Wednesday, August 23, 2006

İçimizdeki bir yerlerle buluşan bir film oldu

Türkan Şoray

'Tophaneli Tayfur' ile 'Balatlı Asuman'ın aşkını beyazperdeye yansıtan Uğur Yücel: Bu film o kadar bahtı açık başladı ki anlatamam. Kimi arasam, müsaitti. Müthiş, büyük bir şeyler oldu... Bu nedenle şaşkınlık içindeyim...
Balat ve Perşembe Pazarı civarları... Düşmüş eski bir kadın şarkıcı ve ona delicesine aşık bir kabadayı. Günümüz İstanbul dekorunda, tüm kalabalığa karşın yalnız iki insanın aşkını nostaljik bir duyguyla anlatan 'Hayatımın Kadınısın' adlı filmin çekimlerinin ardından, tüm ekibin biraraya geldiği özel yemeğe bir kaç sinema yazarı da katıldı...

KALKTIM VE NOT ALDIM

Uğur Yücel'in dizi molasını fırsat bilip, iki arada yazıp yönettiği filmin konusu; Yeşilçam melodramlarına bir selam adeta. Başrolü Türkan Şoray ile paylaşan Yücel'le çocukluğunun yazlık sinemalarında başlayan beyazperde heyecanı, arabesk ve mutlak aşk üzerine konuştuk.

* 'Hayatımın Kadınısın' bir melodram değil mi? Evet. 'Yazı ve Tura'dan sonra yapmak istediğim projeler sürekli kafamdaydı. Ancak 'tasarlanmış' bir şey çıkarmak, festival filmi gibi bir şey yapmak düşüncesinin bana göre olmadığını biliyordum. İçimden gelen, beni sürükleyecek, sürükleneceğim bir film yapmak istiyordum. Sonuçta hiç aklımda olmayan bir şey çıktı. Sana bana değilmiş gibi görünen, bir yanıyla da pekala içimizdeki bir yerlerle buluşan bir film oldu bu.

* Çok hızlı bir şekilde çektiniz... Haziran'da 'Hırsız ve Polis'in çekimlerinin bittiği sabah, 'Beni kimse uyandıramaz' diye yattım. Sabah 5'te uyandım. Birisi merdivenlerden iniyor, bir kadın da arkasından ağlıyor. Ve kadının yüzü belirdi kafamda. Filmde var bu zaten. Öyle uyanıp, notlar alayım filan... Hiç öyle heyecanlarım yoktur ama bu kez kalktım ve not ettim. Akşama arkadaşlarla konuşurken bir film çekeceğimi söyledim. 'Ne zaman çekeceksin?' diye sordular tabii ki. 20 Ağustos'ta da 'Hırsız ve Polis'in yeniden çekimleri için beklediklerinden 'Bu arada çekeceğim işte' dedim. Projeyi herkes çok beğendi. Bir gün sonra da Türkan Şoray'ı aradım. 'Kim oynayacak ve kim yönetecek?' dedi ve başka da bir şey sormadı. 'Tamam, ben varım' dedi. Sonuçta ortaya bana ait bir film çıktı. Ben çocukken yazlık sinemalar vardı, oralarda öğrendim sinemayı. Tamamen bir ortasınıf çocuğuyum, halk çocuğuyum. Burada hiçbir zaman benim sinemam, benim müziğim olmayan bir şeyi anlattım. Yani bu aidiyeti kendimden ayırma nedenim de aslında böyle bir sinema düşünmememden kaynaklanıyor. Yaşadığımız dönemlerden dolayı arabesk müziğe dönüp bakmıyorduk. 'Bir Teselli Ver' filan, bu şarkılar çok uzağımızdaydı. Oysa bir yandan da canlandırdığım karakterler de ya benim uzak akrabam veya köşe başındaki adamlardı.

* Hem size ait, hem de dışınızda. Ben pavyonlarda, gece kulüplerinde çalıştım, Bergen'in kadrosundaydım komedyen olarak. O tarafları da çok iyi biliyorum yani. Zaten küçümseyerek de hiç bakmıyorum, ne berbat hayatlar demiyorum hiç. Çünkü bir yandan da hakikaten benim dünyam. O zaman bu da bir tasarım filmi olmaktan çıkıp, Kuzguncuk'ta tadını aldığım o sinemaya benzer; ağladığım, halkın ağladığı, üzüldüğü, güzel bir film oldu.

ŞAŞKINLIK İÇİNDEYİM

* Bu kadar kısa zamanda nasıl toparladınız film ekibini? Bu film sonuçta nasıl bir film olur bilmiyorum ama o kadar bahtı açık başladı ki anlatamam. Kimi arasam, müsaitti. Jürgen Jürges'i (görüntü yönetmeni) arıyorum, boş. Oyuncular öyle. Müthiş, büyük bir şeyler oldu, bu nedenle şaşkınlık içindeyim.

* Bir Tophaneli'yi oynamayı neden istediniz? Bazen kendim kesinlikle oynamayayım diyorum ama sonra çaresiz kalıp ben oynuyorum. Ama burada öyle olmadı. Başkasını aramadım. Bir kaç gün içinde, Türkan'la da konuştuktan sonra ben Tophaneli'yi kendimde gördüm. Çok iyi biliyorum çünkü o insanları... İçlerinden geliyorum.

RAHATLAMAK İSTİYORUM

* Film günümüzde mi geçiyor? Evet. Ama bir şekilde, bu insanların giysisi değişmiyor, davranışları ve kültürü değişmiyor. Böyle bir topluluk yok artık aslında. Bu tür karşıt değerleri barındıran ender insanlar var, benimki de onlardan. Herkes çok iyi buluyor ama ben ne kadar başarılı oynadım bilemiyorum. Başkasının yapmasına izin vermediğim bir şeyi kendimin yaptığını görünce tahammülsüz oluyorum.

* Yönetmenlik ve oyunculuk bir arada çok zor zaten... Bambaşka kafalar tabii ki. Sabah evden çıkarken rolünü düşünüyorsun, lafını ezberliyorsun. Aynı zamanda yönetmen olarak açıyı, kamerayı filan düşünüyorsun. Sette mesela 'haydi oyuncu gelsin' diyorsun, 'Buyrun Uğur Bey' diyorlar! Öylesine karışık bir durum yani. Bazen kendime çok acı çektiriyorum. Şöyle rahatlamak, saldım çayıra mevlam kayıra hesabı yaşamak istiyorum. Kontrolcu olmak yoruyor insanı. Kendime hayatım boyunca bu şansı tanımak, savrulmak istedim. Üç günde karar verip çok hızla böyle bir film çekmek istedim mesela.

TEKRAR TEKRAR ÇEKTİK

* Bu bir aşk filmi ve tüm olumsuzluklara karşı aşkı yüceltiyorsunuz galiba? Evet. Büyük bir tutkuyla aşık olmak var. Böyle aşklar artık kalmış değil yani. Çok tutkulu bir adam, 30 yıl aşkını içine gömüyor. Platonik başlıyor ama bir ara bir gece birlikte oluyorlar. Asuman onu yatağa atıyor bir gece sarhoş olduğunda ve sonrasını hatırlamıyor. Ama adamın ona olan aşkı büyüyor, hatıra defterleri tutuyor. Büyük aşk kısaca...

* Filmde bir de sizin 'Hatasız Kul Olmaz' şarkısını söylediğiniz sahne varmış. Filmde çok sevdiğim sahneler var, o da bunlardan birisi. Teknedeki bu sahneyi tek plan ve tek tekrarla çektik, çok hoşuma gitti. Çok dokunaklı. Doğum gününde Asuman'a söylüyor bu şarkıyı. Dediğim gibi sonuçta nasıl bir film çıkacak, bilmiyorum. Kötü de olabilir, çok güzel de ama ben çok severek çektim.