Saturday, November 03, 2007

ABBAS GÜÇLÜ’NÜN YÖNETTİĞİ KANAL-D’NİN CANLI YAYINI GENÇ BAKIŞ’TA GENÇLER SORDU, GENEL BAŞKAN BAYKAL YANITLADI


-“BEN, KÜRT’Ü DE, ARAP’I DA, ARNAVUT’U DA, ÇERKEZ’İ DE, GÜRCÜ’YÜ DE SEVİYORUM. BEN TERÖRİSTİ SEVMİYORUM TERÖRİSTİ”

-“Türkiye’de maalesef bir ciddi yanlışlık yapılıyor ve terör konusu insanların etnik kökeniyle ilgili bir konu gibi algılanmak isteniyor. Yani Kürt olmakla terör konusu arasında sanki bir doğrudan bağlantı varmış gibi bir izlenim yaratılmak isteniyor. Bu çok tehlikeli bir olay”

-“Her etnik kökenin, Her inancın, her düşüncenin teröristi olabilir. Terör ayrıdır, etnik köken ayrıdır. Etle tırnak gibi kaynaşmışız. Türkiye’yi ayırmak mümkün değilL. Güneydoğuyu, İzmir’i, İstanbul’u, Antalya’yı ayıramazsınız. O nedenle bu ayrımı zihinlerden çıkarmak lazım. Hepimiz birbirimize bu duygular içinde, birbirimizi kardeş bilerek bakabilmeliyiz”

-“Hiç kuşku yok ki Kürt kökenli insanlarımızda diğer bütün insanlarımız gibi. Yani Çerkez kökenli, Arnavut kökenli, Arap kökenli insanlarımız gibi onlardan hiçbir farklılık göstermeden eşit hukuk içinde, eşit anlayış içinde bu ülkenin eşit vatandaşlarıdır”

-“Hiç kuşku yok hepimiz aynı milletin parçayız. Kimsenin etnik kökeni bu konuda ne bir imtiyaz getirir, ne de bir güçlük oluşturur. Böyle bir ayrım yok. Hepimiz eşitiz ve hepimiz kardeşiz”

-“Biz Türkiye olarak hepimiz yaşadığımız teröere PKK terörü dedik Değil mi? Niçin öyle dedik? Çünkü biliyoruz ki, bizim Kürt kardeşlerimiz, Kürt arkadaşlarımız, Kürt gelinlerimiz, Kürt damatlarımız var. Bunu hepimiz bildiğimiz için yaşadığımız olaya PKK terörü dedik. PKK’cı onlar PKK’cı! Onlar Kürt değil. Kürtleri tenzih ettik, Kürtleri ayırdık. Bunun şimdi çok iyi oturtulması lazım. Anlayışımız bu”

-“Şimdi geldiğimiz noktada artık mayın patlaması değil önümüzdeki olay. Kitlesel saldırı var. Karakolun içine giriyor, içerden askerini alıyor çıkıyor. Bunu kabul etmek mümkün değildir ve Türkiye bu manzara karşısında sadece konuşuyor şuana kadar. Türkiye’yle terör konusunda şaka yapılamayacağını herkese göstermek zorunluluğumuz var”

-“İsrail iki askerine karşılık anında ciddi bir müdahale yaptı ve Türkiye’nin 8 askeri sınırları içinden alındı, götürüldü. Hala hiçbir şey yapılabilmiş değildir. Ben bunu içime sindiremiyorum, kabul edemiyorum. Bu hem onurumuza dokunuyor, onun ötesinde Türkiye’nin kolay bir hedef olabileceği, Türkiye’ye arkanıza gerekli destekleri alırsanız her türlü haksızlığı yapabileceğiniz sonucunu doğruyor. Ve gelecek bakımından da çok kaygı verici bir tablo oluşturuyor”

-“AKP’nin yapısı, dokusu, ilişkileri, kadroları terör konusunda beklenen etkin davranışı sergilemeye müsait değil”

-“Acaba eli kolu bağlı olan Türkiye midir? Yoksa Türkiye adına ülkeyi yönetmek üzere işbaşına gelmiş olan iktidar mıdır? Ben hiçbir şekilde Türkiye’nin elinin, kolunun bağlı olduğuna inanmıyorum. Ama ne yazık ki iktidar eli kolu bağlı bir konumdadır ve sorunda buradan kaynaklanmaktadır”

-“ 1 Mart tezkeresi Türkiye’nin Kuzey Irak’ta askeri harekat yapmasını öngören bir tezkere değildir. 1 Mart 2003 tezkeresi Türkiye coğrafyasının Amerikan askerlerine açılmasını öngören bir tezkeredir. Eğer o tezkere çıkmış olsaydı zannetmeyin ki Türk askeri Bağdat’ta, Türk askeri Basra’da, Kerkük’te etkinlik sergiliyordu. Böyle bir algılama var. Yok böyle bir şey. Ama ne olurdu 1 Mart 2003 tezkeresi çıkmış olsaydı. Diyarbakır’da, Şanlıurfa’da, Siverek’te 62 bin Amerikan askeri tanklarıyla, toplarıyla, helikopterleriyle yerleşmiş olacaklardı. Mersin limanından Trabzon ve İskenderun limanına kadar, Türkiye’nin havaalanlarına kadar bütün ulaşım altyapısı ve Güneydoğu Anadolu coğrafyası Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin Ortadoğu’ya yönelik askeri harekatı için kullanıma açılmış olacaktı”

-“Parlamentoda bulunduğum dönem içinde bir tek kere bile çekiç gücün süresinin uzatılmasına evet oyu kullanmadım”

-Hükümetin en büyük şikayeti meydanlarda halkın bayrağı eline alıp çıkmış olması. Televizyonlarda bu gösterilmesin diye kıyamet kopardılar yasak getirdiler. Niçin? Niye rahatsız oluyorlar? Eline bayrağını alıp çıkan insanların Türkiye’nin dört bir köşesinde bu kadar heyecanla ayağa kalkmış olduğunu görmekten ben kıvanç duyuyorum, mutluluk duyuyorum”

-29 Ekim günü Cumhuriyet duygusunu huzuruna çıkarak, önünde başımızı eğerek, şükran duyduğumuzu söyleyerek yaşayabileceğimiz tek merci olarak Mustafa Kemal’in Anıtkabirini gördük ve orada bu görevi yaptık. Cumhuriyet ruhunu, Cumhuriyet inancını, Cumhuriyet değerlerini, Cumhuriyet birikimini huzuruna çıkarak, başımızı eğerek içtenlikle kutlayabileceğimiz onun ötesinde bir merciinin ne yazık ki artık Türkiye’de olmadığının bilinci içinde Cumhuriyet heyecanımızı kendi aramızda kutlamayı tercih ettik, köşke çıkmadık. Ne olur kimse bizi Cumhuriyet konusunda takiye yapma durumuna sokmasın”

Sorular ve yanıtlar:

İletişim Koordinatörlüğü (Ankara) – Gençler sordu Genel Başkan Deniz Baykal güncel olayları şöyle değerlendirdi.

Abbas GÜÇLÜ- İyi geceler sevgili izleyenler. Evet yeni bir Genç Bakışta daha sizlerle birlikteyiz. Bugün İzmir’deyiz. 9 Eylül Üniversitesindeyiz ve bu coşkulu kalabalık Türkiye’nin son günlerdeki hassasiyetini eminim ki fazlasıyla ortaya koyuyor. Evet bugün çok önemli bir konuğumuz var. Sayın Deniz Baykal Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı. Sayın Baykal’la CHP’yi, muhalefeti ve önceden yaşanan kısır tartışmaları değil, Türkiye’nin içindeki bugünkü konuları konuşacağız. Türkiye Kuzey Irak’a müdahale etmelimi etmemelimi? Geç mi kaldı, erken mi kaldı? Amerika’dan icazet alınıyor mu, alınmıyor mu? Ve son günlerde mecliste yaşanan olayları burada sizlerle birlikte paylaşmak istiyoruz. Türkiye çok kritik günlerden geçiyor ve bu kritik günleri Türkiye’nin siyasette iki numaralı ismi Sayın Baykal öğrenci arkadaşlarımızla birlikte sizden gelen sorularında hepsini cevaplayacak.

Evet bütün bu çerçevede sorular geldikçe konuları açacağız. Ama dediğim gibi Türkiye’nin bütün bugünkü duyarlılıklarını dikkate alarak bu tartışmayı yapacağız. Türkiye’ye yeni tartışmaları konular eklemeyelim diyoruz. Bu tartışmalı konuları refaha, açıklığa kavuşturalım istiyoruz. Hoşgeldiniz efendim.

Deniz BAYKAL- Teşekkür ederim, hoşbulduk.
Abbas GÜÇLÜ- Evet İzmir’deyiz, 9 Eylül Üniversitesindeyiz. Öğrenci arkadaşlarımız salonu tıklım tıklım doldurdular. Bir o kadar arkadaşımızda maalesef salonda yer olmadığı için dışarıda kaldılar. Keşke daha büyük salonlar olsa da bu sorunları çok daha büyük platformlarda tartışsak diyoruz. Evet sizlerde sorularınızı direk Sayın Baykal’a telefonla ya da internet yoluyla ulaştırabileceksiniz. Telefon numaramız 0232-446 06 64 numaralı telefondan direk soru yöneltebileceksiniz. Ayrıca her zaman olduğu gibi gencbakis@kanald.com.tr adresinden de Sayın Baykal’a soru yöneltebileceksiniz. Ama mümkün olduğu kadar soruların kısa olmasını özellikle rica ediyoruz ve bu haftaki anket konumuz biliyorsunuz bu yayın döneminde her hafta bir anket yapıyoruz. Bu haftaki anket konumuz ise hükümeti ekonomik alanda başarılı buluyor musunuz? Eğer hükümeti ekonomik alanda işsizlikle, enflasyonla mücadelede ve ticarette, diğer konularda başarılı buluyorsanız evet yazıp 5100’a gönderiyorsunuz. Yok hükümet alanda kağıt üzerinde başarılı olsa da uygulamada başarısız diyorsanız da o zaman hayır deyip 5100 gönderiyorsunuz.

Evet efendim hoşgeldiniz ve başımız sağolsun diyoruz. Ben Sayın Erdal İnönü’yle başlamak istiyorum. Çok değerli bir politikacıydı. Ankara siyasetine çok önemli hizmetlerde bulundu. Her şeyden önce Türkiye İkinci Cumhurbaşkanı Sayın Erdal İnönü ailesinden gelen bir isimdi. Ankara’da siz bugün çok yoğun bir trafik yaşadınız. Erdal İnönü diyince sizin aklınıza ne geliyor?

Deniz BAYKAL- Önce ben çağrınız için teşekkür ederim. Bugün İzmir’de 9 Eylül Üniversitesinde genç kardeşlerimizle birarada olmaktan büyük bir sevinç duyuyorum, mutluluk duyuyorum.

Evet, bugün acı bir haber aldık. Tam İzmir’e hareket etmek üzereyken Erdal İnönü’nün Amerika’da tedavi edilmekte olduğu hastanede öldüğü haberi geldi. Erdal İnönü Türkiye’nin yetiştirdiği çok seçkin, çok değerli bilim adamı ve aydındır herşeyder önce. Ve cumhuriyet döneminin anlayışını kültürüne yansıtan bir insandır. Yani cumhuriyet döneminde iyi yetişmiş olan insanlar hem bilim duyarlığını, hem kültür ve sanat duyarlığını aynı anda, birarada geliştirebilmiş olan insanlardır ve bilim, kültür, sanat ilgisinin yanı sıra bir felsefe düzeyi de daima olagelmiştir. Yani o kuşak öyle yetişti.

Abbas GÜÇLÜ- Bir zarafet vardı.

Deniz BAYKAL- Evet. Cumhuriyetin o ilk kuşağıdır bunlar. Çok iyi yetişmiş insanlardır. Erdal İnönü’de bir fizikçi olmayı istedi. Dünya çapında fizikçi oldu ve saygın yerini aldı. Sürdürdüğü ilgilerin içinde siyaset yoğun bir yer tutmadığı...

Abbas GÜÇLÜ- Biraz zoraki siyasetçi.

Deniz BAYKAL- Evet. Ama bir görev duygusuyla. Şimdi bana bir görev düşüyor. Sosyal demokrat harekatı toparlamalıyım, bütünleştirmeliyim, bu konuda benim ve sadece benim yapabileceğim bir şey var diye düşündü. Bu yöndeki telkinleri haklı buldu ve bir sorumluluk duygusu ve görev anlayışı içinde önce SODEP’i kurdu. Daha sonra Halkçı Partiyle birleşerek SHP haline geldi. SODEP’te ve SHP’de Genel Başkanlık yaptı. Bu dönem içinde sosyal demokrat harekatın derlenip toparlanmasına çok ciddi çaba göstermiştir, ciddi katkı yapmıştır. Bende kendisiyle SHP’de özellikle yakın çalışma ilişkisi içinde oldum. Genel Başkandı, ben Genel Sekreter olarak beraber çalıştık. Ve 1989 seçimlerinde çok başarılı bir sonuç aldık. Türkiye’de birinci siyasi parti olarak çıktık 89 yılında. Daha sonra işte siyasi hayatın kendi doğal çalkantıları içinde ben istifa ettim, ayrıldım SHP yönetiminden. Parti içinde tartışmalar yaşandı. 1992 yılında kapatılmış olan Cumhuriyet Halk Partisinin açılma olanağı sağlanınca yasayla ben ayrıldım Cumhuriyet Halk Partisine geçtim. O SHP’de biraz daha devam etti. Sonra siyasetin dışına çekildi. Yayınlarına bir aydın olarak devam etti. Son dönemde de çok özel bir hastalıktı o yakalayan. Yani çok dünyada bilinen, tanınan bir tür değildi. Ayrıca özel bir olaydı. İlk kez onun üzerinde bazı ilaçlar denendi. Büyük bir mücadele verdi. Ama hayatın kuralı kendisini kaybettik. Tabi bu vesileyle ben İnönü’ye olan saygımı bir kez daha ifade ediyorum ve kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Bütün Türkiye’mize başta İzmir olmak üzere, çünkü İzmir Milletvekili olarak İzmir’de de görev yapmıştı. Derin başsağlığı dileklerimi sunuyorum.

Abbas GÜÇLÜ- Bizde kendisine tanrıdan rahmet diliyoruz ve programımıza biz hem şehitlerimizi hem de çok değerli bu bilim ve siyaset insanına alkışlarımızla bir kez daha anıyoruz.

Evet sevgili izleyenler, Türkiye çok kritik günlerden geçiyor, çok sıcak günlerden geçiyor ve Türkiye ayakta. Haftalardır Kuzey Irak’a müdahale edilsin, edilmesin tartışmaları yaşanıyor. Bu konuda hemen sorularımıza geçeceğiz ama arkadaşlarımızın hazırladığı görüntüler var. Biraz hatırlatma yaptıktan sonra Türkiye’nin en sıcak konusuna hep birlikte burada masaya yatıralım, tartışalım. Ankara’da neler oluyor Sayın Baykal’la birlikte konuşalım. Çünkü birinci tezkere konusunda Sayın Baykal çok önemli uyarılarda bulunmuştu. Birinci tezkerenin geçmemesi konusunda o zaman çok eleştirilmişti ama Türkiye nasıl bir bataklığa girmekten kurtuldu daha anlaşılmıştı. Birinci tezkereye hayır diyen Baykal şimdi ne diyor, neler yapılmasını istiyor hep birlikte izleyeceğiz. Şimdi görüntülerimizi izliyoruz.

Evet efendim Türkiye çok kritik günlerden geçiyor. Her gün yeni şehit haberleri ve Türkiye hala cevap verecek. Bu cevap verme niye bu kadar gecikiyor?

Deniz BAYKAL- Artık karşı karşıya bulunduğumuz konuyu bir sıradan terör olayı olarak anlamak gerçekçi olmaktan çıkmıştır. Karşı karşıya bulunduğumuz olay bunun ötesinde bir önem taşıyor. Türkiye’ye karşı bir örtülü savaş yürütülmekte olduğunu ben düşünüyorum. Bu kadar uluslararası hukuka aykırı bir saldırının, dolaylı saldırının Türkiye’ye yönelik olarak bu kadar uzun bir süreden beri devam ettirilmesini haz etmek, kabul etmek gerçekten mümkün değildir. Yani karşımızda tabi sorun sadece bizi sınırlarımız içinde, anayurdumuzda rahatsız eden bir terör olayı sorunundan ibaret olsaydı bunu bir başka türlü anlamak mümkündü. Fakat açıkça görüyoruz ki, Türkiye’ye yönelik olarak bir uluslararası saldırı var.

Bakınız; bir süreden beri Türkiye kendi içinde sınır ötesi operasyon yapalım mı, yapmayalım mı tartışmasını sürdürüyor. Ama farkında değiliz ki, Türkiye’ye yönelik olarak bir uluslararası saldırı yapıldı bile. Yani kısa bir süre önce biliyorsunuz 200 kadar Peşmerge, ya da PKK’lı Kuzey Irak’tan, yani bizim dışımızdaki bir ülkenin içinden sınırları geçerek Türkiye’ye geldi. Türkiye’de 12 askerimizi karakolda şehit etti. 16 askerimizi yaraladı ve 8 askerimizi aldı ve götürdü. Nereye götürdü? Kuzey Irak’a götürdü. Yani Kuzey Irak’tan Türkiye’ye bir uluslararası saldırı yapıldı. Bunun artık tartışılır, inkar edilir, reddedilir bir tarafı yok. Bu bir gerçek.

Abbas GÜÇLÜ- Karşımızda sadece PKK, Peşmergeler mi var? Yoksa uluslararası gücün içerisinde Amerika’dan Avrupa’ya kadar çok daha büyük güçler mi var?

Deniz BAYKAL- Karşı karşıya bulunduğumuz olayın arkasında değişik sorumluluk düzeylerinde bağlantılar içinde olan unsurlar var. Şimdi Kuzey Irak deyince Kuzey Irak’ta bir Irak otoritesi var. Kuzey Irak’ta bir yerel yönetim var ve Kuzey Irak’ta bir işgal gücü var. Amerika’nın 130 bin – 140 bin askerinin yer aldığı bir büyük işgal ordusu var. Yani bu manzara karşısında Türkiye çok haklı olarak Türkiye’ye yönelik bu terörün o coğrafyadan ortadan kaldırılmasını talep ediyor. Bakınız terör dünyanın her yerinde mücadelesi güç bir konudur. Ama terörle mücadelenin asıl güçlüğü terörü bir komşu ülkenin destekliyor olmasıdır. Eğer terör sadece bir iç sorundan ibaret kalmış ise o daha kolay denetim altına alınabilir. Etkisizleştirilebilir, önemi azaltılabilir. Ama bir yabancı ülkeden destek alıyor ise öncelikle yapılması gereken iş o yabancı ülke desteğini ortadan kaldırmaktır. Hatırlarsınız 1999 yılı öncesinde Türkiye’de gene çok ciddi terör olayları yaşandı. O zaman o terör olayları Suriye’den destek alıyordu. Beka vadisine terör örgütü yerleşmişti. Şam’da karargah vardı. Türkiye iyi niyetle Suriye yetkililerine her düzeyde bir devlet adamı Şam’a, Suriye’ye gidince bu durumun kabul edilemez olduğunu söyler ve konuya el atmalarını isterlerdi. O zaman Suriye yetkilileri bunu bilmiyor gibi davranırlar, a öylemi, haberimiz yok, bakalım inceleyelim, verin o bilgileri, bakın arkadaşlar niye meşgul değilsiniz falan yaparlardı. Yani sorumluluğu üstlenmezlerdi. Fakat bir süre sonra artık inkar edilemez hale geldi. Hatırlayacaksınız 1999 yılından önce, 1996 bizim hükümette bulunduğumuz, benim Dışişleri Bakanı olduğum dönemde ilk kez Türkiye Suriye’ye bu konuda bir ciddi nota verdi. Bu durumun onun bakımından nelere yol açabileceğini, Türkiye’nin hangi hakka sahip olduğunu ve bunun Suriye için ağır sonuçlarına dikkati çekti ve bir notayı ilk kez 96 yılının başında verdi.

Abbas GÜÇLÜ- Bir tercihe zorlandı. Ya PKK ya Türkiye.

Deniz BAYKAL- Aynen o yapıldı. Bir süre sonra bu iki, üç yıllık süreç içinde Türkiye bu konuda hazırlıklarını tamamladı ve bildiğiniz gibi Kara Kuvvetleri Komutanı Hatay’da ya verin ya gelir alırız dedi. İşte arkasından tartışmalar, bir trafik başladı. Çok kısa sürdü yalnız bu. Hüsnü Mübarek Mısır Devlet Başkanı Sayın Demirel’i ziyaret etti. Demirel’den işin ciddiyetini gördü. Demirel kararlılığımızı bir kez daha anlattı. Onun üzerine dönüş güzergahını değiştirdi. Doğrudan Kahire’ye gidecekken Şam’a döndü ve Esat’a geliyorum acil, konuşmamız gerekiyor dedi. Sonra dedi ki, Türkler çok kararlı. Sen derhal o karargahı oradan çıkar. Ve onun üzerine olumlu cevap geldi ve bir tek kurşun atılmadan ama kararlılık sergilendiği için, Türkiye gerekeni yapacağını inandırıcı biçimde ortaya koyduğu için bu konu çözüldü ve 99 yılında terör örgütünün lideri Türkiye’ye teslim edildi. Bu müthiş bir şeydi ve ondan sonra terör ciddi şekilde gündemden düştü. Ve 2002’de bu iktidar işbaşına geldiği zaman sıfır terör neredeyse vardı. Yani tam mutlak sıfır denilemez ufak tefek olaylar oluyordu ama sıfır sayılır artık o. 2002-2003-2004 hızla tırmanma başladı.

Şimdi geldiğimiz noktada artık mayın patlaması değil önümüzdeki olay. Kitlesel saldırı var. Karakolun içine giriyor, içerden askerini alıyor çıkıyor. Bunu kabul etmek mümkün değildir ve Türkiye bu manzara karşısında sadece konuşuyor şuana kadar. Yani bu kabul edilebilir bir durum kesinlikle değildir. Burası güç bir coğrafyadır. Bu güç coğrafyada Türkiye’yle terör konusunda şaka yapılamayacağını herkese göstermek zorunluluğumuz var.

Abbas GÜÇLÜ- Evet ilerleyen dakikalarda arkadaşlardan aldığımız sorular çerçevesinde konuyu açacağız. Evet arkadaşlar soruları alalım. Buyurun.

Seda SÖNMEZ- Merhabalar efendim, güzel İzmir’imize hoşgeldiniz. İsmim Seda Sönmez, 9 Eylül Üniversitesinde Kamu Yönetiminde siyaset ve sosyal bilimler ana bilim dalında yüksek lisans öğrencisiyim. Efendim, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu muhalefettir. Otokritik rejimlerde zaten muhalefet olgusu hiç yoktur. Bize siyaset bilimi derslerinde öğretilen buydu. Fakat ülkemizde muhalefete muhalefet yapılarak bir yerlere gidiliyor. Bunu son seçimde de gördük. Yani gerek medya kanalıyla olsun, gerek diğer dış faktörlerin etkisiyle muhalefete muhalefet yapılıyor ve bu durumdayız. Bunu Türkiye açısından yorumlar mısınız efendim? Ayrıca Abbas beye de çok teşekkür ediyorum sizin gibi çok iyi siyaset ve devlet adamını konuk ettiği için üniversitemize.

Deniz BAYKAL- Çok teşekkür ederim sağolun.
Abbas GÜÇLÜ- Muhalefete muhalefet bir ölçüde Türkiye’nin sorunlarını nasıl çözeriz diye uğraşması gerekirken arkadaşın dediği gibi kendi kendini yiyor.

Deniz BAYKAL- Evet, yani demokrasi tabi öyle rejim ki her şey tartışılır. Yani iktidarda tartışılır, muhalefette tartışılır. Bunu doğal karşılamak lazım. Arkadaşımızın herhalde söylemek istediği Türkiye’de iktidarla ilgili üzerinde durulması gereken çok ciddi konular varken o konularda herkes müdahale etmek durumundayken onu bırakıp projektörü muhalefete çevirip muhalefet tartışmasını gündeme getirmenin ne kadar sağlıksız olduğunu herhalde arkadaşımız anlatmaya çalışıyor.
Abbas GÜÇLÜ- Ama en azından biz bugün o tuzağa düşmeyeceğiz diyoruz. Türkiye’nin terör konusunu tartışalım diyoruz. Hem ondan şikayet ediyorsun, hem o noktaya getiriyorsun. Biz terörü konuşurken birden bire topu farklı noktaya attın. Buyurun sizden.

Kemal ERKOYUNU- Sayın Baykal hoşgeldiniz. Adım Kemal Erkoyunu, Endüstri Elektronik ikinci sınıf öğrencisiyim. Zamanında Barzani’de Talabani’de bizim Türk pasaportunu kullanarak Amerika’ya girip çıkıyorlardı. Bu doğrumu? Doğruysa eğer zamanında siyasetçilerimiz nerede yanlış yaptı ki, bunlar bize kafa tutabiliyorlar şuan?

Deniz BAYKAL- Evet doğru, hiç kuşku yok. Türkiye Barzani’ye de, Talabini’ye de pasaport vererek onların dünya çapında çalışma yapmalarına fırsat verdi. Onun ötesinde silah verdi, onun ötesinde maddi destek verdi. Bu destek hala sürüyor. Habur kapısı o destektir. Şimdi geçmişteki o desteğin irdelenmesi, tartışılması daha karmaşık bir konu. Yani o noktada çünkü Barzani ve Talabani PKK’ya karşı Türk Silahlı Kuvvetleriyle işbirliği içinde mücadeleye de giriyor idi. O zamanın şartları onu gerektiriyordu ve o ilişki içinde bu sürdürülüyordu. Nerede hata yapıldığı konusuna gelince şunu herhalde işaret etmek gerekir. Maalesef birinci körfez harekatıyla birlikte, birinci yani Özal zamanındaki birinci körfez harekatıyla birlikte Amerika’nın Ortadoğu’ya ve özellikle Irak’a yönelik olarak Irak’ı parçalama sonucunu doğuracak bir büyük projenin içine girdiği ortaya çıktı. Yani Irak’a yapılan müdahale sadece Saddam’ı değiştirmeyi amaçlayan bir müdahale olmanın ötesindeydi. Irak’ı parçalamayı öngördüler. Nereden çıkarıyorum bunu? Yani bu iddianın dayanağı ne? Hatırlarsınız birinci körfez savaşından sonra getirilen yeni düzen içinde Irak üç dilime ayrıldı. 36. paralelin kuzeyi, 32 – 36 arası ve 32’nin altı üç ayrı dilime ayrıldı ve Amerikalılar dediler ki o zaman Saddam’a ya da merkezi otoriteye Saddam’ın eli kolu budandıktan sonra Saddam’a ve merkezi otoriteye sen sadece 36. paralele kadar aşağıda da 32 galiba. 32. paralele kadar inebilirsin onun dışına inemeyeceksin. Şimdi bu ne demektir? Bir ülkeye yani kendi ülkemizi telaffuz etmek istemiyorum. Herhangi bir ülkeye onun coğrafyasının çok önemli üçte birine sen merkezi otorite olarak Silahlı Kuvvetlerini, ordunu, ağırlığını taşıyamazsın demek ve bunu yıllarca sürdürmek. 91 – 2007 16 yıl geçti. Ne sonucu doğurur? O merkezi otoritenin dışında bulunan yerdeki yerel feodal güçler, etnik güçler kendi aralarında örgütlenirler. Oradaki kabile ağarlıkları, aşiret ağarlıkları bir devlet düzenine doğru dönüşür. Bunu Amerika’nın diplomatlarının, Amerika’nın o ting tenglerinin, araştırma kuruluşlarının, Amerikan siyasetçilerinin öngörmemiş olduğunu düşünmek mümkün müdür?
Abbas GÜÇLÜ- Yani Saddam altyapısı hazırlandı.

Deniz BAYKAL- Evet. Bu altyapı. Şimdi Türkiye bu altyapıda işbirliği yaptı değerli kardeşim. Türkiye maalesef bu altyapı kolaylaştırdı. Bu incirlikten kalkan uçaklar eliyle bu sürdürüldü. Bu altyapının doğal sonucu Irak’ın parçalanmasıdır. Ve bu parçalanma projesi ta o zamandan yürürlüğe konulmuştur. İkinci körfez harekatından sonra Saddam’da ortadan kaldırılınca bu çok daha net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bizim Türkiye olarak bu noktalarda bir rezerv koymamız, bu konuda ağırlığımızı hissettirmemiz gerekirdi. Maalesef bu yapılmamıştır.

Bakın, bu çerçevede size şunu hatırlatmak istiyorum. O dönemde gelmiş geçmiş siyaset adamlarının önemli bir kısmı bu incirlikten kalkan uçakların çekiç güç diye bilinen Irak’ı parçalama projesine katkı vermesini öngören karara destek vermişlerdir. Türkiye’de her 3 ayda bir, her 6 ayda bir bu konuda oylama yapılmıştır, süresi uzatılmıştır. O süre uzatmalarına destek verilmiştir. O süre uzatmalarına destek vermemiş sayısı çok az siyaset adamı vardır. Bende o siyaset adamlarından birisiyim. Parlamentoda bulunduğum o dönem içinde bir tek kere bile o çekiç gücün süresinin uzatılmasına müspet oy kullanmadım. Bunu inançla ifade ediyorum.

Baran USLU- Sayın Deniz Baykal öncelikle hoşgeldiniz. Adım Baram Uslu, Tıp Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiyim. Öncelikle şu son dönemde gerçekten ülke olarak hassas bir dönemden geçiyoruz. Gerek basında olsun, medyada olsun, gazetelerde olsun her yerde birlik beraberlik mesajları veriliyor. 29 Ekim resepsiyonuyla ilgili neden CHP katılmadı diye her yerde çok yazıldı, çizildi. Ben bunu size tekrar soruyorum. Siz gerçi en baştan bunu söylemiştiniz. Biz katılmayacağız demiştiniz. Ama ben tekrar üstüne basa basa soruyorum. Böyle kritik bir dönemde neden resepsiyona katılmadınız. Hatta Kevin Costner bile gelmişti yani. Teşekkür ederim.

Abbas GÜÇLÜ- Hem birlik beraberlik diyorsunuz, hem niye katılmıyorsunuz diyor.

Deniz BAYKAL- Değerli arkadaşlarım, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını, Cumhuriyet Bayramı sevinci biz Anıtkabir’i ziyaret ederek yaşadık. Cumhuriyet Bayramı kutlamaları biliyorsunuz Anıtkabir’le başlar. Atatürk’ün huzurunda bulunduk ve bunu çok önemli saydık, çok uygun bir kutlama tarzı olarak düşündük. Yani Cumhuriyet duygusunu huzuruna çıkarak, önünde başımızı eğerek, cumhuriyeti bize sağladığı için şükran duyduğumuzu söyleyerek yaşayabileceğimiz tek merci olarak Mustafa Kemal’in Anıtkabirini gördük ve orada bu görevi yaptık.

Onun dışında Cumhuriyet ruhunu, Cumhuriyet inancını, Cumhuriyet değerlerini, Cumhuriyet birikimini huzuruna çıkarak, başımızı eğerek içtenlikle kutlayabileceğimiz onun ötesinde bir merciinin ne yazık ki artık Türkiye’de olmadığının bilinci içinde Cumhuriyet heyecanımızı kendi aramızda kutlamayı tercih ettik.

Birlik, dayanışma elbette hiç tartışma götürmez bir biçimde. Onun gereğini yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Her türlü göreve hazırız. Terör konusunda ulusal bir çalışma yapılacaksa derhal herkesle buluşma, gereğini yapmaya hazırız. Bunu yerine getiririz. Türkiye’nin görev başındaki bütün yetkili mercilerine, makamlarına saygımız tamdır. Bu konuda hiçbir tereddüt yoktur. Ama Cumhuriyet konusunda takiye yapma durumuna bizi ne olur kimse sokmasın.

Abbas GÜÇLÜ- Efendim internetten çok yoğun geliyor. Geçmişte yapılan hataları hükümetin ya da diğer iktidarların yaptığı hataları bir tarafa bırakırsak diyor Sayın Baykal şuanda hükümette olsaydı, CHP iktidarda olsaydı, Sayın Baykal’da Başbakan olsaydı ne yapardı? Türkiye’de kalıp sorulara çözüm mü bulurdu, Amerika’ya mı giderdi diyor.

Deniz BAYKAL- Valla biz böyle sorunlarla karşı karşıya kaldığımızda ne yaptığımız ortada. 1974 yılında ben Ecevit kabinesinin bir genç üyesiydim. O zaman bir emrivakiyle karşı karşıya kaldık. Kıbrıs’ta bir darbe yapıldı ve o darbenin sonucunda işbaşına gelenler Yunanistan’daki Albaylar cuntasının uzantısı idi ve onlar Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama enosis gerçekleştirme peşindeydiler. Uluslararası hukuk ortadaydı, siyasi durum ortadaydı ve biz yeni gelmiş deneyimsiz bir kadroyduk. Ama hiçbir an bile tereddüt etmedik ve 1974 yılında Türkiye’nin uluslararası hakkını kullanması gerektiğine inandık. Hiçbir yere gitmedik. Sadece Bülent Ecevit Londra’ya Londra ve Zürich anlaşmalarının verdiği yetkiyi biz kullanma kararını almıştık o yetkiyi kullanma hakkına sahip bir ülke olarak İngiltere’de vardı. İngiltere’yi göreve çağırmak için gelin birlikte bu yetkiyi kullanalım. Bu olumsuz gidişe, bu fiili duruma el koyalım. Hukukun bize verdiği yetkiyi birlikte kullanalım sizi buna çağırıyorum demek için rahmetli Ecevit Londra’ya gitti ve İngiltere’yle konuştu. İngiltere bunu reddetti. Reddettiğini anlayınca peki dedi döndü geldi. Hiçbirimiz hiçbir yere gitmedik. Ama Sisco’sundan, Kisincerına kadar herkes Türkiye’ye geldi. Geldi ne oldu? Türkiye uluslararası hakkını kullandı ve ilk kez Kıbrıs’ta Türkiye’nin böyle emrivakileri, olup bittileri kabul etmeyecek bir ülke olduğunu, hukukunu, haklarını kararlılıkla kullanacağı ortaya çıktı ve bu Akdeniz’deki dengeyi belirleyen çok önemli bir olay oldu.

İkinci bir olayı daha hatırlatayım. 1995 yılının sonunda, 96 yılında çok kısa bir süre için biz bir seçim hükümeti nedeniyle 55 günlük bir hükümet olarak işbaşındaydık. Bir seçim hükümeti, koalisyon hükümeti. Ben Dışişleri Bakanıydım. Birden bire bize Kardak’ta bir Yunan müdahalesinin yapıldığı ifade edildi. Kardak bildiğiniz gibi egemenlik açısından Yunanistan’a ya da Türkiye’ye ait olduğu hukuken netlik kazanmamış olan bir kayalık ada niteliğinde bir yerdi. Yani Yunanistan’a ait bir yer değildi. Bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorduk. Ama Yunanistan sanki kendisine aitmiş gibi götürüp oraya bayrağını asmıştı. Bunu kabul ettiğimiz anda artık o Yunanistan’ın olacaktı. Biz derhal olaya müdahale ettik ve böyle bir şeyi kesinlikle kabul edemeyeceğimizi ifade ettik. Gerekli Deniz Kuvvetleriyle işbirliği içinde tertip yapıldı. Gene bir tek kurşun atılmadan Türkiye hukukunu koruyarak oradaki Yunan işgaline, fiili durumuna son verdirdi. Bugün Kardak’ın Yunanistan’a ait olduğunu kimse iddia edemez. Eğer daha sonraki hükümetler bizim duyarlılığımız içinde olsalardı Ege’de aynı konumda olan pek çok adacağın, kayalığında bu nitelikte olduğunu ispatlamak mümkündü ve Türkiye’nin Ege’deki hakları çok daha sağlam bir noktaya gelecekti.

Abbas GÜÇLÜ- Yani şuanda olmayan caydırıcılık gücünün olmaması mı?

Deniz BAYKAL- Evet, kesin öyle. Yani tartışma götürmez bir gerçek. Yani bu hükümetin terörle mücadele konusunda ihtiyaçlarımıza cevap verecek bir kararlılık içinde olduğuna ne yazık ki ben içtenlikle ifade ediyorum maalesef inanamıyorum. Yani bunu da boş söz olarak söylemiyorum. Olsaydı ne yapardı diyorsunuz. Ben bu yaşadığımız 3-4 yıllık dönem içinde neler yaptık onu anlatayım. Çok net bir şekilde ortaya çıkar. Bu hükümet işbaşına geldi mesela. İlk yaptığı işlerden biri eve dönüş yasasını çıkarmaktı. Hatırlıyor musunuz eve dönüş yasası nedir? Yani ceza evlerinde tutuklanmış olan PKK’lı teröristleri tahliye ederek dışarıdaki, dağdaki teröristlerinde eve gelmelerine izin vererek bir barış ortamı sağlayacağını ve terörle mücadeleyi amacına ulaştıracağını düşündü, umut etti. Bunun hiçbir gerçekçi temeli yoktu. Biz bütün milletvekillerimizle birlikte mecliste yanlış yapıyorsunuz, bu teröre teşviktir, terörü önlemez. Cezaevindeki insan çıkınca tövbe ettim bir daha tövbe bulaşmayacağım demez. Cezaevinden çıkar dağa gider. Dağdan da bir kişi inmez dedik. Aynen bu gerçekleşti. Dağdan bir kişi inmedi. Cezaevinden çıkan bir kişide ben bu işleri bıraktım diye kenara çekilmedi. Orası okul, herkes bilenmiş. Yanlış bir işti yaptılar.

Arkasından hatırlarsınız Dubai’de bu hükümet 1 milyar dolar karşılığı Irak’a hiçbir şart altında askeri müdahale yapmayacağını taahhüt eden bir anlaşma imzaladı. O anlaşmayı Türkiye’de meclisin önüne getirmek zorunda olduklarını, bunu kabul edemeyeceğimizi, şartların değişebileceğini, Türkiye’nin Irak’a müdahale etmek zorunda kalabileceğini. Eğer bu anlaşmayı imzalarlarsa bu hakkımızdan mahrum kalacaklarını, o nedenle bunun uygun olmadığını ilan ettik. Bu imzayı atan şuandaki Dışişleri Bakanımızdır.

Abbas GÜÇLÜ- Evet Sayın Babacan o yüzden çok eleştirildi.

Deniz BAYKAL- Evet Devlet Bakanıydı gitti imzayı attı. Biz atmayın sakın ha dedik. Ve bunu önledik. Son bir şeyi daha söyleyeyim. Bakın çok önemli bir şey. Bunu daha öncede ifade ettik. Yani bu hükümetin terörle mücadele konusunda hangi zihin karışıklığı içinde olduğunu herkesin anlaması için bunu somut olarak ifade ediyorum. Yanımda da belgesi var.

Abbas GÜÇLÜ- İsterseniz onu reklamlardan sonraya bırakalım.

Deniz BAYKAL- Şunu söyleyeyim hemen o konuyu bağlayacağız, bitireceğiz çünkü. Gene bugünkü hükümet 2006 yılında bir kanun teklifi getirdi. PKK’lılara, teröristlere yönelik af içeren bir kanun teklifi. 6. maddesinde kendi ifadeleriyle ifade ediyorum suç işlemek için örgüt kurma suçuna ilişkin etkin pişmanlık hükümlerinin terör örgütünün kurucusu içinde işletilebileceğini öngören pişmanlık hükümlerinin bir düzenleme getirdiler. 6. maddeyi koydular. Eğer Cumhuriyet Halk Partisi müdahale etmemiş olsaydı bu kanun çıkacaktı. Bu kanun çıkmış olsaydı terör örgütünün kurucusu birkaç yıl sonra Türkiye’deki mahkemeler, AİHM tahliye olacaktı. Pişmanlık yasasından yararlanacaktı. Bunu getiren bir hükümetin terörle mücadele konusunda samimiyetine inanmak mümkün mü? Yani son dönemdeki bütün o söylentiler...

Abbas GÜÇLÜ- Bu alkışlarda bir ölçüde o sorunuzun bir cevabı oldu. Sevgili izleyenler çok kısa bir reklam arası veriyoruz. Sayın Baykal’la son günlerdeki Türkiye’nin çok kritik günlerini birlikte tartışmaya devam edeceğiz. Sizlerden yüzlerce soru var. Telefonlar şuanda kesilmiş durumda ve çok önemli ayrıntılar var daha konuşmamız gereken. Şimdi kısa bir reklam arası.

Evet sevgili izleyenler İzmir’deyiz, 9 Eylül Üniversitesindeyiz. Sayın Baykal konuğumuz Türkiye’nin güncel sorunlarını, içinde bulunduğu sıcak günleri tartışıyoruz. Bu haftaki anket konumuz hükümeti ekonomik konularda başarılı buluyor musunuz şeklindeydi. Sayın Baykal’ın olduğu bir programda niye hükümete yönelik bir soru soruyor derseniz, daha önceki programlarda muhalefeti ne kadar başarılı buluyorsunuz diye sormuştuk. Onun için bugünde hükümeti diyorsunuz. Şuana kadar noter huzurunda gerçekleşen ankete göre hükümeti ekonomik alanda, işsizlikle mücadelede, ekonomik konulardaki mücadelesinde başarılı bulanların oranı %28. %72’si ise kağıt üzerinde başarılı olmasına rağmen halka yansıması yok diye başarısız buluyor. Eğer hükümetin ekonomik programını, işsizlikle mücadelesini ve diğer ekonomik konulardaki performansını değerlendirmek istiyorsanız, katkıda bulunmak istiyorsanız, evet başarılı diyorsanız evet yazıp 5100’a gönderiyorsunuz. Hayır başarılı değil diyorsanız da yine hayır yazıp 5100’a gönderiyorsunuz. Bakalım anket sonuçları yayın sonuna kadar nasıl devam edecek.

Ben bu arada hemen salona da sormak istiyorum. Hükümetin gençlere yönelik en azından politikalarını, ekonomik politikalarını, burs politikasını, harç politikasını, yurt konusunda başarılı bulanlar elini kaldırabilir mi? Hükümeti başarılı bulunlar? Peki bu kadar oyu kimden alıyor hükümet? Hayır başarısız diyenler?

Evet sevgili izleyenler gerçekten çok ilginç hem eleştiriyorlar, hem oy veriyorlar. Biz seçim öncesinde de meydanlara gittiğimiz zaman çok eleştiri vardı. Ama sonradan gördük ki, her iki kişiden birisi AKP’ye oy vermişti. Evet ben hemen soruları almak istiyorum. Buyurun.

Melih SÜER- Menemenden geliyorum. Yaşa Üniversitesi Grafik Tasarım birinci sınıf öğrencisiyim. Öncelikle ülkemizde ABD’den icazet almadan siyaset yapan tek Genel Başkan Sayın Deniz Baykal’a demokrasinin beşiği İzmir’imize hoşgeldiniz diyorum. Ben ülkemizde siyasi partiler arasında haksız rekabete yol açan ve toplumu ciddi olarak yönlendiren medyayla ilgili bir soru sormak istiyorum. 22 Temmuz’dan önce yapmış olduğunuz basın açıklamasında ABD’de AKP arasında geçen şu anlaşmadan bahsetmiştiniz. Türkiye’nin Irak’a girmemesi karşılığında ABD ile 1 milyar dolar hibe ya da 3 milyar dolar uzun vadeli kredi. Bu anlaşmayı siz belgeleriyle açığa çıkardınız. Peki medya bu kadar ciddi bir konuya gerekli hassasiyeti gösterdi mi? Çok teşekkür ediyorum sağolun.

Gökhan AKSUNGUR- Basiretsiz bir iktidar ile bu kritik günler, bu ortam üst üste geldi ki, ben bunun tesadüf olduğuna inanmıyorum. Bu bağlamda içinde bulunduğumuz ortam bağlamında soruyorum. Eğer Amerikan yanlısı hükümetler devrilmezse önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde çok kötü günlerin bizi beklediğini halka nasıl anlatacaksınız?
Fırat; İsrail iki askeri için Filistin’e ne yaptığını herkes biliyor. Peki biz 8 askerimiz için Irak’a Amerika’dan izin almamız mı gerekiyor yani onu sormak istiyorum.
Abbas GÜÇLÜ- İsrail iki askeri için neler yaptı, biz neler yaptık?

Tansu TAŞKIRAN- Uluslar arası ilişkiler ve AB bölümü öğrencisiyim Tansu Taşkıran. Geçenlerde Cumhuriyet tarihinin ilk ve tek resmi resepsiyonu eşsiz olarak verildi ve CHP buna katılmadı. DTP’liler ise oradayız dediğimiz zaman kimseyle konuşmadıkları, kimsenin onlarla muhatap olmadığını gördük. Onların tabiriyle o Kandil dağının kavuklarında yaşayan kardeşleri gibi adeta saklanıyorlardı herkesten. Sizce neden AKP CHP gibi sert ve kararlı bir tutum içerisinde değil DTP’ye karşı?

Abbas GÜÇLÜ- Hemen kısa kısa cevaplar alalım. DTP konusu, daha sonra iki askeri için İsrail neler yaptı? Biz 8 askerimiz için neden yapmıyoruz dendi?

Deniz BAYKAL- Önce 1 milyarlık hibe anlaşması konusunda meclis gerekli duyarlığı gösterdi mi diyor arkadaşımız? Yani nadiren çok kısıtlı bazı konularda muhalefet olarak biz ülkenin alacağı kararı belirleme şansını elde edebiliyoruz. 1 Mart tezkeresi bu nitelikte bir tezkere idi. CHP’nin öncülüğünde o tezkereyi önlemeyi başardık. İşaret ettiğimiz o anlaşmada gene o nitelikte bir anlaşmadır. Hükümet imzaladı. Biz buna şiddetle karşı çıktık. Bu anlaşma mutlaka meclisten geçmelidir dedik. Meclise getirmeyi göze alamadılar. Mecliste bunu anlatabileceğimizi ve meclisin böyle bir temel haktan vazgeçmeyi kabul edemeyeceğini düşündüler ve onu da kabul etmediler. Gene böyle bir başarılı müdahale o demin konuştuğum Öcalan’ın tahliyesine imkan verecek olan terörle mücadele yasasının 6. maddesini bizim mücadelemiz üzerine yasadan çıkarmak zorunda kaldılar ve onu imzalarıyla mecliste sundukları halde Başbakan, Adalet Bakanı, bütün bakanlar kurulu imzalarıyla o 6. maddeyi de içeren biçimiyle kanun tasarısını meclise sundukları halde bizim muhalefetimiz üzerine o 6. maddeyi kaldırdılar o olmadan bu değerlendirildi. O nedenle bu hibe konusunda meclis başarılı olmuştur diye düşünüyorum. Çok fazla örnek yok ama bu birkaç örnekten birisi.

Tabi Amerika’yla Türkiye’nin ilişkisi çok temel bir konu, çok önemli bir konu. Yani dünya siyaseti bir yandan gerçekleri en iyi şekilde gözönünde bulundurarak, dengeleri gözeterek ama hiç kuşku yok bir ülkenin kendi ulusal duyarlığını, ulusal haklarını her şeyin üzerinde tutarak ve bu ilişkiyi dünyada dengeyi, güç dengesini, büyük ülkelerin varlığını, ağırlığını, onların çıkarlarını ama kendi ulusal yararlarımızı da dengeleyen bir anlayış içinde politika götürülmesi zorunluluğu var. Bunu başaramayan ülkeler kendi halklarına da, ülkelerinin geleceğini de en büyük zararı veriyorlar. Bunu başardığınız zaman mesele yoktur. Bunu başarmak mümkündür. Yani Türkiye kendi ulusal duyarlıklarını ve bu konulardaki sınırını çok net bir şekilde belirleyip kimseyi aldatmadan, kimseyi yanıltmadan onlara inandırıcı biçimde bunu ortaya koyarak bir ilişki kurabilir. Denenmesi gereken bu ve maalesef bugünkü iktidar bu konuda hiç duyarlı gözükmüyor. Tam bütün kapıları her yönüyle, ekonomisiyle, siyasetiyle, dış politikasıyla teslim etmiş gözüküyor ve bunun sonucu olarak da ülke yararları zorunlu kıldığı halde en haklı olduğumuz konularda dahi milli menfaatler doğrultusunda adım atamaz, karar alamaz bir hale gelmiş bulunuyoruz. Bu çıkmazdan kurtulunabilir. Kurtulunması gerekiyor, kurtulan ülkeler var. Bizde bunu başarmak zorundayız ve inanıyorum başarırız. Tabi bunun için gereken temel nokta halkın, milletin desteğini böyle bir politikanın arkasına almaktır. Yani hiçbirimiz tek başımıza bunu başarma gücünde olamayız. Ancak halk bizim bu projelerimize destek verirse, halkla el ele verirsek o takdirde başarabiliriz. Tabi bu oyunu bozacak çok yan müdahale yapılabiliyor. Pek çok değişik unsunlar devreye giriyor. Konu netliğini kaybediyor. Vatandaş çeşitli nedenlerle gidiyor bir oy kullanıyor. Ama kullandığı oyun ülkeye yarar getireceği konusunda aynı inancı besleyemiyor. O nedenle bir eziklik içine giriliyor, bir sıkıntı yaşanıyor. Bunlar demokrasinin oturmadığı ülkelerde yaşanan yozlaşma örnekleri. Maalesef bizde bu sürecin içinden geçiyoruz.

Tabi çok dramatik bir mukayese. Yani İsrail iki askerine karşılık anında ciddi bir müdahale yaptı ve Türkiye 8 askeri sınırları içinden alındı, götürüldü. Aradan çok uzun bir süre geçti. Hala hiçbir şey yapılabilmiş değildir. Bunu hazmetmek mümkün değil. Ben bunu içime sindiremiyorum, kabul edemiyorum. Bu hem onurumuza dokunuyor, onun ötesinde Türkiye’nin kolay bir hedef olabileceği, Türkiye’ye arkanıza gerekli destekleri alırsanız her türlü haksızlığı yapabileceğiniz sonucunu doğruyor. Ve gelecek bakımından da çok kaygı verici bir tablo oluşturuyor. Yani buna kesinlikle izin veremeyiz. Bunun mutlaka halledilmesi lazımdır.

Bakınız; bizim Anadolu’da bir söz vardır. Yumruk yiyen kaymakamı bulunduğu yerde tutmazlar. Halkın içinde kavgaya girip tokat yiyen, yumruk yiyen bir kaymakamı orada kaymakam olarak tutmazlar. Çünkü o artık otoritesini kaybetmiştir. Onun orada yararlı bir hizmet verme şansı yoktur. Mecazi anlamda. Yani Türk Silahlı Kuvvetlerinin 8 tane askeri kaçırılacak ve biz hiçbir şey yapmayacağız. Ve bu güç bölgede, bu coğrafyada Türkiye caydırıcı bir güç olacak. Bunu kabul etmek mümkün değil. Bunun çok örneği var.

Bakınız; Falkland adaları için İngiltere Arjantin’le savaşı göze aldı. Ta Arjantin’in yanında. İngiltere’yle bir ilgisi yok, bir değeri yok, bir önemi yok. Göze aldı. Biran için düşünün Küba’dan bir grup insan gelse Amerika’dan bir miktar Amerikan askerini, iki üç tane Amerikan askerini alıp Küba’ya götürse ne olurdu? Yani bu niye oluyor? Canım olabilir İsrail yaptı aleyhine bir sürü şikayet söylenildi. Bu anlayışla bu ele alınmaz. Yani mutlaka Türkiye caydırıcı olacağını, Türkiye’ye şaka yapılamayacağını, bu kadar haksızlığın Türkiye’ye karşı serbestçe işlenemeyeceğini herkese öğretmek ve göstermek zorundadır.

Son nokta; niçin AKP DTP ile ilişkisinde daha teslimiyetçi bir noktada diyor arkadaşımız. Yani AKP’nin yapısı, dokusu, ilişkileri, kadroları terör konusunda beklenen etkin davranışı sergilemeye müsait değil. Bakın çok iddialı, çok önemli, çok acıtıcı olması gereken bir tespit yapıyorum. Yaptığım tespitin önemini de bilerek söylüyorum. Türkiye’nin şimdi içine girdiği, bu noktada içine girdiği sıkıntıların altında yatan ana olaylardan birisi budur. Seçime giderken DTP’liler ya bize verin ya AKP’ye verin dediler. Bırakınız DTP’yi Barzani bunu söyledi, Talabani bunu söyledi. Barzani, Talabani AKP’ye oy verin derken hatamı yapıyordu? Yanlışlık mı yapıyordu? Ne söylediğini bilmeden mi bunu söylüyor? Bu bir gerçeği ortaya koymuyor mu?

Abbas GÜÇLÜ- Peki sessizliğin nedeni o mu diyorsunuz?

Deniz BAYKAL- Evet çok acı bir manzara. Çok doğal. Yani ancak mecbur kalındığı takdirde, mecbur kalındığı ölçüde kamuoyunun tepkisini idare etmek ve bastırmak için gerektiği kadar tavır takınılıyor. Tavır takınılıyor da ne oluyor? Her şey sözde kalıyor. Uygulamaya yansıyan bir şey var mı? Hükümetin en büyük şikayeti meydanlarda halkın bayrağı eline alıp çıkmış olması. Televizyonlarda bu gösterilmesin diye kıyamet kopardılar. RTÜK’ten karar çıkardılar. Mahkeme bozdu kararı. Mahkeme kararına saygı göstereceğiz dediler tekrar Danıştay’a itiraz yaptılar. Niçin? Niye rahatsız oluyorlar? Ben rahatsız olmuyorum. Eline bayrağını alıp çıkan insanların Türkiye’nin dört bir köşesinde bu kadar heyecanla ayağa kalkmış olduğunu görmekten ben kıvanç duyuyorum, mutluluk duyuyorum.

KÜÇÜKKILINÇ- Sayın Deniz Baykal, öğrenci konseyi başkanı. Program bizim için bir organizasyona dönüştü. İyisiyle, kötüsüyle dışarıda kalan genç arkadaşlarla bir şekilde başardık. Size sorum yok. Çünkü benim sorumlarım temel. Dürüst namuslu, şerefli ve hakkında şüphe olmayan bir Genel Başkandan ben sorularımın yanıtını alıyorum.

Arkadaşım az evvel bahsetti. Affedersiniz öğrenci konseylerinin çok çaplı görevleri vardır. Bunları dile getirmek benim boynumum borcu. O yüzden bahsetmek istiyorum. Bir kere ulusal sıkıntılarımız, ulusal çıkarlarımız bizim konumuz. Bu yüzden arkadaşımın yukarıda söylediği o basiret meselesi var ya işte iktidardaki en büyük sıkıntı budur. Uluslararası platformdaki sıkıntılarımızda, mevcut ülkemizdeki sıkıntılarımızda madem bu kadar çok oy alıyorsun, madem bu kadar çok kendine güveniyorsun her şekilde giriyorsun bunları halletmemen için ya basiretsiz olmak gerekir ya da istememek gerekir. İkincisini gaflet olarak görüyor ve ummuyorum. Fakat basireti gözardı edilecek, kazınılmayacak bir şey değil. Tam tersini söylemek yerine. Peki çözüm nedir? Basiretli olmak. Bu kadar basit.

Bunun dışında Abbas bey izlinizle kısacık yine Türkiye’yle çok alakalı, öğrenci konseyleriyle alakalı.

Abbas GÜÇLÜ- Arkadaş sorun varsa sorunu alalım. Türkiye’nin sorunlarını konuşuyoruz. Öğrenci konseylerinin sorunlarını sonra konuşuruz.

KÜÇÜKKILINÇ- Tabi ki hemen soruya çevirebilirim. Öğrenci konseyleri öğrencilerin bağımsız bir biçimde, siyasi organlara bağımsız bir biçimde temsil edilmesini sağlıyor. Onların sıkıntılarını dile getiriyor. Sizde yıl boyunca işte neden 150 milyon bizim kredilerimiz, burslarımızda askeri ücrete çekilmiyor. Bunun yükü ne diye sorup durduk. Tek bir muhatap bulunamadı. Fakat öğrenci konseylerinin bugünkü yapısı çok sıkıntılı Sayın Deniz Baykal. Bunu yasalaştırmamız şart ve Avrupa’da olduğu şekliyle...

Abbas GÜÇLÜ- Öğrenci konseylerini sonra konuşuruz. Evet diğer mikrofon.

Orçun SERDAROĞLU- 9 Eylül Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Elektronik Haberleşme bölümündeyim. Haberleşmenin en büyük alanı olarak interneti görüyoruz ve ben bu 8 tane kaybolan askerimiz hakkında konuşmak istiyorum. Şuanda internet sitelerinde dolaşan çok büyük bir haber var. Bu 8 tane kaybolan askerin kaybolmadıklarını ve aslında bizim Türk Silahlı Kuvvetlerimizin telsiz haberleşmesine girip kendilerine doğru çekildiği hakkında bilgiler yayılmaktadır. Bunun doğruluk payını sizden duymak istiyorum.
Abbas GÜÇLÜ- Soruyu bir daha tam net olarak?

Orçun SERDAROĞLU- Şuanda internet sitelerinde dolaşan bir haber var ve bu 8 tane askerin PKK tarafından kendi taraflarına çağırıldığı bilgisi dolaşmakta. Doğruluk payını öğrenmek istiyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerinin telsizlerine girebiliyorlar mı?

Deniz BAYKAL- Yani bu konularda tabi çok yaygın spekülasyonlar yapılabilir. Bir bilgi kirlenmesi sözkonusu olabilir. Ben olayın iç yüzüyle ilgili kesin bir şey söyleme durumunda değilim. Ama bu 8 askerin kaçırıldığını öğrenince ulaşabildiğim kadarıyla bunlardan 4 tanesinin ailelerine ben telefon açtım. Onlarla konuştum, onlara geçmiş olsun dileklerimi ifade ettim. Ama o ailelerden böyle bir kaygıyı haklı kılacak bir durum almadım. Hepsi büyük inanç içinde devletimizin bu işi çözeceğini umut ettiklerini ifade ediyorlardı. Ve içtenlikle Türkiye’nin terör karşısındaki mücadelesine sahip çıkan bir anlayışı bana yansıtmışlardı. Benim öyle bir gözlemim olmadı. Tümüyle konuşamadım. Konuşabildiklerimden aldığım izlenim budur. O nedenle herhangi bir şey söyleyemiyorum. Umut ederim bu hiçbir şekilde doğru değildir. Yani bir propaganda sağlamak ve bir pazarlık gerçekleştirmek için muhtemelen Güneydoğudaki askeri operasyonlara son verilmesini sağlamak için Silahlı Kuvvetler üzerinde bir baskı yaratmak üzere o insanlar öldürülmemiş ama kaçırılmak istenmiştir. Bunun ne olduğunu önümüzdeki günlerde daha net bir biçimde görebileceğimizi düşünüyorum. Başka ülkelerle ilgili olarak da bunlar olmuştu hatırlarsınız. İngiliz askerler kaçırılmıştı. Başka ülkelere ait askerler gene bu tip terör olaylarında kaçırılmıştı. Ve belli söylemler onların ağzından alınmıştı ve kaydedilerek dünyaya yayılmıştı. Bu bir propaganda taktiğidir. Ama gerçek, hepsi haksız yere o duruma sürüklenmiş insanlardır.

Abbas GÜÇLÜ- Genel Kurmaydan bir açıklama olmadan da bu konulardaki söylentilere hiçbir şekilde inanmamak gerekir diyoruz. Çünkü o arkadaşlarımıza, o askerlerimize karşıda çok büyük haksızlık yapılmış olur.

Celal ŞENET- Birinci sınıf öğrencisiyim. Sizce PKK yalnız askeri müdahaleyle halledilebilir mi? Varsa sizin PKK’yı bitirmek adına şu askeri müdahaleyi değil de, şu siyasi müdahaleyi şu konuda yaparsak PKK’yı sindirebiliriz diyebileceğiniz bir politikanız var mı? Bizle paylaşabilir misiniz?

Abbas GÜÇLÜ- Askeri müdahalenin ötesinde politikanız nedir diyor arkadaşımız.

Deniz BAYKAL- Terörle mücadelenin bütün dünyada iki boyutu var. Birisi askeri boyutudur. Ama askeri boyutla her şeyi çözmek mümkün değildir. Önemli olan insanların inancını, ruhunu, kafasını kazanabilmektir ve onları teröre yönelmekten alıkoyacak önlemleri uygulayabilmektir. Bu da olayın kültürel, ekonomik, sosyal yönünü oluşturur. Türkiye’de bu alanda da yapılması gereken çok şey olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Yani bu çerçevede Türkiye halkın gönlünü kazanmalıdır. Bölgede yaşayan insanların güvenini kazanmalıdır. Onların bu ülkenin vatandaşı olarak hiçbir ayrıma maruz kalmadan, eşitlik içinde, kardeşlik içinde Türkiye’de yaşabilecekleri ve Türkiye’deki yaşadıkları için hak ettikleri refaha, adalete, özgürlüğe kavuşabilecekleri umudunu onlara verebilmektir. Maalesef şu sırada böyle bir umudun sadece orada değil, sadece Güneydoğu Anadolu’da değil, Türkiye’nin diğer coğrafyalarında da bütün insanlarımıza tam verilebildiğini söylemek imkanımız yoktur. Yani işsizlik olağanüstü yüksek bir sorun. Hele o bölgede. Yani oraya giden herkes çok iyi bilir ki, sokaklarda gençler, küçük çocuklar sahipsiz, ailelerinden kopuk, herhangi bir işe, okula gidemeden sokaklarda dolaşmaktadırlar. Bu gerçekten ürkütücü bir tablodur. Bunu kıracak, bunu yenecek tedbirleri mutlaka alıp uygulamaya koymak lazım. Ama şunu da unutmamak gerekir. Terör sadece ekonomik ve sosyal tedbirlerle ortadan kaldırılmaz. Yani olayın onun ötesinde bir anlayış beraberliğinin oluşturulmasıyla ilgili bir tarafı vardır.

Bakınız, Türkiye’de son dönemde insanların etnik kökenlerine göre bir haksızlığa maruz kalmamalarını sağlamak için çok önemli atılımlar yapıldı. Anayasa değişiklikleri yapıldı. Ana dilde konuşma olanağı sağlandı. Ana dilde yazı ve yayın olanakları sağlandı. Televizyon yayıncılığı, gazete yayıncılığı olanakları getirildi. Demokratikleşme doğrultusunda ciddi adımlar atıldı. Ama bu dönem bu demokratikleşmenin en hızla geliştiği dönem. Maalesef teröründe hızla yükseldiği bir dönem olmuştur. Yani terör demokratikleşme var diye ortadan kalkmıyor.
Abbas GÜÇLÜ- Tam aksine demokrasiyi kullanıp...

Deniz BAYKAL- Evet. Demokrasi tam tersine bir pandoranın kutusunun açılması gibi bir durumda yaratıyor. Suriye’de Kürt kökenli insanların oy verme hakkı bile yok, seçilme hakkı yok. En temel demokratik haklardan Kürt kökenli insanlar Suriye’de yoksundurlar. Ama Suriye’de baskı rejimi var. O baskı rejimi olduğu içinde terör ortaya çıkmış değil. Biz demokrasi içinde insanların gönlünü kazanarak, onlara umut vererek, onların eşit vatandaşlar olduğunu ortaya koymamız lazım.

Bu çerçevede bakın bir temel nokta şu; Türkiye’de maalesef bir ciddi yanlışlık yapılıyor ve terör konusu insanların etnik kökeniyle ilgili bir konu gibi algılanmak isteniyor. Yani Kürt olmakla terör konusu arasında sanki bir doğrudan bağlantı varmış gibi bir izlenim ortaya çıkıyor. Bu çok tehlikeli bir olay. Bunun mutlaka ortadan kaldırılması lazım. Yani bu konudaki anlayışımı açıkça ifade etmek istiyorum. Hiç kuşku yok ki Kürt kökenli insanlarda diğer bütün insanlarımız gibi. Yani Çerkez kökenli, Arnavut kökenli, Arap kökenli insanlarımız gibi onlardan hiçbir farklılık göstermeden eşit hukuk içinde, eşit anlayış içinde bu ülkenin eşit vatandaşlarıdır. Hiç kuşku yok hepimiz aynı milletin parçayız. Kimsenin etnik kökeni bu konuda ne bir imtiyaz getirir, ne de bir güçlük oluşturur. Böyle bir ayrım yok. Hepimiz eşitiz ve hepimiz kardeşiz. Ne olursak olalım.

O nedenle ben inançla ifade ediyorum. Ben Türkiye’yi toplumumuzu oluşturan her insanı seviyorum. Kürt’ü de seviyorum, Arap’ı da seviyorum. Arnavut’u da seviyorum, Çerkez’i de, Gürcü’yü de seviyorum. Ben teröristi sevmiyorum teröristi!

Hemen şunu da söyleyeyim. Her etnik kökenin teröristi olabilir. Her inancın teröristi olabilir, her düşüncenin teröristi olabilir. Terör ayrıdır, etnik köken ayrıdır. Biz bir imparatorluğun içinden geliyoruz. İmparatorluk demek birbirinden farklı etnik kimliklerin barış içinde kardeşçe yaşaması demektir. Böyle bir kültürden geliyoruz. Kimse içimizden hiçbirimiz falan şu etnik kökende ona kız verilmez, ona ev satılmaz diye bir düşünce içinde değil. Kız almışız, kız vermişiz, ortak aileler kurmuşuz, ortak şirketler kurmuşuz. Her alanda, toplumun her alanında birlikte yaşıyoruz. Etle tırnak gibi kaynaşmışız. Türkiye’yi ayırmak mümkün değil. Bu kararı alsanız dahi ayıramazsınız. Güneydoğuyu ayıramazsınız, İzmir’i ayıramazsınız, İstanbul’u ayıramazsınız, Antalya’yı ayıramazsınız. Hepimiz kaynaşmışız. O nedenle bu ayrımı zihinlerden çıkarmak lazım. Bu ayrımla olaya bakmamak lazım ve hepimiz birbirimize bu duygular içinde, birbirimizi kardeş bilerek bakabilmeliyiz. Etnik kökeni ayırmalıyız.

Bakınız, Amerika’da 11 Eylül’de ikiz kuleler yıkıldı. İkiz kuleler yıkıldıktan sonra Amerikan Başkanı Bush çıktı bir konuşma yaptı hatırlarsınız. Olayı teşhis ederken dedi ki İslam terörü değil mi? Bakın ne kadar yanlış bir niteleme. Dünyada 1 milyar 250 milyon insan var. Hepimiz Müslüman’ız. Ama biz terörist değiliz. Siz karşı karşıya bulunduğunuz olaydan yola çıkarak bütün Müslümanları terörist diye nitelercesine İslam terörü derseniz en büyük haksızlığı bize yapmış olursunuz. Kendinizi de yanlış bir tuzağın içine çekmiş olursunuz. Bütün İslamiyet’i karşınıza almış olursunuz. Bu hatayı yaptılar.

Abbas GÜÇLÜ- Nitekim sonra özür dilemek zorunda kaldı.

Deniz BAYKAL- Şimdi ama bakın size başka bir şey söyleyeceğim. Bu hatayı zihninizin bir kenarında tutun ve şunu düşünün. Biz 30 yılı aşkın bir süreden beri terör olayıyla mücadele ediyoruz Türkiye’de öyle değil mi? 30 binin üzerinde evladımızı verdik. Bir gün bir Türk siyasetçisi ya da sıradan bir insan, bir Türk gazetecisi yaşadığımız olayla ilgili olarak Kürt terörü dedi mi? Hayır. PKK terörü dedi. Değil mi? Niçin öyle dedik? Öyle dedik çünkü biliyoruz ki, bizim Kürt kardeşlerimiz var. Kürt arkadaşlarımız var. Kürt gelinlerimiz var, Kürt damatlarımız var, Kürt akrabalarımız var. Biz biliyoruz Çerkez’i de var, Arap’ı da var, Arnavut’u da var. Ama hepimiz Türk milletinin bir ferdiyiz. Hepimiz birbirimizden hiçbir ayrım gözetmiyoruz.

Bunu hepimiz bildiğimiz için yaşadığımız olaya PKK terörü dedik. PKK’cı onlar PKK’cı! Onlar Kürt değil. Kürtleri tenzih ettik, Kürtleri ayırdık. Bunun şimdi çok iyi oturtulması lazım. Anlayış bu. Ama maalesef PKK’nın stratejisi de sanki biz teröristlerle değil de Kürt oldukları için onlarla uğraşıyormuşuz gibi konuyu takdim etmekte. Bu yanlıştır. Bunu doğru oturtmalıyız. Ekonomik önlemleri almalıyız, bölgeye sahip çıkmalıyız. Bölgedeki dışlanmışlık duygusunu aşmalıyız. Bu konuda elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Yapacağız, hiç kuşku yok. Yani böyle bir ayrışma bu bölgeyi içinden çıkılmaz sorunlarla karşı karşıya bırakır. Bunu hiçbir şekilde hiç kimsenin kabul etmeyeceğini biliyorum. Ve bütün bu olayın farkındaki Kürt vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Onların tümüne şükranlarımı sunuyorum.

Abbas GÜÇLÜ- Sevgili izleyenler hükümetin işsizlikle mücadelesi konusunda oylar akıyor. Esnafsanız, köylüyseniz, işçiyseniz, memursanız, işsizseniz, öğrenciyseniz, hükümeti başarılı buluyorsanız evet yazıp 5100’a gönderiyorsunuz. Hayır diyorsanız da yine hayır yazıp 5100’a gönderiyorsunuz. Şuana kadarki oylama %30 başarılı bulunuyor. %70 başarısız bulunuyor şeklinde. Noter huzurunda yapılan bu oylama programımızın sonuna kadar devam edecek ve sonrasında da sizlere sonucu hatırlatacağız.

Sayın Bülent Solakçı İstanbul’dan arıyor iyi geceler efendim.

Bülent SOLAKÇI- İyi akşamlar. Şimdi ben Sayın Baykal’a sormak istiyorum ........... zamanında biz bazı şuanda PKK’lı nitelendirdiğimiz parti insanları Leyla Zana’lar olsun ................ yıllar geçtiği halde hala biz PKK’yla şuanda çatışma içindeyiz. Bu işlerin diyalogla bir şekilde çözülmediğini biz görüyoruz yani. Sayın Baykal acaba bu konu hakkında ne söyleyecek. Yani bugün bizim şehitlerimiz, ilk önce şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum. Sayın Devlet Bahçeli’nin dediği gibide bu konuyu da katayım içine. Bir kedisini bile teslim etmeyecek insanlar için biz artık Türk milleti olarak ne yapacağız. Yani Türk milletinin artık sabrı taşmıştır. Hem bu terör olayları olarak, hem ekonomik olarak da geçen Sinan Aygün’ün dediği gibi de bizim bir Türk Telekomumuzun programımızda satılması var 2.4 milyar dolara. Türk Telekomun yıllık geliri 2.2 milyar dolar olmasına rağmen 2 yıl içinde Türk Telekomun satılmasına hem ekonomik, hem terör olarak Türkiye’nin bir nevi ......... biz neler yapabiliriz. Yani 20 yıldır bu terörle uğraşıyoruz. Sayın Deniz Baykal’ında görüşlerini almak istiyorum bu konu hakkında.

Abbas GÜÇLÜ- Leyla Zana’ları meclise sosyal demokratlar taşımadı mı diyor özetle.

Deniz BAYKAL- Yani bu konuda bize çok büyük haksızlık yapılmıştır. Ben çok açıklıkla şunu ifade etmek istiyorum. Eğer kafasında Cumhuriyet Halk Partisi varsa, Cumhuriyet Halk Partisinin hiçbir şekilde, hiçbir zaman bu konuda hiçbir sorumluluğu olmadığını çok açık bir şekilde ifade etmek istiyorum. Bu daha önce maalesef Başbakanın yaptığı bir haksızlıktır. Başbakan böyle bir suçlamayı bana yapmıştır. Ben bunun üzerine Başbakana ağır bir cevap verdim. Başbakan bu cevabım dolayısıyla mahkemeye verdi beni ve mahkeme Deniz Baykal haklıdır diye karar aldı. Aldığı kararın altında yatan gerekçede Cumhuriyet Halk Partisiyle bu arkadaşımızın sorduğu olay arasında hiçbir bağlantı olmadığının çok açık bir biçimde ortaya çıkmasıdır.

Şunu bilmesini istiyorum. Bugün ne Deniz Baykal olarak benim, ne bugün Cumhuriyet Halk Partisinde görev yapan değerli arkadaşlarımın, ne de hükmi şahsiyet olarak Cumhuriyet Halk Partisinin bu olayla hiçbir şekilde bağlantısı yoktur. O kadronun, o insanların meclise taşıması konusunda Cumhuriyet Halk Partisinin, Deniz Baykal’ın ve şuandaki Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin hiçbir sorumluluğu kesinlikle yoktur. Mahkeme kararıyla kesinleşmiş olaydır.

Abbas GÜÇLÜ- Evet soruları alıyoruz. Sevgili izleyenler bu arada Sayın Baykal’ın siyaset yönüyle ilgili, liderliğiyle ilgili çok sayıda sorular var. Ama şu Türkiye’nin sıcak konusunu tartışalım. İlerleyen dakikalarda o yöndeki soruları da kendisine yönelteceğiz ama Türkiye çok kritik günlerden geçiyor. Bu kritik günlerde bilinmeyen çok şeyler var. Bu bilinmeyenleri bir ölçüde açalım diyoruz. Çünkü Türkiye’nin kaderi bu önümüzdeki birkaç haftaya bağlı. Çok büyük krizlere de girebilir. Çok büyük aydınlığı da kavuşabilir. Onun için hemen hepinizi bu konudaki duyarlılığa davet ediyoruz. Sayın Baykal’a yönelik soruları da ilerleyen dakikalarda alacağız. Evet mikrofonlar nerede. En arkadaki arkadaşımızdan buyurun.

..........- İyi akşamlar. Ege Üniversitesi Ege Meslek Yüksek Okulu Kimya bölümü ikinci sınıf öğrencisiyim.

Abbas GÜÇLÜ- 9 Eylüllüler içeri giremezken sen Egeli olarak nasıl içeri girdin?

...........- Torpil. Sayın Baykal CHP’de....

Abbas GÜÇLÜ- İstersen sen sorunu hatırlayıncaya kadar diğer arkadaşları da alalım. Buyurun. Yani torpille girmek yetmiyor içeriye, soruyu da hatırlamak gerekiyor.

Özlem SERTBAŞ- Eğitim Fakültesi öğrencisiyim. Yaklaşık 20 yılı aşkın süredir terör temizlenemiyor Türkiye’de bu bir gerçek. Bunda 20 yıldır bu sürece ilişkin siyaseti yapanların değişmemesinin bir rolü var mı sizce?

Abbas GÜÇLÜ- Her ne kadar siyasete girilmesin deseydik 20 yıldır terörden kurtulamıyoruz diyor. Acaba diyor bu 20 yıldır siyasetçilerin değişmemesinin bir payı var mı diyor. Çok endirek bir soru.

Deniz BAYKAL- 20 yıldır Türkiye siyasetinde çok değişme olmadığı iddiası gerçekleri yansıtmıyor. 20 yılda Türkiye siyasetine çok köklü değişimler yaşandı. Yani belki de bu değişimleri sorgulamak ihtiyacı vardır. Yani terörün şimdi Türkiye’de bu kadar ağır, bu kadar yoğun bir olay haline gelişi belki de o değişimlerin doğru biçimde gerçekleşmemiş olmasıyla ilgili olabilir. Yani son 20 yılda düşünün kimler vardı, kimler geldi, kimler geçti? Şimdi onların hiçbirisi yok. Onların hiçbirisi ortada değil. Ama yeni birisi var. Yeni birisi var ve yeni birisi sorumluluk üstlendi ve Türkiye’de terör tekrar azmaya başladı.
O nedenle değişim iyi bir şeydir, güzel bir şeydir. Ama sorunların kökünü daha gerçekçi biçimde arama ihtiyacı var.
Sercan BAYKAL- İyi geceler. Türkiye sadece toprak bütünlüğünü korumak ve artık Mehmetçik kaybetmemek için, orta bölgede istikrarı sağlamak için Avrupa, Amerika veya Irak’ta kapı kapı dolaşıp onay istemektedir. Sadece bir terör örgütüne müdahale etmek için. Altını çiziyorum terör örgütüne müdahale etmek için. Türkiye bilinçlidir, doğruyu, yanlışı ayırabilir. Kendini savunması için gerekli askeri teşkilata sahiptir. Kalkınması için hammadde ve işgücü de vardır. Peki Türkiye’nin bu kadar elini kolunu bağlayan nedir? Bu kadar bütün koşullar uygunken bu Türkiye’nin elini kolunu bağlayan nedir bu kadar?

Abbas GÜÇLÜ- Evet bu genel kanı. Çok sayıda bu yönde de soru geliyor. Türkiye’nin eli kolu niye bağlı?

Deniz BAYKAL- Bence soruyu doğru sormamız gerekir. Acaba eli kolu bağlı olan Türkiye midir? Yoksa Türkiye adına ülkeyi yönetmek üzere işbaşına gelmiş olan iktidar mıdır? Ben hiçbir şekilde Türkiye’nin elinin, kolunun bağlı olduğuna inanmıyorum. Türkiye bağlı değildir. Ama ne yazık ki iktidar sizinde ifade ettiğiniz gibi eli kolu bağlı bir konumdadır ve sorunda buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin terörle mücadelesi aslında bir iktidar mücadelesidir. Türkiye terörle mücadelesini doğru bir iktidarla başarıya ulaştırabilir. Yanlış bir iktidar Türkiye’yi bütün potansiyeliyle bu konularda en olumsuz noktaya maalesef sürükler.

Bakınız, son zamanlarda bu konuyu biraz daha açmamızda yarar var. Yani sizde terör konusunun kapsamlı bir şekilde ele alınması ihtiyacını hissediyorsunuz. Ben biraz daha bu konuda yardımcı olmak istiyorum. Bakınız, Türkiye bu konuları sistemli olarak 2003 1 Martında düşünmeye başladı. İkinci körfez harekatı 2003 1 Martıyla gündeme geldi. Birinci körfez harekatı o çekiç güç uygulamasının sonucunda kendisini gösterdi ve daha sonrada ikinci körfez harekatıyla Saddam’ın indirilmesi ve yeni bir sürecin başlaması sözkonusu oldu. Bu ikinci körfez harekatı konusunda Türkiye kritik bir karar alma davetiyle karşı karşıya kaldı. Hala bakın şimdi bu 1 Mart tezkeresi günümüzde konuşulmaktadır. 1 Mart 2003’te Türkiye’nin önüne bir tezkere geldi. Bugünde bir tezkere geldi. 1 Mart 2003’tede bir tezkere gelmişti. Biz 1 Martta gelen tezkereye karşı çıktık. Hayır dedik. Şimdi Türkiye’nin gerekirse teröre karşı mücadelesi doğrultusunda sınır ötesinde asker kullanma iznini veren tezkereyi bu defa onayladık. Birincisine hayır dediniz ikincisine niye evet diyorsunuz diye bir soru var. Bunun aydınlatılması gerçekten bence büyük önem taşıyor.

Bakınız; bu iki tezkerenin, yani 2003’teki ve 2007’deki tezkerenin niçin birbirinden ayrı olduklarını, nerede ayrı olduklarını herkesin çok iyi kavraması lazım. Bu 2003’teki tezkere Türkiye’de en yanlış anlaşılmış tezkerelerden birisidir. Herkes zanneder ki, 2003’te sanki Türkiye’nin Irak’a askeri müdahale yapma izni sözkonusu olacaktı. Tezkere bu yetkiyi veriyordu. Hayır bu izni vermiyoruz diyenler Türkiye’nin Irak’a askeri müdahalesini engellemişlerdir diye bir algılama vardır. Bir değerlendirme vardır.

Abbas GÜÇLÜ- Bugün Türkiye’nin başına gelen bütün sorunlarında buradan kaynaklandığını söylerler.

Deniz BAYKAL- Şimdi bakın bunu zaman zaman yaptım ama burada 9 Eylül Üniversitesinde de sizlerle paylaşmak istiyorum. 1 Mart tezkeresi Türkiye’nin Kuzey Irak’ta askeri harekat yapmasını öngören bir tezkere değildir. 1 Mart 2003 tezkeresi. Bunu herkes çok iyi bilsin. 1 Mart 2003 tezkeresi Türkiye coğrafyasının Amerikan askerlerine açılmasını öngören bir tezkeredir. Eğer o tezkere çıkmış olsaydı 2003’te bizim karşı çıktığımız, bizim engellemeyi başardığımız tezkere 2003’te çıkmış olsaydı zannetmeyin ki Türk askeri Bağdat’ta, Türk askeri Basra’da, Kerkük’te etkinlik sergiliyordu. Böyle bir algılama var. Yok böyle bir şey. Tezkerenin bunu öngören bir tarafı yok. Ama ne olurdu 1 Mart 2003 tezkeresi çıkmış olsaydı. Diyarbakır’da, Şanlıurfa’da, Siverek’te 62 bin Amerikan askeri tanklarıyla, toplarıyla, helikopterleriyle yerleşmiş olacaklardı. Mersin limanından Trabzon limanına kadar, İskenderun limanına kadar, Türkiye’nin havaalanlarına kadar bütün ulaşım altyapısı ve Güneydoğu Anadolu coğrafyası Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin Ortadoğu’ya yönelik askeri harekatı için kullanıma açılmış olacaktı. Nereden çıkarıyorum? Bakınız, 25.2.2003 tarihli TBMM Başkanlığına Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün gönderdiği tezkere metni elimde. Altında Başbakanın, Dışişleri Bakanının, herkesin imzası var. Tezkerenin asıl bizi ilgilendiren can alıcı hüküm maddesini söylüyorum. Uluslararası meşruiyet kuralları çerçevesinde en fazla 62 bin askeri personelin ve hava unsurları olarak 255 uçak ve 65 helikopteri aşmamak kaydıyla yabancı Silahlı Kuvvet unsurlarının hükümetin tespit edeceği mücavir bölgelerde konuçlandırılmak üzere 6 ay süreyle Türkiye’de bulunmasına, bu amaçla Türkiye’ye gelecek yabancı Kara Kuvvetlerinden destek unsurları dışındaki muharip unsurların geçici olarak konuçlandırılabilecekleri bölgelerden Türkiye dışına intikallerinin en kısa sürede tamamlanmasına ve yabancı hava ve deniz kuvvetleriyle özel kuvvetler unsurlarının muhtemel bir harekatta kullanılmasını sağlayacak şekilde konuçlanmaları ve yabancı Silahlı Kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını üst uçuş amacıyla kullanmaları için gerekli düzenlemelerin yapılmasına. Tezkere bu. Tezkere 62 bin Amerikan askeriyle 255 bin uçağın ve 65 helikopterin ve bunlarla ilgili yabancı muharip güçlerin Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sunda ve üst hava sahasında dışarıya saldırı yapmak üzere konuçlanmasına izin veren bir tezkere. Bu önlenmiştir.

Ben bu tezkere meclise geldi çıkmadan önce Başbakanla karşı karşıya geldim ve sordum ona Sayın Başbakan, bunlar buraya gelecek diyorsunuz. Ne zaman çıkacak peki bunlar dedim. Başbakanın aynen cevabı şu olmuştur. Vallahi bende bilmiyorum. Yani Başbakanın bile ne zaman çıkacağını bilmediği bir süre için yabancı askerler gelecek. Irak’a geldiler, çıktılar mı? Ne zaman çıkacaklar? Türkiye Suriye’ye, İran’a, Irak’a, bütün Ortadoğu’ya müdahale için bir özel üst bölgesi haline gelecek. Bu çok vahim bir olay olurdu. Eğer buna izin vermiş olsaydı meclis, Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikeye girerdi. Ulusal bütünlüğü, bağımsızlığı, egemenliği tehlikeye girerdi. Hala bazıları bir fırsat kaçırdık, keşke o zaman çıksaydı bizde sanki Irak’a o zaman Amerika’yla birlikte müdahale eder, amacımıza ulaşırdık zannediyorduk. Bunun gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine Türkiye çok tehlikeli bir konuma gelmiş olurdu.

Şunu da herkesin çok iyi bilmesi lazım. Bugün Ortadoğu’da, Irak’ta bizi rahatsız eden tablonun altında Amerika’nın ta 1990’lı yıllardan itibaren Irak’ı bölme ve orada bir ayrı bağımsız devlet oluşturma politikası yatmaktadır. Bu politika 1 Mart tezkeresi geçmedi de ona cevaben yapılıyor falan düşünmek fevkalade yanlıştır.

Şimdi ben bunu bir defa tespit ettikten sonra şuraya dikkati çekmek istiyorum. Bakınız Türkiye’nin terörle mücadelesinde en büyük güçlük nereden kaynaklanıyor? Bir komşu ülkenin Türkiye’de terörü desteklemesinden. Irak’ın desteklemesinden. Türkiye Irak sınırının rahatlıkla savunulabilir bir sınır niteliğinde olmayışından kaynaklanıyor. Türkiye Irak sınırı yer yer 3000 metrenin üzerinden geçen, derin vadilerle, yüksek dağlarla çevrili, savunulması, denetim altına alınması olağanüstü güç bir sınır.

Abbas GÜÇLÜ- Efendim bu konuda en çok sorulan sorulardan birisi bu sınırlar yeniden belirlenebilir mi şeklinde.

Deniz BAYKAL- Evet ona değinmek istiyorum bende. Şimdi böyle bir güçlük var. Bu güçlüğü aşmak lazım. Bakın 1 Mart tezkeresi meclisin önüne geldiği zaman biz iki şey yaptık. Bir dedik ki sakın ha Türkiye coğrafyasını bir yabancı silahlı kuvvetlere açmayın. Bu Türkiye’yi çok karıştırır. Bizi hiç arzu etmediğimiz çatışmaların içine sürükler. Buna kesinlikle engel olun, buna karşı çıkın dedik. Bu birinci önerimizdi. Ama aynı zamanda, aynı anda ikinci bir öneri daha yaptık. O zaman yaptık. Dedik ki, biz karşı çıksak, topraklarımızı kullandırmasak da Amerika’nın Irak’a askeri müdahale yapacağı görülüyor. Amerika’nın Irak’a yapacağı askeri müdahale Irak’ta bir tehlikeli iktidar boşluğu oluşturacaktır. Orası bir savaş alanı haline gelecektir. O ortamda terör olayı hızla gelişebilecektir ve Türkiye’yi tehdit eden bir duruma yükselebilecektir. Aman Irak’a Amerika müdahale ediyor, derhal bizde Türkiye olarak savunulması güç bu sınırların güneyine Irak sınırında dağların bittiği, ovanın başladığı savunulabilir bir hatta kadar askeri tahkimat yapalım, oraya yerleşelim. Türkiye’ye yönelik terör sızmalarını önlemenin yolu budur. Bunu gerçekleştirelim diye. Ne zaman? 2003 yılında. Tezkere reddedilirken, Amerikan askeri müdahalesi daha gerçekleşmemişken biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu öneriyi de yaptık. Şimdi o zaman bunu reddettiler, yok dediler. Niye? AB kızar, Amerika kızar.

Değerli arkadaşlarım, bir ülke ulusal menfaatleri gerektirdiği halde hiçbir ülkeyi kızdırmayı göze alamıyorsa ulusal menfaatlerini takip edemez. Bir ülkenin ulusal menfaatlerini takip edebilmesi gerektiğinde başka bazı ülkeleri üzmeyi göze alabilmesine bağlıdır. Eğer siz üzmekten de korkarsanız sonra sizi üzülürsünüz.

Bakın, şimdi o zaman müdahale etmedik üzmeyelim diye. Şimdi ne konuşuyoruz? Irak’a askeri müdahale yapalım mı, yapmayalım mı bunu konuşuyoruz. Bütün Türkiye ayakta. Şimdi üzmeyecek misin? O zaman çok daha uygun koşullarda, çok daha kabul edilebilir biçimde bunu yapacaksın.

Abbas GÜÇLÜ- Belki bu şehit cenazeleri hiç yaşanmayacaktı.

Deniz BAYKAL- Olmayacaktı. Eğer olsaydı ne askerimizin kafasına çuval geçirilecekti. Eğer bu dediğimiz önlem alınmış olsaydı. Yani külliyetli miktarda bizim Silahlı Kuvvetlerimiz sınırın güneyine o zaman savunabilir bir hatta, ovaya yerleşmiş olsalardı. Üzerinde sürekli hava denetimi yapılıyor olsa idi, kritik noktalarda önemli güç merkezleri kurulmuş olsa idi ne bizim askerimizin başına çuval geçirilebilirdi. Ne de Türkiye’ye bu haksızlıklar yapılabilirdi. Ne de bu asker kaçırma olayları Türkiye’ye yönelik olarak sahnelenebilirdi. Hiçbirisi olmazdı. Bunu o zaman önerdik uygulanmadı.

Şimdi geldiğimiz noktada dün Hürriyet gazetesinde bir fotoğraf vardı. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. NASA’nın uzaydan çekilmiş Türk Irak sınırıyla ilgili uzay fotoğrafını yayınladı. Bakınca görüyorsunuz ki bu sınır savunulmaz. Sınırın hemen güneyinde ova var. Ova savunulur. Hemen arkanıza dağları alırsınız, onun üzerine yerleşirsiniz ovada ciddi bir askeri tahkimat yapabilirsiniz. Bu savunulabilir. Şimdi ciddi ciddi pek çok çevre Türkiye ile Irak arasında bir sınır düzeltmesi ihtiyacını konuşuyor. Niye? Teröre engel olabilmek için. Irak engel olmuyor, olamıyor, olmak işine gelmiyor. Olmamakta yarar görüyor. PKK’yı Türkiye’ye karşı bir kart gibi, bir koz gibi gelecekte de kullanabilmek istiyor. Onun için bu işle meşgul değil. E ne yapacağız? İşimizi onlara mı havale edeceğiz? İşimizi biz yapacağız. Nasıl yapacağız? O zaman sınırları düzeltelim deniliyor. Sınırları düzeltme çok uzun gelecekte olacak bir iş. Yapılması gereken iş bakın şimdi Türkiye askeri müdahale konuşuyor. Nasıl askeri müdahale olur, olur olmaz bunları konuşuyorlar. Ben o siyasi iradeyi görmediğimi bir kez daha ifade edeyim. Yani hükümetin söyleminden, yaklaşımından bu havayı almıyorum. Ama Türkiye bir askeri müdahale yapacaksa bence en doğrusu sınırda ciddi bir askeri tahkimat yaparak o sınırı denetim altına almaktır. Bunu da Irak’tan toprak almak için, Irak’ı işgal etmek için, Irak’ta rejimi değiştirmek için ya da Irak’ta başka bazı ekonomik, siyasi amaçlar değil, sadece Irak’ta istikrar sağlanıncaya kadar sınır güvenliğini sağlayabilmek için Türkiye’ye yönelik terör geçişlerini, C4 geçişlerini, mayın geçişlerini, terörist geçişlerini engelleyebilmek için Irak’ta istikrar sağlanıncaya kadar geçerli olmak üzere uygulamaktır. Yapılması gereken bence budur. Bunun yapılması halinde inanıyorum Türkiye bu konuda gerekli önlemi almış olur.

Bunun şunu söylüyorum. Peki siz ne yaparsınız? İşte yapılması gereken bu. 2003’te yapılması gereken bu idi. 2003’te Türkiye bunu yapmış olsaydı bugün bu noktaya gelmezdi. Şimdi geldiğimiz noktada Türkiye ya sürüklenecek, ciddi sonuç doğuracak bir takım zor kararlar almak durumunda kalacak veya hiçbir karar alamadan giderek caydırıcı olmaktan çıkmış, eli kolu bağlı bir ülke konumuna sürüklenecek. Bununda Türkiye için çok ağır sonuçları olacak.

Abbas GÜÇLÜ- Sizin şuandaki görüşünüz hükümetin böyle bir müdahaleyi gerçekleştirecek kararlıkta görmüyorsunuz.

Deniz BAYKAL- Yani olmasını çok istiyorum. Olması gerekiyor. Yani tezkereyi çıkardık. Derhal hepimiz gittik güvenle oy verdik. Tezkere orada. Tezkere şimdi hükümetin cebinde askerde değil. Tezkere askere geçmedi. Bakın tezkerenin çıkmasından hemen sonra hatırlarsınız Condoleezza Rice Amerikan Dışişleri Bakanı geldi ve dedi ki 72 saat izin istiyorum dedi. Aman ne olur 72 saat müdahale etmeyin dedi. Ve hükümetimizde peki dedi 72 saat müdahale etmedi.

Abbas GÜÇLÜ- Ama kaç 72 saat geçti.

Deniz BAYKAL- Bir 72 saat geçti, iki 72 geçti, üç 72 geçti. Gerisini siz hesap edin. Yani ne oldu? Şimdi hepimiz 5 Kasım’da Bush görüşmesini bekliyoruz. Bush görüşmesinde ne konuşulacağını sözcüler ilan ettiler. Yani orada bir mucizemi bekliyoruz ne olacak? Yoksa Türkiye yani bu hükümetin gözünde bana öyle geliyor ki, sorun müdahaleden çok müdahale talep eden toplumu yönetmek. Müdahale talep eden halkı teskin etmek, tatmin etmek, onu oyalamak, ona bekleyiş yaratmak, teskin ve zamanı geçirmek, durumu idare etmek. Şimdi bununla meşguller. Müdahale etmeden sonuç alabilsek çok iyi. Suriye’de aldık. Gene burada da alabilmemiz lazım. Keşke alabilsek. Ama hem sonuç alama, hem müdahale edeme, hem sürekli terörün hedefi ol, askerlerini kaçırsınlar. Her 10 günde bir 10-15 askerin şehit olsun ve sen bütün Anadolu’da şehit cenazeleri kaldır. 70 milyon ayağa kalksın, ellerinde bayraklar çoluk çocuk herkes dolaşsın ve ondan sonra Türkiye bunu seyretsin. Bunu hazmetmek gerçekten kolay değil.

Abbas GÜÇLÜ- Sevgili izleyenler anketin sonucu giderek açılıyor. Daha önceki yaptığımız anketlerde Türkiye muhalefetten memnun değildi. Ama bugün görüyoruz ki iktidardan da memnun değil. İşçisi, köylüsü, memuru bütün verilen oylara baktığımız zaman hükümetin özellikle ekonomik alanda son dönemlerde gelen zamlarda herhalde etkili oldu ki %30’dan %23’e indi hükümetin ekonomik programından memnun olanların sayısı. Hayır başarılı değil diyenlerin sayısı ise %77’ye yükseldi. Evet soruları alıyoruz. Biraz daha biz bu son güncel konuları. Terör çünkü Türkiye’nin geleceğini en çok ilgilendiren konu. Ondan sonra Sayın Baykal’a yönelik olarak çok farklı sorular var. Onlardan da alacağız. Telefonlarımız kitlenmiş. Biraz boş bırakırsanız. 232-446 06 64 nolu telefondan da birkaç tane daha soru almak istiyoruz. Evet sizde söz.

Eyüp ARSLAN- Merhabalar. Maliye Bölümü öğrencisiyim. Son zamanlarda Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetimi başkanı Mesut Barzani küstahça açıklamaları oldu. Ve biz sınır ötesi operasyonda biliyoruz ki PKK’lı teröristlerin sığınacağı yer Barzani’nin yanı olacak. Ve burada Türkiye bir ikilemde kalacak. Bu hassas durumda Türkiye’nin tavrı ne olmalı? Ki bunun yansımaları içerdeki Kürt kökenli vatandaşların ilgisini çekecektir. Sizce aslında Barzani’nin istediği şey mudur? Yani masada kazanamadığı şeyi Türkiye’de masada karşısında görmesi bir silahlı kuvvet olarak karşıda görmek ve devlet olma yolunda bir adım mı atmak istemektedir. Yani amacı Türkiye’yi silahlı mücadeleye çekip kendini bir devlet olma yolunda ilerletmek midir?

Abdullah GÜMÜŞTAŞ- Maden Mühendisliği. Ordunun bilinçli olarak pasifize edilmesine hükümet göz yumuyor. Buna siz ne diyeceksiniz?

Cumhuriyet BAYRAKÇI- İzmir Meslek Yüksek Okulu Endüstri Elektronik ikinci sınıf. Amerika meydana gelişi hala daha muallakta olan 11 Eylül saldırılarını terör saldırısı olarak bahane edip 10 bin kilometreden gelip Irak’ı işgal etti. Dünyanın gözü önünde terörden en çok ağzı yanan bir millet olmamıza rağmen biz neden Irak’taki bir avuç çapulcuya müdahale etmek için Amerika’nın ağzına bakıyoruz.

Barış CANBERK- Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencisi. Ben herkes arkadaşlarım neredeyse hepsi aynı soruları sordu. Fakat şunun üzerine basılmadı. Özellikle vurgulanmadı. Terörü destekleyen özellikle Amerika ve yandaşlarıdır. Biz bu konuda neden Amerika’ya gerekli tepkiyi göstermiyoruz. Bizim yöneticilerimiz nerede? Bu tepkiyi neden onlara karşı yeterince göstermiyorlar ve şunu sormak istiyorum. Siz Barzani’nin AKP’ye oy verin derken, Tayyip beyin Barzani’nin ve yandaşlarının adamı olduğunu mu söylemek istediniz. Bunu sormak istiyorum.

Abbas GÜÇLÜ- Terörle ilgili son soruları alıyoruz. Ondan sonra diğer konulara geçeceğiz. Buyurun.

Bilal DEMİREL- Eğitim Fakültesi. Efendim siz ilk olarak şuna değindiniz. Ben terörden dolayı çok büyük üzüntü duyuyorum. Ve şehit ailelerini tek tek aradım, onlara üzüntülerimi belirttim. Sizde şunu biliyorsunuz ki, öncelikle ilk olarak şunu belirteyim. Ben 21 yaşında bir Türk genciyim ve bu ülke için kanımın son damlasına kadar savaşmaktan korkmayacak bir insanım. Ve şurada bulunan her Türk gencinin de bu düşüncede olduğundan eminim. Sorumsa size şu olacak. Diyorsunuz ki savaşalım, savaşa girelim. Evet girelim. Ve yıllardan beri Türkiye’miz Osmanlı devleti savaşın içersinde olan bir ülke. Ve savaşlar bildiğiniz üzere 12 şehitle veya 30 tane PKK’lının ölümüyle sonuçlanmıyor. Bildiğiniz gibi 250 bin, 500 bin ve hatta 1 milyon şehit veya ölü insanla sonuçlanıyor. Bunun sonucunda bu 250 bin şehit ailesini veya 500 bin şehit ailesini tek tek arayıp, tek tek başsağlığı dileyebileceğinizi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim.
Pelin AVCI- Merhaba, öncelikle hoş geldiniz demek istiyorum. Tıp Fakültesi dönem iki öğrencisiyim. Aynı zamanda hemşehrinizim. Ben şunu sormak istiyorum. Diyelim ki, terör konusunu halettik. Ben bundan sonra ya sonra demek istiyorum. Şuanda PKK’nın mecliste temsil edildiğini varsayabiliriz yani. Diyelim ki, terör bitti, biz bunu halledebildik yani. Bundan sonra demokrasiyi nasıl koruyabiliriz. Şuanda temeli olan laiklik tartışılıyor ve terör meclise girmiş durumda. Bu konuyla ilgili Almanya’dan çıkan bir akım var. Sayın Vural Savaş’ında bahsettiği militan demokrasi diye. Tabi isim korkutmasın demokrasinin kendi kendini korumasından bahseden bir akım. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ben bunu öğrenmek istiyorum.
Abbas GÜÇLÜ- Terör meclise girmiş midir efendim. Bu çok telaffuz edilen bir konu.
Deniz BAYKAL- Tabi burada arkadaşların sorularını guruplamaya çalışıyorum.
Abbas GÜÇLÜ- Amerika Türkiye’nin dost ve müttefikidir diyenler bir el kaldırabilir mi? Halen dost ve müttefikidir diyenler Amerika. Hayır Amerika bu vasfını yitirmiştir diyenler. Ama en azından geçen hafta yaptığımız oylamada salonun tümü kaldırmıştı. Burada çekimserlerin sayısı daha fazla. Amerika konusunda hala kafası karışık olan arkadaşlarımız var. Buyurun efendim.

Deniz BAYKAL- Arkadaşlarımız şu noktaların üzerinde duruyorlar. Terör konusu acaba bizi bir savaşa çekmenin tuzağımı? Böyle bir kaygı toplumda ifade ediliyor. Yani terör karşısında nasıl bir tavır takınmalıyız.
Abbas GÜÇLÜ- Yani gitmek Irak bataklığına batmak demek değil mi?

Deniz BAYKAL- Tabi buradaki amaç hiçbir şekilde savaş değildir. Çok iyi anlaşılmasını istediğim bir nokta bu. Yani bizim amacımız Türkiye olarak savaşmak olmamalıdır. Bizim amacımız terörü himaye edenleri caydırmak olmalıdır. Terörü himaye edenleri terörü himaye edemez noktaya sokmak, terörü himaye etmenin ağır bir bedeli olacağını dikkate alarak onları terörü himaye etmekten uzaklaştırmak politikamız olmalıdır. Bakınız bu politika Suriye’ye karşı başarılı bir şekilde işledi. Suriye terörü himaye ediyordu. Türkiye bu konuda ciddi bir kararlılık içine girdi ve Suriye gerekli mesajı aldı. Gördü ki, terörü himaye etmenin kendisi için çok ağır bir bedeli olacaktır. O bedeli ödememe onun hesabına geldi ve PKK örgütünün sırtından rahatladı. Onu çıkararak rahatladı. Şimdi aynı politikayı Irak’ta uygulamamamız lazım. Bu politikayı uygularken blöf yapamazsınız. Bu politikayı uygularken karşınızdakini aldatamazsınız. Ancak her şeyi göze aldığınız kesin bir biçimde ortaya çıkarsa, karşı taraf görürse ki Türkiye gerekeni yapacaktır. Onu yaptırtmamak onun menfaatinedir. Orada da akıllı insanların olduğunu düşüneceksiniz. Orada da hesabını doğru yapan insanlar vardır. Ama onlar şimdi şu hesabı yapıyorlar. Türkiye bir şey yapamaz dedikleri sürece onlara terörü himaye etmeye bedel ödemeden devam edebiliyorlar. Ve yanlış olan bu. Türkiye’nin değiştirmesi gereken bu. Türkiye bir ciddi kararlılık içine girerse terörü himaye etmenin Kuzey Irak için çok ağır bir bedeli olacağını inandırıcı biçimde, blöf yapmadan kanıtlayıp ortaya koyarsa Kuzey Irak’takilerin hayır ben illa PKK’yı himaye edeceğim diye ısrar etmelerinin hiçbir haklı nedeni, temeli kalmaz. Ama biz şimdi bunu yapamıyoruz. Niye yapıyoruz?

Bakın, daha bugün elimizde birinci önceliğimiz değildir diye AKP’nin işte AKP’ye göre sınır ötesi öncelikli konu değil. Bugün yapılmış olan bir açıklama. Şimdi siz bunu söylerseniz Kuzey Irak’ı caydırabilir misiniz? Kuzey Irak’la kurduğunuz ilişkiler Türkler bize bir şey yapamaz noktasına onları getirmişse bu halledilebilir mi? Bakın elimde bir not daha. Kuzey Irak’ta çok büyük iş alan firmalardan birisinin Genel Müdürü Başbakanın damadı. Efendim önemli değil, gerekeni yaparız. İnşallah yaparsınız. Bu içli dışlı ilişkiler, ekonomik bağlantılar, siyasi bağlantılar. Bize değilse ona oy verin anlayışları. Barzani’nin yakını siyasi kadrolar. Bunlar sizin elinizi, kolunuzu bağlarsa siz Kuzey Irak üzerinde caydırıcı olabilir misiniz? Bir şey yapamazsınız diye düşünürse Kuzey Irak siz nutuk atarak, ileri söz söyleyerek onları ikna edebilir misiniz? Edemezsiniz. Böyle bir yükü sırtında olmayan, bu bakımdan inandırıcı, kimseye ödeyecek faturası olmayan bir iktidar olsaydı bugün Türkiye’de. Kuzey Irak’a karşı kendine gel. Bunları himaye etmene göz yumamam tavrını kararlılıkla ortaya koymuş olsaydı ben inanıyorum ki, bir tek silah bile atmadan Kuzey Irak üzerinde ve Irak üzerinde bu gerekli etkiyi yaratırdı.

Şimdi bunu yaratamıyoruz sorun budur.

Abbas GÜÇLÜ- Bu şansta kaçırıldı.

Deniz BAYKAL- Maalesef. Yani benim gördüğüm en temel...

Abbas GÜÇLÜ- Amerika’yla ilişkilerin bu kadar kopma noktasına gelmesinin nedeni Amerika’daki şuandaki iktidar mı efendim? Bir iktidar değişikliği Türkiye’yle Amerika arasındaki ilişkileri yeniden eski hale getirebilir mi?

Deniz BAYKAL- Amerika’nın Ortadoğu’ya yönelik politikası Türkiye’nin ulusal yararlarını ciddi şekilde rahatsız ediyor. Şimdi Irak’ın bölünmesi sözkonusu. Irak’ın bölünmesi Türkiye’de terörü onların himaye etmesi sonucunu doğuruyor. Şimdi Irak’ta bir Peşmerge oluşumu ortaya çıkınca tabi Irak’taki Barzani’nin, Talabani’nin kafasında bir başka proje gelişiyor. Birde Türkiye’yi PKK parçalasa. Türkiye’nin PKK parçasıyla Irak’ın Peşmerge parçası el ele verse bir büyük oluşum gerçekleştirse hesabı içine giriyorlar. Ve bu hesap içine girince de Türkiye’deki PKK’yı himaye etmeyi kendi uzun vadeli ulusal yararları açısından gerekli görüyorlar. Şimdi Amerika’nın Irak’ı bölme politikası Türkiye’nin önüne böyle bir tuzak getiriyor.

Abbas GÜÇLÜ- Yani aslında bizim rakibimiz ne PKK, ne Talabani, Barzani? Karşımızda Amerika var.

Deniz BAYKAL- Amerika bunu bilinçli olarak yapıyor demek belki iddialı bir olaydır. Ama Amerika’nın bölgede izlediği politika Ortadoğu’nun yapısını kendi yararlarına uygun hale dönüştürmek için attığı adımlar, gerçekleştirdiği açılımlar Türkiye’ye çok olumsuz yansıyor. Şimdi bizim bunun karşısında Türkiye gerekli duyarlığı, tepkiyi gösterebilir ise, Türkiye önemli bir ülkedir. Amerika içinde önemlidir. Dünya içinde, bölge içinde önemlidir. Ama Amerika hiçbir sıkıntıyı göze almadan Türkiye’nin aleyhinde bu gelişmeyi ben kabul ettirebiliyorum diye düşündüğü sürece adım atma ihtiyacını hissetmiyor. Ama Türkiye’de bunu biz artık taşıyamayız, bunu kabul edemeyiz kararlılığı sergilenmiş olsa Amerika’nın o zaman daha ciddi PKK’mı, Türkiye mi kararını alma zorunluluğu çıkar. Ama biz bunu ne Amerika’ya, ne Irak’a dayatamıyoruz. PKK’mı Türkiye’mi? Bunu Irak’a sormamız lazım ve Irak’ın karar almasını sağlamamız lazım. PKK’mı Türkiye mi? Bunu Amerika’ya sormamız lazım. Amerika’nın bu konuda karar almasını sağlamamız lazım. Bunu yaparsak çok şeyin değişeceğine inanıyorum.

Abbas GÜÇLÜ- Sayın Mustafa Kandemir Mersin’den arıyor. İyi geceler efendim.

Mustafa KANDEMİR- İyi geceler. Şimdi ben Sayın Genel Başkanıma bir soru sormak istiyorum. Sayın Genel Başkanım şimdi Türkiye çok güçlü bir devlet, büyük bir devlet. PKK’yı istediği zaman bitirebilecek güce sahip. Bunu herkes biliyor. Yalnız Türkiye’de yıllardan beri uygulanan bu PKK politikasının arkasında yapılmak istenen Kürdistan’da bir Kürt devleti kurmak. Bunu da şuanda Barzani’nin yönetiminde gerçekleştiriliyor. Şöyle söylüyorum ben diyorum ki, PKK’nın arkasından gelecek olan budur. Yani Türkiye PKK’yı da istediği zaman bitirebilecek güçte olduğu için. PKK’dan çok dış politikada bununla ilgilenmelidir. Yani Kuzey Irak’ta kurulacak olan bir Kürt devletinin kurulmasını önlemekle ilgilenmedir. Yani bence Türkiye şuanda oyalanıyor. Bunun temelleri atılmış orada. Yani biz neden daha çok. Tamam bu PKK bitmelidir. Bunda hiç kimsenin şeyi yoktur. Biz daha çok niye o bölgeyle ilgilenmiyoruz. Yani bizim politikalarımız niye Kuzey Irak’ta kurulacak olan Kürt devletinin engellenmesi için oluşmuyor. Niçin biz bunlarla uğraşmıyoruz?

Abbas GÜÇLÜ- Evet Kürdistan devleti geliyor mu? Türkiye’yi de içine alacak şekilde genişleyecek mi?

Deniz BAYKAL- Bizim hiç şüphe yok çıkarımız, yararımız Irak’ın toprak bütünlüğünün güvence altına alınmasındadır. Bu konuda bütün dünya ülkeleri sözde aynı anlayış içindedir. Amerika’nın da resmi söylemi Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılıyız söylemidir. Bizimde anlayışımız odur. Ama biz görüyoruz ki, göz göre göre bu söylemin arkasında Irak parçalanıyor. Bu gidiş ortada ve bizim tutumumuzda buna katkı veriyor. Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması bölgenin istikrarı açısından olağanüstü önemli. Ve Türkiye’nin bunu sağlamaya özen göstermesi gerekir.

Abbas GÜÇLÜ- Evet arkadaşlar artık farklı sorulara da geçebiliriz. Şuanda çok sayıda soru var. En yoğun bir şekilde sorulan soru onu arkadaşlar ben sorsun istiyorum. Sayın Baykal ne zamana kadar parti liderliğine devam edecek. Ne zaman Başbakan olacak. Ne zaman liderliği bırakacak yönünde. Ama ben arkadaşlardan mikrofonlar nerede? Evet sizden buyurun.

..............- Merhaba. Ben Eğitim Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Matematik öğretmenliği bölümünde okuyorum. AKP hükümeti iktidara geldiğinden beri lise matematik öğretmeni atamaları bıçak gibi kesildi. Örneğin 2006 ve 2007 yıllarında hükümetin haftalık ders saati bir saat olan din kültürü öğretmenliği branşı için atadığı öğretmen sayısı 3081 iken, haftalık ders saati 6 saat olan lise matematik öğretmenliği branşı için atadığı öğretmen sayısı sadece 70’tir. Milli Eğitim Bakanımız KPSS’de yüksek puan alan öğretmenlerin hepsinin atandığını ve kimsenin mağdur olmadığını söylemektedir. Ancak 94 puan alan öğretmen arkadaşlarım dahi açıkta kalmıştır. 16 bin işsiz matematik öğretmeni adına size soruyorum. Ana muhalefet partisi lideri olarak hükümetin bizlere karşı olan bu tutumuna karşı ne gibi somut çalışmalarınız var ve olacak? Teşekkürler.

Abbas GÜÇLÜ- Gerçekten öğretmenler çok mağdur durumda. Bir yandan 10 binlerce kadro açığı var. Öbür taraftan 100 binlerce fazlalık var.

Deniz BAYKAL- Bu hükümetin eğitim politikası maalesef toplumun dikkatlerinden kaçırılarak götürülüyor ve ülkenin geleceğini en olumsuz etkileyen konuların başında geliyor. Eğitim politikasının kritik noktası da öğretmen konusudur. Bu hükümetin sadece eğitim politikası değil, öğretmene bakış açısı da fevkalade yanlıştır, sakıncalıdır. Öğretmenliği bir kariyer işi olmaktan çıkmaya ve öğretmenliği fason öğretmenlik, geçici öğretmenlik, yarım zamanlı öğretmenlik tarifleri içinde hukuki güvenceden yoksun, gelip geçici sıradan bir iş haline dönüştürmeye çalışmaktadır. Yani bir defa işin burasında yanlışlık var. Bizim anlayışımıza göre öğretmenlik bir ömür boyu sürecek çok ciddi bir iştir ve ülkenin en önemli, en temel işlerinden birisidir. Ve bunu bu şekliyle görüp değerlendirmek lazımdır. Ama öğretmenliği bir sözleşmeli öğretmenlik, işte yarım zamanlı öğretmenlik, fason öğretmenlik.

Abbas GÜÇLÜ- Bunu başkası yapsa devlet hakkında soruşturma açar. Taşeron işçiler olarak.

Deniz BAYKAL- Öyle olması lazım. Ama yani burada ciddi bir yanlışlık var bir. İki tabi eğitime ve öğretmene sırtınızı dönünce siz ortada bu kadar ciddi ihtiyaç olduğu halde her yere kadro bulabiliyorsunuz ama sıra öğretmene gelince kadro bulmakta güçlüklerle karşılaşıyorsunuz. Bunu hiçbir şekilde kabul etmiyorum. Yani Türkiye’de bir yeni eğitim politikasına ve o eğitim politikasının merkezine de ciddi bir öğretmen kavramının yerleştirilmesine ihtiyaç var.
Serkan ÇINAR- Maden Mühendisliği, 4. sınıf öğrencisiyim. Irak sınırı şuanda teröristlerle bir mücadele içindeyiz. Ama bununda bir terör boyutu var. Teröründe iki kaynağı var. İki büyük değeri var. Bunun teki propaganda diğeri de ekonomik boyutu. Şuanda hala rahat bir dille adı müttefikimiz olan Avrupa ülkelerinde bir çok PKK yandaşı yaşıyor. Ve birçok eylemleri var. Propaganda değerleri var yani. Gerçekten de çok büyük bir ekonomi değerleri var Avrupa’da. Fakat müttefikimiz olan Avrupa devletleri buradaki PKK yandaşlarına herhangi yani gerektiği kadar bir yatırım uygulayamıyorlar. Benim sormak istediğim Türkiye’nin bu otorite eksikliği neden kaynaklanıyor?

Deniz BAYKAL- Evet, yani demin konuştuğumuz konu maalesef AB ülkeleri içinde aynen geçerli. Burada çifte standart uygulaması yapılıyor. Türkiye’yi meşgul eden terör konusunda gereken ciddi tavır bir türlü sergilenmiyor. Terörist olduğu tartışma götürmez insanlar iade edilmiyor. Çeşitli hukuki kararlarla olay gözden kaçırılıyor. Silah otomatik miydi, yarı otomatik miydi tartışması terörist olup olmadığı bakımından çok belirleyici oluyor. Adam gelmiş, Sabancı’yı öldürmüş ..........(ses kesildi)......... ve ekonomik müthiş bir potansiyeli var Türkiye’nin. Türkiye’yi bu kimliğiyle Avrupa’ya eşit bir ülke gibi almakta maalesef ciddi Avrupa ülkelerinin Fransa başta olmak üzere tereddütleri var. İçlerine bir türlü Türkiye’yi Avrupa’nın karar organlarında kendi kadar söz sahibi bir Türkiye’yi görmek istemiyorlar. Ve o nedenle Türkiye’de azınlık yaratmaya çalışıyorlar, yapay azınlık yaratmaya çalışıyorlar. Alevilere siz azınlıksınız diyorlar. Kürtlere siz azınlıksınız diyorlar. Alevilerde, Kürtlerde bu toplumun eşit vatandaşlarıdır. Hiçbirisi azınlık değildir. Onlar reddediyorlar, hayır siz azınlıksınız demeye çalışıyorlar. Şimdi yeni bir ilerleme raporu Türkiye’yle ilgili yayınlanmak üzere. Orada bu azınlık konusu onları çok sıkıştırıyor. Yeni bir söylem geliştirmeye çalışıyorlar bu ilerleme raporunda. Diyor ki, Türkiye’de hukuk eşitliği var deniliyor. Herkes etnik kökeni, inancı ne olursa olsun hukuken statüdedir deniliyor. Bu doğrudur ama Türkiye’de etnik, dini anlayışlar etrafında hukuk farklılığı yaratılmasını da Türkiye düşünmeye başlamalıdır diyorlar. Yani Türkiye’de ırk tarifine göre, etnik tarife göre ya da inanç farklılığına göre farklı hukuki konumların olabilmesi, çok hukukluluk denilen tablonun düşünülmesini öneriyor. İlk kez şimdi getirilen bu düzenleme.

Abbas GÜÇLÜ- Kendi ülkelerinde uygulasınlar ya.

Deniz BAYKAL- Kendi ülkelerinde böyle bir şey yok. Azınlık yaratmak istediler. Biz azınlık değiliz herkes aynı hukuka sahip diyence. Peki aynı hukuka sahip ama diyorlar. İnsanların din farklılığı, mezhep farklılığı ve etnik köken farklılığı dikkate alınarak farklı hukukta veri verin canım diyorlar. Yani bunlar hiçbir şekilde kabul edilemez olaylar. Bunun altında bugün bir önemli modacının açıklaması vardı. Genellikle böyle Türkiye’de yatırım yapan işadamları halkımızın duygularını böyle okşayacak değerlendirmeler yaparak gönlümüzü kazanarak Türkiye’de bir sempati yaratmak isterler. Muhtemelen o da böyle bir anlayış içinde konuşmuş olabilir. Ama haksızlık yapmak istemiyorum. Çünkü gerçekten önemli bir noktaya dikkati çekmiş. Hangi noktaya dikkati çekmiş? Diyor ki, Türkiye’yi Avrupalılar kıskanıyorlar. Türkiye’nin gücünü, dinamizmini kıskanıyorlar. Sakın bundan fütur getirmeyin, aldırmayın, işinize bakın diye güzel sözler söylemiş. Yani Türkiye bir Avrupa’da maalesef içine sindirilebilmiş, eşit bir ülke gibi görülebilmiş değil. Bir öteki muamelesi, öteki kültürün parçası gibi bir muamele görmeye devam ediyoruz ve bize karşı farklı standartlar uygulanıyor. Arkadaşımın sorusu da bunun bir yanıtıdır.

Abbas GÜÇLÜ- Avrupa’da, Amerika’da içine sindirse de, sindirmese de genç arkadaşlarımız sayesinde Türkiye onlardan çok daha iyi noktalara gelecektir diyoruz biz. Evet sizden alalım.

Anıl ACER- Öncelikle iyi akşamlar diliyorum. Deniz Baykal hoşgeldiniz. Ben Anıl Acer, 9 Eylül Üniversitesi Yerel Yönetimler birinci sınıf öğrencisiyim. Bildiğiniz gibi 27 Nisan’da Orgeneral Yaşar Büyükanıt muhtıra niteliğinde bir bildiri yayınlandı. Bu bildirinin aldırdan da basın mensupları şu soruyu yönelttiler. Dediler ki, Kuzey Irak’a girersek faydalı olur mu veya PKK’yı bitirebilir miyiz? Onunda cevabı aynen şöyleydi; PKK’yı bitiremeyiz. Yalnız 5 sene Türk Silahlı Kuvvetleri rahat bir nefes alır dedi. Bunun üzerine de Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, AKP hükümeti Kuzey Irak’a giremedi. O zamanki girememelerinin sebebi bence kaygısıydı ve seçim kaygısıydı. Ama iki hafta önce 12 tane vatan evladımızı şehit verdik. 12 tane ocak söndü. Artık bunların ne kaygısı kaldı ben bilemiyorum yani. Neden giremiyorlar artık?

Buğra GÜRSEL- İyi akşamlar herkese. Şimdi Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi devleti kuran partidir, cumhuriyeti kuran partidir. Deniz Baykal Türkiye’deki en dürüst siyasetçidir. Ama Türkiye’de bir sorun var. Deniz Baykal’a öncelikle teşekkür ediyorum bu birleştirici yaklaşımlardan. Hakikaten sosyal demokrat ve Kemalist yaklaşımlarından dolayı teşekkür ediyoruz. Ama Türkiye’de bir şey var. Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği kitleleri peşinden sürükleyen bir adam var. O adamın adı Tuncay Özkan ve benim sorum şu; Sayın Deniz Baykal Tuncay Özkan’ı CHP’de değerlendirmek ister mi ve biz kaç kişiyiz hareketine dün 650 bin kişiyi geçti. Bu hareketi nasıl buluyor? Teşekkür ederim.

Abbas GÜÇLÜ- Bu arada çok yoğun bir şekilde soru var. Sayın Baykal söyledikleri doğru, inanıyoruz da halkı niye inandıramıyor diyorlar. Halk niye Sayın Baykal’a oy vermiyor. Madem o dedikleri o kadar doğru.

...............- Sayın Baykal öncelikle üniversitemize hoşgeldiniz. Bir ülkeyi ele geçirmek için illa top tüfek veya başka bir şeye gerek var mıdır? Bunlar düşünülerek yani ülkemize oynanan oyunlar sizin düşünceleriniz bu konuda nedir yani. Türkiye üzerine oynanan oyunlar hakkında ne diyebiliriz. Yani bu söylediklerimi düşüyorum.

Abbas GÜÇLÜ- Yayının başından beri anlatıyor Sayın Baykal.

Onur Okan İLÇİ- Sayısal yöntemler yüksek lisans öğrencisiyim. Sayın Baykal, geçen sene mecliste kapalı bir oturum yapıldı ve basına kapalı bir oturumdu. Ve orada da konu gene terörle mücadele üzerine yoğunlaşmıştı. Bizim anladığımız kadarıyla terörle mücadele üzerindeki şimdiki olan her şey o kapalı toplantıda alınmış konular üzerinde ve yapılmışlardan dolayı ilan ediliyor. Ve kapalı toplantılar devlet sırrı olarak kalacak. Bu toplantıdan bahsedilecek ve bu kapalı toplantı içinde ele alınmış konulardan da bir Barzani bağlantısı, bir Talabani bağlantısı, bir Amerika bağlantısı mı olacak? Türkiye’deki kırmızı çizgiler durmadan değişmeye başladı. Acaba bizim kırmızı çizgilerimizden bir tanesi de Amerika’ya durmadan bağımlı olarak yaşamak mı olacak? Benim çocuğum burada oturduğunda ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı da karşımda olduğu zaman yine konu terör mü olacak? Sosyoekonomik olaylar mı olacak? Ve gençlerin artık sözünün dinlenmesi için sakal mı uzatması lazım? Yani bunu da açıklarsınız sevinirim.

Ersin EKER- Biraz önce söylemiştiniz 8 esir alınan askerimizin 4’ünün ailesiyle görüştüğünüzü söylemiştiniz. Ve geçen haftalarda basına bu 4 askerimiz ailelerine iyi olduklarıyla ilgili bilgiler verdiler. Ve hepsinin söylemiş oldukları burada bize abi, kardeş gibi bakılıyor ve herhangi bir problemimiz yok gayet iyiyiz diye cümleler kurmuşlardı. Ancak içlerinden bir Mardinli askerimiz çok ağır bir söz söylemişti. Elimden geldiği kadarıyla Türk ordusundan uzak durmaya çalışacağım demişti. Bunu siz ailelerle görüştükten sonra herhangi bununla ilgili bir duyum aldınız mı? Veya gerçekten Türk kanı taşıyan bir asker bunu zorlada olsa söyleyebilir mi? Bunu öğrenmek istiyorum.
..............- Ben son zamandaki bu en son ki, hain pusu hakkında bir şey soracağım. Ermeni soykırımı çıktığı gün ertesi akşam bu olay gerçekleşti. Sizce bunun hakkında bir yorum gerçekleştirebilir misiniz? Birde terör sorunun çözülmesi için sivile düşen görevler nelerdir? Biraz bizi bilgilendirirseniz sevinirim.

Abbas GÜÇLÜ- Evet sevgili izleyenler ne kadar konuyu terörün dışına da taşımaya çalışsak da üç haftadır olduğu gibi terörün dışına öğrenci arkadaşlarımız hiçbir şekilde çıkmıyor. İnternetten gelen sorulardan bir kısmı neden Baykal’a diğer soruları öğrenciler sormuyor diyorlar. Ama terör yüreğimizi öyle acıtıyor ki, terörün dışına çıkmıyorlar ve terörden çok daha önemli sorunlar yok diyorlar. Ama ben diğer konulara geçmeden önce efendim anlattıklarınıza toplumun pek çoğu karar veriyor, doğru diyor Sayın Baykal’ın anlattıkları. Ama oy verirken niye size oy vermiyorlar? Onu bir siz açarsanız, değerlendirirseniz onu da öğrenmiş oluruz.

Deniz BAYKAL- Önce küçük bir düzeltme. 7 milyon 350 bin kişi bize oy veriyor.

Abbas GÜÇLÜ- Mutlaka, iktidara getirmek açısından.

Deniz BAYKAL- Şimdi bizim dışımızda bunun üzerinde oy alabilen iktidar dışında da başka bir kimse yok. Yani burada sorgulanması gereken niçin bizim oy alamadığımız değil, niye Türkiye’de böyle bir iktidarın seçildiğidir. Yani sorgulanması gereken herhalde bu iktidarın bu desteği nasıl, hangi yöntemlerle, hangi kaynaklarla, nasıl alabildiğinin sorgulanması lazımdır. Biz halkın karşısına düşüncelerimizle çıkıyoruz. Siyasetimizle çıkıyoruz. Halka gittiğimiz zaman ona ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunları anlatıyoruz. O sorunlarla ilgili çözümlerimizi söylüyoruz. Eğer vatandaşımız bunları oy vermek için yeterli sayıyor ise mesele yok. Ama oy vermek için bunlar yeterli sayılmayıp başka bazı bekleyişler devreye giriyorsa, o bekleyişleri iktidar karşılayabiliyor ise. Mesela ne bileyim işte poşetlerin devreye girmesi gerekiyor ise. Bir takım taahhütlerin, vaatlerin çıkar organizasyonlarının yapılması gerekiyor ise.

Abbas GÜÇLÜ- Bu da Türk halkına hakaret olmaz mı efendim? Bir poşete oyunun rengini değiştiriyor demek doğrumu?

Deniz BAYKAL- Tabi hiçbirimiz halkımıza hakaret etmeyi düşünmeyiz. Ama yani hepimiz bu toplumun birer parçasıyız. Toplumun güzelliğini de, çirkinliğini de, yiğitliğini de, kalleşliğini de milletçe yansıtıyoruz. Yani Nazım’dan şiirler okumamı istiyorsan okuyum bu konuda.

Abbas GÜÇLÜ- Okusun mu arkadaşlar?

Deniz BAYKAL- Okumuş kadar oldu. Tabi demokrasilerde iktidara kimin geleceğini belirlemenin yöntemi seçimdir. Hepimiz seçime saygılıyız. Seçimde vatandaş oyunu kullanır ve iktidarı belirler. Bizde bunu kabul ediyoruz. Ama bu kullanılan oyun tartışılmaz olduğu anlamına hiçbir şekilde gelmez. Herkes yanlış yapabilir. 70 milyonun içinde de herkes yanlış yapabilir. Siyasetçilerde yapabilir, oy verenlerde yapabilir, oy alanlarda yapabilir. Yani bu konuda bir batıl inançla, tartışma götürmez bir dini kuralmış gibi bir anlayışla yola çıkmak doğru değildir. Hepimiz gerçekleri biliyoruz. Ülke gerçekleri. Yasalarımızda diyor. İnsanlara çıkar vaat ederek oy istemek yasaktır diyor. Seçim kanunun 152. maddesi çıkar taahhüt ederek, çıkar vaat ederek oy istemeyi 3 yıla kadar hapisle cezalı. Niçin bu kanun var?

Abbas GÜÇLÜ- Peki bugüne kadar bu kanun nedeniyle ceza yiyen politikacı var mı?

Deniz BAYKAL- Olmadı. Meselede o zaten. Ben şunu söyleyebilirim. Bu seçime kadar, bu seçimde kullanıldığı kadar Türkiye’nin gelmiş geçmiş seçimlerinin hiçbirisinde çıkar organizasyonu yapılmamıştır. Bir net, ciddi iddia söylüyorum.

Abbas GÜÇLÜ- Peki efendim mahkemelere taşamadınız mı bunu kanıtlayıp? Hukuk devleti Türkiye.

Deniz BAYKAL- Bu iş mahkemede halledilecek bir iş değil. Türkiye bunu yaşayacak ve aşacak. Şimdi bakın bu seçimden sonra iktidara oy veren insanlar büyük bir sevinç ve mutluluk içinde iyi bir şey yaptık, oyumuzla iftihar ediyoruz diyebiliyorlar mı? Kime oy verdin diye bir kahveye girip sorduğunuz zaman başlar öne eğiliyor, herkes birbirine bakıyor. Kimse ben oy verdim deyemiyor. Niye diyemiyor? Verilen oyun ülke yararına olup olmadığı konusunda bizzat oy verenlerinde yer yer suçlusu var ondan dolayı böyle. Bu duygu önemli bir duygudur. İlk kez böyle bir manzara var ortada. Yani bir eziklik var, bir sıkıntı yaşanıyor Türkiye’de. Seçimden sonra her ülkede bir yeni umutlu, heyecanlı, coşkulu bir dönem başlar. Geçmiş tartışmalar biter, sıkıntılar noktalanır, geleceğe umutla, heyecanla, stresini atmış olarak ülke yola çıkar. Şimdi Türkiye stresini attı mı arkadaşlar son seçimde? Tam tersine Türkiye stres yüklendi. Niye stres yüklendi? Yani seçim stres mi yükler? Niye stres yüklüyor? Niye insanların ağzını bıçak açmıyor? Niye kimsenin neşesi yok? Niye Çankaya bu halde? Bunları biliyoruz. Türkiye çok güç bir sınav veriyor. Bir demokrasi sınavı veriyor. Türkiye’de demokrasinin yozlaşma tehlikesi var. Bu ciddi bir tehlikedir. Yani demokrasi siyasi iradenin ipotek altına alınmadığı bir düzendir. İnsanların inançlarını din diye ipotek altına almaya kalkarsanız, insanların inançlarını çıkar önererek ipotek altına almaya kalkarsanız milli iradenin özgürlüğünden söz etmek olanağı kalmaz. Bu çok önemli bir noktadır. Yani milli iradeyi ifsat edemezsiniz. Milli iradeyi olumsuz etkileyemezsiniz. Etkilememelisiniz. Etkilenirse, etkilenmeye başlamış ise demokrasiyle ilgili bir yozlaşma kendisini göstermiş demektir. Ülkenin belli coğrafyalarında bunların yer yer yapıldığını biliyoruz. Belli yerlerinde bu işlemiyor, yapılmıyor.
Biz vatandaşa gidiyoruz, arkadaşlarımız gittiler seçimlerde. Düşüncelerimizi anlatmak için ellerinde broşürlerle. Bizim arkadaşlarımıza dediler ki, siz bize ne getirdiniz? Arkadaşlarımıza sorulan soru bu. Herkesin bildiği, yaşadığı bir gerçek. Siz bize ne getirdiniz? Biz size Türkiye’nin şerefli, onurlu, başı dik bir ülke olmasının yollarını getirdik ötesinde bir şey söylememiz mümkün değil. Bunu o aşamada yeterli görmeyenler bir süre sonra bunun önemini kavrarlar. Türkiye böyle bir tablonun içinde. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok ciddi bir görev yapıyoruz. Türkiye’nin %21 oyu bu seçimde Cumhuriyet Halk Partisine gelmiştir. Bu %21 oy Türkiye çadırını taşıyan orta direk oyudur. Bu oyla Türkiye ayakta. Bu oy ortadan kalktığı zaman Türkiye çok büyük sıkıntılara girer. Yani onun dışındaki oyların hepsine saygımız var tabi ama kendi oyumuzun kıymetini, değerini çok iyi biliyoruz. O oyun Türkiye için çok büyük değer taşıdığını biliyoruz ve Türkiye’de demokrasi, hukuk düzeni açık, her iddiası olan insan partisini kurar, hareketini gerçekleştirir, daha çok oy alır. Bizde bunu saygıyla karşılarız. Biz toplumumuzun bu %21 kesiminin oyunu aldık. Bununla Türkiye’ye sahip çıkıyoruz, cumhuriyete sahip çıkıyoruz, Atatürk’e sahip çıkıyoruz. Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne sahip çıkıyoruz. Şerefine onuruna sahip çıkıyoruz.
Abbas GÜÇLÜ- Sevgili izleyenler bu yayın döneminde serbest kürsümüz var biliyorsunuz. Öğrenci arkadaşlarımız sadece soru soran taraf değil, görüşlerini de problemlere çözüm önerileri getiren taraf da olacaklar. Kürsümüzü çıkardık. Bakalım 9 Eylül Üniversitesi öğrencileri Türkiye’nin sorunlarına ne tür öneriler getirecekler. Kürsüye çıkmak, politikacılar gibi çözüm önerileri getirmek isteyen arkadaşlarımız varsa hemen almak istiyoruz. 1,5 dakika, 2 dakika içerisinde Türkiye’nin en önemli sorunu trafikten teröre, ekonomiden siyasete kadar farklı konularda görüşlerini ortaya koyabilirler. Hani o kürsüye biz bir çıksak ah neler neler söyleriz diyorsunuz da. Ama kürsüye çıkmak konusunda taraf, fikir olmuyorsunuz çok fazla.

Son sorular.

................- Recep Yazıcıoğlu yine bir anayasa tartışmalarında şöyle demişti; mevcut anayasayla sorunları olanlar ya Anayasayı toptan değiştirsinler veyahutta sağını, solunu çekiştirip bunun mevcut düzenini bozmasınlar demişti. Bugünün iktidarı da yine anayasayla ilgili bir sorunları var ki, bunu değiştirmeye çalışıyorlar. Yaptıkları şey acaba anayasanın bir yerlerini çekiştirmek mi yoksa kafalarındaki zihniyeti anayasa değişikliğiyle ülkenin kökenlerine kadar yaymaya mı çalışıyorlar? CHP’nin mevcut 12 Eylül anayasasıyla ilgili bir sorunu ve şikayeti var mı? Eğer iktidara gelirlerse onlarda mı anayasanın bir taraflarını çekiştirecekler? Yoksa toptan mı değiştirecekler?

Hatice CEYLAN- Eğitim Fakültesi okul öncesi öğretmenliğinden. CHP’nin parti politikası içersinde ister okulda ister üniversitede olsun tüm gençliğin dinamizmini ve akılcılığını, fikirciliğini her yönden partiye kanalize etmek yer alıyordu. Fakat ben CHP’ye baktığımda bu gençlikleri neden göremiyorum. Ya da bu gençlikler sadece bu parti kollarında mı etkin oluyorlar? Bu genç yüzleri neden parti içerisinde hiç gözükmüyor?
..................- Bu kadar Amerika karşıtı bir toplum varken, bu kadar herkes Amerika’ya karşıyken neden hala bu işin bedelini çekmiş olan Deniz Gezmişlerin, Nazım Hikmetlerin neden hala itibarları iade edilmiyor? Yani bu siyaset eksikliği nedir? Bu bir. İkincisi; madem bir elimizle YÖK’ü tutacaktık, bir elimizle MHP’yi tutacaktık, arkamıza askeriyenin desteğini alıp siyaset yapacaktık. Bu kadar güzel insan, bu kadar güzel beyni neden kaybettik? Bunun hesabını kim verecek? Üç; genel seçim sonuçlarına göre Diyarbakır’dan CHP’nin aldığı oy %3’tür, MHP’nin aldığı oy %5’tir. Bu başarılı siyaset hangi başarılı politikanın sonucudur?

Mutlu ODABAŞ- İyi geceler. Ben AKP’nin Güneydoğu ve terör konusunda seçim öncesi ve seçim sonrası politikalarını sizden değerlendirmenizi istiyorum. AB ve ABD karşı teslimiyetçi bir politika izlenmek. Sorunun çözümüne yönelik hiçbir somut adım atılmamakta. Bir başka sorum; Türkiye AB sürecinde hangi noktada? Bunları değerlendirmenizi istiyorum. Teşekkür ederim.

Abbas GÜÇLÜ- Evet Sayın Baykal, son sorular ve son cevap. Buyurun efendim.

Deniz BAYKAL- Arkadaşlarımın bir kısmının yaptığı değerlendirmeler hepimizin paylaştığı ve bütün bu buluşmamız sırasında dile getirdiğimiz görüşler. Ama bir anayasa konusunda arkadaşımın bir açıklık talebi var.

Abbas GÜÇLÜ- AKP anayasası mı gerçekleşiyor ve siz geldiğiniz zaman tümüyle mi değiştireceksiniz?

Deniz BAYKAL- 12 Eylül anayasası karşısındaki tavrınız diyor. Değerli arkadaşlarım, bu anayasa 13 defa değişme geçirmiştir. Yani 12 Eylül’den sonra yürürlüğe giren anayasa 13 paket halinde değişim geçirmiştir ve çok önemli yenileşmeler, demokratikleşme doğrultusunda adımlar atılmıştır. Mesela Milli Güvenlik Kurulunun yapısı değişmiştir. Genel Sekreterinin bir sivil olmasına olanak veren bir düzenleme getirilmiştir. Ölüm cezası kaldırılmıştır. Pek çok olumlu, demokratik değişimler bizlerinde katkısıyla gerçekleştirilmiştir. Ondan çok daha önce gene bu anayasada çok temel bir değişiklik yapılmıştır. Onu kısaca hatırlatmak isterim. Bu anayasaya 12 Eylül anayasası denilmesine neden olan, bu anayasanın başlangıç bölümü idi. Yani başlangıçta halk oyundan çıkan anayasanın başlangıç bölümü 12 Eylül askeri müdahalesini meşrulaştıran, onu temel alan, ona övgüler düzen bir başlangıç bölümüne sahipti. O nedenle o anayasaya 12 Eylül anayasası denilir idi. Buna karşı biz CHP olarak çok ciddi bir tepki içine girdik ve bunun bu başlangıcın kaldırılması, değiştirilmesi gerektiğini ifade ettik. Hüsamettin Cindoruk’un Meclis Başkanı olduğu dönemde, yani bu son dönemlerden çok daha önce 1990’lı yıllarda bu konuda ciddi bir değişim sağlandı ve CHP’nin önerileri doğrultusunda 12 Eylül’e yönelik referanslar kaldırıldı. 12 Eylül övgüsü, askeri müdahale övgüsü kaldırıldı ve anayasanın başlangıcı Atatürk ilkelerine atıf yapan, Atatürk düşüncesini yansıtan bir başlangıç haline dönüştü. Artık 12 Eylül’ün damgası bu kadar açık bir biçimde başlangıç maddesinde yoktur. Anayasanın içindeki maddelerle ilgili olarak da demin söylediğim gibi çok köklü değişimler yapılmıştır. Daha da bazı değişimlerin yapılması gerekir. Mesela dokunulmazlık maddesi hala değişmemiştir. Milletvekili dokunulmazlığı devam ediyor. Çok temel konulardan birisidir. Dünyanın hiçbir demokrasisinde çağdaş batı demokrasilerinin hiçbirisinde Türkiye’deki kadar kapsamlı, geniş bir milletvekili dokunulmazlığı yoktur. Bugün milletvekili olan bir insan ne ceza takibatına konu olur, ne yargılanabilir. Ne de hakkında bir hüküm varsa onun infaz edilmesi mümkündür. Bu meclis tatildeyken de geçerlidir, meclis toplantı halindeyken de geçerlidir. Ceza davaları içinde dokunulmazlık vardır. Diğer davalar içinde dokunulmazlık vardır. Bu kabul edilebilir bir tablo değildir. Bunun mutlaka değişmesi lazım. Bu konuda hepimizin sözleri, taahhütleri var ama hala bir şey yapılabilmiş değildir. Mesela bunun derhal ele alınması ve değiştirilmesi gerekiyor.

Bizim iktidara gelirsek yapacağımız ilk işlerden birisi milletvekilini imtiyazlığı olan, dokunulmaz bir insan konumundan çıkarıp vatandaş haline dönüştürmek olacak.

Şimdi bu iktidarın getirdiği anayasa değişiklikleri toplumda büyük tepkiyle karşılandı. Hızla, hemen ele alıp sonuçlandırmak istiyorlardı. Ama öyle derin bir tepki çıktı ki, şimdi o askıya alınmıştır ve artık bir süre buzdolabında bekleyecektir. Niçin böyle olmuştur, niçin tepki çekmiştir getirilen anayasa değişiklikleri? Çünkü anayasa değişiklerini ben dört ayrı noktada topladım. Bir; Atatürk anlayışının anayasadan olabildiğince çıkarılmasına dönük düzenlemeler var. Tümüyle Atatürk tasfiye edilmiş değildir. Ama asgariye indirilmiştir ve mümkün olduğu kadar tasfiye edilmiştir. Amaçlardan birisinin bu olduğu anlaşılıyor.

İkincisi; laiklik anlayışı ile oynanmak istenmiştir. Laiklik anlayışıyla çeşitli biçimlerde oynanmıştır ve laikliği böyle bir yaşam biçiminin her alanda serbestleştirilmesi, İslam’i, dini yaşam biçiminin meşrulaştırılması, yaygınlaştırılması, doğallaştırılması, resmileştirilmesi, kamusallaştırılması öngörülmüştür. Ve bu çok ciddi bir laiklik anlayışı bakımından sorundur.

Üç; bu getirilen düzenlemenin yargı bakımından çok ciddi sorunlar getirdiği açıktır. Yargıyı siyasallaştırmaya dönük bir anayasa değişikliği getirilmiştir. Bu anayasada yargı kurumu siyasetin etkisine açılmıştır. Yani parlamentoda anayasa mahkemesine üye seçilecek, yargı organları siyasetçiler tarafından belirlenecek. Bunun sonucunun ne olacağını hepimiz çok iyi biliyoruz. Yargı toplumdaki gerilimin bir çeşit dengelenmesine yardımcı olan fren konumunda. Cumhurbaşkanı da bir fren konumunda idi. Artık Cumhurbaşkanlığı da bir fren olmaktan çıkmıştır. Yargıda devreden çıkacak olursa Türkiye çok ciddi siyasi sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Üçüncü bir temel düzenleme olarak bunu getirmiştir.

Dördüncü bir temel düzenlemeye dikkatinizi çekmek istiyorum. O da etnik dilde eğitim yapma olanağının getirilmesidir. Yani o ilk şekliyle Sapanca’daki otelden çıkan şekliyle, yani hem akademik kurulun, üniversite öğretim üyelerinin, hem de AKP’nin önde gelen Genel Başkan Yardımcısının, üst yöneticilerinin birlikte katıldığı, sonuçlandırdıkları ve AKP’li Genel Başkan Yardımcısının, bu komisyonun başkanının artık bu AKP’nin bir dediği anayasaya göre konuşuyorum. O anayasanın içinde etnik dilde eğitim yapılmasının önü açılmasıdır. Yani etnik dilin öğretilmesini demiyorum. Etnik dilde matematik, Türkçe, coğrafya, tarih, felsefe, fizik, kimya öğretilmesi öngörülmüştür. Yani Türkçe öğretim yapmayı başardıkta bütün Türkiye’de şimdi devlet olarak etnik dilde tarih hocası istihdam edeceğiz. Bunun ne anlama geldiğini en iyi bilenlerden birisi siz olacaksınız. Bunu her etnik dilde yapacağız. Ve o etnik dillerde anayasamız eğitim verilmesini öngörüyor.

Değerli arkadaşlarım, bu Türkiye’nin ulusal bütünlüğünün altına mayın döşemektir. Eğer siz iki kuşağı etnik dilde yetiştirerek onların etnik dil diplomalarıyla ortaya çıkmasına seyirci kalırsanız ülkenin ulusal bütünlüğünü ciddi bir biçimde tahrip etmiş olursunuz. Bunu öngören bir olaydır. Bu biliyorsunuz Türkiye ulusal bütünlüğünün şartları Sevr’i yırtarak, Lozan’ı yaparak sağlamıştır. Lozan Türkiye’nin bir milli devlet haline gelmesinin güvencesi idi. Lozan’da aldığımızı bu anayasayla, bu maddesiyle vermek sözkonusudur. O maddeyi geçirdikleri takdirde tıpkı o daha önce söylediğim Öcalan’la ilgili madde gibi, diğer maddeler gibi bir maddedir bu. Eğer bu madde çıkacak olursa Türkiye’nin ulusal bütünlüğü ciddi şekilde tahrip olur. Bunları biz ifade ettik. Bunlara karşı ciddi bir tepki çıktı. Şimdi buzdolabına koydular anayasada beklemede duruyor.

Abbas GÜÇLÜ- İzmir’deyiz sevgili izleyenler. İzmir’de geldiğimiz günden itibaren hep Expo diye birşeyler duyuyoruz. Expoyla yatıyoruz, Expoyla kalkıyoruz. Expo İzmir’i dünya başkenti yapacak çok önemli projelerden birisi. Sayın Başbakanın söylediğine göre cumhuriyet tarihinin en büyük projesi. İzmirlilerin dile getirdiğine göre de yine aynı şekilde. İzmir çok önemli bir projede bu bir şekilde ekonominin olimpiyatı şeklinde değerlendiriliyor ve ben bu konuda Sayın Belediye Başkanımızdan, Kocabaş’tan çok kısa bir değerlendirme almak istiyorum. İzmir nereye koşuyor onun ayrıntılarını almak istiyorum. İzmir Sayın Baykal içinde çok çok önemli. İzmir hem genel seçimlerde, hem de referandumda belki de AKP’ye oy verenlerin karşısında çok daha fazla oy veren CHP’liler vardı. Acaba bunun karşılığında cezalandırılacak mı? Yoksa AKP tarafına çekmek için çok daha fazla ödüllendirilecek mi? Onları bir tarafa bırakıyoruz işin siyasi tarafını ama bu Expo olayı nedir ben Sayın Başkandan çok kısa bir değerlendirme almak istiyorum.

Aziz KOCAOĞLU- Sayın Genel Başkanım, sevgili gençler hepinize iyi geceler diliyorum artık. Expo hepinizin bildiği gibi bir dünya sergisi. 5 yılda bir yapılıyor. Yaklaşık 150 hektar alanda ve İzmir’de 40 milyon kişinin ziyaret edeceği, etmesi sözkonusu. Böyle bir organizasyon. Esas önemi de bu çerçevede İzmir’e, Ege Bölgesine gelecek yatırım ve bir tanıtım faaliyeti. İzmir hepinizin bildiği gibi doğal zenginlikleri olan önemli bir merkezimiz. Ege bölgesi yine öyle. Sayısız ören yerleri, jeotermal kaynakları, en önemlisi insanı ve 80 yıllık fuarı, kongre merkezi olma iddiası. Bunların hepsini topladığımızda İzmir’in bir dünya kenti olması, bir marka kenti olması için ve 2015 yılında İzmir’in bir patlama yapması için ekonomide mutlaka bu Expo’yu 2008 martında göğüslememiz gerekiyor. Buna hem hükümetimiz, hem Sayın Genel Başkanımız muhalefetiyle, yerel yönetimiyle, sivil toplum örgütleriyle, odalarıyla ve yine en önemlisi İzmir halkıyla ve siz gençlerimizle beraber destek veriyoruz. Şuanda çok iyi durumdayız. Milano’yla yarışıyoruz. Ben kazanabileceğimize başından beri inanıyorum. Her türlü kentin olanaklarını hasrediyoruz. Yoğun bir çalışma içerisindeyiz. Lobi faaliyetleri içerisindeyiz.

Abbas GÜÇLÜ- Bizde size başarılar diliyoruz, bol şanslar diliyoruz.

Son sözde Sayın Rektörümüz Emin Alıcı. 9 Eylül Üniversitenin iki dönemdir rektörlüğünü yapıyor. 9 Eylül Üniversitesi sıfırdan bugün Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birisi haline geldi ve öğrenci sayısı açısından da çok büyük bir kapasiteye sahip. 9 Eylül diyence ne aklına gelsin Türkiye’nin efendim? Bu aydınlık gençleri mutlaka gelecektir, hatırlanacaktır ama başka neler gelsin.

Emin ALICI- Önce ben Sayın Genel Başkanımıza, Sayın Baykal’a çok teşekkür ediyorum. Size teşekkür ediyorum bugün bizi şereflendirdiğiniz için. Ama en büyük teşekkürüm öğrencilerime. Gerçektende bugün ülke sorunlarına ne kadar hakim olduklarını, ne kadar yurtsever olduklarını gördüm ve bundan çok gururlandım. Gerçekten sevinçli bir günüm bu benim. 9 Eylül’ün yazılı, çizili ve sözel olarak söylediği bir şey var. 9 Eylül’ün görevi eğitim ve araştırmayı kullanarak bu ülkenin ekonomik, kültürel ve sosyal zenginliğini sağlamak. Bütün sorunlarımızın altında fakirliğimiz yatıyor. Eğer fakirliğimiz olmazsa bu ülkedeki insanlar yalnız entelektüel birikimleriyle reylerini verirler. Başka bir kaygıyla reylerini vermezler. Eğer fakirliğimiz olmazsa hiçbir ülke bize kafa tutamaz. Ne terör, ne Amerika, ne İngiltere, ne de başka bir ülke. Her şeyin altında fakirliğimiz yatıyor. Bu fakirliği ortadan kaldıracak olan yine şu salondaki genç arkadaşlarım. Biz başaramadık onlar başaracaklar. Onlarla gurur duyuyorum.

Abbas GÜÇLÜ- Evet sevgili izleyenler. İzmir’deydik, 9 Eylül Üniversitesindeydik. Sayın Baykal’la konuşulacak çok konular vardı Türkiye’yle ilgili, partiyle ilgili. Ama Türkiye çok kritik günlerden geçiyordu. Kritik günlere paralel olarak bizde terörü hep konuştuk. Çünkü bu terörden bir kurtulalım öncelikli sorunumuz odur. Her ne kadar başkaları öncelikli sorun olarak görmese de terör bugün Türkiye’nin en öncelikli sorunu. Bütün arkadaşlarımıza çok farklı konulara çıkabilirsiniz demimize rağmen üç haftadır terörün dışında bir konuyu konuşmak istemiyorlar. Bugün Sayın Baykal’la da hep terörü konuştuk. Çok önemli açıklamalarda bulundu. Umarız bu terörle ilgili yaptığımız son program olur. Terörü değil artık farklı konuları konuşuruz. Türkiye’yi çok daha iyi noktalara, farklı noktalara nasıl götürürüz onları konuşuruz diyorum. Ben son söz hakkını Sayın Baykal’a vererek hepinize hoşçakalın diyorum.

Deniz BAYKAL- Çok teşekkür ederim. Bu buluşma için ben hem Sayın Abbas Güçlü’ye, hem genç kardeşlerime ve üniversite yönetimimize yürekten teşekkür ediyorum. Gerçekten geleceğimiz, umudumuz gençlerimizdir. Sizlerin bu yaşadıklarımızı en doğru şekilde değerlendirerek Türkiye’nin önümüzdeki yıllarında çok daha farklı, çok daha güçlü, çok daha etkili onurunu, şerefini korumasını bilen, kalkınmasını gerçekleştiren, demokrasisini kökleştiren, eğitim düzeyini yükselten, çocuklarına, gençlerine iş verebilen bir istikrar içinde, uyum içinde büyük bir Türkiye’yi gerçekleştireceksiniz. Sizlere inanıyorum, sizlere güveniyorum. Sizlere teşekkür ediyorum.

Abbas GÜÇLÜ- Evet sevgili izleyenler 29 Ekim’deyiz, cumhuriyet haftasındayız ve cumhuriyet haftası çerçevesinde 10. yıl heyecanını, 10. yıl marşıyla toparlayarak bitiyoruz. Programımıza bu cumhuriyetin 10. yılında yaşadığımız bu heyecanı, bu gururu, bu coşkuyu hep devam etsin diyerek cumhuriyet haftasına bu katkıyı bulunmak istiyoruz. Hepinize hoşçakalın diyoruz.