN GELEN BU KONUYU DÜŞÜNEREK O DESTEĞİ ORTADAN KALDIRMAYI AMAÇLAYARAK BAZI ÖNERİLER YAPIYORUM.


YANİ BU ÖNERİLERİN HEDEFİ TÜRKİYE SINIRLARI DIŞINDAKİ TOPLUMA, PKK’NIN ÖTESİNDEKİ TOPLUMA PKK’YLA ETKİLEŞİM İÇİNDE OLDUĞU, PKK’NIN İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMA YÖNELİK ÖNLEMLER OLARAK DÜŞÜNÜYORUM.


Bu çerçevede birkaç tanesini burada da ifade edeyim. Bizim sınırlarımızın dışında yaşayan insanlarla onların etnik kökü, kökeni, inancı ne olursa olsun o insanların tümüyle iyi niyetli bir kardeşlik anlayışına dayalı olarak yaşama anlayışımızı, onlara yönelik dostane duygularımızı ortaya koyan bir yaklaşım sergilememiz gerekir diye düşünüyorum.


Duyguların bu olduğundan hiç kuşku yok. Ama bunu somutlaştırmaya ihtiyacımız var. Yani bunu somutlaştırmaya yardımcı olacak bazı somut öneriler olarak da o ifade ettiğim yaklaşımları dikkatinize sunabilirim. Mesela Türkiye Irak’tan, Irak’ın her tarafından, kuzeyinden, güneyinden, ortasından Irak çünkü Türkiye’nin terörle mücadelesi bakımından önemli. Kürt kökenli, Arap kökenli, Sünni, Şii kökenli elbette Türkmen kökenli gençlere çok ciddi şekilde el uzatabilir. O gençlerin yüzlercesine, binlercesine Türkiye üniversitelerinde en kaliteli, en nitelikli eğitim olanaklarını Türkiye öncelikle açma kararını alabilir. Almalıdır. Irak’ın mühendisleri, Kürt kökenli mühendisleri, Arap kökenli mühendisleri, Sünni, Şii kökenli mühendisleri Türk üniversitelerinde yetişmelidir. ODTÜ’de yetiştirilmelidir, İTÜ’de yetiştirilmelidir. Türkiye’nin bütün üniversitelerinde bu konuda kontenjanlar açılmalıdır ve oralarda Irak’ın gençlerini en kaliteli, en nitelikli şekilde yetiştirecek bir eğitim Türkiye tarafından bunlara sağlanmalıdır. İktisatçıları da yetiştirilmelidir, işletmecileri de yetiştirilmelidir, bilim adamları da yetiştirilmelidir.


O insanlar Türkiye’de kendilerini sevgiyle kucaklayan bir toplumun bulunduğunu görmelidirler. Toplumumuzun anlayışıyla, kültürüyle bir kez daha kucaklaşmalıdırlar, kaynaşmalıdırlar. Türkiye’nin onlara yönelik duygularına tanık olmalıdırlar ve Türkiye’nin olanaklarından yararlanarak yetişmelidirler, sonrada ülkelerine dönmelidirler, ülkelerinin geleceğinde söz sahibi olmalıdırlar, yönetici olmalıdırlar, oraların gelişmesine, kalkınmasına katkı yapma durumuna gelebilmelidirler.


Biz bu anlayışımızı koymalıyız. Bu orta vadeli bir politika. Ama terörle mücadele artık günlük politika olmaktan çıktı. Türkiye 10-20-30 yıl sonrasını düşünerek politika koymak zorundadır. Çünkü bu kalıcı bir sorun ve bu sorunun bir boyutu sadece teröristin kendisi değil. Teröristin içinde yaşadığı sosyal ortamın sağlıklı bir noktaya getirilebilmesi. Bizim açımızdan bu büyük önem taşıyor. Onun için o ortam sahip çıkmamız lazım. O ortamla iyi ilişkiler kurmamız lazım.


Burada hedefimiz siyasi yapılanmalar değildir. Hükümetler değildir. Devletler değildir. Ben doğrudan insanlara yönelik, gençlere yönelik, halka yönelik, orada yaşayan insanlara yönelik bir projeyi düşünüyorum. Bir siyasi müzakere, bir karşılıklı etkileşim, bir iletişim, bir birbirini resmileştirme çabalarının dışında bunu düşünüyorum. Doğrudan Irak’ta yaşayan insanlara kökenleri ne olursa olsun, Kürt kökenli, Arap kökenli herkese Türkiye elini uzatmalıdır, üniversitelerde onları yetiştirmelidir, eğitmelidir, okutmalıdır.


Aynı şekilde Türkiye’nin o bölgeyle hem tarihten gelen hem bugün çok yakın, sıcak, önlenemez, engellenemez ilişkileri var. Bu ilişkileri geliştirmek lazım. Türkiye televizyonlarının tümünün Irak’ın her yerinde hiçbir engelle karşılaşmadan en etkili, en ileri teknik olanaklarla donatılmış olarak dinlenebilmesi, izlenebilmesi, Türk müziğinin, Türk sanat eserlerinin, Türk dizilerinin, Türk televizyonlarının haberlerinin bütün yelpazesiyle, Türkiye’deki bütün yelpazesiyle Irak coğrafyasına, Ortadoğu coğrafyasına etkili bir şekilde yansıtılması çok önemli bir olaydır. Bunu sağlamak bunu başarmak durumundayız.


Son olaylar dolayısıyla televizyonlarımız temsilcilerini Irak’a gönderiyorlar, orada konuşan televizyoncu arkadaşlarımız gencecik çocukların Türkçe konuştuklarını görüyor ve onlara nerede öğrendin dediği zaman televizyonda öğrendim cevabını alıyor.


Bunun çok sistematik yaygın bir şekilde götürülmesi lazım ve birbirini anlayan ve birbiriyle iletişim kurabilen aynı dili konuşan insanlar haline daha da ileri ölçüde dönüşmemizi sağlamamız lazım.


Aynı şekilde bunun ötesinde Türkiye’nin bilinçli, sistematik bir şekilde kendi siyaset anlayışını, bölgeye yönelik politikalarını, tercihlerini ve bölgeyle ilgili değerlendirmelerini doğru biçimde yansıtacak sistematik, etkili, bilimsel bir yayıncılık uygulamasını da gerçekleştirmesine ihtiyaç var. Bunu BBC yapıyor, bunu Amerikanın Sesi yapıyor, bunu bütün uluslararası kurumlar, ülkeler etkili şekilde yapıyor ve Türkiye kendisi için bu kadar önemli olan bir bölgeye, o bölgede yaşayan insanların öyle ya da böyle düşünmesi yaşamsal önem taşırken kendisini anlatmak için etkili bir iletişim mekanizması kurmayı ihmal ediyor, bunu kabul etmek mümkün değildir. O insanlarla karşılıklı birebir interaktif ilişki kurulmalıdır, onların mesajları alınabilmelidir, o insanlar Türkiye’de turistik gezilere çekilebilmelidir, programlar yapılmalıdır, ödüller verilmelidir ve böyle bir iletişim düzeni o bölgenin insanlarıyla yaygın bir şekilde kurulabilmelidir.


Aynı şekilde bu bölge pek çok önemli sorunu olan bir ülke. Bu bölgenin en önemli sorunlarından birisi de su sorunudur. Yani Irak-Suriye coğrafyası çok temel bir su tehdidiyle, su sorunuyla karşı karşıyadır. Dünyada bir kuraklık tehdidiyle karşı karşıyayız. Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki 10 yıllar boyunca bu sorun daha da ağırlıklı daha da ciddi bir sorun haline dönüşecektir. Türkiye o bölgenin su ihtiyacına cevap verme bakımından çok önemli olanakları olan bir ülkedir.


Yani sularımız Türkiye içinde yeterli değildir, biliyorum. Biz su zengini bir ülke değiliz ama bütün bunlara rağmen Türkiye’nin su kaynaklarının Irak ve Suriye başta olmak üzere komşularımız içinde büyük değer taşıdığını çok iyi biliyoruz.


Şimdi Irak bakımından Dicle fevkalade önemli. Dicle üzerinde bizim bir barajlar sistemini hızla tamamlamamız lazım. Yani Dicle’nin akışını kontrol altına almak mümkün değil. Su akışını önlemem mümkün değil. Suyu şu anda yönetmek mümkün değil. Ama bir barajlar sistemini oturtursanız suyu yönetmek mümkün olur. Suyu yönetmek Irak’ta fevkalade önemli bir imkanı elde etmek demektir.


Elbette Türkiye komşularına, Suriye’ye, Irak’a karşı onların ihtiyaçlarını daima göz önünde bulunduran, onların ihtiyaçlarına cevap veren iyi niyetli, iyi komşuluk anlayışına yakışan bir biçimde davranacaktır. Geçmişte öyle davrandık. Suriye’ye de öyle davrandık. Suriye Fırat üzerindeki barajlar sistemi tamamlanırken Suriye’nin bir su sıkıntısına girmemesi için olağanüstü duyarlılık sergiledik ve hiçbir hukuki mükellefiyetimiz olmadığı halde, hiçbir anlaşma bizi bağlamadığı halde tek taraflı beyanlarla asgari 500 m3/sn. Suyu Suriye’ye garanti ettik, biz ettik ve bunun uygulamasını da gerçekleştirdik.


Şimdi Irak’la ilgili olarak da, Irak’ın üzerinde kurulması düşünülen barajlar yapılırken, yapıldıktan sonra Türkiye Irak’ın su ihtiyacına cevap verme konusunda iyi niyetli katkı yapma şansına sahip olacaktır. Bu şansı elde etmeliyiz ve o şansı iyi niyetle kullanmalıyız. İyi komşu olduğumuzu Irak’a yönelik olarak göstermeliyiz.


Aynı şekilde herhalde Irak’ta Türkiye’nin bu iyi niyetli komşu uygulaması karşısında Türkiye’ye terör ihraç etme konusunda daha sorumlu, daha dikkatli, daha müteyakkız davranarak o da iyi komşu gibi davranma gereğini hissedecektir.


Bunun şartlarını yaratmak lazım. Karşılıklı birbirimizi dikkate alma gereğini doğuracak ilişkileri çeşitlendirmek lazım. Siyasi ilişkileri, eğitim ilişkilerini, yönetim ilişkilerini, yolları, suları buna göre genişletmemiz lazım. Bunu yaptığımız zaman Türkiye’ye yönelik olarak düşmanlık yapma şansı komşularımızdan azalmaya başlar. Bunun şartlarını yaratmalıyız.


Bu orta dönemli bir politika. Ama derhal Türkiye Ilısu’yu tamamlamalıdır. Ilısu’nun tamamlanması sadece Türkiye’nin kendi içindeki ihtiyaçları bakımından değil ama aynı zamanda Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri açısından da bir barış anahtarı niteliğini taşıyacaktır, bunun bir an önce tamamlanmasında yarar vardır.


Gene aynı şekilde Türkiye’nin Irak’la ticari ilişkilerinin bağlantı merkezlerini arttırmamızda yarar vardır. Habur Kapısı işliyor. Ovaköyü’de işletelim. Ovaköyü’de açalım. Bunları birbirinin alternatifi, onu kapatırız falan anlayışıyla söylemiyorum. Yeni çeşitlendirilmiş bağlantılar kuralım. İşi çoğaltalım, azaltmayalım. Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri daha barışa yönelik olarak işletilebilir, geliştirilebilir.


Bunu bir an önce gerçekleştirelim. Bu çerçevede yapılacak çok şey var. Bunlar üzerinde biz CHP olarak bir hazırlık içindeyiz. Yani bizim böyle bir bütüncül ulusal terörle mücadele politikası konusunda Türkiye’ye ciddi tekliflerimiz var. Bunları bir an önce yapmak ve uygulamak lazım. Bunu gerekirse biz yaparız. Gerekirse bu konuda bir platform oluşturulursa o platformda katkılarımızı yerine getiririz.


BURADAKİ AMAÇ ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEME YÖNELİK OLARAK TERÖRÜ TECRİT ETMEKTİR. TERÖRÜ ETKİSİZLEŞTİRMEKTİR. YALNIZLAŞTIRMAKTIR. TERÖRÜN ETRAFINDAKİ ORTAMI TERÖRE DOST OLMAKTAN ÇIKARIP TÜRKİYE’YE DOST DURUMUNA .DÖNÜŞTÜRMEKTİR. Bu konuda bize görev düştüğünü görerek harekete geçmektir. Bunun icabını yapmaktır. Bizim önerimizin altında yatan temel yaklaşım, temel varsayım budur. Bu bir dostluk yaklaşımıdır. Bu bir kucaklaşma girişimidir. Bu Irak halkıyla, Irak’ın bütün coğrafyalarında yaşayan insanlarla kuzeyinde, güneyinde, ortasında yaşayan herkesle Türkiye’nin sıcak ve dostça ilişkiler kurmasının önemini onlara anlatacak, bunun değerini, daha iyi kavramalarına yardımcı olacak, iyi niyetli bir açılımı yapmaktır.


Bunu yapmamız .halinde ben inanıyorum ki, PKK’nı Irak toplumunda bulacağı destek giderek azalamaya başlar. PKK giderek Irak halkının Türk toplumuyla, Türk devletiyle sıcak ve dostane ilişkilerinin önünde bir engel daha iyi anlaşılmaya başlanır. Terör tecrit olur.


Biz terör sadece kendi ülkemizde tecrit etmek durumunda değiliz. Elbette onu biliyoruz. Onunla meşgul oluyoruz. Onu arıyoruz. O işin bir tarafı. Onu çok konuştuk. Ama şimdi artık Türkiye’nin dışında yerleşmiş bir terör var. O terörü de içinde bulunduğu toplumda yalnızlaştırmayı amaçlamalıyız.


Suriye’de ki olay bu değildi. O içinde bulunduğu toplumdan destek almıyordu. Resmi karar ve himayeyle ona melce verilmişti, mekan verilmişti. O melceyi elinden aldınız mı mesele bitiyordu. Şimdi durum daha karmaşık. Bu karmaşık durum karşısında yapılması gereken iş bir dostluk ve dayanışma, birlikte el ele verme girişimini boş sözle değil somut önerilerle yaygın bir biçimde harekete geçirmektir, uygulamaya koymaktır.


Bunu biz öneriyoruz. Bunu yeni, değişik, farklı, izlenen terör politikasında bir kırılma gibi anlamak gerçeklerden uzak durmak demektir. Bunun bir kırılmayla hiçbir ilgisi yoktur. Terörle mücadele elbette askeri yöntemlerle sürecektir. Türkiye’nin o konuda hakkı, hukuku çok nettir. Bunun gerektiren şartlar ortadadır. Bu konuda elbette Türkiye girişimi yapacaktır. Ama bunu teröre karşı yapacaktır. Terör örgütüne karşı yapacaktır. Onu etkisizleştirecektir. Bunu yaparken de terör örgütünün içinde bulunduğu toplumda onu tecrit etmek için o toplumla dostane ilişkilerini halk planında, insanlar planında geliştirip, güçlendirmeye çalışacaktır, çalışmalıdır, doğru politika budur. Bu politika bizim ta başından beri izlediğimiz, bu konularda izlediğmiz politikanın tam içinde onunla bütünleşik bir anlayışı yansıtmaktadır. Yeni şartlara göre yeni bir açılım tarihte bir değişiklik yoktur, hedefte bir değişiklik yoktur ama hedefe ulaşırken terörün dışındaki, terörün etrafındaki ortamları dikkate alan ve onlara yönelik bir yaklaşımı ifade etmektedir. Bunun doğru olarak böyle anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.


Evet, benim iletmek istediklerim bunlar, Salı günü bunu ifade etmeye çalışmıştım. Daha sonra bunu açtık. Şimdi biraz daha da açacağım. Önümüzdeki günlerde bunu daha da yaygın bir biçimde ortaya koyma durumdayız.


Şunu bir kez daha ifade edeyim. Olayı biz hiçbir zaman bu bölgede, bu coğrafyada yaşayan insanlar arasında bir husumet konusu, bir düşmanlık konusu olarak görmedik ve gerçekte bu değildir. Bu bölgede yaşayan insanlar arasında, o insanlar hangi etnik kökene sahip olursa olsunlar, hangi inanca ya da mezhebe sahip olursa olsunlar ilişki, bu insanlar arasındaki ilişki karşılıklı saygı ve dostluk temelinde gelişmiştir.


Bütün tarih boyunca böyle gelişmiştir. Şu anda da insanlar arasında bir husumet ve düşmanlık yoktur bu bölgede, olması içinde bir neden yoktur. Hele bizim bu ülkede yaşayan insanlar olarak kendi içimizde birbirinden farklı etnik ve dini kökene sahip insanlar çok uzun bir tarih boyunca bin yıldır birarada yaşıyoruz. Bu süreç içindede böyle bir uzlaşmaz çatışma ortamı şekillenmemiştir. Bütün dışarıdan müdahalelere, gayretlere rağmen bu coğrafyada yaşayan insanlar temel dostluk ve kardeşliklerini koruyup, geliştirmişlerdir ve biz Türkiye’de bütün insanlara karşı olağanüstü bir şefkat, merhamet, dostluk ve sevgi anlayışını sergilemişizdir.


Bakınız şöyle bir yakın geçmişi bir gözden geçiriniz Türkiye bu sancılı coğrafyada, bu acılı coğrafyada, bu savaşlar coğrafyasında bir büyük sevgi ve barış ortamı olarak işlev görmüştür. 79 yılında İran’da Humeyni ihtilal yapıldığı zaman bir milyona yakın İranlı İran’dan koptular Türkiye’ye geldiler ve Türkiye’de hiç kimsenin aklından bu insanların pasaportu nerede, bilmem hangi vizeyle geldiler, ne kadar kalacaklar, ne yapıyorlar, çalışıyorlar, çalışma izinleri var mı gibi bir şey geçmedi. Bir milyon insan Türkiye’de o acı günlerini, vatanlarından, ülkelerinden koptuktan sonraki en sıkıntılı dönemlerini Türkiye’nin şefkati ve sevgisi içinde yaşamayı başardılar.


Aynı şekilde Irak’ta o iç çatışma ortamında 250 binin üzerinde Kuzey Iraklı Kürt kökenli insan Türkiye’ye geldi. Türkiye çorbasını onlarla paylaştı. Onlara evini açtı, ocağını açtı. Onlar kendilerini rahat hissettikleri ana kadar Türkiye’de yaşadılar, ondan sonra buradan ayrıldılar. 250 bin kişi buraya gelmişti, Avrupa ülkeleri de bunlara sahip çıkın diye bir uluslararası yapıldı. Hatırlıyorum bir kuzey Avrupa ülkesi 15 kişiyi alırız diyordu. 250 bin kişi Türkiye idi o zaman. Gene 250 binin üzerinde Bulgaristan’da yaşayan Türk kökenli insan göçe mecbur edildi, Türkiye’ye geldi. Kafkas’lardaki acı olaylar Türkiye’ye yönelik daima bir göç tablosu yarattı.


Bütün bunları Türkiye en küçük bir sıkıntı hissetmeden taşıdı. Bakın şu anda 60 binin üzerinde Ermeni vatandaşı, Ermeni kökenli Türk vatandaşı değil. Ermeni vatandaşı Türkiye’de yaşıyor, çalışıyor, ekmeğini burada kazanıyor, kazancını buradan ülkesine gönderiyor ve Türkiye’de ne bir sendika, ne bir toplumsal kurum ya işsizlikten biz kırılıyoruz, böyle şey mi olur, biz işimizi bulamazken siz burada böyle Türkiye’nin imkanlarını değerlendiriyorsunuz, üstelikte Türkiye’ye karşı yabancı parlamentolardan karar çıkarıyorsunuz. Böyle bir şey olmaz demiyor.


Bu gerçekten dünya çapında özel bir anlayışın bizim toplumumuza egemen olduğunu gösteriyor. Türkiye neredeyse bir uluslararası rehabilitasyon merkezi haline geldi. Hastası, sakatı, göçe mecbur olanı, acılı, bunalımlı insanları Türkiye’ye geliyorlar, Türkiye’de sevgiyle karşılanıyorlar, Türkiye’de kucaklanıyorlar, ferahlıyorlar, rahatlıyorlar, sonra isterlerse Türkiye’de kalıyorlar, isterlerse Türkiye dışına çıkıyorlar.


Şimdi bunu sağlayan, bunu yaşatan bir kültürün, değerler sisteminin, geleneğin içinden geliyoruz. Bizim bu bölgede bir çatışmanın tarafı, bir husumetin tarafı haline gelmemiz söz konusu olamaz. Biz, bize yönelik bir saldırıyı etkisiz kılma mecburiyetindeyiz, bunun gereğini yapmanın dışında Türkiye’nin bir arayışı yoktur. Bunun gereğini de bu saldırının doğrudan tarafı olan insanlara yönelik olarak yaparız, onları himaye edenleri himaye etme hakkına sahip olmadıklarını anlatarak onları etkisiz kılmaya, onları caydırmaya çalışırız ve iyi niyetli toplumu da kazanamaya gayret ederiz.


Bu daima bizim anlayışımız olmuştur. Bu anlayış çerçevesinde biz bugüne kadar politikalarımızı koyduk, şu anda bu üstünde durduğum terör örgütünün ötesinde sınırlarımız dışındaki terör örgütünün ötesinde o bölgedeki halkı, insanları kazanmaya yönelik olarak bir ciddi çalışma yapmamız gerektiğine inanıyoruz ve bu önerilerimizi de o duygularla ortaya atmış bulunuyoruz.


Evet, şimdi sorularınızı alayım;


Soru-Teröre Türkiye’den halk desteği var diye söyleniyor...

Deniz BAYKAL- Valla o halk desteği sözünü sorgulamak isterim. Teröre Türkiye’de sınır içinde bir halk desteği olduğu sözü çok dikkatli kullanılması gereken bir söz. Bizim bakın bu çerçevede önem vermemiz gereken şey terörü sıradanlaştırmaktan, terörü olağanlaştırmaktan, terörü meşrulaştırmaktan uzak durmaktır. Terörle mücadelenin temel gereği terörü sıradanlaştırmamak, olağanlaştırmamak ve meşrulaştırmamaktır.


Yani gelişmeleri dikkate aldığımız zamanda görüyoruz ki, ben Türkiye’de ülkemizin bütün coğrafyalarında ve güneydoğuda terörün şiddetle reddedildiğine inanıyorum. Bu konuda halkın her geçen gün daha kararlı bir anlayışa girdiğini görüyorum. Teröre destek verenler giderek yalnızlaşıyorlar. Giderek soyutlanıyorlar.


Yani bu gelişmeyi bizim sahiplenmemiz lazımdır, güçlendirmemiz lazımdır, desteklememiz lazımdır ve Türkiye’de sorun doğrudan terörün içinde bulunanları etkisiz kılma sorunudur ve onların bu kimliğinin toplum tarafından daha iyi anlaşılmasını sağalama sorunudur.


Bu doğrultuda da çok önemli mesafe alınmıştır. Gelecekte bu konuda daha da iyi bir noktaya geleceğimizi görüyorum. Teröre açıktan destek vermenin bir toplumsal tepkiyi de beraberinde getirmeye başladığını, Güneydoğu Anadolu içinde bunun olduğunu bilerek, düşünerek söylüyorum. Çok açıkça görüyoruz insanlar iyi yaşamak istiyor. İnsanlar huzur içinde barış içinde yaşamak istiyor, insanlar çoluğunu, çocuğunu iyi yetiştirmek istiyor ve terörün bunu engellediğini görüyor. Beraber yaşamının, iyi yaşamanın, çoluğunu, çocuğunu huzur içinde okutmanın önünde temel engelin Türkiye’nin hukuk düzeni, Anayasal yapısı değil, onun bunun teşvikiyle, desteğiyle Türkiye’yi bölme süreci içine çekmeye yönelen terör grubu tarafından bu tehdidin yaratıldığını herkes her geçen gün daha iyi anlıyor. Bunu anlatmaya devam etmemiz lazım.


Soru- DTP Kongresinde yaşananları, yapılan açıklamaları değerlendirir misiniz


Deniz BAYKAL- Ben hepimizin parlamentoya girerken yaptığımız yemine sahip çıkmamız gerektiğinden hiç kuşku duymuyorum. Kafasının arkasında bir başka projesi, planı olanlar bu projelerini zaman içinde ortaya çıkarıyorlar. Bunları görüyoruz. Bu bizim ısrarla üstünde durduğumuz bir nokta. Yani, bir yandan terör örgütüne karşı tavır takınamamak, öbür taraftan terör örgütünün siyasi projelerini bir başka zeminde sahiplenip desteklemek üzerinde hepimizin dikkatle durması gereken bir tablodur.


Soru- Mesajınız kime?


Deniz BAYKAL- Ben bu yaklaşımımızı Irak halkına yönelik bir yaklaşım olarak görüyorum. Irak’taki elbette bizim muhatabımız Irak’ın devletidir. Irak’ın bütünselliği içindeki temsilcileridir. Elbette bunlarla Türkiye’nin teması vardır. O temas olabilir. Ama bizim sorunumuz artık yöneticileri ikna etmek, yöneticileri tatmin etmek gibi sınırlı bir çerçeveye indirgenemez, indirgenmemeli ve bizim hedefimiz, amacımız halkı, toplumu, insanları kazanmak olmalıdır. İnsanlar arasında ayrım yapmadan onların tümünü kazanmaya yönelik bir gayret içine girmemiz lazımdır. Bunu da sorumlu Irak yöneticilerinin memnuniyetle karşılayacağını ve iyi niyetle mukabele edeceklerini, böyle bir işbirliği zemininin oluşmasına onlarında katkı vereceğini umut ediyorum.


Soru- Önerilerinizin başarı şansı var mı, sonuç alabilecek misiniz?


Deniz BAYKAL- Yani bunları denemek durumdayız. Bunların hepsinin kendine göre bir başarı umudu taşıdığını düşünüyorum. Bütün bunların hepsini ihmal etmeden kullanmamız lazım. Bir yandan uluslararası hukuku reddederek Türkiye’ye yönelik terörü destekleyen yöneticileri caydıracak kararalı tavrımızı götürürken öte yandan da Irak halkına sevgi ve dostluk yaklaşımımızı hiç öbüründen etkilenmeden sürdürmemiz lazım, götürmemiz lazım. Bu rahatlıkla götürülebilir bir olaydır.


Yani Irak’tan birileri Türkiye’den gençleri alıp Irak’ta eğitecekler biz Iraklı gençleri alıp Türkiye olarak eğitip, yetiştirip dünya çapında onlara katkı verip eğitmeyeceğiz. Bu yanlış bir yaklaşım olur. Hiçbir şeyi ihmal etmememiz lazım. Bütün olanakları kullanmamız lazım.


Soru- Kültürel haklar ötesinde bir gelişmede mi düşünüyorsunuz?


Deniz BAYKAL- BU SORUYA TEŞEKKÜR EDERİM. BÖYLE BİR ŞEY YOK. BUNU SÖYLEME FIRSATINI BÖYLECE BULMUŞ OLUYORUM. BU DEĞERLENDİRMENİN ÇIKTIĞI GAZETENİN TEMSİLCİSİ OLARAK SİZE BU AÇIKLAMAYI YAPMAKTAN DA AYRICA MEMNUNİYET DUYUYORUM. BENİM HİÇ AĞZIMDAN ÖYLE BİR ŞEY ÇIKMAMIŞTIR. BEN KAFAMIZDAKİ ÖNERİLERİN BAŞKA BİR ÇERÇEVEDE BUNLARIN DIŞINDA, BUNLARIN ÖTESİNDE BİR AMACA YÖNELİK OLDUĞUNU SÖYLÜYORUM. O KÜLTÜREL HAKLAR ZEMİNİNDE DEĞİL. ONU TEMEL ALARAK DEĞİL, DEMİNDE İFADE ETTİĞİM GİBİ BU ZEMİN İŞTE. Deminden beri anlattığım zemin. Bu kesinlikle söz konusu değil. Onu açıkça söylemeliyim.


Soru- Genel bir af da gündeminizde var mı?


Deniz BAYKAL- HAYIR. BEN, TERÖRLE MÜCADELEYE ZAFİYET GETİRİLMEMESİ GEREKTİĞİNE İNANIYORUM. TERÖRLE MÜCADELEYİ ZORUNLU KILAN ŞARTLAR MAALESEF DEVAM EDİYOR. BU ŞARTLAR VAROLDUĞU SÜRECE AF ÇIKARMAK TERÖRLE MÜCADELE İRADESİNİ ZAAFA UĞRATMAK DEMEKTİR. DAHA ÖNCE BU HATA YAPILDI. BU HATAYI BİR DAHA TÜRKİYE’YE YAPMAMALIDIR. O NOKTADA DEĞİLİZ. TÜRKİYE O AŞAMADA DEĞİL. TÜRKİYE NE YAZIK Kİ, DAHA DÜN ŞEHİT VERDİ. BİR YANDAN ŞEHİT VERECEĞİZ, BİR YANDAN AF KONUŞACAĞIZ. BÖYLE BİR ÇELİŞKİ OLMAZ.


Soru- Eski komutanların yaptıkları açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?


Deniz BAYKAL- Yani benim bir şey söylememe gerek yok. İnsanlar sorumluluk üstlendikleri dönemde aldıkları kararlarla irdelenirler, değerlendirilirler. Daha sonra yapılacak konuşmalar bir vicdan muhasebesi olmanın ötesinde bir anlam taşımaz.


Soru- Peki, Güneydoğu’daki gençlerin, öğrencilerin eğitim seviyesi, düzeyi, onlara verilen eğitim yeterli mi?


Deniz BAYKAL- Hayır. O konuda yapılması gereken çok şey var. Biz, o doğrultuda Türkiye’nin bütün coğrafyalarına ama özellikle Güneydoğu Anadolu coğrafyasında çok ciddi bir eğitim hamlesi yapılması gerektiğine inanıyoruz. Yani çok yetenekli gençlerin orada israf edilmesine fırsat bırakmayacak, onları çok erkenden yakalayacak ve onlara en çağdaş, en ileri eğitim kapılarını açacak, onları hazırlayacak, yetiştirecek ve toplum hizmetine sokacak bir yaklaşıma öncelikle ihtiyaç olduğu kansındayım. Bu çerçevede gerekirse bölgede yatılı okulların tekrar açılması düşünülebilir. Yetenekli gençler oraya alınabilirler. Orada eğitilebilirler. Yeni yaklaşımlara ihtiyaç var. Bizim öyle modellerimizde vara. Yani eğitim konusu tabi öncelikle kendi insanımız için hiç kuşku yok.


Soru- Televizyonlardaki programların da gözden geçirilmesi...


Deniz BAYKAL- Tabi hiç şüphe yok. Popüler kültür anlayışımızın, uygulamamamızın, ama bu bizim problemimiz. Şunu söylersek, aman bu yanlışlıklar sadece sınır içinde bize özgü olsun, sınır dışındaki insanları bozmayalım. Bunu sağlamak çok güç olur, doğru da olmaz. Eğrimizi, doğrumuzu, yanlışımızı hep beraber düzeltmeye çalışacağız. O bir temel sorunumuzdur.


Soru- DTP kongresiyle ilgili olarak açılan incelemeler, soruşturmalar var, bu konuda görüşünüzü açıklar mısınız?


Deniz BAYKAL- HUKUK ELBETTE İŞLEYECEK ÜLKEDE. HUKUKA SIRT ÇEVİRME, HUKUKU YOK SAYMAK DOĞRU DEĞİLDİR. HUKUK İLİŞKİLERİMİZİN TEMELİDİR. AMA ÖTE YANDAN BEN İSTERİM Kİ, SİYASETE HUKUK HİÇBİR ZAMAN MÜDAHALE ETME DURUMUNDA OLMASIN. BUNU SAĞLAMA SADECE SAVCILARIN, YARGIÇLARIN, ADLİYENİN İŞİ DEĞİLDİR. SİYASETÇİLERİNDE İŞİDİR. Her ülkenin anayasası, hukuku, dokunulmaması gereken temel kuralları var. Ona saygı göstermek her siyasetçinin görevidir, hepimizin görevidir. SİYASETÇİ OLMAK HUKUKUN ÜSTÜNDE OLMAK ANLAMINA GELMEZ. HİÇ KİMSE HUKUKUN ÜSTÜNDE DEĞİLDİR. Ama Türkiye’de fevkalade yumuşatılmış, gevşetilmiş, uluslararası ölçülerin neredeyse ötesine geçilmiş olan bir hukuk düzeni dahi Türkiye’de siyasetçileri tarafından ihlal ediliyorsa bunu mazur görmek, bunu yok saymak, buna aldırmamak mümkün değildir. HUKUKA SAYGI ESAS, SİYASET HUKUKA SAYGI GÖSTERECEK, İSTERİZ Kİ, HİÇBİR ZAMAN HUKUK SİYASETE MÜDAHALE DURUMUNDA KALMASIN.


HEPİMİZ SİYASETE GİRERKEN BİLİYORUZ. PARLAMENTOYA GİRERKEN YEMİN ETTİK. YEMİN ORTADA. YANİ GİRERKEN YEMİN EDECEKSİN, 3 GÜN SONRA ONUN TAM TERSİNİ SÖYLEYECEKSİN VE BÜTÜN ÜLKE BUNU DOĞAL KARŞILASIN DİYECEKSİN. BU KABUL EDİLEBİLİR BİR TABLO DEĞİL. HERKES CİDDİ OLMAK DURUMUNDADIR. HUKUKA SAYGI GÖSTERMEK DURUMUNDADIR, HUKUKA GÖSTERİLEN SAYGI ASLINDA KENDİMİZE GÖSTERİLEN SAYGI, TOPLUMUMUZA GÖSTERİLEN SAYGI DEMEKTİR.


Çok teşekkürler.