Friday, May 25, 2007

-MİLLİYET / ’Hollywood Filmi Gibi Dış Politika Olmaz’



-Hem cumhuriyet hem demokrasi
-Baykal: Türkiye'nin, ABD ve AB ile husumet içinde olması düşünülemez. Fazla Hollywood filmi seyredenler, dış politikayı meydan okuma sanıyor.


CHP GENEL BAŞKANI BAYKAL, MİLLİYET'İN SORULARINI YANITLADI:

Serpil Çevikcan

Baykal, 'Türkiye'de sağı, solu, liberali, muhafazakârı demeden cumhuriyet temelindeki bir mutabakatın sahiplenilmesi, demokrasi ile cumhuriyetin birbirine ters çalışan iki süreç olmaktan çıkarılması gerekiyor' dedi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 22 Temmuz'da sıra dışı bir seçim yapılacağını vurgulayarak, "Camiyi, kışlayı, okulu, karakolu ve kahveyi birbirini destekler hale getirmek gerekiyor. Türkiye'yi yönetenler kışlaya da, camiye de, karakola da aynı rahatlıkla gidebilmelidir" dedi. Baykal, teröre karşı kararlı mücadele için terörist Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması sürecindeki tavrı örnek gösterdi.
Milliyet'e açıklamalarda bulunan Baykal, "Bu seçim kampanyasının laisizmi savunanlarla laik olmayanların mücadelesine dönüştüğü yorumuna katılıyor musunuz?" sorusunu, "Bu seçimin tarihi önemini biliyorum. Türkiye'nin önümüzdeki geleceğini belirleyecek sıra dışı bir seçim olduğunu görüyorum. Ama bu seçimi kültürel çatışma haline dönüştürmek istemiyorum. Bunun Türkiye'ye büyük haksızlık olacağına inanıyorum" diye yanıtladı.
'Güç yanlış kullanıldı'

Baykal şunları söyledi:

"Bu seçimin, parlamentodaki üçte ikiye yakın çoğunluk imkânını doğru değerlendiremeyen, kullanamayan yönetim kadrosunun elinde ülkenin hangi sıkıntılara sürüklendiğini göstermesi bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Üçte ikilik çoğunluğun ülkeye kazandıracağı istikrarı, öngörülebilirliği, güveni çok daha verimli değerlendirmek mümkünken, bunlar bunu başka zorlamalar için kullanmaya kalktılar.
Camiyi, kışlayı, okulu, karakolu, kahveyi birbirini kucaklar konumda tutmak zorundayız. Türkiye'yi yönetecek olanlar bunu yapmalıdır. Hepsini birbiriyle bütünleştirerek birbirini destekler hale getirmek gerekiyor. Bu ülkeyi yönetenler her biriyle barışık olmalıdır. Böyle bir Türkiye ortaya çıkmalıdır.
Bu ayrışmadan siyasi kariyer çıkarmak isteyenler ülkeye zarar veriyorlar. Türkiye'yi yönetenler aynı rahatlıkla kışlaya, camiye, karakola, okula, kahveye gidebilmelidir. Devletle milleti çatıştırarak bir yere varılamaz."

CHP-DSP işbirliği ne olur?

Baykal CHP-DSP işbirliğini de şöyle değerlendirdi: "Bu hangi ölçüde bizi sonuca götürür bilemiyoruz tabii. Onu seçimde göreceğiz. Ama bu konu bir yeni süreç başlatmıştır. Alternatif iktidar konusu bu dönemde daha bir yerleşecektir ve umarım sonucunu seçimde birlikte alacağız."
Sezer'in damadı iyi yetişmiş biri
Baykal, "Sayın Cumhurbaşkanı Sezer'in en yakınlarından birinin CHP'yi tercih etmesi kuşkusuz sizi gururlandırmıştır" sorusu üzerine, "Kendisi ile henüz tanışmadık, ama iyi yetişmiş, ahlaklı bir genç insan olduğu anlaşılıyor. Partimiz bu durumu en iyi niyetler ile değerlendirecektir" dedi.
Baykal, "Bu seçim CHP'de kadın milletvekili sayısı artacak. Burada asıl mesele yapaylığa kaçmadan, gerçekten yerini dolduracak, sadece bir cinsiyet ayrımcılığı ile değil kendi hak edişiyle orada durduğunu gösterecek isimlerle yola çıkmak. Ben ilk teklifimi böyle kadınlara yaptım" diye konuştu.
'Türkiye, AB ile husumet içinde olamaz'
"Avrupa Birliği (AB) ile ilişkinin sağlıklı gelişmemesinin temel bir nedeni, AB'nin Türkiye'ye bakışıdır. Genişleme konusunda tavrı netleşmiş değil. Kendi içindeki kimlik sorunlarını, entegrasyon sorunlarını çözmüş değil. Bu ortamda Türkiye'ye bakışı tutarsız, çelişkili ve inişli çıkışlı oluyor. Bunu görmezden gelerek bir AB politikası düzenlenemez. Türkiye'nin AB'ye tam üye olması artık Türkiye'nin atacağı adımlara bağlı olmaktan çıkmıştır. Coğrafyamızın müsait olmadığı söyleniyor. Coğrafya transferi mi yapalım? Dinimizin engel olduğu söyleniyor. Bunu söyleyenler de Avrupa politikasını belirleyen kişiler.
AB'nin siyasi ve ekonomik değer kazanabilmesi Türkiye ile tam üyelik ilişkisini gerekli kılıyor. Buna karşı söylenen coğrafya, kültürel ve dini farklılık itirazları sürdürülebilir itirazlar değil. Bunlar aşılır, ama AB ilişkimizin fazla telaşa gelmeden, hem Avrupa'nın hem de Türkiye'nin uzun vadeli yararları temel alınarak dengeli bir biçimde sürdürülmesi lazım.

AB'den bizim kalkınmamıza ciddi destek veren bir yapıcı yaklaşım aradık. Bunu Yunanistan, İspanya Portekiz, İrlanda aldı. Biz alamadık. Gümrük Birliği yaptık, ama Gümrük Birliği için bu maddi desteği alamadık. Aday olduk, ama aday ülkelerin aldıkları desteği alamadık. Şu anda da destek yok.

İlişkilerin bu kurgu içinde devam edeceğini beklemek gerçekçi olmaz. Yaşam standartlarımızı yükseltme mücadelemizi sürdürürken, AB ile daha samimi, dürüst ve gerçekçi olan sağlıklı bir ilişki düzenine geçebilmenin psikolojik ve siyasal altyapısını yapmamız lazım.

Türkiye'nin ne ABD ile ne AB ile bir husumet ilişkisi içinde olması düşünülemez. AB, ABD ve çevremizdeki olayların ne jandarması ne herkese haddini bildirecek konumdayız. Çok fazla Hollywood filmi seyretmiş olan bazı çevreler, uluslararası ilişkileri, meydan okuma yaklaşımlarıyla algılama eğiliminde. Ayrıca AB konusunun Türkiye'de bir tepki odağı olmaktan çıkarılmasını sağlamak lazım."

Baykal Köşk'e çıkar mı?

Baykal, "40 küsur yıllık siyaset hayatı ve soldaki bütünleşmeyi de sağladıktan sonra değişecek yeni siyaset haritasında cumhurbaşkanlığı adaylığını düşünür müsünüz?" sorusunu şöyle yanıtladı:

"Son yaşadığımız cumhurbaşkanlığı krizi, parlamentoda çoğunluğunuz ne olursa olsun cumhurbaşkanlığı seçimi gibi bir konuda uzlaşma sağlamak zorunda olduğumuzu gösterdi. Önümüzdeki Meclis'in yapısı ne olur bilmiyoruz, ama biz birinci parti olursak cumhurbaşkanlığı konusunda tüm partilerle mutabakat arayacağız. Böyle bir yaklaşımın ortaya koyacağı cumhurbaşkanı, sıcak siyasetin dışında biri olabilir. Bunu doğal karşılamak lazım. Cumhurbaşkanlığının her siyasetçi için taşıdığı önemi gözden kaçırdığımı kimse düşünmesin. Ne kadar onur verici bir görev olduğunu çok iyi biliyorum."

Neden sol yerine sağ?

Baykal, "Solda SHP lideri Murat Karayalçın, Hikmet Çetin gibi isimlerle işbirliği yerine İlhan Kesici gibi sağdan isimlere neden kapınızı açtınız?" sorusunu yanıtlarken Karayalçın'ın 2004'teki yerel seçimlerde DEHAP'la yaptığı işbirliğini üstü örtülü olarak eleştirip şöyle dedi:


"Türkiye'deki tartışmanın artık ideolojik, alışılmış kalıplarla götürülmemesi gerektiğini, cumhuriyet temelinde bir mutabakatın sahiplenilmesinin çok önemli olduğunu, demokrasi ile cumhuriyetin birbirine ters çalışan iki süreç olmaktan çıkarılması gerektiğini uzun süredir söylüyorum. Bunun için dedik ki, cumhuriyet temelindeki beraberliği merkezin sağı, solu, muhafazakârı, liberal, demokratı falan diye birbirimizi ayırmadan götürmemiz lazım. Bu söylemi sahiplenen pek çok kişi çıktı. Sayın Kesici'nin CHP'ye gelmesinin arkasında cumhuriyete sahip çıkma ve yurtseverlik duyguları yatıyor."
Teröre karşı 1998 kararlılığı
Terörün altında yatan siyasi projeye karşı net bir tavır geliştirmezsek onu ortadan kaldırmak mümkün değildir. Alttan alarak terör önlenemez. 1998'de Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasında olduğu gibi kararlılık sergilenmelidir
Bu patlama da gösteriyor ki, terör politikasını uygulayanlar, çatışma alanlarında, sınır bölgelerinde, mayına dayalı bir terör noktasının ötesine geçme kararını almışlar. Ankara'da denenen, çok daha büyük bir can kaybına yol açabilecek şekilde planlanmış bir büyükşehir terör girişimidir.


Şu artık net bir biçimde ortaya çıkmıştır ki; terörle bir uzlaşma sağlamaya çalışarak, doğrudan ya da dolaylı ilişkiler geliştirerek, umutlar vererek terörü ortadan kaldırmak söz konusu olmayacaktır. Geldiğimiz noktada bir kez daha, alttan alan, sırt sıvazlayan bir politikanın terörü ortadan kaldırmaya yetmeyeceği ortaya çıkmıştır. Terörün altında yatan siyasi projeye karşı net bir tavır geliştirmezsek onu ortadan kaldırmak mümkün değildir.
AKP'nin siyasi yapısından, AKP yönetiminin bu konulara yönelik anlayışına kadar uzanan pek çok neden var ki, onlar bu işi müzakere ile umut vererek, iyi ilişkiler kurarak çözme çabası içine girdiler. Bu onların genel dış politika yaklaşımıdır. Devletin resmi kurumlarını baypas eder, özel temaslar kurarlar, yetkisi olmayan ama kendisinde şeytan tüyü olduğu belirtilen birtakım insanlar aracılığıyla yabancı ülkelerin en üst yetkilileri ile ilişki kurarlar. Onların ruhunu okurlar, sonra bizdekilere akıl verirler. Şimdi bir defa daha bu üslupla bunun götürülemeyeceği ortaya çıktı.


Kuzey Irak ve ABD

Kuzey Irak'taki yönetim, "Bizden askeri yöntem uygulamamızı kimse beklemesin" diyor. Bize de bunu tavsiye ediyor. Siyasi yöntemle konuya eğilirsek yardımı olacağını söylüyor. Türkiye'ye saldırı yapılmasına göz yumması ne Irak'ın ne Kuzey Irak'ın iç işi sayılamaz. Türkiye'ye yönelik saldırıların oradan planlanıp desteklenmesine son verilmesini talep etmek Türkiye'nin en meşru hakkıdır. Ayrıca Türkiye'nin ABD ile dostluğunun, müttefikliğinin gereğidir.


ABD Irak'ı, Türkiye'ye terör ihraç eden bir ülke olmaktan çıkarmak zorundadır. Terör bizim sorunumuz, onu biz çözeceğiz, ama uluslararası himaye de önlenmelidir. Söylemle eylem arasında bir mesafe olduğu açık.


ABD ile terörü kınamada aynı çizgide bulunuyoruz, ama bu yetmiyor. Bu kadar süre biz sabırla bekledik. Bu tutarsızlık, terör karşısında söylenen sözlerle reel durum arasındaki mesafe bir büyük karadelik oluşturuyor. Bu kara deliği kapatmak lazım.


Suriye böyle boşaldı

Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması sürecini hatırlayın. 1998 son baharında Atilla Ateş (Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı), Hatay'da "Ya bunu hallet ya gelir hallederiz" dedi. Tek kurşun yakmadık, ama bir kararlılık içine girdik ve bu blöf değildi. Devlet yetkilileri ve organları işin ciddiyetini net bir biçimde ortaya koydu, ilgili herkesi ikna etti. Onun üzerine orası boşaldı. Şimdi benzer tablo burada.
Bizim bu konularda zihnimizin bulanık olmaması lazım. Türkiye'yi, meşru taleplerinin arkasında kararlılıkla duramayabilecek bir ülke gibi anladıkları takdirde, müttefiklerimizin, komşularımızın, bize terör uygulayanların böyle algılamalarına izin verdiğimiz taktirde, terörle mücadelemizde büyük güçlükler ile karşılaşırız. Şimdi maalesef böyle tablolar var.


Başer olayına bazıları sevindi

Tahlillerimiz gösteriyor ki, bu mekanizma (Terörle Mücadele Özel Temsilciliği) terörle mücadeleye destek olmanın ötesinde, ilişkileri bir siyasi temasa, müzakere masasına çekmeye yönelik olarak tasavvur edilmiş. Askerlerin atanmış olması bu kaygıyı bertaraf etme boyutuyla oluşmuştur.


(Dışişleri Müsteşar Yardımcısı ve Başbakan Erdoğan'ın eski başdanışmanı olan Rafet Akgünay'ın, Başer'in alındığı göreve atanması, kaygılarınızı artırdı mı sorusu üzerine) Bu mekanizmayı siyasi bir yüzeye çekmek isteyenler açısından sevindirici bir tablo demektir.